10 Aralık 2013 Salı

Lilith Efsanesi


LİLİTH

İnsanlığın öyküsü Adem ve Havva ile başlıyor, öyle mi? Eski bir yahudi efsanesine göre, bu öykü Adem'le Havaa'dan öncesine uzanıyor. Yani Adem'in ilk eşi Havva değil, Lilith adında birkadındır. Ama, tarih boyuncagizlice aramızda dolaşıp, her kadın-erkek tartışmasında kendini gösterse de onu çok az tanıyoruz.

Sözü edilen efsane şöyle başlıyor: Tanrı topraktan Adem ile Lilith'i yaratır. Mutlu mutlu yaşasınlar diye onları cennete yerleştirir. Ama bu iki insan çifti bir türlü huzur bulamaz.Sorunları mı? Günümüz çiftlerinin sorunlarından farklı değildir. Adem ilişkide her alanda söz sahibi olmak ister. Ancak Lilith buna karşı çıkar. Özellikle cinsel ilişki sırasında Adem'in hep üstte yer almasını aşağılayıcı bularak itiraz eder. Kendisinin de Adem gibi topraktan yaratıldığını, yani eşit olduklarını savunur. Adem ise kendini, bağışlayan, bereketli gökyüzü; Lilith'i de ürün veren toprağa benzeterek bu şekilde birleşmek konusunda diretir. Adem tavırlarında ısrar edince, Lilith, birlikte yaşamalrının zor olacağına karar verip Tanrı'nın söylenmemesi gereken adını anarak göğe doğru yükselir. Sahip olduğu olanakları terk eden Lilith'in yeri artık dışlanmışların arasındadır. Çevresindeki cinlerle ve cinlerin kralı Şamael (Şeytan) ile ilişkiye girer ve onlardan çocuklar doğurur.
Bu arada cennette yalnız kalan Adem, Tanrı'ya dua ederek Lilith'i geri ister. Tanrı, Sanvai, Sansanvai ve Semangelof isimli üç meleği geri çağırmak üzere Lilith'e gönderir. Meleklere, dönmediği takdirde her gün yüz çocuğunun öldürüleceğini emreder. Ama, o kesinlikle dönmeyeceğini bildirir. Ve tehdit yerine getirilir...

Lilith, duyduğu acıylabundan sonra, bütün hamile ve doğum yapmış kadınların, bebeklerin başdüşmanı olmaya yemin eder. Erkek çocukların doğduktan sonra ilk sekiz gün, kız çocukların ise ilk yirmi gün içinde canını alacaktır. Sadece yakınlarında bu üç meleğin ismi ya da şekli bulunanlara dokunulmayacaktır. Lilith artık kötüler tarafına geçmiştir.
Bunun üzerine Tanrı Adem'in kaburga kemiğinden Havva'yı yaratır. Bu yeni kadın, Adem'den bir parça olduğu için, ona karşı çıkmayacaktır.

Aslında Lilith ahkkında pek çok efsane ve öykü var. Örneğin Talmud'da (Tevrat'ın başta yazılı olmayıp, sonradan yazılı hale getirilen ikinci bölümü) ondan dişi bir şeytan olarak söz edilir. Bu rolüyle bir hayalet gibi yüzyıllarca tarih sayfalarında dolaşır. Kadın ve çocukları hedef alır, erkekleri baştan çıkararak onlara zarar verir. Yaptıkları bunlarla sınırlı değildir. Bir hayalet gibi kadınların beynine girip, erkeklerle eşit haklara sahip olma savaşını günümüze kadar sürdürür. Bazı efsanelerde de cadı suretinde çıkar karşımıza. Lilith'e hepsi birbirinden farklı, ancak hepsi de kötü yakıştırmalarınniye yapıldığını anlayabilmek için geriye dönüp, dinler tarihine ve efsanelere bir göz atmak gerekiyor.
Lilith'in geçmişi tektanrılı dinlerden çok daha önceye, eski Mezopotamya uygarlıklarına kadar uzanıyor. Genellikle Sümer ve Bebil mitolojisindeki rüzgar tanrıçası Lilitu ile ilişkilendiriliyor. Lil, fırtına ya da rüzgar anlamına geliyor.

Bir babil metninde ise, büyük tanrıça İştar'ın tapınak fahişesidir. İştar, eski doğu dinlerinde şevhetli aşkın, tutkunun ve baştan çıkarıcılığın tanrıçası kabul ediliyordu. Bu özellikleri nedeniyle, fahişelerin, özellikle de kült olan tağınak fahişelerinin koruyucu tanrıçasıydı.

Tapınak fahişeliği meşru bir işti. Herodot'un bize ulaşan yazılarında, Babil'de her genç kızın bir kez yabancı bir erkekle cinsel ilişkiye girmek zorunda olduğu biliniyor. Ancak, bu tapınak fahişeliği kesinlikle küçük düşürücü bir iş değildi. Babillilerin yabancı erkekleri tanrı olarak gördüğü sanılıyor. Kendilerini onlara teslim eden genç kızlar, simgesel olarak tanrılarıneşi haline geliyor ve kutsallaşıyorlardı.

Lilith'e bazı özellikler Babil'in kötü tanrıçası (belki de dişi şeytanı demek gerek) Lamatsu'da da görülüyor. Lamatsu halk arasında albastı ya da lağusa hastalığı olarak bilinen rahatsızlığın ortaya çıkmasını sağlıyor, hamilelere zarar verip yeni doğan bebekleri öldürmeye çalışıyordu. Lilith'in özellikleri Lamatsu'ya aktarılmış olabilir miydi? Yoksa tersi mi yapılmıştı?

Lilith'in Yahudi efsanelerinde ne zaman boy gösterdiği bilinmiyor. Çünkü tanrılar ve efsaneler, doğu kültürlerinin birçoğunda ortaktı ya da büyük benzerlikler taşıyordu. Yine de her koşulda, Yahudilerin şeytanla ilgili inanışlarında önemli bir yere sahipti. Erkeklerin aklını başından alan bir şeytan olarak görülüyor ve ondan çok korkuluyordu.
Bu konuda en eski kaynak olan Tevrat'a bir göz atıyoruz. Ancak Tevrat'ta bir tutarsızlık göze çarpıyor. Kutsal kitabın bir yerinde "Ve Allah insanı kendi suretiyle yarattı ve onları erkek ve dişi olarak yarattı." deniliyor. Ancak ilerleyen baplarda daha farklı anlatılıyor: Tanrı doğuda Aden'de bir bahçe yapıyor. Adem'i oraya koyuyorve yalnız kalmasın diye kaburgasından kadını yaratıyor. Talmud'a göre Adem'le aynı anda yaratılan kadının adı Lilith'tir. Çünkü başka türlükutsal kitaptaki bu tutarsızlığı açıklamak mümkün değildir.
Adem'il ilk eşi Lilith'e daha sonra 9. ya da 10. yüzyıllara ait "Ben Sira Alfabesi"nde rastlıyoruz. Metnin ana kahramanı, M.Ö. 600'lü yıllarda yaşadığı sanılan Ben Sira. Yazarın kim olduğu bilinmiyor. Bu el yazmasına göre Tantı topraktan Adem ve Lilith'i yaratmıştı. İlgili bölüm şöyle devam ediyor: "Kısa bir süre sonra birbiriyle kavga etmeye başlarlar. Adem'e şöyle der: Ben altta yatmak istemiyorum. Ama Adem: Ben altta değil, üstte yatmak istiyorum, çünkü sen altta yatacak kişi olarakbelirlendin. Lilith ona: İkimiz de aynı haklara sahibiz, çünkü ikimiz de topraktan yaratıldık. Ama ikisi de birbirini dinlemez." Bunun üzerine Lilith gökyüzüne yükselerek kaybolur. Üç meleğin Lilith'i geriye dönmeye ikna çabaları işe yaramayınca, Tanrı, Adem için bu kez Havva'yı yaratır.

Bir başka bölümde de Lilith üç meleğe şöyle der: "Ben çocuklara zarar vermek üzere yaratıldım, doğumdan sonraki ilk sekiz gün içinde erkek çocuklarına, yirmi gün içinde de kız çocuklarına. (Ama) Yemin ederim: Sizi ya da görüntünüzü bir muska ya da tılsım üstünde görürüsem, o çocuğa hiçbir zarar vermeyeceğim." O günden bu yana çeşitli kültürlerde, yeni doğan çocukların kötü kalpli Lilith'e karşı korunması için özel tılsımlar kullanılmaya başladı. Lilith'in halk inanışlarında varlığınu yıllarca korumasının ve bir gün gelip de bir şekilde cadılarla ilişkilendirilmesinin nedeni de budur.
Lilith efsanesi Ortaçağ'ın başlangıcında, Yahudilerin ezoterik yazması Kabala'da da (Yahudi ruhbanlarının, asırlardır birbirlerine aktardıkları ve Kutsal Kitap'ın "gizli anlamları" ile ilgilenen bir tür okültizm -gizlicilik- ve mistisizm) yer almaş. Burada erkekleri baştan çıkaran ve uğursuzluk getiren dişi şeytan olarak tarif ediliyor: "Her türlü süs malzemesiyle süslenip cilveli bir kadına dönüşüyor. Onun süsü, gül gibi kırmızı saçları. Sözleri yağ gibi yumuşak, dudakları dünyadaki her şeyden daha tatlı. Ona yönelen ve (afrodizyak olarak yılan zehriyle karıştırılmış) şaraptan içen aptallar onunla zina yaparlar." Ama sonra uyandıklarında onları öldürürü ve cehennemin tam ortasına atar. Aslında onun niyeti sadece erkekleri baştan çıkarıp çok sayıda çocuk doğurmaktır.
Kabalacılar için Lilith temiz olmayan, fahişe bi kadını simgeliyor. Kabala'daki bir paragrafta, ayrıldıktan sonra Adem'i yeniden baştan çıkardığı yazıyor. İşlediği bu günahtan sonra Adem, 130 yıl cinsel pehrizli yaşar. Adem, böyle bir şeyin tekrar başına gelmemesi için, kendini dikenlerle korumaya çalışır. Ancak uyurken Lilith Adem'in üstüne çıkar ve onu uyararak boşalmasını sağlar. Lilith, bunun ardından "insanlığa ceza" olarak adlandırılan yaratıkları dünyaya getirir. Kabala'nın bir başka yerinde de şöyle yazıyor: "Lilith en sonunda oarda burada dolaşarak insanoğullarına sarkıntılık eder ve kendi kendilerini kirletmelerini sağlar." Bunun ardından adı "tohum hırsızı"na çıkar.
Kuşkusuz Havva'nın işlediği "günah"tan da o sorumludur. Kabalacıların ana eserinden Zohar'da (İhtişam Kitabı ya da Işık Kitabı) yer alan efsaneye göre adet döneminde olduğu halde, Adem'le birlikte olma konusunda Havva'yı kandıran o yılan ve fahişe Lilith'ti.
Lilith'le daha sonra Flistinliler aracılığıyla Yunanlılar da tanıştı. Onu, hayaletler ve diğer hayali görüntüleri yöneten tanrıça Hekate'nin kişiliğiylr birleştirdiler. Bu konu Geç Antikçağ'da Yahudi olmayan gnostik akım yandaşlarının da ilgisini çekti. Onlar tarafından yazıya aktarılan bir efsanede, Lilith'in İsrailli peygamber İlyas'ı nasıl baştan çıkardığı anlatılıyor. Lilith ona şöyle der: "Senden çocuklarım var." Ve o yanıt verir: "Benden nasıl çocukların olabilir, ben bir aziz gibi yaşıyorum." Lilith der ki: "Evet, ama uykunda, rüyalarında sık sık boşaltıldın. Tohumlarını alarak hamile kaldım." Bu metin M.S. 4. yüzyıla ait. Lilith, özellikle bu tarihten sonra hep aynı motifle işlenir. O bir "tohum hırsızı"dır.
Lilith efsaneleri, Hıristiyanlık dünyasıyla tanıştıktan sonra, batılıların hayal gücünü harekete geçirdi. Özellikle Kabalacı yazılarının araştırılmasıyla, Lilith bütün dünyada tanınır hale geldi. "Kötü kalpli Lilith" her yerde ilgi gördü. Çünkü o, normalde açıklanması ya da kavranması mümkün olmayan şeyleri rahatlıkla üstlenebilecek bir kişilikti. Bu özelliği, onun "cadılar"la özdeşleştirilmesi için gereken köprüyü oluşturuyordu.
Ortaçağ'ın sonlarına doğru başlayan ve inanılmaz bir toplumsal histeriye neden olan cadı ve büyücü furyasıyla birlikte, Lilith'in adı da sık sık anılmaya başladı. Ayrıca o, kadınları baştan çıkarma konusunda Şeytan'ın en büyük yardımcısıydı. Artık, kötü amaçlı kullandığı güzelliği ve baştan çıkarıcılığı ön plana çıkıyordu. İnsanlar bir yandan büyü ve tılsımlarla ondan korunmaya çalışırken, diğer yandan kendilerini onun büyüsünden kurtaramıyorlardı. Böylece 19. yüzyıla gelindiğinde Lilith ressamlar ve edebiyatçılar için sevilen bir motif oldu. Artık dini kimliğinden yavaş yavaş kurtuluyordu. İngiliz ressam Dante Gabriel Rossetti'nin yaptığı "Lady Lilith" tablosunda bu cadı, Victoria Dönemi'nin güzellik anlayışına uygun olarak tasarlanmış ve gösterişli dekoltesiyle uzun kızıl saçlı, biraz dolgun, etli dudaklarla resmedilmiş.
Edebiyat dünyasına da girince, şeytan kadın kimliği tamamen kayboldu. Artık ona korku ve nefretle bakılmıyor, hatta sempatik bile bulunuyordu. Her ne kadar şurada ya da burada, nahif ruhlu insanlar dikkatli olmak adına tılsımlarına güvenmeye devam etseler de, aydın fikirliler kötü kalpli şeytan kadın tiplemesini raflardaki tozlu dosyalara kaldırmışlardı. Hoşa giden ve benimsenen, onun baştan çıkarıcı özelliği değildi. Lilith'in Adem'in ilk eşi olduğunu anlatan efsaneye odaklanılmıştı. Çünkü bu öykü, insanlık tarihinin başlangıcından bugüne uzanan bir tartışmayı başlatmıştı. Özellikle son yüzyıldır iyice kesinleşen bir tartışmaydı bı: eşitlik, daha doğrusu kadın ve erkek arasındaki eşitsizlik sorunu.
Psikanaliz uzmanı ve araştırmacı Siemund Hurwitz, "Adem ile Lilirh arasındaki güç savaşı"nı, asırlarca süren ve babaerkil sistemdeki erkeğin konumu ile kadınların eşit haklara sahip olma talebini temel alan cinsiyetlerarasi savaşın aynadaki görüntüsü olaran değerlendiriliyor.
Aslında ne Antikçağ, ne Ortaçağ ne de onu izleyen yüzyıllarda bu sorun çok önemsenmedi. Cinsiyetler arasındaki ilişkiyi karşılaştırmaya gerek yoktu: Kadın erkeğin egemenliği altında olmakzorundaydı. Havari Aziz Paulus, "Erkek kadından değil, kadın erkekten yaratılmıştır. Erkek kadının isteklerini değil, kadın erkeğin isteklerini yerine getirmek üzere yaratıldı." demişti. Ne de olsa kadın Adem'in kaburga kemiğinden yaratılmıştı. Bu bakış açısı, kadının yüzlerce yıllık toplmsal konumunu belirleyen ana etkendi.
Kadın, dört büyük dinde de "günah kazanı" olarak görüldü. Bunun nedeni Havva'ya kadar uzanıyor. Yasak meyveyi her ikisi de yemesine rağmen, işlenen günahtaki suçluluk payı eşit değildi: Kandırılan Adem değil, Havva'ydı. Çünkü, yılanın sözüne inanmıştı. Adem kuşkusuz inanmamıştı, ancak biricik eşi ile ilişkilerini tehlikeye atmak istememişti sadece. Söz konusu bir günah olsa dahi, günahkar ve suçlu olan kadındı. Şeytanla işbirliği yapması ve cadılıkla suçlanabilmesi için önemli nedenlerdi bunlar.
Bu dayanaklardan güç alan erkekler, kadınların kişiliğini adeta baskı altına aldılar ve onları kendilerine ait bir mal gibi gördüler. Geçen yüzyıl içinde yoğunlaşan kadın direnişi buna karşı çıktı. Eşit haklar ve özgürlük için savaşan Lilith'i de kendilerine simgesel figür olarak seçtiler. Lilith'in savaşını başarıyla sona erdirememesi onaları yıldırmıyor. Lilith efsanesi, arzuladıkları toplumsal konuma ulaşmak için onları biraz daha kamçılıyor...
Lilith İbranice'de "geceye ait olan" anlamına geliyor. Adından da anlşılacağı üzere, çağlar boyu kadınalara yakıştırılabilecek bütün olumsuz özelliklerin taşıyıcısı olmuş: Baştan çıkarıcı, fahişe, cadı, vampir, cinlerin başı, gece canavarı onun ünvanlarından bazıları. Saf, edilgen cinselliği ancak yasak meyveyi tadınca öğrenen Havva'nın tersine, başından itibaren gücünün ve cinselliğinin bilincindedir ve yeri gelince kullanmaktan da çekinmez.
Kendi başına buyruk, zapt edilemez, denetlenemez olduğundan, özellikle tektanrılı din adamlarının sürekli abskı altına almaya çalıştıkları bir kadın örneği, erkeğin kadına ve cinselliğe dutduğu korkunun bir simgesi aslında. Dolayısıyla ölümlü insanların arasında yeri yoktur. Yeri bilinmeyen, açıklanmayan kötülüklerin geldiği karanlık güçlerin dünyasıdır.
İyi ile kötüyü ayırt etmeyi sağlayan ağacın yasak meyvesinden yemediği için ölümsüz kalmış, cennetin yakınlarındaki bir dağ geçidinde şeytanlarla birleşerek Şeytan'dan "Lilim" adı verilen çocuklar doğurmuştur. Tevrat'ta şöylr yazıyor: "Ve çölün vahşi hayvanları ile kurtlar buluşacak; evet, gece canavarı orada yerleşecek ve kendisi için istirahat yeri bulacak..."
Sembolik hayvanı baykuştur. Tablo ve heykellerinde, genellikle ay şeklinde taçla tasarlanmıştır.
Yahudi kadınlar, eşlerinin bu şeytan kadına kapılmamaları için yatak odalarının duvarlarına bir daire içinde "Adem ile Havva buyursunlar içeri, girmesin kapıdan 11 (LILITH-Lilith)" yazıyorlardı. Nümerolojiyle uğraşanlar 11'i kötülükle yüklü olduğu için korkunç bir sayı olarak kabul ediyorlar. Kabalacılara göre bu sayı, iyi ve güzel olan ne varsa tam tersini temsil ediyor. Günah yüklü, zarar verici ve mükemmel olmayı reddetmiş bir sayıdır bu.
Modern çağlarda Lilith feminizmin simgesi haline geldi. Bu isimde dergiler çıktı, kafeler açıldı, sadece kadın müzisyenlerin katıldığı "Lilith Fair" adlı gezici müzik festivalleri düzenlendi, "ideal kadın" olarak tanımlanan Havva gibi olmak istemeyen kadınlar, tepkilerini dile getirmek için kız çocuklarına Lilith adını verdiler.

1 Aralık 2013 Pazar

ŞAMANİZM

  Şamanizme bağlı halklarda ruhlarla insanlar arasında aracı rolünü oynayan bir tür din adamıdır. Şamanist dünya görüşüne göre, bütün dünya iyi ve kötü ruhların etkisi altındadır. Büyük ve özellikle insanlara ve hayvan sürülerine türlü kötülükler yapmaya hazır kötü ruhlarla ilişki kurmak kudreti yalnız Şamanda bulunur. İnsanlar ruhların ne doğada ne huyda olduklarını ve her şeyden önce onlara hangi yoldan gideceğini bilemez, onların nelerden hoşlandıklarını, hangi cins ve çeşit kurbanlardan memnun kalacaklarını saptayamazlar. Ata ya da akraba ruhlarından aldığı kuvvet ve ilham ile bütün bunları ancak Şaman bilir ve böylece bir yandan iyi ruhların insanlar için yararlı ve hayırlı etkilerini devam ettirmeye, bir yandan da çeşitli çarelere başvurmak suretiyle, kötü ruhların zararlı eylemlerini önlemeye yalnız onun gücü yeter. Şaman bu amaçla tertip ettiği ayinlerde ruhlar ile ilişkiye geçip onları hoşnut ve razı ederek istenilen sonucu almaya çalışır.
Kuzey Asya halkları arasında “büyücü, sihirbaz” anlamına gelen Şaman sözünü, hemen-hemen yalnız Mançu-Tunguz halkları kullanır: Mançuca sama, Tunguzca Şaman, saman, Avrupa gezginlerinin bunlardan duyduğu Şaman kelimesi, sonradan Sibirya sihirbazlarına verilen genel bir ad olarak uluslararası kitabiyata yerleşmiştir. Bu kelime, ilk kez 17. yüzyılın sonlarına doğru Rus elçisi olarak Çin’e giden E. İsbrand ile yol arkadaşı A. Brand’ın izlenimlerini anlatan seyahatnamede geçer. Bu kitaba göre, Tunguzlarda Şaman ya da saman bir tür “rahip” ya da “sihirbaz” demektir. Böylece Rusya’nın Doğu Sibirya ile doğrudan doğruya ilişkiye başladığı zamanlardan başlayarak Avrupa’da yazılmış olan kitaplarda Şaman kelimesi ile aslında Tunguz sihirbazlarının kastedildiği anlaşılmaktadır.
Şaman kelimesinin kökenine gelince, bu konuda ortaya atılan fikirler çeşitlidir. Kimilerine göre kelimenin aslı Mançuca ya da Moğolca, kimilerine göre ise, Sanskritçedir. Birinci görüşü savunanlardan Banzarov[2]’a göre, Şaman kelimesi Mançucasamandan gelmektedir. Nitekim bu kelimenin kökünü oluşturan sam, gerek Mançuca, gerekse Moğolca birkaç kelimede mevcuttur. Örneğin Mançuca samarambi “sıçramak, dövünmek” demektir. Moğolca sam-dambi “oynamak” demektir. Bu görüşe taraftar olduğu anlaşılan Nioradze[3], bütün bu kelimelerin, bir coşkunluk durumunu, hareketli heyecanlı bir durumu belirttikten sonra, saman ya da samanın “coşmuş, durmadan oynayan, bir oraya, bir buraya sıçrayan kişi” anlamına geldiğini öne sürer. F. Schlegel ile K. Donner ve N. Poppe, Şaman kelimesini “dilenci rahip, Budist derviş” anlamına gelen, Sanskritçe sramana ya da çramana, Pali dilinde samana ile açıklarlar. Kuzey Asya kültür tarihinde güneyden gelen Budizmin izleri bulunduğunu öne süren Şirokogorov’da Tunguzlardaki Şamanlığı Budist etkiye indirgerken, Mironov ile birlikte[4] Şaman kelimesinin kökenini Sanskritçede aramıştır. Öte yandan Laufer [5] Şaman ya da saman kelimesinin Budizmden alındığını kabul etmez. Nitekim Ruben[6] de doğrudan doğruya Hint kaynaklarına dayanarak, Şamanizmin daha Aryalılardan önce, Orta Asya’dan gelen kültür dalgaları ile Kuzey Hindistan’a yayılmış olduğunu belirtmiştir. Nihayet Şamanizm meselesini açıklamaya çalışan Ohlmarks[7] saman kelimesinin Sanskritçeden geldiği hakkında ortaya atılan iddianın artık bir değer taşımadığına işaret ettikten sonra, Budizmde Şamanlığa ait unsurların bulunduğunu ve bunların Güney’den çok, Kuzey’in etkisini gösterdiklerini söylemiştir.
Şaman sözü, ayrıca Toharca’da samane ve Çincede de şa-men şeklinde geçer. Sogdçada şmn olarak yazılan kelimenin,Şaman sözüne karşılık olduğu ileri sürülmüş ise de, bunun doğru olmadığı anlaşılıyor. Zira, Sogdça metinlerdeki şekline işaret edilen bu kelime, Türkçe Turfan metinlerinde önceleri şamnu, şumnu diye okunmuş iken, sonradan şimnu şeklinde saptanmıştır. Anlamı da, “kötü ruh, şeytan”dır. İran mitolojisinde Ahrimen’e karşılık geldiği bilinen bu kelimenin, gerek biçim, gerekse anlam bakımından Tunguzca Şaman ya da saman sözü ile hiçbir ilişkisi yoktur. Nihayet bir de Farsça eski edebiyat dilinde “putperest, put” demek olan, Firdevsi’nin Şahnama’sında “Budist rahip” anlamında kullanılan bir şemen ya da Şaman kelimesi vardır. Dinsel bir terim olarak Hintçeden Farsçaya, Sogdça yoluyla geçtiği anlaşılan bu kelimeyle, Kuzey Asya halklarının sihirbaz rahibini gösteren Şaman arasında bir ilişki bulmak zordur.
Bütün bu açıklamalardan anlaşıldığı gibi, Şaman ya da saman Tunguzca bir kelimedir. Eğer, ileri sürüldüğü gibi, burada vaktiyle çok daha kuzeye yayılmış olan Budizmin etkisi söz konusu olsaydı, bu terimin çok daha geniş bir alana yayılması gerekirdi. Oysa, Kuzey Asya dillerinde Şaman için başka başka kelimelerin kullanıldığı görülüyor. Tunguzların ne Hindistan, ne de Çin ile doğrudan doğruya bir ilişkisi vardır. Buna göre, Şaman kelimesinin Çince yoluyla Hintçeden Tunguzcaya geçmiş olması da olası değildir. Nihayet Németh[8] Şaman kelimesinin kökenini araştırırken, bunu çeşitli Türk şivelerinde geçen Kam kelimesi ile birleştirip Türkçe olarak göstermek istemiş ise de bu arada Şaman kelimesinin ikinci hecesini açıklamıştır.
Şamanların eski bir geçmişi olduğundan sözeden Banzarov[9]’a göre, Orta Asya halkları arasında onların varlığına ait ilk doğru bilgi, 6. yüzyıl Çin kaynaklarında geçer. Pelliot[10] yine Çince bir metne dayanarak, Mançurya’da Cücen dilinde “büyücü” anlamına gelen şan-man (=şa-man) kelimesinin 12. yüzyılda varlığını saptamıştır.
Türk halkları Şamanlarına genellikle kam (gam, ham) derler. Radloff[11]’a göre, başlıca Altay, Teleüt, Lebed, Şor, Şagay, Koybal, Kaç, Küerik, Soyon, Kumandı ve Uygur ağızlarında geçer. Moğollar, Buryatlar ve Kalmuklar erkek Şamanlarına bö, böge Yakutlar oyun, Çuvaşlar yum, Kırgız-Kazaklar bakşı, baksı ya da bahşı derler. Yakutlar ile Altaylılar kadın Şaman için Moğolca udugan (utahan, ubahan, ıduan) deyimini kullanırlar. Ancak Yakutça’da hamma (kamla), “kam’lık etmek” anlamındadır.
Kam genellikle “kahin, büyücü” demektir. Ayrıca “uzman hekim, bilim adamı, felsefeci” anlamlarına da gelir. Eski türkçe metinlerde bazen “putperest rahip”, bazen “büyücü” anlamında kullanıldığını görüyoruz. Eberhard[12]’a göre, eski bir Çin kaynağında, Kırgızlarda Şamana gan denildiğini görüyoruz ki, bu herhalde kam olacaktır. Nitekim Radloff[13], 11. yüzyılda Hakas-Kırgızlarda Şamana kam denildiğini yazar. Harva[14]’ya göre, 13. yüzyıl Avrupa gezginlerinden V. Rubruk’da “sihirbaz” anlamında ham (=kam) kelimesini kaydetmiştir.
Kam kelimesine, Türkçe Turfan metinlerinden başka, Kutadgu bilig (462=1069/1070), Divan lugat al-Turk (470=1077),Codex Cumanicus (m. 1303) ve Abu Hayyan’ın Kitab al-idrak li lisan al-atrak (712=1313)’i gibi eski Türk dili andaçlarının bir çoğunda rastlanmaktadır. Kutadgu bilig’de[15] birkaç yerde anlatıldığına göre, çeşitli hastalıkları tedavi etmek için hekimin yanında kam da yer alır. Hekim (otaçı) hastalığı (ig) ilaç (ot) ile tedavi eder (ota-); kam ise, hastayı kendi yöntemine göre, daha çok ruhsal yollardan, efsun ve sihirle iyileştirmeye (emle-) çalışır.
Divan lugat al-Turk’te[16] “kahin” anlamına gelen kam’ın başlıca görevi efsun yapmak (arvış arva)’tır. Aynı kitapta[17] geçen kam ırkladı örneğine bakılırsa, Şamanın falcılık yaptığı da söylenebilir.
Şamanlığa Davet ve Şamanın Eğitim ve Öğretimi
Şamanın başlıca görevi, ruhlarla ilişki kurmaktır. Bunu da ancak belirli yetenek ve yatkınlığa sahip kişiler başarabilir. Bunun için, belli bir eğitim görmekle herkes Şaman olamaz. Şamanlık doğuştan ve adeta kaçınılmaz bir kader meselesidir.
Altay halklarına göre Şamanlık, ailede soydan gelen ve özellikle çocukluk çağında sara nöbetleriyle gelen bir hastalık sayılır.[18] Gerçekten, sayısız örnekler Şamanlık yeteneğinin hastalıktan kaynaklandığını göstermektedir. Radloff’a[19]göre, Şamanlık nöbetleri aniden gelir. Aday önce kendinde büyük bir yorgunluk hisseder; bedeni kasılıp titrer ve bu durumu esnemeler takip eder; göğsü daralır, birtakım acayip sesler çıkararak ağlar, gözleri döner, sonra birdenbire sıçrayıp ayağa kalkar, deli gibi dönmeye başlar ve sonunda ağzından köpükler saçarak yere yıkılır, bedeni hissizleşir. Bu ıstıraplı durumlar bir süre devam eder. Sonunda günün birinde aday davulunu alıp çalmaya başlar ve artık sakinleşip kendine gelir. Şaman olmaktan kaçınan kimse, sonunda ya delirir ya da genç yaşta ölür.
Şçukin’e[20] göre, Yakutlarda Şaman adayına gelen nöbetler daha şiddetli bir şekilde görünür. Aday, ruhun baskısı ile ormanlara düşer, kendini ateşe, suya atmak ister. Bu belirtilerden, o kişinin Şaman olacağı anlaşılır ve aday Şamanlığa başlayarak bu hastalıktan kurtulur. Troşçanskiy’e[21] göre, Yakutlarda Şamanlığa yatkın kişilerde görülen bu sinirsel hastalığa menerik denir. Şamanlığı bırakanlarda hastalığın yeniden başladığı birçok örneklerle saptanmıştır.
Şirokogorov’un[22] verdiği bilgiye göre, Tunguzlarda da Şamanlığın sinirsel bir hastalık durumunda ortaya çıktığı görülmektedir.
Ohlmarks’da[23] Şamanizmin ruhsal esasını, kutup bölgesindeki doğal şartların ağırlığından ileri gelen bir tür isteri ile açıklamak istemiştir. Ama, bütün bunlara karşın Şamanı yalnızca bir ruh hastası olarak göstermek asla doğru değildir. Tersine olarak ruhlar tarafından Şamanlığa çağrıldığına inanılan bu kişiye, Sibirya halkları arasında korku ile karışık bir saygı gösterilir. Özel yeteneği sayesinde doğaüstü güçlerle ilişkide sayıldığı için, ona, bağlı olduğu boy ya da oymağın koruyucusu gözü ile bakılır. Nitekim ilk Şamanın ortaya çıkmasına dair Sibirya’da anlatılan efsanelerde de[24] ruhlarla ilişkide bulunduğuna inanılan Şamanın, üstün yetenekleri ile farklı yaratılışa sahip bir varlık olduğu belirtilir. Kamlar, genellikle zeki, hayalperest ve şair tabiatlı insanlardır. Ayin sırasında büyük bir vecd içinde kendinden geçip gök ve yeraltı dünyalarında gördüğü garip varlıkları, ilginç olayları ayrıntılarıyla anlatan Şaman, ayıldıktan sonra hiçbir şey anımsamaz. Tarihi çağlarda gelecekten haber veren, bir boz atın sırtında göklere çıkan, hatta sonunda devlet işlerine bile karışan, güçlü Şamanlardan sözedilir.[25]
Yukarıda gösterildiği gibi, yalnız eğitim ile herkes Şaman olamayacağı gibi, sadece doğuştan yetenek ve yatkınlık da buna yetmez. Şaman adayında yatkınlık ile birlikte, belirli bir bilgi ve maharet de aranır. Radloff’a[26] göre Şaman, mesleğindeki gücü ve bilgiyi atalarından alır. Onlardaki gücün ortaya çıkmasıyla davulu yönetmeyi, makamla dualar okuyup ataları, ruhları çağırmayı ve sonunda onların yardımıyla kendi ruhunu bedeninden ayırarak aydınlık ya da karanlık dünyaya göndermeyi öğrenir. Şamanın kuşaktan kuşağa geçen örf ve âdetleri iyice bilmesi ve özellikle kendi soyuyla bağlı olduğu boy ya da oymağın ruhlarını tanıması gerekir. Anohin’in[27] yazdığına göre, ölmüş Şamanların ruhları, “temiz, iyi ruh” olarak yeraltı dünyasından ayrılıp bu dünyada yaşarlar. Bu şekilde hemen hemen her ailenin zamanında Şamanlık yapmış olup torunlarına yardım etmek isteyen ataları vardır. Bu akraba ruhları olmadan Şaman görevini asla yapamaz. Şaman gerek göğe çıkarken, gerekse yeraltındaki cehennem alemine inerken karşılaştığı engellerei aşabilmek için bu ruhları çağırır. Denildiğine göre, onlar da canlı birer güç olarak ortaya çıkıp Şamana yardım eder ve onun karşısına dikilen korkunç düşmanlarla savaşırlar. Çeşitli ayinlere ait bilgileri elde edebilmek için Şaman adayının, oymağın deneyimli yaşlıları ile ilişkide olması ve ayrıca güçlü, bilgili bir Şamandan ders alması gerekir. Aday, bu kişinin yardımı ile çeşitli ayinlerin nasıl yapılacağını, okunacak dua ve efsunları öğrenerek, görünmez güçlerle samimiyet yaratır. Stadling’e[28] göre, Yakutlarda usta Şaman, adayı bir emeget “yardımcı ruh” ile donatır. Bir söylentiye göre, bu ruh Şamanın diğer benliğidir. Aslında adayın kendisi aşırı derecede hassas ve hayalperest olduğundan, üstadının sır dolu telkinleriyle, garip şeylerle uğraşa uğraşa, sonunda günün birinde o da Şaman olmak kudretini kazanır. Adayın Şaman olarak yetişmesi, akrabalarının katıldığı bir törenle kutlanır. Pripuzov’a[29] göre, Yakutlarda yaşlı Şaman, adayı yüksek bir dağın başına ya da bozkıra götürerek ona Şaman giysisi giydirir; eline bir davul ile at kılı sarılı bir söğüt dalı verir. Adayın sağında 9 erkek, solunda 9 kız çocuk yer alır. Bu arada adayı yetiştiren üstad da tören giysisini giymiş olarak adayın arkasında durup birtakım dualar okur. Aday bu yemin duasını tekrarlayarak yoksullara, düşkünlere yardım edeceğine, yüksek dağların doruklarında yaşayan ruhlara saygı gösterip hizmet edeceğine söz verir. Bu ruhların en büyüğü, en güçlüsü sustuganah ulu Toyun olup bunun erkekli dişili büyük bir aile halkı, adları, sanları ile çağırılan oğulları, karısı, kardeşi ve diğer akrabaları vardır. Bunların bazısı insanlara kötülük eden, çeşitli hastalıklar doğuran kötü ruhlar olup çoğu dişidir. Her ruha kurban olarak sunulacak hayvan, rengi ve sembolleriyle ayırt edilmiştir. Kimine kara aygır ya da kızılca alaca at, kimine kara inek, kimine de alnı kara benekli ak inek kurban edilir. Bu arada Şaman, insanlarda çeşitli akıl hastalıklarına neden olduğuna inanılan dişi ruh için dokuz kakım, dokuz sarı sıçan, dokuz kokarca, dokuz güvercin azad edeceğine söz verir.[30]
Radloff[31] Şamanlığın kalıtımsal olup, babadan oğula ya da pek seyrek durumlarda babadan kıza geçtiğini yazar. Bu konuda daha doğru bilgi verdiği anlaşılan Anohin[32] Şamanların soykütüklerine dayanarak, bu mesleğin babadan çocuğa değil, ama akrabadan akrabaya geçtiğini yazmıştır.
Yine Anohin’in[33] saptadığına göre, Şamanlığa davet 6 ile 50 yaş arasında değişir. Ancak bu arada daha çok 20 yaşında olanlar çoğunluğu oluşturmakta ve bu şekilde Şamanlığa davetin, genellikle cinsel olgunlaşma devresine rastlaması dikkati çekmektedir. Bununla beraber özel durumlarda ancak 62 yaşında Şaman olanlara da rastlanır. Bunun tersine daha çocukluk çağında 4, 6, 9, 12, 15 yaşlarında Şaman olanlar da vardır. Henüz çocuk yaşında olanlar, çadırda bazan günde 2 saat kadar kendi kendilerine davul çalıp bir şeyler mırıldanır ve bu şekilde eğitim yaparak ancak yıllarca sonra gerçek Şaman olabilirler.

Bir Moğol boyu olan Buryatlarda Şaman adayı, bağlı olduğu boy ya da oymağı komşularından birisiyle dolaşıp sadaka toplar. Sonra oymak halkı bir ormanda toplanır. Bu arada, tören sırasında davul yerine kullanılmak üzere, kalın bir kayın ağacının gövdesi oyularak, bundan iki asa çıkarılır. Bir ağacın yanında bir kulube kurulup ortasında ateş yakılır. Oymağın yaşlı kişileri burada yerlerini aldıktan sonra bunlardan birisi Şaman adayının “ata”sı olur. Bu yaşlı Şamanın ruhlarıyla adayın ruhlarının aynı sınıftan ve aynı soydan olmalarına dikkat edilir. Her ikisi ilk ayini birlikte yapar, duaları bir ağızdan okur ve hareketlerini birbirlerine uydururlar. Tören dokuz gün sürer. Bu arada birçok koyun ve tay kesilerek yenilip içilir. Genç kızlarla delikanlılar dansedip eğlenirler. Dokuzuncu gün bir keçe üzerine oturtulan aday, havaya kaldırılarak Şaman ilan edilir.[34]