12 Kasım 2013 Salı

Türk inançlarında Gökyüzü

Gökyüzü, orta dünya insanlarının yardım bekledikleri mekân olarak kabul edilir. Çünkü iyi ruhların bulunduğu, insanlara mutluluk ve huzur verecek varlıkların yaşam alanı gökyüzüdür. Gökyüzünün iyiliklerle dolu hâkimi Ülgen‟in varlığı gökyüzünün ışıklı dünya olarak algılanmasının en önemli sebebidir. Dokuz yapraklı kutsal ağaç, Ter! Dokuz kuzuyu kestik, Ter! Yağmuru istiyoruz, Ter! Ürünü diliyoruz, Ter! Hayat selâmetli olsun, Ter! (Dıykanbayeva, 1999: 165). 

Yukarıda verilen ve Kırgız Şamanlarına ait olan bir dua örneğinde geçen „ter‟ kelimesi, „gökyüzü‟ anlamına gelmektedir. Şamanların ettikleri bu dua, gökyüzünün kutsal kabul edildiğinin bir göstergesidir. Duada göğe kurban kesildiği, yağmur istendiği, bol ürün dilendiği, selâmetli bir hayatınarzulandığı görülmektedir. Tabiî ki bu istekler gökyüzünden değil, gökyüzünde yaşadığına inanılan tanrıdan istenmektedir. Dolayısıyla tanrı gökte olduğu için gökyüzü kutsal sayılmıştır denilebilir. Gök, arşı, Ay‟ı, Güneş‟i, yıldızları içine alan geniş bir âlemdir (Ögel, C. II, 2002: 146). Gökyüzünü daha çekici hale getiren, insanların göğe karşı duydukları merakın artmasını sağlayan bir başka faktör de gök cisimleridir. Şamanistler sadece gökyüzüne ve gökyüzünde bulunan tanrılarına değil, aynı zamanda gökyüzünün görünür yüzüne de büyük bir tutkuyla bağlanmışlardır. Bu görünür yüzün en önemli öğeleri Güneş, Ay ve yıldızlardır. Güneş‟in parlaklığı ve hayat kaynağı oluşu, Ay‟ın ışığı, gökyüzünün süsleri olarak nitelendirebileceğimiz yıldızların gizemi, şimşek ve yıldırımın verdiği korkuyla karışık ürperti, gök kuşağının güzelliği, tüm gök cisimlerinin vatanı olan gökyüzünü daha ilgi çekici hale getirmiştir. Şamanist inançta insanları yaratan, koruyan ve onlara yardımcı tanrının ve bütün iyi ruhların yaşadığı yer olduğuna inanılan gökyüzü on yedi kattan oluşmaktadır. Gökyüzüne ışık âlemi de denilmektedir. Bu on yedi katın her birinde ilâhlar ve iyi ruhlar bulunur. Bunlar Ülgen tarafından kendilerine verilen görevleri yerine getirirler (Radloff, 1986: 215). Şamanistler gökyüzünü Ülgen‟in oturduğu ülke olarak görürler. Bu sebeple „gök‟ kelimesini „ulu‟ sıfatıyla birlikte kullanırlar. Mircea Eliade‟ye göre gök, insanın ve hayatın temsil edemediği çok farklı bir şeyi en iyi şekilde temsil eder. Çünkü gök, yüksekliği, aşkınlığı, mutlak gerçekliği, sonsuzluğu içinde barındırır. Değişmezliğin de simgesi olan gök, yücedir, kuvvetlidir, dokunulmazdır (Eliade, 2003: 146). Yaşar Çoruhlu gökyüzünün erkek, ışık (aydınlık ve güneş), etken, sıcak, kuru, zafer, kuvvet gibi olumlu unsurlara işaret ettiğini belirtir (Çoruhlu, 1993: 18). İncelenen destan metinlerinde gökyüzü ile ilgili olarak „göğe yükselmek, göğe çıkmak‟ ifadelerinin çok sık geçtiği görülmektedir. Altay destanlarından biri olan Er Samır‟da kahramanın göğe çıktığını ifade eden kısımlar şunlardır: “Kolundan tuttuğu dört delikanlıyı Alıp göğe çıktı Gök göğe yükseltip çıktı. (…) Yarım kaya baraka şimdi Göğe dek yükselip Değişik ak saray oluverdi. (…) Er yaratılışlı Er Samır Kara Bökö Bahadırı Ayak bileğinden tutarak Alıp ak göğe çıktı Yükseltip gök göğe çıktı.” (Dilek, 2002: 59, 66, 80). Altay Buuçay adlı destanda da „ak gök‟ ve „ak bulut‟ ibareleri geçmekte, böylece ışıklı dünya hatırlatılmaktadır:“İki kağanı sıkıca tutup, Alıp ak göğe çıktı, Ak buluta gömüp bastırdı.” (Dilek, 2002: 220). Yukarıda verilen örneklerde dikkati çeken iki husus vardır. Bu hususların ilki, kahramanın belli sayıda kişiyi tutup göğe çıkarması, diğeri ise gökyüzünün ak ve gök renkleriyle nitelendirilmesidir. Ak ve gök renkleri Şamanizm‟de geniş yer tutmaktadır. Kâinattaki ışıklı şeylerin, hayır getiren işlerin Ülgen tarafından yaratıldığı bilinmektedir. Ülgen, ışık diyarının tanrısıdır. Yani yaptığı işler hep insanların yararınadır. Bu sebeple Ülgen‟i temsil eden renk beyazdır, beyaz da doğruluğun, adil olmanın, hayrın simgesidir (Seyidov, 1988: 36-38). Beyaz aynı zamanda ululuk, adalet ve gücün de sembolüdür (Genç, 1997: 7-8). Dolayısıyla Ülgen‟in yurdu olarak kabul edilen beyaz rengin, gökyüzünün rengi olarak düşünülmesi doğaldır. Gök rengi de beyazı tamamlayan bir unsur olarak mitolojide yerini alır. Altay Buuçay Destanı‟nda „göğün yükseğine çıkma‟ motifi, Er Samır Destanı‟ndakinden farklı bir durum arz etmektedir. Zira Altay Buuçay Destanı‟nda Kamçı Ceeren adlı kahraman, ay kanatlı doğan olup yani şekil/don değiştirip göğe çıkmaktadır: “Onu işiten Kamçı Ceeren Ay kanatlı doğan olup, Göğün yükseğine çıkıverdi.” (Dilek, 2002: 223). Kamçı Ceeren‟in şekil/don değiştirip doğan olması da Şamanist inanç ile ilgilidir. Şamanlar bazen kurt bazen kartal bazen de geyik donuna girip üç dünya arasında yolculuk yapar, insanların dilek ve dualarını tanrılara iletirler. Kamçı Ceeren‟in şekil/don değiştirerek iki dünya arasında gidip gelebilmesi, Şamanizm‟in destana yansıyan bir başka izidir. Şamanist düşünceye göre göğün sahipleri ve sakinleri vardır. Bu husus destanlarda da göze çarpmaktadır. Aşağıdaki ifadeler bizi dünyadaki gibi bir hayatın gökte de olduğu inancına götürmektedir: “Gökte yaşayan Teneri Kağan‟ın kızı var. (…) Kamçı Ceeren gökten, Temene Koo‟yu alıp indi.” (Dilek, 2002: 223, 225). Temene Koo adlı kişinin gökte yaşıyor olması, ışıklı dünyada bir hayat olduğunun, orada hayatını sürdüren tanrı ve kişilerin bulunduğunun göstergesidir. Gökte yaşayan kişiler de orta dünyada yaşayanlar gibi bir aileye sahiptir. Anne, baba ve çocuklar gök hayatında da vardır. Dünya hayatında olduğu gibi gökyüzünde devam eden hayatta da insanlar, eş alıp getirebilmektedir. “Üç Kurbustan gelmesin diye Gökyüzünü de araştırdı. (…) Erlik Biy‟in bağırtısı Yukarıya çıkıp,Üç Kurbustan‟a ulaştı.” (Dilek, 2002: 120, 164). Yukarıda konu ile ilgili bölümleri verilen Ak Tayçı adlı destanda da gökyüzünde yaşadığına inanılan Üç Kurbustan‟ın adı geçmektedir. Yeraltı dünyasının hâkimi olarak kabul edilen Erlik‟in, Üç Kurbustan ile birlikte anılması, tanrılar başta olmak üzere üç dünya arasında sürekli bir iletişimin gerçekleştiğini göstermektedir. Evrenin en üst katı olarak düşünülen gökyüzünün insanları, Karaçay Malkarlar arasından derlenen Debet Destanı‟nda da göze çarpmaktadır: “„Ben işsiz-güçsüz yeryüzünde durmam‟ deyip, kendisine kanatlı bir araba yaparak, gökyüzüne uçup gitmiş. Debet orada yaşayan gökyüzü insanları için hâlâ demirden silahlar, eşyalar yapıyormuş.” (Tavkul, 2004: 14). Destan metninde geçen „gökyüzü insanları ifadesi‟ gökyüzünde bir hayat olduğunun, tıpkı yeryüzü ve yeraltında olduğu gibi kurulu bir düzenin bulunduğunun açık bir delilidir. “Fuk, Nartların prensi ve hâkimidir. Hem yeryüzünde hem gökte yaşar. Gökyüzünde Fuk‟un, kartal kanatlarından yapılmış bir kalesi vardır.” (Tavkul, 2004: 65). Debet ve Fuk adlı destanlarda görüldüğü gibi gökyüzünde yaşayan insanlar olağanüstü özelliklere sahiptir. Gök insanlarını, orta dünya insanlarından farklı kılan nitelikler bulunmaktadır. Gökyüzü insanları için çalışan ve kanatlı bir arabası olan Debet ile hem yerde hem gökte yaşayan, gökteki evi kartal kanatlarından yapılmış bir kale olan Fuk, insanüstü kahramanlardan sadece ikisidir. Gökyüzünün önemli tanrılarından biri de Ülgen‟dir. Bütün kâinatı yaratmış olan Ülgen, Şamanistler tarafından en büyük tanrı olarak kabul edilmektedir. İnsanların doğumundan ölümüne kadar yaptıkları işlerin hepsinde Ülgen‟in etkisi vardır. Şamanistler, Ülgen‟in rızasını kazanmak, onu memnun etmek için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Ülgen, aynı zamanda bir babadır. Çünkü onun oğulları ve kızları olduğuna inanılır. Ülgen‟in oğullarına ve kızlarına da Ülgen kadar saygı duyulur. Ülgen, yeryüzündeki insanların hayatını düzenleyen bir tanrıdır. Ancak o, yeryüzünü düzenleme, insanlar arasındaki ilişkilerin normal seyrinde devam etmesini sağlama gibi görevleri, yardımcısı konumunda olan ruhlar vasıtasıyla yapar (Yıldırım, 2004: 116). Mitolojik ve etimolojik anlamda kadın veya yer-ana başlığını karşılayabilen tanrı olarak karşımıza çıkan Ülgen, ışıklı dünyanın sonsuz güce sahip hâkimidir. Gök Tanrı‟nın yaratıcılık vasfı Ülgen‟e yüklenmiş; „ışık‟, Ülgen için sembol olmuştur (Bayat, 2007: 322,326). Ülgen‟in gökyüzündeki en üst katlardan birinde yaşadığına inanılır. Onların düşüncesine göre ulu tanrı, ulu göğün ulu katında oturmaktadır. İyilik tanrısı, ayın, güneşin ve yıldızların ötesinde yaşar (İnan, 2000: 32). Kozın Erken adlı destanda Ülgen ile ilgili olarak geçen kısım şu şekildedir: “Döktüğü gözyaşı, Göller olup yığıldı. Yukarı çıkan sesi Tanrı Ülgen‟e ulaştı. (…) Ülgen göğü açıp yere baktı Kozın Erkeş‟in öldüğünü görüpCeti Sabar‟ın kardeşi Altın Sabar‟ın nişanlısını kaçıran Kozın Erkeş bunu hak etti Üç defa daha ölsün, Defalarca ölsün…” (Dilek, 2002: 295-296). Gökyüzünün kutsal olduğunu gösteren bir başka düşünce, gök kaynaklı olan varlıklar ve bu varlıkların taşıdığı önemdir. Kendisi ile aynı adı taşıyan destanın kahramanı Ayçınar: “Cihan gördü mü senin gibi periyi Sen yoksa gökten mi geldin?” (Solmaz, 2007: 31). ifadeleriyle ululaştırılmıştır. Bir peri kadar güzel olan Ayçınar‟ın ancak gökten gelmiş olabileceği düşüncesi, gökyüzüne verilen değerden dolayıdır. Çünkü gök kaynaklı olan her şey güzel ve kutsaldır. Türk dünyasının ortak kahramanlarından biri olan Köroğlu, olağanüstü özellikleri olan Kırat‟a sahiptir. Taşıdığı niteliklerle Köroğlu‟nu tamamlayan Kırat‟ın gökten indiğine inanılmaktadır. Oğulluk destanının konuyla ilgili kısmı şöyledir: “Köroğlu‟na göklerden bağışlanmış bir atın olduğunu işitmiştim. Bu at, o at olmalı.” (Özkan, 2007: 188). Şamanizm‟e hâkim olan inanışlardan biri de iyi insanların ruhlarının ölümden sonra gökyüzüne çıktığıdır. “Sen öleceksin, göğe uçacak adın.” (Özkan, 2007: 190) ibaresi, bu düşüncenin destana yansımış şeklidir. Örnekleri verilen destanlardan hareketle Şamanizm‟de sadece gökyüzünün değil gökyüzünde yaşayan, gökyüzünden yere inen ve gök kaynaklı olan her şeyin kutsal olduğunun kabul edildiği görülür. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder