29 Ekim 2013 Salı

ANADOLUDAKİ TARİKATLARA GENEL BİR BAKIŞ

    Anadolunun islamlaşmasında önemli bir yere sahip olan tarikatlar 3 farklı coğrafyadan gelmiştir. Bunlar;

1. Kuzey Afrika - Mısır
2.Suriye-Irak
3.Orta asya-İran
   
      Anadolu'daki belli başlı tarikatlar şöyledir:

1.KADİRİLİK: 12.yy 'ın  sonlarında Abdulkadir Geylani tarafından kurulmuştur. Kadiriliğin kendine özgü törenleri, eğitim ve öğretimleri vardır. Zikirleri seslidir.
Alemin yaratıldığına yoktan var olduğuna insanın ölümden sonra dirileceğine ve her canlının gerçek kaynağı olan Allah' a döneceğine inanırlar. İyiliği, sükuneti, ve fazileti temsil ederler.Şeriatın kurallarından kopmayıp aynı zamanda müritler dünyadan tamamen el çekmezler.

 2.YESEVİLİK: 12 yy'ın başlarında Türkistanda Yeseviliğin kurucusu AHMET YESEVİ tarafından kurulmuştur.Orta Asya'da, Afganistan,azerbaycan ve Anadolu'da yaygınlık kazanmıştır

3.RUFAİLİK: 12.yy'da ŞEYH AHMET RUFAİ tarafından kurulmuştur. Kadirilik tarikatından kopmuş bir tarikattır. Şanlıurfa dolaylarında rufailer vardır. Ayinleri ekstrem üzerine kurulmuştur. örneğin, ateş üstünde yürüme , kendini kılıçla parçalama vs vs.

4.NAKŞİBENDİLİK: MEHMET BAHAÜDDİN tarafından 14 yy'ın ortalarında buharada  kurulmuştur.Yesevilikten kopmuş bir tarikattır. Nakşibendilik sünni bir tarikattır. şeri kurallara ve yasaklara uyarlar. Bugün hala var olan bir tarikattır. Temiz ahlak, dürüstlük, iyi kalplilik ve sevgi başlıca öğretileridir.

5.HALVETİLİK: 14. yy'da ŞEYH ÖMER HALVETİ tarafından kurulmuştur. Sünni bir tarikattır. Gizli zikirleri vardır. Zikirleri sessiz yapılır. Ruh zikirde arıtılır. Müritler geçici heveslerden ve dünya nimetlerinde el çekmişlerdir. İstanbul ve Rumelide yaygın tekkeleri vardır.

6.BAYRAMİLİK:  Ankaralı HACI BAYRAM-I VELİ tarafından 14.yy 'ın sonlarında kurulmuş sünni bir tarikattır. Yesevilik'ten kopmuş bir tarikattır. Zikirleri gizlidir. Ankara dolaylarında yaygınlığını korumaktadır.

7.CELVETİLİK: Bayramilikten kopma bir tarikattır. 14.yy'da  AZİZ MAHMUT HÜDAİ tarafından istanbulda kurulmuştur. Vahdet-i Vücut kabul edilir. Sabah namazından sonra zikire başlanır. Özel oruç ve namaz vakitleri varır.

8.MEVLEVİLİK: Mevlana' nın oğlu SULTAN VELED tarafından kurulmuştur. Mesnevi temel esastır. Sema ayinleri vardır. Melamilik akımıyla bağlantılı bir tarikattır. Tekke ve tarikatlar kapatıldığında Mevlevilik zarar görmemiştir. Devletin koruduğu bir tarikattir.

9.HAYDARİLİK: 13.yy'da Anadolu'da etkin olan bir tarikattır. KUTBETTİN HAYDAR adında bir Türk şeyhi tarafından kurulmuştur. Kalenderilerle paralel inançlara sahiplerdir. Moğol istilasından sonra Anadoluya etkin olmuştur.

10.KALENDERİLİK: 10.yy'da Orta Asya ve İran'da ortaya çıkan sufi bir akımdır. 12.yy'da bir sufi olan CELALEDDİN SAFİ ile birlikte kurumsallaşmıştı. Orta dogu ve orta asyada geniş bir taraftar kitlesine sahip olmuştur. Moğol istilasından sonra Anadoluya etkın olmustur. Müritlerine abdal adı verilir. Ahlak ve şeri kurallar tanınmaz. Müritleri evlenmezler.

11.VEFAİLİK:  VEFAİ tarafından 14.yy da kurulmuş ve daha sonra Bektaşiliğin içinde erimiş bir tarikattır.

12.BABAİLİK: Baba ilyas ve Baba ishak adında 2 Türk dervişinin kurduğu bir tarikattır. Reenkarnasyon inancı vardır. Tanrının BABA İLYASIN bedeninde zühur ettiğine inanılır.


 

27 Ekim 2013 Pazar

Halk Edebiyatının Toplum Hayatına Etkileri

Yaratılışı itibariyle sürekli gelişen ve değişen insan, kitlesel veya bireysel olarak mütemadiyen arayış içinde, hareket halindedir. Gelişim ve değişime katılmak isteyen toplumlar kendi sınırları içine ve dışına yaptıklan göçlerle değişimin bir parçası olurlar. Bu süreçte bazen şartların akışı içinde tabii olarak, bazen de planlı bir değişim süreci olarak yaşarur. Başka kültürlerin içinde yaşamak zorunda kalan azınlıklar, kimliklerini korumak için, içinde yaşadıklan kültürden en az etkilenmeye çalışır. Zira azınlıkların beraberinde taşıdığı kültürel değerler, onları gittiği yabancı toplumlann içinde muhafaza edecektir. Bu bağlamda kültürel kimliğin korunması, yabancı kültürlerde daha da önem arz eder. Elbette zaman içinde, karşılıklı etkileşimin tabii sonucu olarak kültürler arasında geçişler, değişim ve yeni oluşumlar· kaçırulmaz olur. Bu tebliğde, "Avrupalı Türkler" olarak Batı Avrupa'da yeni bir kültürel kimliğe dönüşen Anadolu Türklerinin elli yıllık göç sürecini ve halk edebiyatının onların . sosyal hayatına yansımalarını Almanya örneği ile arz etmeye çalışacağım. · 
Avrupa ülkelerinde yaşayan Türklerin kültürel kimliklerini korumak için beslendikleri üç temel kaynaktan birisi halk edebiyatıdır. Zira halk edebiyatı, kadim tarihten beri şifahi anane yoluyla kuşaktan kuşağa taşınmış, zenginleşmiş, şekillenmiş ve günümüze ulaşmış en köklü kültür kaynağımızdır. Bugün Türkiye'nin farklı bölgelerinde geleneksel kültür zenginliği olarak yaşatılan halk edebiyatı, kültürümüzün günümüze ulaşmış en son halidir. Asırlar önce farklı nedenlere bağlı olarak yaşanan göç hareketleri, günümüzde daha çok iktisadi ve kalkınmaya bağlı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu göç hareketleri, farklı kültürlerin karşılıklı etkileşimini de beraberinde getirmiştir. 21. asrın teknoloji imkanları her alanda olduğu gibi, kültürel alanda da etkili olmuştur. Görsel, işitsel ve yazılı kitle iletişim araçlan vasıtasıyla çok yönlü kültürel kaynaklara ulaşım imkanı sağlanmıştır. Elbette, karşı kültür içinde yaşamanın getirdiği 
515 
artı ve eksi sonuçlar Avrupalı Türklerin sosyal hayatında yeni bir kültürel kimliği meydana getirmektedir. 
EJii yıl önce Anadolu'dan Avrupa'ya giden işçi göçünün, 21. asırdayeni bir kültürel kimliğin meydana geleceği kaçınılmaz olmuştur. 
Halk edebiyatının üç temel öğesi; din, dil ve kültür, asırlar boyu tabiatı keşfeden insanoğlunu çeşitli evrelerden geçirerek farklı kültürlerin oluşmasını sağlamıştır. İnsanı diğer varlıklardan ayıran bu üç temel değer, geçmişten-günümüze kuşaklar arası iletişim aracı olarak daima yön belirleyici olmuştur. 
Ayrı coğrafyalardan gelmiş ve zaman zaman baskı ve zulüm altında yaşarnalarına rağmen kültürlerini muhafaza etmeyi başarmış akraba topluluklarla; Trakya, Balkan, Kafkaslar ve Orta Doğu Müslümanları ile bağlarını güçlendiren Avrupalı Türkler, dini ve kültürel değerlerini yeniden harmanlayarak Avrupa'daki gelecek kuşakların temelini atmıştır. 
Halk yaratıcılığının manevi gücü olan örf ve adetler, ananeler, töreler, gelenek ve görenekler, inançlar, bayramlar, dini törenler, oyunlar gibi daha pek çok halk kültürü öğeleri, her vesile ile tekrarlanarak, Avrupa'da dünyaya gelen kuşaklara aktarılmakta ve kök kimliğin korunması sağlanmaktadır. Orta Asya'dan Anadolu'ya, Oitadoğu'dan Kafkas'lara, Balkanlar'dan Avrupa sınırlarına kadar çok geniş bir coğrafyada yaşayan akraba topluluklar zincirine, 21. yy.'da yeni bir kimlik olarak "Avrupalı Türkler" de katılacaktır. İçinde bulunduğumuz yüz yılda Balkanlar, Trakya, Kafkaslar ve Arap ülkelerinden Avrupa'ya taşınacak yeni göçler "Avrupalı Türkler" kimliğinin sentezi olacaktır. Şimdiden kurulan akrabalık ilişkileri, ortak kültür ve inanç değerleri bu süreci başlatmıştır. Avrupa'da yerleşik hayata geçen Türkler diğer akraba topluluklar için bir bakıma merkez çek kuvveti olarak varlığını göstermektedir. Avrupalı Türkler Arasında Gelenek ve Bayranılar 
Dini bayramlar, merasimler başta olmak üzere milli bayramlar, düğünler, eğlenceler, şenlikler, halk oyunları, adetler; misafir ağırlama, komşuluk ilişkileri, yemekler ve daha yüzlerle kültür öğeleri Avrupa'da eJii yıldır yaşatılmaktadır. 
Adet ve gelenekl€rden bir örnek vermek gerekirse: Türk düğünleri yörelere göre farklıliklar .göstertnesine rağmen özde _aynı olan .kız görme, .kız isteme, söz kesme, nişan, !dna gecesi, gelin giydirme, kuşak bağlama, gelin çıkartma, güvey giydirme, güvey tıraşı, gelin ve güvey sağdıcı, gerdek vb. başlıklar altında toplanan adetler birebir yaşatı lmaktadır. 
"Dünyada yaşamım sürdüren canlı varlıklar içerisinde en değeriisi olan insan ve onlardan teşekkül etmiş olan toplumun kendisine ait olan kültür kalıpları içerisinde görsel ve işitsel kültür ürünleri olarak karşımıza çıkan halk oyunları ve bu oyunların icraları, ait olduğu toplumun sosyal hayatını, kültürel zenginliğini ve bilgi birikimini yansıtmaktadır. "yeniden üretilme" ve "nakledilme" gibi aşamalardan geçerek günümüze taşınan bu sunum/ar, ait olduğu sosyal çevrenin, kültürel ve iletişimsel davranış özelliklerini, eğlenme ve eğlendirme pratiklerini, sanat anlayışını yansıtan estetik sunumlar şeklini almıştır." (Güzeloğulları; Ertural, Makale) a

TÜRKÇENİN SES ÖZELLİKLERİ

Bir dildeki  ses birimlerinin bir araya gelme yollarının yani seslerin birlikteliklerinin incelenmesine ses yöntemi ( phonotactics) adı verilir.

Aşağıda Türkçede seslerin bir araya gelmesiyle ilgili sınırlamalar yani Türkçenin belli başlı ses özellikleri sıralanmıştır. Bunlar, Türkiye Türkçesinin genellikle eş zamanlı ses düzenini yansıtmakla birlikte , kimi ses özellikleri , diğer Türk yazı dili ve lehçeleri için de geçerli olabilir. Bu ölçütler yardımıyla Türkçede kullanılan yabancı kökenli sözückler önemli oranda belirlenebilir.

A-ARTLIK - ÖNLÜK UYUMU(BÜYÜK ÜNLÜ UYUMU)

Türkçe kökenli sözcüklere ikinci ve sonraki hecelerde bulunan ünlülerin nitelikleri , kök hecede bulunan ünlülerin nitelikleri , kök hecede bulunan ünlünün niteliğine bağlıdır. Türkçede sözcüklerin ünlüleri arasında  nitelik bakımından artlık-önlük uyumu adı verilen uyum vardır. Bir başka deyişle , kök hecede art/ön ünlü varsa, diğer hecelerde de bulunur.

TÜrkçEdE        çAmUrlU  
yOlcUlArdAn   kÖpÜklÜ

Türkçe kökenli sözcüklerdeki ünlülerin söz içindeki sıralanışıyla ilgili olarak şöyle bir tablo verilebilir.

HECELER
1    2       3          DİĞER        ÖRNEK
A/ I      A-I         A-I            : karanlıklarından , kızlarımınız
O/U     U-A       U-A-I        : borularından,       kulaklarına
E/İ       E-İ          E-İ            : yerlerine,              evlerinize
Ö/Ü     Ü-E-İ     Ü-E-İ        : köprülerin,           derinliklerinden,


Artlık önlük uyumunun istisnai ekleri şunlardır:

-daş(-taş),-ken,ki,-leyin,-(i)yor,-gil,-mtırak,-gen ekleridir.

meslek-TAŞ                      koşar-KEN
alayda-Kİ                          sabah-LEYİN
altı-GEN                           gel-İYOR

Bu eklerin istisna olmalarının nedeni , nispeten geç dönemlerde yazı dilinde yer almalaro ya da -ken  (<iken) zarf-fiil ekinde olduğu gibi , ekleşmemiş biçimiyle kullanabilmeleridir. Bazen sözcük ya da ek , köken bakımından , bir yardımcı eylem kalıntısıdır, yani geliyor sözcüğü art zamanlı olarak gelmek , esas eylem ile yürümek yardımcı eyleminin birleşmesiyle oluşmuştır. Birleşik sözcüklerin uyum dışında kalması , Türkçenin ses özelliklerinden biridir. Ancak yukarıda sıralanan eklerin bir bölümü , ağızlarda ünlü uyumlarına girebilmektedir.

Türkçe kökenli olmasına karşın  , başka seslik nedenlerle uyum dışında kalan az sayıda sözcük vardır.


elma, anne
hani, inanmak
hangi,şişman
dahi, kardeş

Bu sözcüklerin bir bölümünde Türkçenin en zayıf ünlüsü /ı/ bulunmaktadır. /ı/ sürekli /i/leşme eğilimindedir. /ı: özellikle /ç/,/ş/,/y/,vb. ünsüzlerin komşuluğunda öndamaklaşır.

Bazı yabancı kökenli sözcüklerin son hecesinde art ünlü bulunmasına karşın bu sözcüğe gelen ek/eklerin ünlüsü ön olur. Bunun nedeni , sözcük sonunda bulunan öndamaksıl /K/L/ ünsüzleri ya da söz içindeki ön (ince) /a/dır:


hArf-İ-n
hArp-tEn
dikkAt-lİ                      (ön/a/nedeniyle)
sıhhAt-lİ
alkOl-lÜ
kontrOl-sÜz                 (ön avurt /l/ si nedeniyle)
hAl-sİz, sOl-Ü
emlAK-çİ                     (ön damak /k/ si nedeniyle)
idrAK-siz
istimlAK-tEn
iştirAK-lEr


Uzun zaman önce yabancı dillerden Türkçeye girmiş ve yaygın kullanım alanı bulmuş yabancı kökenli sözcüklerin bir bölümü  artlık-önlük uyumuna girer.

çeyrek< far. çeha:r+yek          paça< Far. pa:çe
bahadır<far. beha:dır               dürbün<Far. du:r+bi:n
zeytin<ar. zeytu:n                   para< Far. pa:re


Türkçeye yabancı dillerden geçen sözcüklerin son hecesindeki ünlülerin niteliği, kendisinden sonra gelen hecelerin ünlülülerin niteliğini de belirler.

kasEt-lEr                              muhaberE - ci
televizyOn-cU                     sakİn-lİk


B-/O/Ö/ ÜNLÜLERİ YALNIZ İLK HECEDE BULUNABİLİR

Türkçe kökenli sözcüklerin kök, gövde veya çekimli şekillerinde  /O/Ö/ yalnızca ilk hecede bulunur. Diğer hecelerde   /O/Ö/ bulunan sözcükler yabancı kökenlidir.

Arapça kökenli sözcüklerde ilk heceden sonra /O/ bulunmaz. İlk hece  dışınad /O/ bulunan sözcüklerin tamamına yakın bölümü  Fransızca vb. batı dillerinden alınmıştır.

Fr.>  atOm                    Fr. > kolOn
Fr>   benliyö                 Fr.>mösyö
Fr>   horOz                   Fr>makyÖz
Fr>tiyatrO                     Fr>barOn
Fr>şatO                         Fr>mimoza


Artlık önlük uyumunda olduğu gibi , birleşik sözcükler ve köken bakımından bir birleşik eylem çekiminin kalıntısı olan şimdiki zaman eki bu kuralın dışındadır.


C-DUDAK UYUMU / KÜÇÜK ÜNLÜ UYUMU

Türkçe kökenli sözcüklerde , düz ünlülerden sonra düz ünlüler, yuvarlak ünlülerden sonra , dar- yuvarlak ya da düz- geniş ünlüler gelebilir .  Buna göre , Türkçenin ünlü şeması şu şekildedir.

a-a/a-ı       kara , sarı                         e-e/e-i                      dere-yeni
ı-ı/ı-a        tırmık, tırnak                    i-i/i-e                        iri-, dilek
o-u/o-a     soluk, bora                       ö-ö/ö-e                     körük, töre
u-u/u-a     bulut, suna                       ü-ü/ü-e                     gümüş , kürek

Türkçe kökenli bütün kök / gövde  ya da çekimli sözcükler bu kurala uyar , Örneğin Bütün gençler , bütün doğacak çocuklar adına söylüyorum tümcesindeki ünlüler aşağıdaki şemada gösterildiği gibidir.

bütün           gençler               doğacak          çocuklar                  adına               söylüyorum
  ü-ü                 e-e                      o-a-a              o-u-a                       a-ı-a                      ö-ü-o-u

avuç- avun- çamur- kabuk- kavun- kavur- savur- yağmur- vb. sözcükler yanlarındaki yuvarlaklaştırıcı etkisi olan /b-m v/ dudak ünsüzlerinin etkisiyle bu uyumun dışında kalır. Ancak bu sözcükler Anadolu ağızlarının çoğunda dar ünlüyle söylenir.

Yabancı keökenli sözcüklerin bir bölümü kinetik, baraj, enerji, perde, şişe, prestij, sauna vb. örneklerde görüldüğü gibi ,rastlantısal olarak kurala uyabilir. Çok uzun zaman önce Türkçeye giren yabancı kökenli sözcükler , sonradan düzlük- yuvarlaklık uyumuna girebilir.


Yabancı kökenli sözcüklerin büyük bir bölümü düzlük yuvarlaklık uyumunun dışında kalır.

televizyon                           jüri
mühimmat                          radyo
ümit                                    suit
sürahi                                 türbin
insan                                  tifo


Ç- BİRİNCİL (ASLİ) UZUN ÜNLÜ BULUNMAZ

Türkçenin söz varlığını oluşturan Türkçe kökenli sözcüklerde bir iki istisnanı dışında , birincil uzun ünlü bulunmaz . Birincil uzun ünlü bulunan sözcüklerin tümü yabancı kökenlidir.


alem       kitabi
tarih       mesafe
peşinat   sabit
sabıka    alim
resmi     katil
zerafet   adet


Konuşma dilinde ses düşmesi , ulama , tonlama vb.  ses olayları sonuncunda ortaya çıkan ancak yazıda gösterilmeyen  ikincil uzunluklar vardır.

var+ol >  va:r ol-         yağ> ya:
bağ>ba:                       dag>ad:

Bu uzunluklar bazen anlam farkı yaratabilir.

dağ/da           da/da/ dahi

Uzun bir zaman önce Türkçeye girmiş ve yaygın kullanım alanı  bulmuş kimi yabancı sözcüklerdeki uzun ünlüler kısalabilir .  Bu tür sözcüklere , ünlü ile başlayan bir ek geldiği zaman uzun ünlüler tekrar ortaya çıkabilir.

kitap, kitab-i
devam , ancak devam-ı

hukuk , ancak hukukun
usul, ancak usul-ü


Kimi yabancı kökenli sözcüklerdeki birincil uzunluklar bütünüyle ortadan kalkmıştır.

mermi . Ar. mermi
köşe    Far. GUŞE
adam   Ar.adem
paça    Far. paçe



D-SÖZ BAŞINA C/F/Ğ/H/J/L/M/N/Ñ/P/RŞ/V/Z/ ÜNSÜZLERİ BULUNMAZ

Modern Türkiye Türkçesinde sayılı örneklerin dışında sözcükler bu ünsüzlerle başlamaz(yansımalar dışında) İstisnaların büyük bir bölümü ikincildir.  kanı >  kangı> hangi vb. Türkçede ğ ile başlayan hiçbir sözcük yoktur.

c- cilve > arapça
    cadı > farsça

m- miting > ingilizce
     matine > fransızca

l-  lüfer> fransızca
    lokal> fransızca

r- rende> farsça
   roket> ingilizce

z- zabıta > italyanca
    


n/ne sözcüğü ve bundan türeyen

niçin < ne+için     
nere < ne+ara
niye< ne+ye
nasıl <ne+asıl
neden< ne+den
neyle < ne+eyle vb. sözcüklerin dışında söz başında n bulunmaz


/V/ VAR, VAR-, VER-,VUR- ve bunlardan türeyen sözcüklerin dışında söz başında bulunmaz. Bu sözcüklerin birincil biçimlerinde (vur- dışında) söz başında b/ vardır.

var <ET BAR
ver<ET BER
var<ET BAR
vur<ET UR

/P/ birkaç sözcüğün dışında , söz başında bulunmaz . Bu sözcüklerin birincil biçimlerinde söz başında /B/ vardır.

pek <<ET BERK
pire<<ET BÜRGE
piş<< ET BİŞ
pınar<< BIÑAR
pusu<<ET BUSUG


Yukarıdaki durum ve örnekler dışında , bu seslerin söz başınad bulunduğu sözcükler yabancı kökenli ya da yansımadır.

Söz başındaki /P/ genellikle Farsça ve Fransızca İnglizce gibi batı kökenli sözcüklerde görülür. Arapça kökenli sözcüklerin başında /P/ yoktur.

pide< yunanca
püsür< yunanca
poyraz<yunanca
pim,runç,proses , polo< ingilizce
protesto, prova, proboganda, < italyanca
peri< farsça
piyade<farsça
pervane<farsça
plan,pist,puan, pijama< fransızca
pudra,pikaj, pelerin, pilot< fransızca

M/R/Ş/Z  ünsüzleri ile başlayan sözcüklerin büyük bir bölümü yabancı kökenlidir. Türkçe kökenli sözcüklerde söz başındaki ş/ ikincildir. Şimdi sözcüğü uş+imdi biçiminden gelmiştir. M/R/Z/ ile başlayan Türkçe kelime yoktur.

şiş< ET-sış , şişik<ET-sışık

yansımalar: cıvıl cıvıl , lıkır lıkır, şırıl şırıl , püfür püfür, püflemek, rap rap, şangur şungur , zangır zangır , vızıldamak.


E-SÖZ SONUNDA /B/C/D/G/  ÜNSÜZLERİ BULUNMAZ


yad ( yabancı)  ad(isim) od(ateş) sac(plaka halindeki metal) yed(yedeğinde götürmek ) sözcükleri bu kuralın dışındadır.

Söz sonunda b,c,d,g bulunan sözcükler yabancı kökenlidir.
ab, ilaç, katalog, lig, metod, pedagog, prolog, psikolog, vb.


Batı kökenli sözcüklerin dışında , Türkçeye Arapça ve Farsçadan girmiş sözcüklerin sonundaki /b,c,d,g,  ünsüzleri /p,ç,t,k/ ünsüzlerine gelişir.

-p<-b : hap < arapça : habb
-ç<c:    hariç<arapça:  haric
-k<-g:  ahenk<farsça:  aheng
-t<d     ahmet< arapça: admed
            murat              :murad


F-BOŞLUK YOKTUR

Boşluk(hiatus) , iki farklı hecedeki ünlü monoftongların yan yana gelmesidir. Türkçede birleşik sözcüklerin dışında iki ünlü yan yana gelmez. Bu nedenle ünlü ile başlayan sözcüklere yine ünlü ile başlayan bir ek geldiği zaman boşluk doldurucu (Y) düşer.

araba-y-a      oyna-y-acak
kutu-y-u        türe-y-en
muhabere-y-e  para-y-a


İki ünlü arasındaki /h/,/ğ/  yazımda gösterilmesine karşılık , söyleyişte düşebilir. Bazen, bu ünsüzlerin düşmesiyle ikincil uzunluklar meydana gelebilir.

daha (da:)          yoğurt(yourt)
pastahane(pastane)
yağ(ya)
ağır(aır)


Yan yana iki ünlü bulunan sözcükler yabancı kökenlidir.

ait  , zayiat,  fiil, şair, reel,suare , sual, saat vb.

Türkçeye uzun zaman önce girmiş ve halk dilinde yaygın olarak kullanılan kimi yabancı kökenli sözcüklerdeki boşluk ortadan kalkabilir.

biyoloji < fransızca:  biologie
sayfa < arapça : saife
tayfa< arapça: taife



G-İKİZ ÜNLÜ YOKTUR
İkiz ünlü (diftong) tek ses olarak kabul edilen ve tek hecede bulunabilen ikiz ünlülerdir. Türkçe sözcüklerde birincil ikiz ünlü yoktur. Alçalan ve yükselen olmak üzere iki çeşit diftong vardır.

Ğ-SÖZCÜK KÖKÜNDE İKİZ ÜNSÜZ/UZUN ÜNSÜZ YOKTUR

İkin ünsüz sözcük kökünde aynı ünsüzün yan yana bulunmasıdır. Türkçede vurgulamaya veya tarihsel seslik gelişmelere dayalı assı(yarar) anne , elli vb. birkaç örneğin dışında , sözcük kökünde ikiz ünlü yoktur.

Yabancı dillerden alınan sözcüklerin bir bölümünde ikiz ünsüzler korunur

cennet, millet, seyyar, tenezzül, ümmet, bella, çello, pizza, ralli ,zenne


Söz sonunda ikiz ünsüz bulunan yabancı kökenli sözcüklerin bir bölümünde de , ünsüzlerden biri düşer ya da başkalaşır.

zam(m), zem(m), fen(n), had(d), hak(k), kül(l), his(s), ced(d),


Arapça kökenli tek heceli kimi sözcüklerin sonunda ikiz ünsüz bulunur. Bu ikiz ünsüzler Türkçede söyleyişte tekleşir. Ancak , sözcük, ünlü ile başlayan ek aldığında , eski özgün biçimi ortaya çıkar.

zam< zammın
his<hissetmek
ret<reddi
zan<zannınca


Bir bölüm yabancı kökenli sözcükteki özgün ikiz ünsüzler Türkçede tekleşir ya da başkalaşır.

aktar< arapça :Attar
hamal< arapça : Hammal
kavaf : arapça: Kavvaf
kolektir :Fransızca: collectif
muşamba: Apaçca: muşamma


H-ÜNSÜZ UYUMU VARDIR

Ötümsüz ünsüzlerle biten sözcüklere , ötümlü ünsüzlerle başlayan ek geldiğinde, ekin ünsüzü , ötümsüz karşılığı varsa , ötümsüzleşir. Yani hd- >ht, bc>pç, td>tt, şc>şç,  şd>şt vb. ötümlülük/ötümsüzlük bakımından ünsüz benzeşmeleri ortaya çıkar. Bu ses olayı Ar. tesbit < tespit örneğinde olduğu gibi , yabancı kökenli sözcüklerde de görülür.

git-ti < git+di
Mehmet-çik< Mehmet+cik
sabah-tan<sabah+dan
kardeş-çe< kardeş+ce

I-ÜNLÜ- ÜNSÜZ UYUMU VARDIR

Türkçe kökenli sözcüklerde ön damak ve ön avurt ünsüzleri olan /g,k,l/ art ünlülerle , art damak ve art avurt ünsüzleri g/q,/ l/ ön ünlülerle aynı sözcük içinde bulunmaz. Ünlü ünsüz uyumu bulunmayan sözcükler yabancı kökenlidir.

grev, inkilap, laboratuar, kredi, kontrol vb.

Türkçe kökenli art ünlülü sözcükerde /y/ den sonra ön damak /l/ si bulunuabilir.

ayla, baylar, yaylı, sözlü vb.


İ-SÖZCÜK YA DA HECE SONUNDA BELİRLİ ÜNSÜZ ÇİFTLERİ BULUNABİLİR

Türkçede 21 ünsüz vardır. Bu ünsüzlerle ikişerli 420 çift yapılabilir ,yani, Türkçe sözcük ya da hecelerin sonunda kuramsal olarak , 420 ünsüz çifti bulunabilir. Ancak Türkçe hece ya da sözcük sonunda en çok 14-15 ünsüz çifti görülmektedir.

Söz ya da hece sonunda bulunan ünsüz çiftlerinin tamamında ilk ünsüz /l,n,r,s/ den biridir. Bu ünsüzlerin oluşmaları sırasında temas derecesi kendilerinden sonraki ünsüzlerden daha azdır.

-LÇ : ölç
-LK: ilk
-LP:alp
-LQ:kalq
-LT:alt
-NÇ:sevinç
-NK:denk
-NT:ant
-RÇ:sürç
-RK:kürk
-RP:sarp
-RQ:kırq
-RS:pars
-RT:art
-ST:üst

ST- dışındaki ünsüz çüftlerinin ilk ünsüzleri /l,r,n/ ünsüzlerinden biridir.

Yabancı dillerden alınan sözcüklerle, söz sonunda bulunabilen ünsüz çiftlerinin sayısı artmıştır.

alya-ns
a-k
diza-yn
fi-lm
firkate-yn
fö-tr
nö-tr
nüa-ns
se-mt
ti-tr
ze-vk

Kimi yabancı kökenli sözcüklerdeki ünsüz çiftleri arasında ünlü türemesi görülür.

filim<film
ilim<ilm
fikir<fikr
kayıt<kayd
zikir<zikr
akıl<akl

Sözcüğe ünlü ile başlayan yabancı ek geldiğinde , türeyen bu ünlüler düşer:

fikrini<fikirini
kaydı<kayıdı
ilmi<ilimi
kaybı<kayıbı


J-TÜRKÇE KÖKENKİ SÖZCÜKLERDE BULUNAN /C,F,Ğ,H,V/ ünsüzleri ikincil /J/ yabancı kökenlidir.

ç>c : birinci   > ET birinçi
p>f : yufka    >ET yupka
      :öfke       >ET öpke
k,q,ğ: dağ     >ET tag
k,(q),h : hangi >ET kanı
           :dahı    >takı
b>v  : ver- ET ber-
        : var ET bar

-j , eski iran dillerinden alınmıştır.

- Yansıma kökenli sözcükler bu kuralın dışındadır.

ofla-, üfle- horla- cayır cayır, vıj, vak vaj , vızırda-

-Yansıma örneklerin dışında , /f,h,j,v/ ünsüzlerinin bulunduğu sözcükler genellikle yabancı kökenlidir.

nefer : ar.
kortej: fr.
hava : ar.
müvekkil :ar.
sefer: ar.
harp: ar.
vize: fr.
virüs:fr.
şev: far.



K-TÜRKÇEDE AYIN VE HEMZE İŞARETİ BULUNAN SÖZCÜKLER DİLİMİZE ARAPÇADAN ALINMIŞTIR.

an'ane
cüz'i
def'aten
mes'ele
mes'ul
mevzi'
mevzu'
ric'at
kıt'a
sür'at      vb.


Ayın ve hemze düşerken kendisinden sonraki ünlüyü uzatabilir.
mi'mar : mi:mar
te'min : te:min
me'mur: me:mur
te'sir: te:sir


Ayın ve hemze hece başında düşer:

san'at > sanat
mes'ele:> mesele
neş'e > neie
su'al > sual

Tek heceli sözcüklerde, ünlü ile ünsüz arasında , önceki ünlü türünden ünlü türetir:

şi'r> şiir
fi'l> fiil


L-ÇOK HECELİ SÖZCÜKLERİN SONUNDA /p/ BULUNMAZ

Türkçe sözcüklerde /p/  , zarf- fiil ekinin dışında, ancak top,tep-, tap-, gibi tek heceli sözcüklerin sonunda bulunur.

kalıp > kalib : arapça.
antilop> antilope: fransızca
inkılap> arapça inkılab
stetoskop>fransızca :stethoscope


Türkiye Türkçesinde  /p/ ile biten 570 sözcükten 554'ü yabancı kökenlidir.


M- SÖZCÜK KÖKÜNDE YA DA HECE SONUNDA YAN YANA ÜÇ ÜNSÜZ BULUNMAZ

Sayısı çok az olan bu tür sözcükler yabancı kökenlidir.

kontr
sfenks


N- SÖZ BAŞINDA İKİ ÜNSÜZ BULUNMAZ

Yabancı kökenli sözcüklerde söz başında bulunan ünsüz çüftlerinin arasında , söyleyişte dar ünlü türer.


plato> pılato
trafik>tırafik
smokin>sımokin


Kimi sözcüklerde de ilk hecedeki /ı/ çok zayıflar adeta kaybolur.

bırak >brak
kırık>kırk
tıraş>traş
siren>sren
















26 Ekim 2013 Cumartesi

TÜRK MASALLARINDA İNSAN ETİ YEME MOTİFİ

           TÜRK MASALLARINDA İNSAN ETİ YEME, TOTEMİZM,
          ÖLÜM VE YENİDEN DOĞMA SİMGECİLİĞİ ÜZERİNE BAZI
           DÜŞÜNCELER



GİRİŞ
Masallar, insan psikolojisini yansıtma konusunda bize bazı
ipuçları vermektedir. Bu ipuçlarından hareketle masallarda varlığını
koruyan çok eski inançların, animizmin ve totemciliğin izlerine
ulaşabilmekteyiz. Diğer yandan, öykünme, aynı anda zıt arzuların
açığa çıkması, fücur gibi oldukça karmaşık hislerin yansımasında da
masallar kadar açık başka bir halk edebiyatı türü bulmak zordur.
Masalın içinde bulunan ahlak-dışı öğelerin cezalandırılması, masalın
dinleyiciye aktarılırken zihnin uyanık olma halinde bulunmasından
kaynaklanan, bilinçaltına ait öğelere bir sonradan eklenme izlenimi
vermektedir.
Masalın dünyasında rüya, zıt arzuların çatışması ve
sembolizm olmak üzere üç öğe, belirleyiciliği üstlenmiş
görünmektedir. Bilinç-dışı fantazi ve düş, farklı milletlere ait
masallarda düzenli bir analojiyle ortaya çıkmaktadır. İncelediğimiz
“Küllü Fatma” masalıyla, Batı dünyasında yaygın olan “Sindrella”
masalında aynı sembollerle karşılaşmamız, insan bilincinin uyku
halinde açığa çıkardığı hisleri göstermesi bakımından önem arz
etmektedir.
Bu çalışmada Ali Berat Alptekin’in “Taşeli Masalları” adlı
kitabındaki “İğci Baba”, “Küllü Fatma”, “Benli Dilber” “Geyik
Oğlan”3 masallarıyla, Saim Sakaoğlu’nun “Gümüşhane ve Bayburt
Masalları” adlı kitabındaki “İnsan Yiyen Kız”4 masalları
incelenmiştir.
Masalların olay örgüsü şu şekildedir:
İğci Baba Masalı: İğ satan bir ihtiyarın iğlerini üç kız kardeş
almak isterler. Fakat kızlar iğleri beğenmeyince yaşlı adam onlara
evinde daha iyi iğlerin bulunduğunu söyleyerek sırasıyla büyük ve
ortanca kardeşleri eve götürerek yer. Küçük kıza sıra geldiğinde,
küçük kız, yaşlı adamın parmağını ve adama pişirdiği insan etlerini
yemek istemez. Bu arada yaşlı adamın evinde boynundan asılı olarak
duran fakat ölmemiş bir delikanlı vardır. Delikanlının yardımıyla yaşlı
adamı hileyle bayıltırlar. Adam ayılınca kızın köyüne gelerek
köylüleri sihirle uyutur. Sihri çözen delikanlıyla kız yaşlı adamı ateşe
atarak öldürürler.
Küllü Fatma Masalı: Üç kız kardeş ve anaları vardır. Bunlar
çıkırık eğirirler. Külden çıkmadığı için küçük kızın adı “Küllü Fatma”
olarak kalmıştır. Kendi aralarında sözleşerek kimin urganı koparsa
onun etini yemeye karar verirler. Annelerinin urganı koptuğu için onu
kazanda kaynatıp yerler. Fakat annesi Fatma’ya kemiklerini bir
kuyuya atmasını tembihlemiştir. Küçük kız annesinin etini yemez,
kemiklerini bir kuyuya atar. O kuyuda bol miktarda mücevher ve giysi
bulur. Bunları giyerek ablalarının daha önce gitmiş olduğu şehzade
düğününe gider. O sırada bir havuz başında ayağı kayıp altın
ayakkabısı suya düşer. Şehzade bu ayakkabıyı bulur ve sahibini
aramaya başlar. Küllü Fatma’yı bularak onunla evlenir. Kardeşleri bir
gün Fatma’ya beraber hamama gitmeyi teklif ederler. Orada ona sihir
yaparak kuşa çevirirler. Kardeşlerden birisi Fatma’nın yerine geçerek
şehzadenin yatağına yatar. Sarayın bahçıvanı kuşu fark ederek
şehzadeye haber verir. Kuş dillenerek olanları anlatır. Kardeşler
cezalandırılır, şehzadeyle Fatma yeniden evlenir.
Benli Dilber Masalı: Hint padişahının bir kızı olur ve padişah
kızını eve hapseder. Bahtiyar adlı periler padişahı perilerin yardımıyla
bu kızın varlığından haberdar olur. Havada uçarak saraya gelir ve
kızın parmağındaki yüzüğü çalar. Kız bu kahramana âşık olur. Daha
sonra kaçarak evlenirler. “Benli dilber”in bir çocuğu olur. Bahtiyar’ın
annesine haber verilir. Annesi oğlunu perilerin sihrinden kurtarmak
için kırk yük saman yakar. Periler yangını söndürmek için
geldiklerinde Bahtiyar’ın annesi onların üstüne kırk tas idrar dökerek
onları yakar.
Geyik Oğlan Masalı: Avcı, avlarını evine getirir ve karısına
pişirmesini söyler. Karısı onların hepsini yer. Kocasının eve tekrar
geldiğinde yiyecek bulamamasından korktuğu için kendi memesini
keser, pişirir. Ailecek yerler. Yatağa yattıklarında karısı gerçeği
kocasına anlatır. İnsan etinin çok lezzetli olduğunu söyleyen kocası
sabahleyin çocuklardan birini kesip yemeyi teklif eder. Bu
konuşmaları duyan çocuklar evden kaçarlar. Babaları çocukların
peşine düşer. Çocuklar çeşitli hilelerle babalarını atlatırlar. Yolda
giderken erkek çocuk bir su birikintisinden içer, geyiğe dönüşür. Kız
bir gün ağaca çıkar. Şehzade kızı görerek âşık olur. Ağacı kesmelerini
söyler. Ağacı her kesmeye çalıştıklarında geyik olan erkek kardeş
ağacı tekrar eski haline getirmektedir. Bir cadının yardımıyla ağaçtaki
kızı yere indirirler. Şehzadeyle kız evlenir.
İnsan Yiyen Kız Masalı: Bir kadın bir adamın karısının
yerine geçmek istemektedir. Ailenin çocuğunu kandırarak anneyi
kuyuya attırır. Kadın adamla evlenir. Bir kız çocukları olur. Bu kız
çocuğu köyün insanlarını ve hayvanlarını yemektedir. Bunu anlayan
erkek çocuk evden ayrılır. Yanına aslan ve kaplan almıştır. Gözleri
görmeyen bir dev onu evlatlık olarak yanına alır. Koyun güderken
başka bir devle karşılaşır. Bu dev, dev anasının gözlerini alan devdir.
Onu aslan ve kaplanın yardımıyla öldürür. Dev gözlerine tekrar
kavuşur. Çocuk köyüne geri döner. Köy ıssız kalmıştır çünkü kız
kardeşi bütün köyün insanlarını yemiştir. Kız kardeşini hileyle aslana
ve kaplana parçalattırır.
Bu masallarda ele alacağımız konuların başında insan eti
yeme ve bunun temelinde bulunan hisleri belirleme gelmektedir.
Bunun yanında totemizmin izlerine rastladığımız bazı ipuçlarından
hareketle ölüm ve yeniden doğma simgeciliği üzerinde de
değerlendirmeler yapacağız.
Masallarda nedense tabunun oluşturduğu yasakları çiğneme,
tabu olan bir şeye dokunma ve simgesel bütünlük içinde erotik
doyumu sağlayabilecek öğeler geniş yer bulur. Kahraman, tabu olan
padişahın kızını alır, anneler kızartılıp yenilir, baba çocuklarını
annenin isteğiyle ormanda yalnız bırakır, gerçek hayatta öykünülen
kişi masal dünyasında cezalandırılır. Tabunun din kaynaklı olmadığını
savunan Freud’a göre bunun ortaya çıkışı totemlerledir. Tabu ve
totemizmle nevrozlu arasında benzerlikler yakalamaya çalışan Freud
şöyle demektedir: “İç tepinin cinsel öğelerinin toplumsal öğe
karşısında üstün gelmesi nevrozun karakteristik niteliğini oluşturur.
Fakat toplumsal içtepilerin kendileri de benci ve erotik öğelerin
birleşmesinden doğar. Tabuyla zorlanma nevrozu arasındaki bu
karşılaştırmadan nevrozun çeşitli biçimleriyle kültür oluşumları
arasındaki ilişkileri ve nevroz psikolojisinin incelenmesinin kültürün
gelişimini anlatmadaki önemini kestirebiliriz”5. Aşağıda ele
alacağımız totemizm maddesinde de, halkbilimi araştırmacılarının
“şekil değiştirme” adını verdiği totem olan hayvanın ruhuna geçme
üzerinde bazı değerlendirmeler yapmaya çalışacağız.
a) İnsan Eti Yeme
Masallarda şiddet duygusunun çok açık bir şekilde ortaya
çıktığı simgelerin başında “insan eti yeme” motifi gelmektedir. Bu
durum, insanın bilinçaltındaki şiddet eğilimini göstermesi bakımından
hayli önemlidir. Burada bu motifin tek bir nedene bağlı
açıklanamayacağını da söylememizde yarar vardır. Çünkü “insan eti
yemek”le kişilere ruh aktarımı, gençleşme isteği gibi hislerin izlerine
de rastlıyoruz. Özellikle “İğci Baba” masalında genç bakireleri yiyen
yaşlı adamın davranış örüntüsünde bu durum belirginleşmektedir.
Kimi ilkel toplumların büyüsel törenlerinde bulunan tanrıların
insan bedenine geçmesini simgeleyen kan içme motifini insan eti
yemeyle aynı kategoride düşünmekteyiz. Frazer’in esinlenme ve
gelecekten haber verme işleviyle yapıldığını belirttiği bu büyüsel
törenlerde domuz, keçi, koyun gibi bazı hayvanların karnı yarılır ve
bir rahip kafasını hayvanın vücuduna sokup bilicilikte bulunur. Bu
esnada törene katılanlar ve rahip bu hayvanın kanından içerler6.
“İğci Baba” masalında alışılmışın dışında “yaşlı erkek”
simgesi, öldürücü bir fonksiyona sahiptir. Genel olarak masallarda ve
halk hikâyelerinde iyiliksever yardımcı tip olan yaşlı erkeğin bu
fonksiyonundan sıyrılıp kötü karaktere dönüşmesi oedipal mitlerden
çok bilinç halinde toplum içinde kendi kimliklerinin üzerinde baskıcı
temayülleri olan yaşlılara karşı, bilinç-dışı olma durumunda korku ve
nefrete dayalı olarak hislerin açığa çıkması şeklinde açıklanabilir.
Masalda adı geçen “İğci Baba” insan eti yiyen, genç kızları kandırarak
evine götürüp öldüren bir tiptir. Bu tipin bir benzeri de Yakut
“olongho”larındaki (destan) kayakla gezen, Ren geyiğine binerek
“Ayıı aymağa” kabilesinin kadınlarını kaçıran “Tayga ihtiyarı”dır7.
Aynı karakterin iğ satması da oldukça düşündürücüdür. Karşıt hislerin
ve yetersizliklerin ortaya çıkması olarak nitelendirebileceğimiz “iğ”
simgesinin kullanılmasıyla fallusa bir gönderme yapıldığını
görüyoruz.
Kızın babasına karşı olan ensest hislerinin etkisiyle anneden
nefret etme duygusunun açığa çıktığı “Küllü Fatma” masalında
babadan bahsedilmez. Bilinçaltıyla ilgili öğelerin hayli fazla olduğu
bu masalda insan eti yeme isteği belli bir nedene bağlı olarak
gelişmemiştir. Birdenbire urganı kopan kişinin etini yemek teklif
edilmiştir. Ardından annenin urganı kopmuştur. Çünkü masalın
kurgusu annenin ölmesini gerektirmektedir. Bakire kızların
doğurganlığın sembolü olan anneyi öldürüp yemelerinin başka türlü
izahı güç görünmektedir. Şiddet unsurunun canlı bir şekilde sezildiği
masalın giriş bölümünde annenin kazanda kaynatılıp yenmesi, dehşet
verici tasvirlerle anlatılmıştır. Bilinçaltına ait öğelerin birbirinden
kopuk bir şekilde öne çıkarıldığı, nefret duygusunun herhangi bir
nedene bağlı olarak açıklanmadığı bu masalda, babaya olan fücur
türünden bir sevginin kendini hissettirdiğini düşünüyoruz.
Ölü bedenle kişi arasında saygı ve sevginin süreğenliği,
tiksintinin ortadan kaldırılarak bağların kuvvetlendirilmesi amacıyla
ilkel toplumlarda cenaze etinin yenmesinin çözümlemesini yapan
Malinowski’ye göre cenaze ayinleri, insanı tiksintinin üstesinden
gelmeye, korkularını yenmeye, dolayısıyla da sevgiyle saygının,
gelecekte bir yaşam olacağı, ruhun yaşamaya devam edeceği inancının
zaferini sağlamaya zorlar8. “Küllü Fatma” masalında insan eti yeme
simgesinin en azından bu tür cenaze ayinlerindeki gibi saygı ve
sevginin ifadesi şeklinde ortaya çıkmadığını belirtmemiz gerekir.
“Geyik Oğlan” adlı masalda iki yerde insan eti yeme
görülmektedir. Birincisi, annenin memesini kesip pişirerek aileye
yedirmesi; ikincisi, bu yemeğin ardından “Küllü Fatma” masalında
olduğu gibi, herhangi bir nedene bağlı olmadan babanın çocuklarını
yeme isteği duymasıdır. Çocuklar, evden kaçtıkları için bu akıbete
uğramazlar. Kadının memesinin kesip babaya ve çocuklara yedirmesi
cinsel tabuların hislerdeki karmaşıklığını açıklayabilir. Diğer yandan
üremeye bağlı olarak ortaya çıkan anaç hisler, bu kadın karakterinde
söz konusu değildir. Çünkü bu tip, üvey annedir ve çocukların evden
uzaklaşmasını istemektedir. Masalda fücur türünden bir sevgiden
ziyade “Oedipus miti”ndeki gibi9 babanın çocuğa karşı nefreti söz
konusudur. Bilinçaltında duran karmaşık duyguların herhangi bir
ahlaki kuralın baskısından sıyrılmış halini bu masalda görebiliriz.
“İnsan Yiyen Kız” masalında insan yiyen karakter, “İğci
Baba” masalındaki insan yiyen karakter gibi kötü karakter olarak
tasvir edilmiştir. Bu masalda kahraman, iyi karakter gibi gösterilse de
masalın başında annesini kuyuya atarak öldürmüştür. Masallarda kötü
bir işin cezalandırılması burada söz konusu değildir. Masal kahramanı
bu hareketinden dolayı cezalandırılmamış, üstelik bunlara neden olan
kötü kadınla babasının evlenmesine önayak olmuştur. Burada
ahlaksızlığın onaylanması şeklinde yanlış bir yargıya ulaşılabilir fakat
bu evlilik sonucu ortaya çıkan “insan yiyen kız” adeta bu ilişkinin
cezalandırılmasının somut bir kanıtıdır. Bilindiği üzere Dede
Korkut’ta da çobanın peri kızını iğfal etmesi sonucu “Tepegöz” tipi
ortaya çıkmıştır. Bu yönüyle bu masal Tepegöz anlatmasına
benzemektedir.
b) Totemizm
Klanların belirli hayvanları totemleştirdiği animist
toplumlarda ilerlemiş medeni dünyanın köklerini bulmaktayız. Her ne
kadar toplumlar günümüzde bu dönemleri aşmışlarsa da masal
dünyasında bunların izlerine rastlamak her zaman mümkündür.
Masallarda totemizmle ilgili doğrudan bir gönderme bulunmamakla
beraber, bazı hayvanlara ruhun aktarılışı şeklinde ortaya çıkan olaylar
zinciriyle bunun izlerine ulaşabilmekteyiz. Totemizmin insan
psikolojisinde, dolayısıyla bir anlatı türü olan masallarda silik de olsa
görülmesi, onu toplumun sosyal ilişkilerini düzenleyen bir olgu olarak
karşımıza çıkarmaktadır.
Totemizmin diğer bir yansıması anlatılarla sıkı ilişkisi
bulunan tören ve ayinlerle ortaya çıkmaktadır. Çin’de hüküm sürmüş
eski bazı Türk boylarının ayinlerinde değişik hayvanların postu
giyilerek toteme gönderme yapılmakta ve böylece kötü ruhlar
kovulmaktadır. Bu törenlerden birinde bir kam ayı postu giyiyor ve
dört altın gözlü maske kullanıyordu10.
Totemizm, hemen hemen bütün dünya halklarının
mitolojilerinde önemli bir yer kaplar. Masal, efsane gibi türlerde
kutsal sayılan hayvanlara insan ruhunun aktarılması animist
inançlardan toplumun etkilenmesini göstermesi bakımından hayli
önemlidir.
Orta Avustralya erginleme törenlerinde de benzer şeyler
yapılmakta, totem hayvanların canlandırılması şeklinde bazı ritüeller
ortaya çıkmaktadır. Bu törenlerde av eğitimine yönelik bazı
uygulamalarda köpek, kanguru gibi taklitler bolca görülmektedir.
Aynı zamanda bu yerlilerin efsanelerinde de “köpek adam”, “fare
adam” gibi tipler bulunmaktadır11.
Sibirya halklarından Kuryaklarda, Türk masallarında görülen
kuşa dönüşme, ilahi bir hüviyet kazanmaktadır. “Karga adam” anlatısı
bu halkta epeyce yaygındır. Bu anlatıda kutsal ruhların etkisiyle
dönüşmüş “karga adam” ile “kuş adam” hikaye edilmiştir12. Bir diğer
kuzey-doğu Sibirya halkı olan Çukçilerin mitolojilerinde “kuzgun”un
bir insan ruhu taşıdığına inanılmaktadır13.
Tibet mitolojisinde kutsal sayılan tavşanın, değişik Tibet
masallarında kutsal bir ruha sahip olduğu ve bazı önemli insanların bu
hayvan bedenine büründükleri anlatılmıştır14.
Amerikan yerlilerinden “Yaqui”lerde yetim bir çocuğun bu
halkın nezdinde kutsal sayılan yılana dönüşmesini konu edinen bir
efsane vardır15.
Orta-batı Afrika Bantularından “Zulu”ların mitolojilerinde
“Ufudu olukulu” adını verdikleri “büyük kaplumbağa” kutsal
sayılmakta ve bu kabilenin bazı törenlerinde kaplumbağa taklidine
dayalı ruh transı gerçekleştirilmektedir16.
Yukarıda bazı dünya halklarının mitolojilerinde ve
törenlerinde bulunan totemizme dair bulguları göstermeye çalıştık. Bir
hayvanın totemleştirilmesinin ardında yatan etkenleri ortaya koymak
bu çalışmanın sınırlarını aşacağından şimdilik ele aldığımız
masallarda totemizme ait bulguları vermekle yetineceğiz.
“Geyik Oğlan” masalında kardeşlerden erkek olanının geyiğe
dönüşmesi, ruhun bir çeşit başka bir bedene aktarılması anlamına
gelir. Bunun ayrıca fonksiyonel bir yönü de vardır ki, o da tehlikelere
karşı onun böylece koruma altına alınmış olmasıdır. Burada dikkati
çeken bir başka nokta da, geyik toteminin ortaya çıkarılmasıyla kız ve
erkek kardeş arasında ensest bir ilişkinin yasaklanmasıdır. Bu fücur
türünden bir sevginin izine erkek kardeşin, kız kardeşiyle evlenecek
olan şehzadenin isteğiyle ağacı kestirme emrinden sonra ağacın
kesilmesini engellemesinde rastlıyoruz. Masalın kurgusunda bulunan
yasaklamada toteme dönüştürülmek suretiyle bir engelleme söz
konusudur. Çünkü aynı toteme bağlı klanlar arasında cinsel ilişki
tabudur.
Bunun yanında toteme dönüşmenin başka bir nedeni daha
vardır: yasak olan bir şeye dokunmak. Erkek kardeş içmemesi gereken
suyu içtiği için geyiğe dönüşmüştür. Ensest ilişkinin yasaklanmasının
nedeninin bu “su içme” simgesinde gizli olduğunu düşünüyoruz.
Andrew Lang, “su içme” simgesini bazı rüyalardan hareketle şehvetle
ilişkilendirmiştir. “Kayıp sırlar” adını verdiği düşleri yorumlarken
böyle bir sonuca gitttiğini görmekteyiz18. Masalda, kız kardeşe
duyulan şehevi arzuların geri dönüşümü ya da cezalandırılması geyik
totemine dönüştürülerek gerçekleştirilmiştir. Masalın sonunda erkek
kardeşin tekrar insan bedenine dönüştürülmemesinin mantıksal zemini
buradan itibaren hazırlanmıştır.
“Küllü Fatma” masalında kardeşleri tarafından sihirle kuşa
dönüştürülen kahraman, masalın sonunda tekrar insan bedenine geri
dönmüştür. Totemleştirme masallarda cezalandırmanın estetik bir
anlatımı şeklinde oluşur. Küllü Fatma, öykünmenin ve bencilliğin
simgesel adıdır. Şehzadeyle evlenmesini kendilerine yediremeyen
kardeşleri tarafından kuşa dönüştürülmüştür. Böylelikle kendi
sınıfından farklı biriyle evlenmesi noktasında cezalandırılmış olur.
“Benli Dilber” masalında “Bahtiyar” adlı kahraman kuşa
dönüşür. Bu masalda da “Küllü Fatma” masalında olduğu gibi,
kahramanın tabuya giren bir varlıkla cinsel ilişkiye girmenin cezası
olarak kuş totemine dönüştürülmesi söz konusudur. Yukarıda işaret
edildiği gibi “Benli Dilber” bir Hint padişahının kızıdır.
c) Ölüm ve Yeniden Doğma Simgeciliği
İnsanın yaşama tutkusunun, ölüm karşısında çare aramasının
bir sonucu olarak bazı ayinlere ölümsüzlük duygusu yansımıştır.
Malinowski’ye göre din, insanı ölüme ve çürümeye teslim olmaktan
kurtarır, bunda da yalnız düşlerin, gölgelerin ve vizyonların ciddiye
alınmasından yararlanır. Animizmin asıl çekirdeği, insan doğasının en
derin duygulanımsal etkeninde, yaşama isteğindedir19. İşte bu inanış
kalıbıyla ilintili bazı ayinlerde ölüp yeniden dirilmenin sembolize
edildiği görülmektedir.
Özellikle ergenliğe geçiş törenlerinde görülen ölüp yeniden
dirilme simgeciliğinde yaratılışın ilk anına, anne karnına, kutsal ve saf
olana yeniden dönülme ve ruh geçişine imkân tanıma söz konusudur.
Malinowski’nin ergenliğe geçiş törenleriyle ilgili
değerlendirmelerinde de bu simgeciliğin ayinlerde önemli yer tuttuğu
belirtilmiştir. Bachofen, eskiçağ kültürlerindeki söylencelerin
resimleştirildiği bazı levhalarda bu erginleme törenlerindeki ölüm
simgeciliğine işaret etmiştir.
Anlatılarda bu pratiklere bağlı sembollerin yer aldığını
görüyoruz. Bu semboller genellikle kuyu, hayvan karnı, yeraltı
dünyası gibi karanlığı çağrıştıracak mekânların kullanılmasıyla
oluşmaktadır. Dede Korkut anlatılarından “Kan Turalı” anlatmasının
Türkmenistan varyantı olan “Töreli Beg” hikâyesinde kahraman bir
hayvan tarafından yutulduktan sonra hayvanın karnından çıkar.
İncelediğimiz masalların bazılarında da ölüm ve yeniden doğma
simgeciliğini görmekteyiz.
“İğci Baba” masalında insan yiyen yaşlı adamın evinde
cesetlerin arasında genç bir delikanlı vardır. Bu delikanlı tavana
urganla asılmıştır, fakat ölü değildir. Delikanlının yönlendirmeleriyle
küçük kız yaşlı adamı bayıltmayı başarır. Daha sonra delikanlının
ipten kurtulmasına yardımcı olur. Burada olağanüstü bazı olaylar
gerçekleşmektedir. Delikanlının bu şekilde tasviri ölüm düşüncesine
bir göndermedir. Delikanlının sonradan kurtulması yeniden doğumu
sembolize etmektedir.
“Küllü Fatma” masalında kahraman, annesinin kemiklerini
attığı kuyuda bir hazineyle karşılaşır. Burada mücevherler, altınlar
bulunmaktadır. Kuyu simgesi, yukarıda da ifade edildiği gibi ölüme
gönderme yapmaktadır. Çünkü annesinin kemiklerini kuyuya
konulmakla burasının bir şekilde mezar olabileceği akla getirilir.
Kuyudan dışarı çıkan Küllü Fatma, yepyeni bir karakter özellikleri
göstermeye başlar. Altın ayakkabılar ve mücevherler takmış, yıkanmış
bir şekilde dışarı çıkan Küllü Fatma, şehzadenin beğenisini kazanarak
onunla evlenmeyi başarır. Yeniden doğum simgesinin tipik
özelliklerini gösteren kuyudan çıkma motifiyle yeni bir başlangıç söz
konusudur. Buradaki yıkanmayla Malinowski’nin belirttiği “güzellik
büyüsü”nün yapıldığı “ilkellerin yıkanma törenleri”24 işlev açısından
büyük benzerlikler göstermektedir.
“Benli Dilber” masalında Bahtiyar ile Hint padişahının kızı
kaçarak bir mağarada saklanırlar. Günlerce bu mağarada kaldıktan
sonra karısının çocuğu olur. Annesinin yardımıyla perilerin elinden
kurtulur. Burada silik de olsa ölüm simgeciliğinden bahsedilebilir.
Burada ruh geçişini sağlama ve yeni bir hayata kavuşmanın dönüşümü
mağara simgesiyle oluşturulmuştur.
“İnsan Yiyen Kız” masalında kahramanı evlatlık alan devin
gözleri başka bir dev tarafından oyulmuş ve bir kuyuya atılmıştır.
Kahraman, devi yenerek kuyuya iner ve üvey annesi olan devin
gözlerini kendisine verir. Gözlerini yerine takan dev artık körlükten
kurtulmuştur. Kuyu simgesi “Küllü Fatma” masalında olduğu gibi, bu
masalda da kullanılmıştır. Burada farklı olan nokta, kahramanın
kendisinin değil de, devin yeni bir hayata kavuşmasıdır.
Bu çalışmada bazı Türk masallarında görülen insan eti yeme,
totemizm, ölüm ve yeniden doğma simgeciliği üzerine görüşlerimizi
aktarmış olduk. Yukarıdaki tahlillerden de anlaşılıyor ki, insan
psikolojisi ve eski bazı inanç ve ritüellerle masallar arasında doğrudan
olmasa da dolaylı bir ilişki vardır. Bilinçaltıyla ilgili fantezilerin
önemli ölçüde kendini hissettirdiği masallarda karmaşık hislerin,
ahlaki sınırlamaların daha az olduğu hayallerin izlerine
rastlayabilmekteyiz. Masal dünyası, gizemli ve bir o kadar yalın
çizgisiyle insanı anlamaya yardımcı öğeler taşımaktadır. Bu
nedenlerle insan psikolojisinin açığa çıkardığı rüyaların, büyü ve
ayinlerin efsane ve masal gibi anlatılarda varlığını koruması konusuna
antropologların ve psikologların yapmış olduğu çalışmalardan
hareketle halkbilimcilerin daha çok eğilmesi gerektiğini burada
belirtmeliyiz.

XIII. YÜZYIL TÜRKİYE'SİNDE HETERODOKS İSLAM'IN TOPARLANIŞI YAHUT ALEVİLİĞİN TARİHSEL TABANI

  Türkiye topraklarında Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde merkeze karşı pek çok toplumsal hareket yahut isyan meydana gelmiştir. Fakat yalnızca iki tanesi, Sünni İlam dışı çevreleri toparlayarak kendilerinden sonra uzantıları günümüze kadar devam edecek olan büyük kitlesel inanç hareketlerine dönüşebilmiştir. Bunlardan biri, şimdi söz konusu edeceğimiz, Anadolu Selçukları zamanında, 1239-1240'ta vukû bulan Babaîler isyanı, diğeri ise ayaklanma da, ilki Anadolu'da ikincisi Şeyh Bedreddin'in ayaklanmasıdır. Her iki ayaklanma da, ilki Anadolu'da ikincisi Balkanlar'da olmak üzere, Aleviliğin oluşması için gerekli alt yapıyı hazırlamıştır.
Babaîler isyanı, içinde kısmen yerli halktan da bir kesim bulunmakla beraber, büyük çoğunluk Selçuklu Anadolu'sundaki dağınık yaşayan, heterodoks İslam anlayışına mensup konar-göçer Türkmen kitlesinin sahneye koyduğu büyük bir toplumsal harekettir. Adını, isyana öncülük eden, biri Amasya'da oturan Baba İlyas-ı Horasanî, diğeri de Kefersud'da onun halifesi olan Baba İshak isimli iki şeyhten almaktadır. Her ikisi de, XIII. yüzyıl Orta Doğu'sunda özellikle Irak, Iran, Anadolu'da büyük bir yaygınlığa sahip Vefaîye tariatına mensup idiler.
Üzerinde bilimsel çalışmaların çok fazla olmadığı bu isyana, 1990'lı yıllarda Aleviliğe dair yayımlanan hemen her popüler eserde geniş yer  verildiği görülür.Bu da Babaîler isyanının Türkiye tarihinde Aleviliğin oluşmasında temel olduğuna dair ortak bir kabul bulunduğunu gösterir.Esas itibariyle, bugüne kadar yapılan araştırmaların da gösterdiği üzere, Babaîler isyanı, özellikle Orta ve Güney Doğu Anadolu'da ekonomik ve toplumsal, hatta psikolojik sıkıntılar içinde yaşayan  kırsal ve konar-göçer kesimle Selçuklu  yönetimi arasındaki sosyo-ekonomik çatışma zemininde gelişen bir toplumsal ayaklanma hareketidir. Bu isyanda, sözü edilen kitleler arasında yaygı, güçlübir 'mehdici'(mesiyanik) ruha dayalı heterodoks inançlar, ideolojik araç olarak kullanılmıştır. Dolayısıyla, isyan, zamanında çok yaygın bir etki meydana getirmiş ve Anadolu'daki kırsal kesime mensup Sünni İslam dışı kitleleri birleştirerek bir toparlanma sağlanmıştır. İsyan liderlerinin kimliklerinin de ortaya koyduğu gibi, tamamiyle bir tarikat tarafından örgütlenmiş bu toparlanma, Anadolu'da heterodoks İslam merkezli ilk toplumsal hareket olmuştur.
II. Gıyaseddin Keyhüsrev yönetiminin yarattığı ciddi ekonomik ve toplumsal rahatsızlıklar, bu kitleleri çok zor durumda bırakmıştı. Bu yüzden Baba İlyas'ın Tanrı tarafından gönderilmiş, İlâhî yetkilerle donatılmış birmehdi kimliğiyle onlara bir dünya cenneti vâdederek yaptığı iyi örgütlenmiş propagandalara büyük bir istekle katılmış ve ayaklanmışlardı. Halife Baba İshak'ın fiilen yöenttiği bu büyük isyan hareketi, Güney Doğu ve Orta Anadolu'da çabuk gelişti. Kefersud'dan Adıyaman, Malatya ve civarına, Amasya'dan Tokat, Sivas, Çorum ve bugünkü Yozgat havalisine, oradan da Kırşehir yakınlarına kadar yayıldı. Babaîler Selçuklu kuvvetlerinei tam on iki defa yenilgiye uğrattılar. Sonunda ancak paralı Frank askerleri kullanılarak Kırşehir yakınlarındaki Malya ovasında Babaîler ağır bir yenilgiye uğratıldılar ve katliama tabi tutuldular. Sağ kalıp yakalanabilenleri, Konya'ya götürüldü; kaçabilenler ise etrafa, uzak mıntıkalara dağılıp saklandılar. Baba İlyas Amasya'da, Baba İshak Malya savaşında öldürüldü.
Babaîler isyanını iyi anlayabilmek için, şu hususları iyice göz önüne alınmalıdır: Bu isyan, her şeyden önce, merkeze karşı geliştirilen bir bakıma siyasal amaçlı toplumsal bir ayaklanma olup, kesinlikle heterodoks İslam'ın Sünni İslam'a karşı giriştiği bir din savaşı değildir. Bunun en açık delili, isyanın hedef olarak Sünni halkı değil, yalnız ve yalnız Selçuklu yönetimini gözetmiş olmasıdır. Merkeze başkaldıran bu heterodoks çevrelerşn, en ufak bir biçimde Şiilik'le ilgisi bulunmadığı da yapılan araştırmalarla ortaya konulmuştur. Ayrıca Babaîler isyanının, yerleşik çevrelerle konar-göçer çevreler arasındaki klâsik bir toplum çatışması olduğu,dolayısıyla ikincilerin birincilere karşı giriştiği bir başkaldırı, bir toplumsal protesto hareketi niteliğini sergilediği de unutulmamalıdır.
Babaîler isyanı her ne kadar güçlükle ve büyük kıyımlar pahasına bastırılabilmiş ise de, Sultanı Konya'dan kaçırtacak kadar Selçuklu yönetimine korkulu anlar yaşatmış ve Anadolu Selçuklu Devleti'nin de epeyce zayıflamasına sebep olmuştur. Babaîler isyanı asıl fonksiyonunu işte bu aşamadan sonra icra etmiş, isyanın harekete geçirdiği kitleler,Anadolu'da bundan sonraki mezhebi ve tasavvufi bütün Sünni İslam dışı propaganda hareketleri için en elverişli sosyal tabanı teşkil etmiştir. Türkiye tarihinin en mühim toplumsal dini hareketlerinden biri, Rum Abdalları ( Abdalân-ı Rûm) hareketi, Babaîler isyanının tarih sahnesine çıkardığı bir olgudur ve Alevilik ve Bektaşilik işte bu miras üzerinden doğup gelişecektir.

SÜMER DİNİ

Sümer dini çok tanrılı bir dindir. Dünyada, evrende, doğada görülen , hissedilen bir Tanrısı vardı. Tanrılar insan görünümünde , fakat insanüstü güçleri olan ölümsüz varlıklardı. İnsanlar gibi, onların da çocukları ve eşlerinden oluşan aileleri bulunuyordu. Bu aileler kral gibi bir Baştanrı altında toplanmışlardı. Tanrılar da insanlar gibi sever , üzülür ,kızar  , kıskanır , kavga eder , kötülük yapar , hastalanır , hatta yaralanabilirlerdi. Yer, gök , hava ,su ,Tanrıları yaratıcı , diğerleri yönetici ve koruyucu Tanrılardı.

Her şehrin bir koruyucu Tanrısı vardı . O tanrı , şehrinin iyi yaşam sürmesinden  sorumlu idi. Onun gücü şehrinin iyi veya fena olmasına göre değişirdi . Bunlara aynı zamanda diğer şehirlerde de tapılırdı. Bu şehir Tanrıları , evrenin yönetimini aralarında bölüşmüşlerdi. Tanrılara ait listelerde 1500 kadar Tanrı adı bulunması , Sümerlilerin ne kadar çok Tanrı yarattığını göstermektedir. 

Tanrıların insan şeklinde algılanmaları , Tanrıları şehirlerin dıışında  evren ve doğa Tanrısı olarak geliştirmeleri ve onları uyumlu bir sistem içine almaları , Sümerlilerin önemli bir ruhsal başarıları olarak kabul edilmektedir. Tanrılar yalnız evrende değil , insanlarında yaşamına da girerler . Örneğin, yorulmak bilmeden gezen Güneş Tanrısı Utu her şeyi görür, adaleti korur, insanlara yardım eder, ciğer falı bakanların piridir. Bilgelik ve Su tanrısı Enki insanların ve sihirbazların koruyucusudur. Venüs yıldızını simgeleyen Tanrıça İnanna aşıkların ve savaşçıların koruyucusudur. 

Sümer'de Tanrılar istediklerini yapar ; onlar , insanlara ne istediklerini bildirmez. Ancak insanlar onlara kendilerinden istenileni sorarak öğrenebilir. Bu, kurban edilen hayvanların karaciğerlerindeki işaretlere göre anlaşılır. Bu işaretlerin ne olduğu , neyi anlattığı , bu hususta yazılmış katalogda bulunur ; rahipler ona göre onları yorumlar . Ayrıca rüya ile de Tanrı istediğini bildirir. Tanrının yapılacak bir işi uygun görüp görmediğini analamak isteyen, mabede gider ; kurban keser, dua eder ve uykuya yatar. Gördüğü rüyanın olumlu veya olumsuz olduğunu da ancak rahip yorumlar. 

Sümerliler , bu Tanrılar dünyası üzerine pek çok efsane geliştirmişler ; şiirler yazmış , ilahiler bestelemiş , törenler düzenlemiş  ve bütün bunları yazıya geçirerek zamanımıza kadar ulaşmasını sağlamışlardır .Onların kurdukları çok tanrılı din, yavaş yavaş tek tanrıya dönüşerek , bugünkü dinlerin temelini oluşturmuştur. Fakat bu arada diğer Tanrılar da tamamıyla yok olmayarak bu dinlerde melekler, şeytanlar , cinler olarak varlıklarını korumaktadır. 

25 Ekim 2013 Cuma

GÖK TANRI İNANCINDAN GÜNÜMÜZE KADAR EFSUNLAMA "TU-TU-TU"LAMA UYGULAMALARI

Eski Türk inançlarının, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da izlerini ararken, Göktanrı inanç sistemine ait olduğunu söyleyebileceğim bazı dini pratiklerde, efsunlamanın tipik bir uygulaması ile karşılaştım. Gök Tanrı İnancı ile ilgili çalışmamız kitap olarak yayınlandıktan sonra (1) Hocam Prof.Dr.Yıldırım'ın yönetiminde devam eden incelemelerim, bu efsun türünün, hayatın muhtelif dönemlerinde rastlanabileceğini ortaya koydu. Bu tebliğimde üzerinde durduğum bu değişik efsun türünü tartışacağım. Biz, eski Türk inançlarını incelediğimiz sistematikte, Tanrı ile kişioğlu arasında, yardımcı iyelerin yanısıra, koruyucu ve kara iyeleri belirledik. Koruyucu iyeler arasında Umay, Ana Maykıl, Ak Ana'yı, kara iyeler arasında da, Erlik ve Alkarısını tespit ettik. Ayrıca Gökle ilgili iyelerde (Gök, Güneş, Ay, Yıldızlar), Yer ile ilgili iyelerde de (Dağ iyesi, Kaya-Taş iyesi, Yer iyesi, su iyesi, Ağaç-Orman iyesi)'ni, Ev; Ocak ve Ağıl iyelerini kişioğlu'nun kendisini ve Ata iye- sini tasnifimizde zikrettik. Kam'ın ise, Şaman olmayıp, kişioğlu ile Tanrı arasında iletişimi sağlayan bir vasıta olduğunu savunduk. Bu tebliğimizde, eski Türk inancı olan, Gök Tanrı inancından günümüze kadar gelen efsunların; doğum, ad verme, evlenme, adak, sacı, bereket törenleri, ölüm gibi hayatın değişik safha- larından yaptığımız tespitleri tahlil edeceğiz. Bunu yaparken, efsun- lamalarda (2) sık rastlanan bir kotu alıp sadece "tu-tu-tu" üzerinde duracağız.
Efsunlarda ana tema, bize göre iyelerdir. Efsunlayarak, kara iye- ler mekân tuttukları veya musallat oldukları kişi ve yerlerden uzak- laştırılırlar. Böylece, bu yer tekin olur ve o kişi ve mahal ra- hatsızlıktan kurtulur. Ak iyelerin çağrılması, mekânın ak iyelerin koruması altına girmesi, demektir. Böylece istenilen, beklenilen sağlık ortamı doğmuş olacaktır. Ak iyeyi, kişioğlu da çağırıp yardım isteyebilir. Kara iyeyi de kovabilir. Ancak kam bu işlemde daha müessirdir. Tanrı ile sürekli münasebette bulunma üstünlüğüne sahip olan kam; iyelere hükmetmede daha yeteneklidir. Nihai kararı veren yani, yapılan dinî pratikleri katında geçerli kılan ve kabul eden, Tengri'dir. Ak iyeler aracılığı ile iyiliklerin istenilmesi, yardım talep edilmesi, Tengriye yöneliktir. Kara iyelerden korunmak için yapılan dua ve yakarmalarda; Kişioğluna yardım eden, yüce yaratıcı olan, Bayat, Oğan ve Bir Tengri'yedir. Tengri, bağışlayıcı ve mükafatlandırıcı olduğu kadar, cezalandırıcı vasfıyla da Türk hayatında görülür. (3)
METİN:
 Hayatın çeşitli safhaları deyince, çocukluk döneminden başlamanın uygun olacağını düşünüyorum. Saklanbaç oynayan çocuklardan ebe; kapalı olan gözlerini açmadan ve bakacağı dünyaya yüzünü dönmeden evvel, ilkin, sağ tarafına döner ve üç defa (tu-tu-tu) der. Sonra, sol tarafına döner ve (tu-tu-tu) der. Daha sonra "önümdeki, arkamdaki, sağımdaki, solumdaki "sobe" der. Bir nevi "etrafıma haber veriyorum. Sizi görmemden sakının, saklanın, gözlerimi açıp sizi görmeden evvel size duyuruyorum" demektir. Çocuk oyununa dönüşerek pratikleşen bu uygulamanın altında, eski bir inancın izleri aranamazdı. Dört yön motifi acaba çocuk oyunlarına mı yansıdı. 
Sarıkamış, İğdır ve Kağızman'da daha ziyade Azeri çocuklar arasında ellerde çıkan siğil'den kurtulmanın yollarından birisi de, kurbağa görünce, "tu siğilim sana" veya "tu-tu-tu siğilim sana diye bağırmaktı. Çocuk inancımıza göre kurbağanın sırtındaki kabarcıklar da siğildiği, böyle yapmakla siğili kurbağaya vereceğimize inandık. A.B.Alptekin'in, Elazığ'ın Ağın ilçesinin Akpınar Mahallesinden tespit ettiği bir efsaneye göre; Hocagiller'den Mehmet Ağa, Medre- sede başarılı olamayan bir öğrencidir. Sürekli, azar işitmektedir. Allah'a "Ya bana fikir ver, ya da canımı al" diye yakarır. Bir gün, ulu bir meşe ağacının altında uyurken, bir rüya görür. Ak sakallı bir ih- tiyar onun ağzına üç defa "tu-tu-tu" yapar ve o andan itibaren Meh- met'in zihni açılır (4) Ulu kişi, Gök Tanrı inancındaki Kam mı, yoksa islamiyetteki, ermiş kimse midir? Belki de her ikisidir. Şurası muhakkak ki, rüyadaki ulu kişi Hocagiller'in Mehmet'e, ak iyeleri göndererek zihni- nin açılmasını sağlamıştır. Veya, oradan kara iyeleri kovmuştur. Çeşitli vesilelerle, tekrarlanan "tu-tu-tu"lama muhakkak ve her defasında üç defa tekrarlanmayabilir de. Bazen, "tu-tu" şeklinde de olabilir. Kars'da erkek çocukların kızlara laf atarken "tu-tu, tu-tu bis- millah, benim olursun inşallah" dediklerini hatırlıyorum. Erbil'de, Kırmanç ve Türkmenler, ayağı basmayan çocuğu, şifa bulması için üç cuma günü, cuma namazından önce cami'nin önüne götürürler. Çocuğun annesi, çocuğun iki ayağının başparmağını biri- birine bağlar. Cami'den çıkacak ilk kişiye çocuğu götürür. O kişi, "tu-tu-tu Bismillah" deyip çocuğun bağlı parmaklarının iplerini keser. Böylece çocuğun ayağına basabileceğine inanılır. (5) Bu uygulama Kars'da çocuğun iki ayağı biribirine bağlanılarak yapılır.Bu tatbikatlarda, Ak iyelerle yüklü kişioğlu, cuma namazından çıkmıştır. Ak iyelerin, belki de meleklerin deposu, camidir. Cuma günleri ve cuma namazından sonra cami'nin fazileti daha fazladır. Daha müessir kabul edilmiştir. Kuzey Irak'da, Kırmanç ve Türkmenlerin, Sarılık hastalığı tedavisi için gittikleri, Kerkük'deki, Pasvan Sarılık Ocağı'nda, okunmuş su, hastanın anlına "tu-tu-tu" denilerek ve Besmele okunarak çuvaldız ile sürülür. Ayrıca, hastanın evinin etrafının, Sarılık Ocağından alınmış ve hastanın başına sürülen suyun artan kısmı, keza "tu-tu-tu Bismillah" denilerek evinin etrafına dökülür. (6) Hopa ve Sürmene'de, yüz felci geçirmiş kimseye, hoca okur ve hasta dalgınken pabucun tersi ile hastanın yüzüne vurur. Okuyup üfledikten sonra ve evvel hastanın yüzüne "tu-tu-tu" yapar. (7) Bu iki tespitten birincisinde Ak iyenin kaynağı Ocak'tır. Ocaktan alınan Ak iyeli su ve demirden mamul çuvaldız ile hastaya şifa ulaştırılacağı inancı vardır. Kara iyeler kişinin ev/Ocak'ında mekan tutup zarar vermekte olabilirler. Uygulanan dini pratik ile kişioğlu ve onun hanesi ak iyeler marifeti ile selamete ulaştırılmaktadır. İkinci tespitteki Hoca ise, nefesi vasıtasıyla Ak iyeleri tedavi bölgesine göndermektedir. Okuduğu ve "tu-tu-tu" derken hastasının yüzüne üflediği ise Kuran-ı Kerim'den ayetlerdir. Kars'da, ıssız ve belli yerlerde bir hareket yapılacak, bir iş görülecekse, "destur" diye seslenilir. Böylece oranın iyesi kim ise, ondan izin istenmiş, onun gönlü hoş edilmiş, yanlış bir şeyle karşılaşılması önlenmiş olurdu. Hususiyetle, akşam karanlığından sonra, buna çok dikkat edilir. Kars'da küçükken düştüğümüz yeri, büyüklerimiz bizden sorup gider görürdüler ve oraya ya su dökerlerdi, veya üç defa "tu destur" diyerek tükürürlerdi. Özellikle bu uygulama gece düştüğümüz yerler için yapılırdı. Böylece ora iyesi tarafından daha büyük bir kötülükten, çarpılmaktan korunmuş olduğumuza inanılırdı. Kimi zaman da geçirdiğimiz kaza büyükse, kazanın geçtiği yere, ya tuz, ya şeker, ya da bir kaç kuruş atılırdı. Böylece geçirilen kazanın belasını satın aldıklarına inanırlardı, bu da bir cins saçı ile, kazanın geçtiği yerin iyesini memnun etmeye, belasından korunmaya karşı alınan bir tedbir idi. Sacı niyetine yerlere atılan bu tür kuruşları kimse almaz, evine götürmez ve onlara do- kunmazdı. (8) Bu inancın bir sonucudur ki, çocuklar dışarda bozuk para bulduklarında, almamaları için, ailesi tarafından uyarılırlar ve çocuklara "kimbilir kim, o parayı ne maksatla attı" derlerdi. O parayı almakla adeta musibete talip olmuş olunurdu. Yol'un, ıssız yerlerin tekin olmadığı inancı günümüzde de yaşamaktadır. Bu tür yerlerden "tu destur" deyip geçmek, eski inançların bir kalıntısıdır. Büyü ve benzeri maksatlarla yazdırılan ve tılsım gücüne inanılan bazı nuska/muska'ların yol kavşaklarına gömülmesi ve böyle yapılırsa tesir gücünü göstereceğine inanılması da yine aynı inancın bir parçasıdır. Amaç, yine yol iyesini bir muska ile memnun etmek suretiyle onun yardımını sağlamaktır. (9) Bu tes- pitteki "tu destur" ifadesinin kullanılması ile adeta yol iyesinin yardımı istenilmiş veya engel çıkarması önlenilmiştir. Muskalarda yazılanlar ise çoğunlukla Kur'an-ı Kerim'den ayetlerdir. Birçok yerde, işçi ve çiftçi, çalışmaya başlamadan evvel, avuçlarının içine "tu Bismillah" diyerek başlar. Bu uygulama ile Bes- leme çekmekle Allah'dan yardım ve kolaylık dilerken, "tu" demeyi de ihmal etmez. İnsanın can/tın ve etöz'den olduğu inancı, onun aynı zamanda bir iye gibi bir bedene, bir dona girdiği inancını da beraberinde getir- mektedir. Ata ruhu inancı da bunun bir sonucu olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak, bu iye, azıyor yoldan çıkıyor; Tanrının gönderdiği buyruklar yerine getirmeyince Erlik'e/Şeytan'a uyuyor ve keza iyelerin buyruğuna giriyor. Bu durumda, o her türlü kötülüğü yapabiliyor. Kişi, kimi zaman tın'ının Erlik tarafından buyruk altına alındığını farketmez; kimi zaman farkeder. Göz dokunması, göz değmesi, uğur ve uğursuzluk gibi inançların kaynağında, başlangıçtaki bu tür inanç rol oynamaktadır. Bu yüzden koruyucu tedbirler alınır. Göz değmesinden Tanrı'ya sığınıldığını sembolize eden mavi boncuk, kamların koruyucu iyelerini sembolize eden kurt dişi, derisi vesair kullanılır. Kimi insanlar, gözlerinin insanlara dokun- duğunun farkındadırlar. Bu yüzden, beğendikleri canlı veya cansız bir şeye baktıkları zaman, "tü-tü, tü" diye üç kez o yöne doğru tükürür gibi yaparlar. Hareket, içinde varlığını bildiği kara iyeyi, şaşırtmaya yönelik bir davranıştır. (10) Kişioğlu'nun bizzat kendisinin de bir iye taşıyabileceğini, rüya ta- birlerinin yorumunda da görmekteyiz. Rüyasını iyi niyetli olmayan kimseye anlatan kişi, gördüğü iyi rüyanın vaadettiği iyilikleri yitirir. O iyilikler rüyayı dinleyen kötü niyetli kişinin olur. Halkın bu inancının bir sonucudur ki, rüyasını anlatan, iyi niyetli bir dinleyicinin seçimine özen gösterir. Elazığ'da gerdek gecesi, kız tarafı tatlı şerbet yapıp geline getirir, ikram eder gelin damadın şerbetine üç kere sezdirmeden tükürür gibi yapar. Gelin bunu yaparsa evliliğin daha muhhabetli geçeceğine inanılır. (11) Damada göstermeden yapılan bu tür efsunlamanın jilede gelin tarafından yapılmış olması, belki bir büyünün bozulması ve bel- kide yapılması muhtemel büyülerden evliliğin korunması içindir. Kişioğlu'nun karşı cinsi ile birlişmesi döneminde, yeni bir dünyaya girmenin arifesinde, adeta gelinin damadı sahiplenmesi olayı yaşanmaktadır. Gelin, tükürür gibi yapmakla, "tu"yu tekrarlamış ol- maktadır. Elazığ'da, kesilen kurbanın gözleri, göz çıbanı/arpacık tedavisin- de kullanılır. Kurbanın kesiminden sonra, gözleri çıkartılıp, kurutulur. Göz çıbanı olan kişinin yıkanacağı suya bunlar üç kez (tu-tu-tu) denilerek sokulup çıkarılır ise, o suda yıkanan hastanın gövdesindeki çıbanların yok olacağına inanılır. (12) Trabzon'da, Kars'da, Erzurum'da ve Bitlis'de yaptığımız tespite göre; akşamdan sonra, sıcak su eşikten dışarı dökülmezken, açıkhavada olunduğu taktirde de bazen gündüzün ve daha ziyade gece karanlıkta sıcak su yere dökülmez. Mecburiyet var ise, döken kişi "tu-tu-tu" bazen de "tu-tu-tu Bismillah" der. Yerlerin bağlandığına, dökenin "bir şeye uğrayacağına inanılılır. Besmele çekmekle ve "tu-tu-tu" demek suretiyle korunulmuş olacağına inanılır. Böyle hallerde sadece "Bismillah" demekle yetinildiği de olur. Günümüzde, Anadolu'nun birçok yöresinde; meskun olmayan ve tekin olarak bilinmeyen yerlere bilhassa gece girilecekse, Besmele çekilir. Besmele ile müslümanlar, Allah'ın görünmez tehlikelere karşı yardımını istemektedirler. Geçmişteki "Tu-tu-tu" denilerek yardım is- tenilmesi ile günümüzdeki "Destur-Bismillah" uygulaması arasındaki ortak muhteva açıktır. İyelerle ilgili bir inanç, Islâmileşmiş midir? Nitekim, Kuzey Irak'da Berzenci-Süleymaniye arasında Erbad'ın çıkış mevkiinde "Ferisde-i Ecin de" diye bilinen bir iye vardır. Bunu gören kimse, verebileceği muhtemel bir zarardan korunmak için, Besmele çeker ve üç defa "tu" der. (13) Kars'da, Ardahan'da ve Arpaçay'da, gençler açık havada su dökünme zorunda kalırlar ise ve bilhassa bu hacet, su kenarı veya ağaç dibine yapılacak ise görünmeyenlerin zararından korunmak için, "destur" çekerlerdi. "Tu-tu-tu" uygulaması ile tehlike savmak, her zaman tamamen görünmeyen tehditlere karşı alınmış bir tedbir değildir. Bu uygulama bazen de, özel bazı nesneler etrafında anlam kazanır. Kars'da, Er- zurum'da ve Bayburt'da, bıçak veya makas türünden eşyalar elden ele verilmez, elden alınmaz. Yere konulması istenerek, yerden alınır. Aksi   halde   elden   almanın   taraflar   arasında   kavgaya   yolaçabileceğine inanılır. Keza sabun da elden alınmaz, alınacağı zaman elin tersi üzerine korunur. (14) Türk inanç kültüründe "ters" olayı da ayrı önem arzeden bir husustur. Bıçak veya makasın elden alınması mecburiyeti var ise, alan veya veren, makas veya benzeri eşyaya "tu-tu-tu" yaparak alır veya verir. Makasın ağzı açık bırakılmaz. Bıçak da açılıp kapanır türden ise kapatılması yeğlenir. Ağzı açık makasın, düşmanlarının, makasın ağzını kapatmayan kişi için fenalık düşünmesine yol açacağı" inancı vardır. Bıçak ve makasın demir türünden madenler- den mamul olduğu ve demirin Türk inanç sisteminde, koruyucu fonk- siyonu düşünüldüğünde, demirde, Ak iyelerin olabileceği kanaati doğmaktadır. Efsaneye göre Türkler çoğalıp, mağaradan yeryüzüne çıkmak is- teyince, kutsal mağaralarının önüne gelip demir dağı eritmişler, ateş yakmışlar, odun yığmışlardır. Bu yüzden, Türkler arasında ata mağarasına, dağa, ateşe, demire ve ağaca karşı duyulan saygının kökünde bunların kurtarıcı rolü oynamaları yatıyor olabilir. Ayrıca Ebulgazi Bahadır Han'ın verdiği malumattan, Türk kağanlarının yılda bir kere, örste demiri çekiçle dövdüğü ve bunun atalardan gelen bir adet olduğu anlaşılmaktadır. (15) Ateş'in, eski Türk inancındaki önemsenen yerini belirttikten sonra, "Tu-tu-tu"lamanın ateşle ilgili pratiğini de belirtelim. Ateş müdahale ile söndürülecekse, bilhassa söndürme işlemi su dökülmek suretiyle yapılacaksa, ateşi söndürecek kişi ilkin "tu-tu-tu Bismillah" veya "tu-tu-tu destur savuş"der. Bu uygulamada adeta bir takım gizli güçlerin olduğu kabul edilen ateş'in üzerine, keza bir takım gizli güçlerinin varlığı kabul edilen su'yu dökersen döken kişi zarar görmemek için haber vermekte, iyilerden izin almaktadır. Bu uygulama, Allah'ın esirgeyen ve bağışlayan ismini zikredederek de, gücünü Allah'dan almakta, Allah'a sığınılmaktadır.
Doğu illerinin birçoğunda, kötü rüya gören kimse, sol tarafına döner ve "tu-tu-tu Şeytan" der, sonra sağ tarafına dönerek yatmaya devam eder. (16) Islamiyette ve Türklerin eski inanç sistemi olan Gök Tanrı dininde, sağ yan uğurlu ve sol yan uğursuz olarak kabul edilmiştir. Nitekim bu tespitte de, kara iye yani şeytan kişioğlunun solunda tahayyül edilmiştir. Kars'ta, Erzurum'da, Van'da ve bulunduğumuz Doğu Anado- lu'nun daha birçok yerinde, kötü rüya gören kimse, rüyasını akar- suya anlatır. Çay ve dere türünden akarsuyunun bulunmadığı yerler- de, musluğun suyu açılır ve kötü rüya keza suya anlatılır. (17) Belki de "akar su pislik tutmaz" sözündeki saklı mana buradan gelmekte- dir). Böylece kötü rüyanın hükmünü yitireceği inancı vardır. Suyun eski inanç sisteminde kutsal kabul edildiği hatırlanınca akarsuların, ak iyelerin mekanlarından birisi olabileceği hatıra gel- mektedir. Su iyesine Türkler, yir-suviyesi (yer ve su sahibi) "su ıssf adlarını vermekteydiler. (18) İyelerle ilgili inanç, Gök Tanrı dini kadar eskidir. "Tu-tu-tu" uygu- laması da muhtemelen iyelerle birlikte bilinir olmuştur. "Tu-tu-tu" inancı, giderek islamiyete mi taşınmıştır. Yoksa islamiyetteki "nefes". Gök Tanrı dininde kendi şartlarında var mı idi? Buna ra- hatlıkla cevap vermek kolay değil. Ancak islamiyette "nefes"in hik- meti ve müessir nefesler'in varlığı bilinmektedir. Birçok ulu islam kişinin nefesi ile, şifa verdiği veya koruyucu olduğu kabul edilmek- tedir,  "tu-tu-tu" pratiğinde bir "kut" mu vardır? (19) "Tu-tu-tu" ilk defa ne zaman kullanılmıştır? Buna da cevap bul mak kolay değil, ancak, "......... 646 yılından beri tu-tu yani Tutuk unvanı, Uygurlarda görülüyor. Tang zamanında Uygur sınır Valileri bu unvanı taşırlardı" (20) tarzındaki bir bilgi "tu-tu-tu"nun günümüzdeki insan isimlerinden veya mahlaslarından Nazar'ı andırıyor. Ancak nazar ile efsunlamanın mahiyet ilişkilerine rağmen, eş anlamlı olmadıkları açıktır. Ayrıca eski Türklerde unvanları tespit maksadıyla yapılmış çalışmalarda (21) bizi doğrudan teyit ettiğine rastlamadık. Şurası muhakkak ki, efsunlama ile nazar arasında uygulamadaki pratikler itibariyle de ilişki vardır. Nitekim dünyaya yeni gelmiş güzel bir bebeye veya dünya evine yeni girmiş güzel bir geline "tu-tu-tu kırkbir (veya kırkbin kere) maşallah" denilmiş olması ve bu tür tabir- lerin musikimize yansıması tesadüfü olamaz. (22) Uygur Türklerinde, günümüzden 1400 yıl evvel görülebilen ve kağan unvanı alabilen "tu-tu" veya "tutuk" kelimesinin benzeri olan diğer isimler hangileridir? Bu ayrı bir araştırma konusudur. Ancak, ateşlemek anlamındaki "tutuşturmak" ile ateşin dumanı çıkmak anlamındaki, "tütsülemek" kelimelerinin; üzerinde durduğumuz an- lamda irdelenmeleri yararlı olabilir. Keza esef bildirirken acaba neden "tuh-tuh-tuh" deriz. Yaptığımız izahlar ışığında "tu" yakmak anlamına geliyor da ilkin kara iyeleri mecaz anlamda yakarak mı işe koyulmuş oluyoruz.