19 Ekim 2013 Cumartesi

TÜRK HALKLARININ DESTAN YARATILARINDA ÜÇ DÜNYA

Turkish Studies - International Periodical For The Languages, Literature and History of Turkish or Turkic Volume 
6/3 Summer 2011, p.1951-1965 TURKEY




TÜRK HALKLARININ DESTAN YARATILARINDA ÜÇ DÜNYA 

Nilüfer YILDIRIM*


ÖZET 
Türk milleti köklü ve zengin bir edebiyata sahiptir. Destanlar bu köklü 
ve zengin edebiyatın en önemli halkalarından birini oluşturur. Gelenek ve 
göreneklerden örf ve âdetlere giyim kuşamdan yeme içmeye kadar çeşitli 
kültür malzemesini içeren destanlar, milletlere ait inanç sistemlerinin izlerini 
de taşırlar. 
Şamanizm olarak adlandırılan inanç sistemi, Türklerin en eski 
inançlarından biri olarak kabul edilmektedir. Bu inanç sistemine göre evren; 
gökyüzü, yeryüzü ve yeraltı olmak üzere üç kattan ibarettir. Her katın tanrısı 
ve ruhları bulunmaktadır. Tanrıların, ruhların ve evren katlarının kendine 
has özellikleri vardır. 
Bu çalışmada, Altay, Özbek, Gagavuz, Karaçay-Malkar ve Kazaklara ait 
destanlardan verilecek örneklerle Şamanizm’de mevcut olan üçlü evren 
anlayışı ele alınacak ve bu anlayışın destanlara ne şekilde yansıdığı ortaya 
konulacaktır. 
Anahtar Kelimler: Destan, Şamanizm, gökyüzü, yeryüzü, yeraltı. 

THREE WORLDS IN EPIC CREATION OF TURKISH PUBLIC 

ABSTRACT 
Turkish nation has a wealthy and deep-rooted literature. Eposes form 
the most important part of it. They contains the various cultural materials 
such as customs-traditions and usage-habits and also from apparel to food 
and beverage which bear the traces of the nation’s belief system. 
The belief system, called Shamanism, known as the oldest belief system 
of the Turkish nation. According to that system; the universe consists of three 
layers called sky, world and underground. Each layer has own God and 
spirits. Gods, spirits and universe layers have specific features. 
In this study, we will deal with the triple universe consideration that 
presents in Shamanism by the examples of Altay, Uzbek, Gagauzion, 
Karaçay-Malkar and Kazakh eposes, also put forward the reflection of this 
understanding to these eposes. 
Key Words: Epos, Shamanism, sky, the world, underground. 



* Fırat Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Doktora Öğrencisi. El-mek: 
niluferyildirim2003@yahoo.com 1952 Nilüfer YILDIRIM

Turkish Studies 
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 
Volume 6/3 Summer 2011 
Giriş 
Destanlar, milletlerin yaratıcılık kabiliyetini gözler önüne seren, gerek tarihi olaylarla gerek 
mitolojik ögelerle yoğrulmuş anonim ürünlerdir. Binlerce yıllık geçmişi bugüne taşıdığı için doğal 
kültür köprüsü konumunda olan destanlar, folklorun ve edebiyatın en önemli türlerinden biri olarak 
kabul edilmektedir. Bu önemli tür, bir milletin geçmişten günümüze kadar yaşatarak getirdiği 
değerlerin ortaya çıkarılmasında eşi bulunmaz bir kaynaktır. Örf, âdet, gelenek, görenek, inanç gibi 
milletlere ait önemli bilgi ve ipuçlarını barındıran destanlarda kahramanlık konusunun ağır bastığı 
görülmektedir. Sadakat, cesaret, ayrılık, mücadele vb. ise kahramanlık temasını destekleyen dikkate 
değer diğer konulardır. 
Destanlar, eski çağlarda bir milletin hayatını yakından ilgilendiren savaş, göç ve doğal afetler 
gibi tarihsel ya da toplumsal olaylar nedeniyle büyük yankılar bırakmış; büyük yenilgiler, büyük 
üzüntüler, büyük zaferler ve kahramanlıklar gibi duygularla söylenmiş tarihi olayların uzun ve 
manzum yiğitlik öyküleridir (Yardımcı, 2008: 57). 
Milletleri tanımanın, onlarla ilgili çeşitli konularda bilgi edinmenin en doğru ve zevkli yolu, o 
milletlerin oluşturduğu destanları okumaktır. Çünkü milleti meydana getiren fertler, hayatları ile ilgili 
önemli ayrıntıları destan satırlarına gizlemişlerdir. Bundan dolayı destanlar, milletlerin aynasıdır. 
Olağan ile olağanüstü unsurların en güzel şekilde birleştiği destanlar, bir milletin inancını 
öğrenmede de rehberdir. İnsanoğlu yaratıldığı ilk andan itibaren inanma ihtiyacı hissetmiş, çevresinde 
gördüğü varlıklar, bu varlıkların sebep olduğu çeşitli olaylar ona ilginç gelmiştir. Tabiatın kurulu 
düzeni, insanı, bu düzeni sağlayan, hayatı şekillendiren bazı bilinmezlikleri aramaya, onlara sığınmaya 
itmiştir. İnsanoğlu, tabiata, tabiatı oluşturan unsurlara kendince anlam vermeye başlamış, böylece 
kafasında beliren soru işaretlerini ortadan kaldırmaya çalışmıştır. 
Özellikle tabiat ve tabiatta meydana gelen olaylar, insanlarda merak duygusu uyandırmış, gök 
gürültüsü, şimşek, fırtına ve bu doğa olaylarının oluşmasına sebep olan güneş, rüzgâr, su saygıyla 
karışık korku duyulan varlıklar haline gelmiştir. Bazıları korkuyu, onlara taparak içinden atmaya 
çalışmış; bazıları da onlara karşı duydukları saygının bir ifadesi olarak kurbanlar sunup, onlardan 
geleceğine inandıkları belâları kendilerinden uzaklaştırmaya çalışmışlardır. Yapılan bu işlemler 
zamanla gelenek haline gelmiş, tabiat kaynaklı inançların ortaya çıkmasına sebep olmuştur. İnsanlar 
merak ettiklerine anlamlar yüklemeye başlayıp inanma ihtiyacını karşılayınca kendilerini daha mutlu 
ve güvende hissetmişlerdir. İşte tarihî dönemlerde ortaya çıkarılan dinler ve inanç sistemleri bu 
düşüncenin ve inanma ihtiyacının ürünüdür. 
İnsanlar kendilerini yaratan, koruyan, kendilerine yardım eden gizli güçlere olan inançlarını, 
kendilerine zarar verebilecek güçteki varlıklara duydukları korkuları, ortak yaratıları olan destanlara 
aksettirmişlerdir. Kutsiyet atfettikleri varlıkları, hayatlarının en ulaşılmaz yerine koyup inandıkları 
tanrıları destan satırlarıyla ölümsüzleştirmişlerdir. 
Türkler, destan yaratma geleneği en güçlü olan milletlerdendir. Türk destancılık geleneği 
oldukça köklü ve zengindir. Tarih boyunca çok sayıda zafere imza atan, imparatorluklar kurarak 
komşu medeniyetleri dil, din, kültür gibi önemli alanlarda etkileyen Türk boyları, edebi sahada da 
dikkate değer eserler vermişlerdir. Bu eserler, Türklerin yaşam tarzlarını, kültür dünyalarını, 
konuştukları dillerin ve inandıkları dinlerin özelliklerini de yansıtır niteliktedir. 
Türklerin dinî hayatları bir hayli zengindir. Gök Tanrı inancı dışındaki insani kaynaklı dinler, 
başka milletler tarafından ortaya konmuş; Türkler tarafından da kabul edilmiştir. Yaşadıkları 
dönemlerde çeşitli dinlere inanan ve o dinleri, kuralları gereğince uygulamaya çalışan Türkler, 
Budizm, Manihaizm, Hıristiyanlık ve İslâmiyet gibi dinlere mensup olmuşlardır. Türk Halklarının Destan Yaratılarında Üç Dünya 1953


Turkish Studies 
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 
Volume 6/3 Summer 2011 
Türklerin en eski inanç sistemlerinden biri olarak kabul edilen Şamanizm, odak noktasında 
şaman/kam adı verilen din adamının bulunduğu, evrenin gökyüzü, yeryüzü ve yeraltı olmak üzere üç 
katmandan meydana geldiği düşüncesinin hâkim olduğu, tanrıların ve yer-su adı verilen yardımcı 
ruhların önemli yer işgal ettiği ritüeller bütünüdür. Bir başka deyişle Şamanizm, günümüzden binlerce 
yıl önce, tabiat kaynaklı inançlardan bazı özellikler alarak gelişen, temeli, kamın çeşitli pratikleri 
neticesinde kendinden geçerek ruhlar ve tanrılar ile ilişki kurmasına ve bunun sonucunda, insanlarla 
ruhanî âlemler arasında bir düzen ve anlaşma sistemi oluşturmasına dayanan, kamın dua ve ayinleriyle 
şekillenen, genellikle Asya ve Sibirya bölgelerinde yaşayan kavimler arasında varlık gösteren bir inanç 
sistemidir (Yıldırım, 2004: 73). 
Eski Türk düşüncesinde bulunan dünya tasarımı birbirine zıt olan ancak birbirini tamamlayan 
yeryüzü ve gökyüzünden oluşan ikili sitemdir. Daha sonra bu sisteme yeraltı dünyası da eklenmiş 
böylece üçlü bir evren anlayışı ortaya çıkmıştır. Evren ile ilgili olarak düşünülen bu tasarımlar, 
nesneye bağlı olarak ortaya çıkarılmış kurgulardır (Arslan, 2005: 65-66). 
Şamanizm düşüncesine göre de evren, gökyüzü, yeraltı ve yeryüzü olmak üzere üç âlemden 
meydana gelir. Her âlemin kendine ait tanrıları, ruhları, belirli sayılarda katları bulunmaktadır. Kendi 
âlemine hâkim olan tanrılar, emirlerinde bulunan ruhlar aracılığıyla insanların hayatında etkili olurlar. 
Şamanizm‟de tabiatta bulunan hemen her şeyin bir ruhu bulunduğuna inanılır. Animizm adı da verilen 
bu inanç şekli, ırmak, dağ, ağaç, ateş gibi unsurların birer kült olarak kabul edilmesine sebep olmuştur. 
Irmak, dağ, ağaç, ateş gibi varlıkların içinde bulunduğuna inanılan ruhlar, tanrıların himayesindeki iyi 
veya kötü iyeler, Şamanizm‟in evren anlayışını tamamlar. 
 Wilhelm Radloff, insan neslinin, ışık ve karanlık kuvveti gibi birbirine zıt iki kudretin tesiri 
altında bulunduğunu, ışığın yukarıda semada oturduğunu, güneşin de sıcak ışınlarını gökyüzünden 
soğuk yer üzerine göndererek kendi kudretiyle yeryüzündeki bütün hayat eserini meydana çıkardığını 
söyler. Radloff‟a göre ikinci kudret, karanlığın ana kaynağı olan soğuk ve sert arzın kucağında yaşar. 
Gecelerin karanlığı, bütün hayatı mahveden soğuklukla ölüm onun eseridir. Ölüm gelince insanın 
sertleşmiş vücudu kara yerin içine girer. Bu iki muazzam kuvvetin arasında insana yakın ve hayatla 
dolu yeryüzü vardır. İnsanın yeryüzünü hisleriyle kavrayabildiğini ve kendisinin de onun bir parçasını 
teşkil ettiğini belirten Radloff, böylece Şamanizm‟deki evren düşüncesinin ana hatlarını açıklamış olur 
(Radloff, 1986: 230-231). 
“Bu üçlü düzen nasıl meydana gelmiştir?” “Bu düzenin ortaya çıkışını anlatan efsaneler 
nelerdir?” “Yer ve gök nasıl yaratılmıştır?” Yukarıda sıralanan sorular bizi dünyanın yaratılışı ile ilgili 
efsanelere götürmektedir. Dünyanın yaratılışıyla ilgili olarak Türklerin anlattıkları efsaneler, sorulara 
cevap verecek, Şamanizm‟deki dünya görüşünün aydınlatılmasına ve konunun daha iyi anlaşılmasına 
yardımcı olacaktır. 
Üçlü evren anlayışının temelini oluşturan ve kozmoloji alanında en fazla kullanılan 
metinlerinden biri şöyledir: 
Yer ve gök yaratılmadan önce sadece su vardı, her şey sudan ibaretti. Henüz güneş ve ay da 
yaratılmamıştı. O zaman, tanrıların en yükseği, insanoğlunun ata ve anası, varlığın başlangıcı Kayra 
Kan, kendisine benzer bir varlık yaratarak ona kişi (kiji) der. Kayra Kan ile kişi su üzerinde uçarlar. 
Ancak kişi bu sonsuz sükûnetten memnun değildir; Kayra Kan‟dan daha yüksekte uçmak ister. Bu 
ölçüsüz hareketinden dolayı uçma yeteneğini kaybeder ve dipsiz suya yuvarlanır. Boğulmak 
üzereyken Kayra Kan‟dan yardım ister. Kayra Kan kişiye yardım eder ve onun üzerinde oturabilmesi 
için denizden bir yıldız yükseltir. Kişi uçma yeteneğini kaybeder, bu sebeple Kayra Kan yeri yaratmak 
ister. Kayra Kan kişiye suya dalarak derinliklerden toprak çıkarmasını emreder. Kişi, sudan toprak 
çıkarırken kendisi için de bir arazi yapma düşüncesine kapılır ve bu düşüncesini gerçekleştirmek için 
ağzına bir miktar toprak saklar. Tanrı, toprağı alıp suyun üzerine serper, toprak büyümeye başlar ve 1954 Nilüfer YILDIRIM

Turkish Studies 
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 
Volume 6/3 Summer 2011 
yer oluşur. Bu arada kişinin ağzında bulunan toprak da büyüyüp, kişiyi boğacak hale gelir. Kayra Kan 
kişiye ağzındaki toprağı tükürmesini söyler. Kişinin ağzından çıkan topraklar, birçok yerde tepecikler 
meydana getirir. 
 Kayra Kan kişiye çok kızar ve ona Erlik adını takar, onu ışık diyarından kovar. Bu olaydan 
sonra tanrı arz üzerine yerleşsinler diye başka kişiler yaratır. Yerden dokuz dallı bir ağaç büyüterek, 
her dalın altında bir kişi yaratır. Bu dokuz kişi, dokuz boyun ceddi olmuştur. 
 Işık âleminden kovulan Erlik, yeryüzünün yeni sakinlerini görür ve tanrıdan bu mahlûkları 
kendi emrine vermesini ister. İsteği kabul edilmeyen Erlik, insanları kötü yola sevk ederek kendi 
hâkimiyeti altına alır. Kayra Kan, çabuk kandırıldıkları için insanoğullarına kızar ve onları kendi 
hallerine bırakmaya karar verir. Erlik‟i karanlıklar diyarının üçüncü katına sürer, kendisi için on yedi 
kat göğü ve onun sakinlerini yaratarak daimî mesken olarak on yedinci katı seçer. 
 Kayra Kan, göklere çekildikten sonra insanoğullarına koruyucu ve öğretici olarak Maytere‟yi 
gönderir. Erlik, kendisi için bir sema yapmaya karar verir, tanrıdan izin alır, kötü ruhları semasına 
yerleştirir. Kötü ruhlar, tanrının yarattığı yeryüzündeki kişilerden daha iyi yaşarlar. Bu durum Kayra 
Kan‟ı kızdırır ve Erlik‟in semasını yıkması için Mandışire‟yi görevlendirir. Mandışire, Erlik‟in 
semasını yıkar, yere dökülen parçalar yeryüzünde dağların ve uçurumların meydana gelmesine sebep 
olur. 
 Kayra Kan, Erlik‟i güneş ve ayın bulunmadığı, hiç ışık almayan en alttaki arz katına sürer ve 
dünyanın sonuna kadar orada kalmasını emreder (Radloff, 1986: 215- 217). 
 Evrenin yaratılışı ile ilgili diğer bir mite Karaçay-Malkar destanlarından biri olan Debet‟te 
rastlanmaktadır: “Gök Tanrısı, Yer Tanrısı ile evlenmiş, gök gürleyip yer hamile kalmış.” (Tavkul, 
2004: 17). 
Şamanizm‟deki üçlü evren anlayışı Türk halklarına ait çeşitli destan metinlerinde kendine yer 
bulmuştur. Destanlar gökyüzü, yeryüzü ve yeraltı şeklinde tabakalanan evren anlayışı ve bu anlayışın 
önemli ögeleri olan tanrılar ve ruhlar ile ilgili bilgiler barındırmaktadır. Altay, Özbek, Gagavuz, 
Karaçay-Malkar ve Kazaklara ait destan metinlerinde geçen üç tabakalı evren anlayışı ve bu üç âlemin 
çeşitli özellikleri, destanlardan verilen örneklerle açıklanmaya çalışılacaktır. 

Gökyüzü/Işıklı Dünya 
Gökyüzü, orta dünya insanlarının yardım bekledikleri mekân olarak kabul edilir. Çünkü iyi 
ruhların bulunduğu, insanlara mutluluk ve huzur verecek varlıkların yaşam alanı gökyüzüdür. 
Gökyüzünün iyiliklerle dolu hâkimi Ülgen‟in varlığı gökyüzünün ışıklı dünya olarak algılanmasının 
en önemli sebebidir. 
Dokuz yapraklı kutsal ağaç, Ter! 
 Dokuz kuzuyu kestik, Ter! 
 Yağmuru istiyoruz, Ter! 
 Ürünü diliyoruz, Ter! 
 Hayat selâmetli olsun, Ter! 
 (Dıykanbayeva, 1999: 165). 
Yukarıda verilen ve Kırgız Şamanlarına ait olan bir dua örneğinde geçen „ter‟ kelimesi, 
„gökyüzü‟ anlamına gelmektedir. Şamanların ettikleri bu dua, gökyüzünün kutsal kabul edildiğinin bir 
göstergesidir. Duada göğe kurban kesildiği, yağmur istendiği, bol ürün dilendiği, selâmetli bir hayatın Türk Halklarının Destan Yaratılarında Üç Dünya 1955


Turkish Studies 
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 
Volume 6/3 Summer 2011 
arzulandığı görülmektedir. Tabiî ki bu istekler gökyüzünden değil, gökyüzünde yaşadığına inanılan 
tanrıdan istenmektedir. Dolayısıyla tanrı gökte olduğu için gökyüzü kutsal sayılmıştır denilebilir. 
Gök, arşı, Ay‟ı, Güneş‟i, yıldızları içine alan geniş bir âlemdir (Ögel, C. II, 2002: 146). 
Gökyüzünü daha çekici hale getiren, insanların göğe karşı duydukları merakın artmasını sağlayan bir 
başka faktör de gök cisimleridir. Şamanistler sadece gökyüzüne ve gökyüzünde bulunan tanrılarına 
değil, aynı zamanda gökyüzünün görünür yüzüne de büyük bir tutkuyla bağlanmışlardır. Bu görünür 
yüzün en önemli öğeleri Güneş, Ay ve yıldızlardır. 
 Güneş‟in parlaklığı ve hayat kaynağı oluşu, Ay‟ın ışığı, gökyüzünün süsleri olarak 
nitelendirebileceğimiz yıldızların gizemi, şimşek ve yıldırımın verdiği korkuyla karışık ürperti, gök 
kuşağının güzelliği, tüm gök cisimlerinin vatanı olan gökyüzünü daha ilgi çekici hale getirmiştir. 
Şamanist inançta insanları yaratan, koruyan ve onlara yardımcı tanrının ve bütün iyi ruhların 
yaşadığı yer olduğuna inanılan gökyüzü on yedi kattan oluşmaktadır. Gökyüzüne ışık âlemi de 
denilmektedir. Bu on yedi katın her birinde ilâhlar ve iyi ruhlar bulunur. Bunlar Ülgen tarafından 
kendilerine verilen görevleri yerine getirirler (Radloff, 1986: 215). Şamanistler gökyüzünü Ülgen‟in 
oturduğu ülke olarak görürler. Bu sebeple „gök‟ kelimesini „ulu‟ sıfatıyla birlikte kullanırlar. 
Mircea Eliade‟ye göre gök, insanın ve hayatın temsil edemediği çok farklı bir şeyi en iyi 
şekilde temsil eder. Çünkü gök, yüksekliği, aşkınlığı, mutlak gerçekliği, sonsuzluğu içinde barındırır. 
Değişmezliğin de simgesi olan gök, yücedir, kuvvetlidir, dokunulmazdır (Eliade, 2003: 146). 
Yaşar Çoruhlu gökyüzünün erkek, ışık (aydınlık ve güneş), etken, sıcak, kuru, zafer, kuvvet 
gibi olumlu unsurlara işaret ettiğini belirtir (Çoruhlu, 1993: 18). 
İncelenen destan metinlerinde gökyüzü ile ilgili olarak „göğe yükselmek, göğe çıkmak‟ 
ifadelerinin çok sık geçtiği görülmektedir. Altay destanlarından biri olan Er Samır‟da kahramanın 
göğe çıktığını ifade eden kısımlar şunlardır: 
“Kolundan tuttuğu dört delikanlıyı 
Alıp göğe çıktı 
Gök göğe yükseltip çıktı. 
(…) 
Yarım kaya baraka şimdi 
Göğe dek yükselip 
Değişik ak saray oluverdi. 
(…) 
Er yaratılışlı Er Samır 
Kara Bökö Bahadırı 
Ayak bileğinden tutarak 
Alıp ak göğe çıktı 
Yükseltip gök göğe çıktı.” (Dilek, 2002: 59, 66, 80). 
 Altay Buuçay adlı destanda da „ak gök‟ ve „ak bulut‟ ibareleri geçmekte, böylece ışıklı dünya 
hatırlatılmaktadır: 
 1956 Nilüfer YILDIRIM

Turkish Studies 
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 
Volume 6/3 Summer 2011 
 “İki kağanı sıkıca tutup, 
 Alıp ak göğe çıktı, 
 Ak buluta gömüp bastırdı.” (Dilek, 2002: 220). 
Yukarıda verilen örneklerde dikkati çeken iki husus vardır. Bu hususların ilki, kahramanın 
belli sayıda kişiyi tutup göğe çıkarması, diğeri ise gökyüzünün ak ve gök renkleriyle 
nitelendirilmesidir. Ak ve gök renkleri Şamanizm‟de geniş yer tutmaktadır. Kâinattaki ışıklı şeylerin, 
hayır getiren işlerin Ülgen tarafından yaratıldığı bilinmektedir. Ülgen, ışık diyarının tanrısıdır. Yani 
yaptığı işler hep insanların yararınadır. Bu sebeple Ülgen‟i temsil eden renk beyazdır, beyaz da 
doğruluğun, adil olmanın, hayrın simgesidir (Seyidov, 1988: 36-38). Beyaz aynı zamanda ululuk, 
adalet ve gücün de sembolüdür (Genç, 1997: 7-8). Dolayısıyla Ülgen‟in yurdu olarak kabul edilen 
beyaz rengin, gökyüzünün rengi olarak düşünülmesi doğaldır. Gök rengi de beyazı tamamlayan bir 
unsur olarak mitolojide yerini alır. 
Altay Buuçay Destanı‟nda „göğün yükseğine çıkma‟ motifi, Er Samır Destanı‟ndakinden 
farklı bir durum arz etmektedir. Zira Altay Buuçay Destanı‟nda Kamçı Ceeren adlı kahraman, ay 
kanatlı doğan olup yani şekil/don değiştirip göğe çıkmaktadır: 
 “Onu işiten Kamçı Ceeren 
 Ay kanatlı doğan olup, 
 Göğün yükseğine çıkıverdi.” (Dilek, 2002: 223). 
Kamçı Ceeren‟in şekil/don değiştirip doğan olması da Şamanist inanç ile ilgilidir. Şamanlar 
bazen kurt bazen kartal bazen de geyik donuna girip üç dünya arasında yolculuk yapar, insanların 
dilek ve dualarını tanrılara iletirler. Kamçı Ceeren‟in şekil/don değiştirerek iki dünya arasında gidip 
gelebilmesi, Şamanizm‟in destana yansıyan bir başka izidir. 
Şamanist düşünceye göre göğün sahipleri ve sakinleri vardır. Bu husus destanlarda da göze 
çarpmaktadır. Aşağıdaki ifadeler bizi dünyadaki gibi bir hayatın gökte de olduğu inancına 
götürmektedir: 
 “Gökte yaşayan 
Teneri Kağan‟ın kızı var. 
(…) 
 Kamçı Ceeren gökten, 
 Temene Koo‟yu alıp indi.” (Dilek, 2002: 223, 225). 
Temene Koo adlı kişinin gökte yaşıyor olması, ışıklı dünyada bir hayat olduğunun, orada 
hayatını sürdüren tanrı ve kişilerin bulunduğunun göstergesidir. Gökte yaşayan kişiler de orta dünyada 
yaşayanlar gibi bir aileye sahiptir. Anne, baba ve çocuklar gök hayatında da vardır. Dünya hayatında 
olduğu gibi gökyüzünde devam eden hayatta da insanlar, eş alıp getirebilmektedir. 
“Üç Kurbustan gelmesin diye 
Gökyüzünü de araştırdı. 
(…) 
Erlik Biy‟in bağırtısı 
Yukarıya çıkıp, Türk Halklarının Destan Yaratılarında Üç Dünya 1957


Turkish Studies 
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 
Volume 6/3 Summer 2011 
Üç Kurbustan‟a ulaştı.” (Dilek, 2002: 120, 164). 
Yukarıda konu ile ilgili bölümleri verilen Ak Tayçı adlı destanda da gökyüzünde yaşadığına 
inanılan Üç Kurbustan‟ın adı geçmektedir. Yeraltı dünyasının hâkimi olarak kabul edilen Erlik‟in, Üç 
Kurbustan ile birlikte anılması, tanrılar başta olmak üzere üç dünya arasında sürekli bir iletişimin 
gerçekleştiğini göstermektedir. 
 Evrenin en üst katı olarak düşünülen gökyüzünün insanları, Karaçay Malkarlar arasından 
derlenen Debet Destanı‟nda da göze çarpmaktadır: 
 “„Ben işsiz-güçsüz yeryüzünde durmam‟ deyip, kendisine kanatlı bir araba yaparak, 
gökyüzüne uçup gitmiş. Debet orada yaşayan gökyüzü insanları için hâlâ demirden silahlar, eşyalar 
yapıyormuş.” (Tavkul, 2004: 14). 
 Destan metninde geçen „gökyüzü insanları ifadesi‟ gökyüzünde bir hayat olduğunun, tıpkı 
yeryüzü ve yeraltında olduğu gibi kurulu bir düzenin bulunduğunun açık bir delilidir. 
 “Fuk, Nartların prensi ve hâkimidir. Hem yeryüzünde hem gökte yaşar. Gökyüzünde Fuk‟un, 
kartal kanatlarından yapılmış bir kalesi vardır.” (Tavkul, 2004: 65). 
 Debet ve Fuk adlı destanlarda görüldüğü gibi gökyüzünde yaşayan insanlar olağanüstü 
özelliklere sahiptir. Gök insanlarını, orta dünya insanlarından farklı kılan nitelikler bulunmaktadır. 
Gökyüzü insanları için çalışan ve kanatlı bir arabası olan Debet ile hem yerde hem gökte yaşayan, 
gökteki evi kartal kanatlarından yapılmış bir kale olan Fuk, insanüstü kahramanlardan sadece ikisidir. 
Gökyüzünün önemli tanrılarından biri de Ülgen‟dir. Bütün kâinatı yaratmış olan Ülgen, 
Şamanistler tarafından en büyük tanrı olarak kabul edilmektedir. İnsanların doğumundan ölümüne 
kadar yaptıkları işlerin hepsinde Ülgen‟in etkisi vardır. Şamanistler, Ülgen‟in rızasını kazanmak, onu 
memnun etmek için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Ülgen, aynı zamanda bir babadır. Çünkü onun 
oğulları ve kızları olduğuna inanılır. Ülgen‟in oğullarına ve kızlarına da Ülgen kadar saygı duyulur. 
Ülgen, yeryüzündeki insanların hayatını düzenleyen bir tanrıdır. Ancak o, yeryüzünü düzenleme, 
insanlar arasındaki ilişkilerin normal seyrinde devam etmesini sağlama gibi görevleri, yardımcısı 
konumunda olan ruhlar vasıtasıyla yapar (Yıldırım, 2004: 116). 
Mitolojik ve etimolojik anlamda kadın veya yer-ana başlığını karşılayabilen tanrı olarak 
karşımıza çıkan Ülgen, ışıklı dünyanın sonsuz güce sahip hâkimidir. Gök Tanrı‟nın yaratıcılık vasfı 
Ülgen‟e yüklenmiş; „ışık‟, Ülgen için sembol olmuştur (Bayat, 2007: 322,326). 
Ülgen‟in gökyüzündeki en üst katlardan birinde yaşadığına inanılır. Onların düşüncesine göre 
ulu tanrı, ulu göğün ulu katında oturmaktadır. İyilik tanrısı, ayın, güneşin ve yıldızların ötesinde yaşar 
(İnan, 2000: 32). 
Kozın Erken adlı destanda Ülgen ile ilgili olarak geçen kısım şu şekildedir: 
 “Döktüğü gözyaşı, 
Göller olup yığıldı. 
Yukarı çıkan sesi 
Tanrı Ülgen‟e ulaştı. 
(…) 
Ülgen göğü açıp yere baktı 
Kozın Erkeş‟in öldüğünü görüp 1958 Nilüfer YILDIRIM

Turkish Studies 
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 
Volume 6/3 Summer 2011 
Ceti Sabar‟ın kardeşi 
Altın Sabar‟ın nişanlısını kaçıran 
Kozın Erkeş bunu hak etti 
Üç defa daha ölsün, 
Defalarca ölsün…” (Dilek, 2002: 295-296). 
 Gökyüzünün kutsal olduğunu gösteren bir başka düşünce, gök kaynaklı olan varlıklar ve bu 
varlıkların taşıdığı önemdir. Kendisi ile aynı adı taşıyan destanın kahramanı Ayçınar: 
 “Cihan gördü mü senin gibi periyi 
Sen yoksa gökten mi geldin?” (Solmaz, 2007: 31). 
ifadeleriyle ululaştırılmıştır. Bir peri kadar güzel olan Ayçınar‟ın ancak gökten gelmiş olabileceği 
düşüncesi, gökyüzüne verilen değerden dolayıdır. Çünkü gök kaynaklı olan her şey güzel ve kutsaldır. 
 Türk dünyasının ortak kahramanlarından biri olan Köroğlu, olağanüstü özellikleri olan Kırat‟a 
sahiptir. Taşıdığı niteliklerle Köroğlu‟nu tamamlayan Kırat‟ın gökten indiğine inanılmaktadır. Oğulluk 
destanının konuyla ilgili kısmı şöyledir: 
 “Köroğlu‟na göklerden bağışlanmış bir atın olduğunu işitmiştim. Bu at, o at olmalı.” (Özkan, 
2007: 188). 
 Şamanizm‟e hâkim olan inanışlardan biri de iyi insanların ruhlarının ölümden sonra 
gökyüzüne çıktığıdır. 
 “Sen öleceksin, göğe uçacak adın.” (Özkan, 2007: 190) ibaresi, bu düşüncenin destana 
yansımış şeklidir. 
 Örnekleri verilen destanlardan hareketle Şamanizm‟de sadece gökyüzünün değil gökyüzünde 
yaşayan, gökyüzünden yere inen ve gök kaynaklı olan her şeyin kutsal olduğunun kabul edildiği 
görülür. 

Yeryüzü/Orta Dünya 
Gökyüzü ve yeraltının ortasında beşerî hayatın devam ettiği bölüm yeryüzüdür. Şamanizm 
düşüncesindeki evren anlayışının orta katını temsil eden yeryüzü en kalabalık ve en canlı âlemdir. 
Burada tanrı tarafından yaratılmış olan insanlar, hayvanlar, bitkiler kısaca birtakım canlılar 
yaşamaktadır. Yeryüzünde insanlara yardım eden iyeler ve onları yoldan çıkarmaya çalışan kötü ruhlar 
da bulunur. Yeryüzündeki yaşamını tamamlayan insanın ruhu, özelliğine göre ya yeraltına gider ya da 
göğe yükselir. Şamanizm‟de orta dünya olarak da adlandırılan yeryüzüne Altaylılar „çin yer‟ yani 
„hakikî yer‟ derler. 
Wilhelm Radloff, yeryüzünün insanlara iyilikte bulunan ruhların oluşturduğu bir cemiyet 
olarak şahıslandırıldığı bilgisini verir. Yeryüzünde kişileştirilmiş tabiat kuvvetleri bulunmaktadır. Yer, 
insanlara yaşayabilmeleri için ihtiyaçları olan tüm nesneleri sunar. Hiçbir şeyin sabit ve devamlı 
olmadığı bu kara parçası değişken bir yapıya sahiptir (Radloff, 1986: 219, 230, 231). 
Yeryüzü insanların ve insanlara yardım ettikleri düşünülen yer-su ruhlarının mekânıdır. 
Dağlar, ovalar, denizler, ormanlar ve daha pek çok coğrafî şekilden meydana gelen yeryüzü, 
Şamanizm‟deki evren düşüncesinin ikinci katını oluşturmaktadır. Bu inanç sistemine ait uygulamalar, 
merasimler hep yeryüzünde yaşayan insanlarla, şamanlar tarafından yapılmaktadır (Yıldırım, 2004: 
109). Türk Halklarının Destan Yaratılarında Üç Dünya 1959


Turkish Studies 
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 
Volume 6/3 Summer 2011 
Yer, gökyüzünün zıddı olan bir âlemdir ve olumsuz unsurları hatırlatır. Yerin sahip olduğu 
olumsuz unsurlar şunlardır: Edilgenlik, soğukluk, ıslaklık, yenilgi, zayıflık (Çoruhlu, 1993: 18). Orta 
dünyanın insanları, yeraltı tanrısı ve gökyüzünde bulunduğuna inanılan tanrı dışında yer-su 
ruhlarından da medet umarak yaşar. Zor durumda kaldığı zaman onlara sığınır, kurbanlar keser, 
onlardan bereket ister. 
Göğün iyi ruhları ile yeraltının kötü ruhları, dikkatlerin orta dünyaya çekilmesine sebep 
olmuştur. Çünkü bu zıt ruhlar arasındaki mücadele yere sahip olmak ve yeryüzündeki insanları kendi 
etkileri altında tutmak için yapılmaktadır (Bayat, 2007: 55). 
Destanlarda anlatılan olaylar evrenin ikinci katı olan yeryüzünde geçmektedir. Kahramanlar 
arasındaki mücadeleler ve günlük yaşam, gök ile yeraltı arasındaki mekânda olup biter. Bu nedenle 
destanlarda en fazla yer alan evren katmanı yeryüzüdür. Yeryüzünün destanlarda geniş yer tutması 
dolayısıyla, bu başlık altında sadece yeraltı ve gökyüzü ile ilişkilendirilen yeryüzü kısımları ele alınıp 
incelenecektir. 
Yeryüzü ile ilgili bölümlerin en çok yer aldığı destanlar, Altaylılara aittir. Altay destanlarında 
Şamanizm‟e ait izlerin fazla olması, Altaylıların Şamanizm‟e inanıp onu yaşatmaları ve Şamanizm 
ritüellerini hayatlarının her safhasına yerleştirmiş olmaları ile ilgilidir. 
Er Samır, Ak Tayçı ve Kökin Erkey adlı Altay destanlarında yeryüzünün, genellikle yeraltı ve 
Erlik ile beraber anlatıldığı dikkati çekmektedir. Er Samır Destanı‟nda yeryüzü için „Altay Yeri‟ 
ifadesi kullanılmıştır: 
 “Çok zaman geçmeden, 
 Açılır kapanırların ağzından 
 Gelip ak aydınlığa çıktılar 
Altay yerini gördüler.” (Dilek, 2002: 84). 
Kökin Erkey Destanı‟nda geçen: “Yer üstünü yedi kez dolaştı.(…)Yeraltında yaşayan, yerin 
üstüne savaş açan (…) yeryüzünden esir alınmış (…) Kıymetli at Kök Çookır, çıkıpyeryüzüne geldi.” 
(Dilek, 2002: 92, 194, 195, 197) ifadeleri, Ak Tayçı Destanı‟nda geçen: “Dördüncü elçisini sana 
göndermeden, onları yer üstüne çıkartmadan, sen karşı git. (…) Ortadaki gümüş sarayda yer 
üstünden zorla getirilmiş yedi gelin var.” (Dilek, 2002: 143, 149) ifadeleri ve Fuk Destanı‟nda geçen: 
“Fuk, gökyüzünde yaşadığı zamanlarda, uzun zincirlerin ucuna takılmış büyük kazanları yeryüzüne 
sarkıtır ve Nartlar o kazanları yiyecekle doldururlar.” (Tavkul, 2004: 65) ifadesi yeryüzündeki 
hayatın, gökyüzü ve yeraltı ile sürekli bağlantı halinde olduğunu, orta dünyadaki mücadelenin diğer 
iki dünyaya da yansıdığını göstermektedir. 
Yeraltı dünyasının sahibi olan Erlik, yeryüzündeki hayatta da varlığını hissettirmektedir. Erlik, 
bazen yeryüzündeki insanların huzurunu kaçırarak, bazen de korkunç sesiyle onları korkutarak orta 
dünyaya müdahale eder. Konuyla ilgili ilk örneğe Er Samır Destanı‟nda rastlanmaktadır: “Erlik Biy‟in 
sesi, yer üstüne kadar çıktı.” (Dilek, 2002: 100). 
Aşağıda verilen destan kısımlarında Erlik‟in yeryüzündeki hayatı nasıl etkilediği 
görülmektedir. Örneklerde ayrıca Erlik‟in görevi ve özellikleri ile ilgili bilgiler de verilmektedir:
 “Ak Bökö‟nün bağırtısı 
 Yeraltı ülkesindeki Erlik‟e ulaştı, 
 Yer üstünde yankılandı. 
 (…) 1960 Nilüfer YILDIRIM

Turkish Studies 
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 
Volume 6/3 Summer 2011 
Yer üstüne rahat vermeyen, 
 Kızarıp akacak kanı yok, 
 Ölecek canı yok 
 Erlik Biy seni izliyormuş.” (Dilek, 2002: 114, 143). 
 Şamanizm inancına göre yeryüzünde tek tanrı yoktur. Yeryüzünde bulunan iyeler veya 
yardımcı ruhlar ya Ülgen ya da Erlik tarafından görevlendirilmiştir. Yeryüzündeki düzeni sağlayan ve 
üç dünya arasında gidip gelerek tanrılar ile irtibata geçen kişi ise inancın merkezinde yer alan 
Şaman‟dır. Ancak Debet, Örüzmek ve Satanay Biyçe adlı destanlarda „Yer Tanrısı‟ ibaresi göze 
çarpmaktadır. Bu ibare muhtemelen yeryüzünde bulunan gizli güçleri kapsamaktadır. 
“Yer Tanrısı taşların dilini vermiş. (…) Çaresizlikten Yer Tanrısına yalvararak…” (Tavkul, 
2004: 19, 43). 
 İnsan hayatı, gökyüzü ve yeraltı dünyasının ruhlarına göre belirlendiği gibi, büyük ölçüde 
paylaşılan orta dünyanın koruyucu ruhları ile de bağlantılıdır (Bayat, 2007: 56). 
Yeryüzü, destan kahramanlarının ana mekânıdır. Göğün ve yeraltının arasında kalan yeryüzü 
insanları, göğün merhametine muhtaçtır. Yeraltındaki Erlik‟in ve kötü ruhların tehlikeleriyle karşı 
karşıya olan, çoğu zaman savunmasız kalan insanların Ülgen‟den sonra en büyük yardımcıları 
olağanüstü niteliklerle donatılmış destan kahramanıdır. 

Yeraltı /Aşağı Dünya 
Yeraltı, bir tür cehennem olarak nitelendirilebilecek karanlıklar diyarıdır. Sonsuz bir 
karanlığın hüküm sürdüğü bu diyar, insanlarda korku, dehşet, soğukluk, acı ve ölüm gibi rahatsızlık 
verici intibalar uyandırır. Kötü ruhlar, hayattayken iyi işler yapmayan insanların ruhları yeraltında 
bulunur. Her türlü hastalığın, hayatın sonu olarak kabul edilen ölümün kaynağı yeraltıdır. Yerin 
altında insanların gözyaşlarından oluşan ırmaklar akar. Toprağı, ışığı, suları, tanrısının sarayı, tahtı 
hatta güneşi dahi kapkara olan yeraltı dünyasının rengi siyahtır. Burada bulunan denizin içerisinde 
korkunç canavarlar yaşar. 
Mustafa Arslan, yeraltını “insan başta olmak üzere yeryüzündeki varlıklara zararı dokunacak 
karanlık güçlerin sembolik mekânı” olarak tanımlar ve yeraltı dünyasının gökyüzüne ve orada 
yaşayanlar için “tehdit unsuru” oluşturduğunu ifade eder (Arslan, 2005: 70). 
Altaylılar, yeraltını „zulmet memleketi‟ olarak değerlendirirler ve onun dokuz tabakaya 
ayrıldığını söylerler. Bu tabakaların tamamında cehenneme has bir güneşin korkunç ışıkları vardır 
(Gökalp, 1976: 84). Yerin tabakalardan ibaret olduğu düşüncesi Közüyke adlı destanda şu şekilde 
geçmektedir: 
“Sol kulağını yere eğdi, yerin katlarını araştırdı.” (Dilek, 2002: 345). 
Şamanist düşünceye göre gökyüzü gibi yeraltı da sayısı yedi ile dokuz arasında değişen 
tabakalardan/katlardan oluşur. Bu tabakaların her birinin kendine ait özellikleri bulunur. Destanlarda 
yerin altının yedi tabakadan oluştuğu düşüncesi daha yaygındır. 
Altay Buuçay Destanı‟nda yerin yedinci katından bahsedilir: 
“Yerin yedinci katına kadar iyice gömdü.” (Dilek, 2002: 220). 
Yerin yedi kattan ibaret olduğu düşüncesini destekleyen bir diğer bölüm Altaylılara ait Kozın 
Erkeş ve Ak Tayçı destanlarında da bulunmaktadır: Türk Halklarının Destan Yaratılarında Üç Dünya 1961


Turkish Studies 
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 
Volume 6/3 Summer 2011 
“Yerin yedi kat altına kadar iyice oyarak basıp batırdı.” (Dilek, 2002: 303). 
“Bahadır Ak Tayçı 
Sokor Kara bahadırın 
Geniş göğsüne 
Uzun kargıyı sapladı. 
Yukarı doğru kaldırıp, 
Üç defa sıçrayıp, 
Yerin yedi kat altına, 
Temir Kağan‟ın kapısına 
Fırlatıp saçtı.” (Dilek, 2002:139-140). 
 Şamanizm inancına bağlı halklar, yeraltının fiziki görünümünü, hafızalarında zenginleştirerek, 
nesilden nesle aktardıkları destanlarına yansıtmışlarıdır. Yer altında bulunan varlıklar, yeraltına hakim 
olan renkler, orada sürüp giden yaşamı ve daha nicesi hakkında bilgi sahibi olabilmek destan 
satırlarını okumakla mümkündür. Yeraltının görünümü ve özellikleri, örneklerle şöyle sıralanabilir: 
 Yeraltı karanlıktır, siyah renk her yeri bir kuşak gibi sarmıştır: “Aylı yerde yaşamasam da, 
karanlık yeraltında seninle yaşarım.” (Dilek, 2002: 361). 
 Yeraltı, toprağın derinliklerindedir. Er Samır adlı destan, yeraltının mesafesini vermesi 
bakımından dikkate değerdir: “Doksan kulaç yeraltında, durdurup onu yıkarız diye, gizlice sözleşerek, 
istemeyerek yıktık.(…)Doksan kulaç yerin altına indi.” (Dilek, 2002: 105). 
 Yerin altında sular akmaktadır: “Yeraltı suyundan içerek, ak otlakta dinlendi.”,“Kıyısı 
olmayan su akıyor, Kıldan yapılan köprü duruyordu.”,“Yealtının kutsal suyundan içti” (Dilek, 2002: 
40, 97, 197). 
 Yeraltının ruhları, yardımcı tanrıları, yaratıkları, şeytanları ve halkı vardır: “Ak saraydan ses 
duyuldu, yeraltı yaratığıymış gibi.” (Dilek, 2002: 245); “Ye altında yaşayan Erlik Biy‟le Temir Kağan 
gelip seni öldürmedikçe, bize durmak yok diye konuşuyorlar.(…) Temir Kağan‟ın hatunu, ye altının 
insanı değildi.(…) İlk ak sarayda Temir Kağan‟ın kızı var. O yeraltının sefihidir.” (Dilek, 2002: 142, 
146, 149); “Yeraltında yaşayan şeytanların yanına giderken, evine niçin gireyim?(…) Yeraltına 
vardığında, Kara Bökö‟nün yurdunda!” (Dilek, 2002: 64, 68); “Yeraltının şeytanları, tek kardeşini 
kaçırdığında onlarla otuz yıl savaştım.”(Dilek, 2002: 189); “Yeraltından Erlik‟in gönderdiği yüz kötü 
kızı dondurdun.” (Dilek, 2002: 129); “Senin kız kardeşin Erkin Ko, şimdi hayatta, yaşıyor. Yeraltında 
yaşayan Ceeken Küren, ata binen Celbis Sokor Kağan, kız kardeşini alıp kaçırdı.(…) Yeraltının sefihi 
Celbis Sokor Kağan‟ın zengin yurdunu yıktılar.(…) Yeraltında yaşayan, yerin üstüne savaş açan, atın 
iyisini yenine yıkan, Ceeken Küren, ata binen Celbis Sokar Kağan‟ın yurdunu gelip gördüler. (…) Yer 
altında yedi nesle Celbis Sokor Kağan‟ın işkence ettiği yeryüzünden esir alınmış (..) Yeraltındaki halk 
kin gütmesin diye, halkın tamamını kırdı.(…) Yeraltı cehenneminden aldıkları halkı yönettiler.” 
(Dilek, 2002: 187, 192, 194, 195, 196, 199); “Biz şimdi yeraltına düştük, bize bundan böyle yeraltının 
halkı rast gelir. Yeraltındaki halk seni rencide etmez. Yer üstünün Er Töstik‟i, yeraltına hoş geldin. 
Yeraltının alpleri, hünerbazları senin şılavından tutarlar. (…) Yeraltının alpleri beni zorla kaçırıdı. Ak 
saraya kilitleyip, altmış türlü eziyet ettiler. (…)İki tarafın hünerini görmek için yeraltının bütün 
meraklı halkı toplanır.” (Aça, 2002: 137, 139); “Yeraltında ok yontan, şah-ı zinde genç bala, Koşay‟ı 
ona emanet ettim.” (Aça, 2002: 167, 252). 1962 Nilüfer YILDIRIM

Turkish Studies 
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 
Volume 6/3 Summer 2011 
 Yukarıda verilen destan örneklerinde geçen kahramanların ve yaratıkların ortak özelliği kötü 
huylu ve kötü düşünceli olmalarıdır. Çünkü yeraltı, kötülerin diyarıdır. Yeraltında bulunanlar yer 
üstünde bulunan insanları kaçırırlar, korkuturlar, onlara işkence yaparlar. Orta dünyada bulunan 
kahramanlar da savaşmak için çoğu zaman yeraltına inerler, orada hüküm süren, yeryüzünün 
insanlarını esir alan uğursuz yaratıkları mağlup ederler. 
 Yeryüzünde kötülük yapan beşerin ruhu, yaptıklarına karşılık ceza olarak cehennem addedilen 
yeraltına gider (İnan, 1976: 96). Yeraltının olumsuz özellikleri, oranın „cehennem‟ olarak 
nitelendirilmesine sebep olmuştur: “Kıymetli Ak Boro yeraltı cehenneminin dibinden yükselip 
çıktı.(…) Yeraltı cehennemine indiler.” (Dilek, 2002: 164, 190). 
 Destanlarda yeraltı ile ilgili farklı bir ayrıntı göze çarpmaktadır. Yeraltına iniş yerinde bir 
deliğin/ağzın olması, yerin altına inmek isteyenlerin „açılır kapanırları‟ kullanmak suretiyle aşağı 
inmeleri, yeraltı dünyasının halk tarafından somutlaştırıldığının önemli bir göstergesidir. 
 Yeraltına inen ağız/delik ile ilgili ilk örneğe Kökin Erkey adlı Altay destanında 
rastlanmaktadır: “Başka kağanın yerine giden, yeraltına inen deliğin dibine inen kişi olmasın o. (…) 
Kök Çookır atına bindi. Yeraltına inen deliğin ağzında kayboldu.”(Dilek, 2002: 175, 188). 
 “Çanmak Bökö bahadırı, Çanmak Kara aygırıyla sıkıca tutup, üç defa silkeleyerek yeraltının 
ağzından aşağı kaşık gibi fırlattı. (…) Erlik Biy gelmesin diye yeraltına inen deliğin ağzını izledi.(…) 
Yeraltının ağzına doğru gidişini hızlandırdı. Böylece çok vakit geçmeden yeraltına inen delikten 
geçti.(…) Yeraltının ağzından ayın, güneşin ışığı kamışlıklı ak dağın ağarmış sivri başında, post kadar 
yeri aydınlatıyordu.” (Dilek, 2002: 94-95, 101, 120, 141-142) ifadeleri yeraltına inen bir ağız/delik 
bulunduğunu gösteren diğer örneklerdir. 
 Yeraltına inen deliğin ağzındaki sürekli açılıp kapanan kayalar için „açılır kapanır‟ ibaresi 
kullanılmıştır: “Açılır kapanırların öte tarafından, açgöz, tamahkâr Kara Bökö evlendiği eşini gök 
boğaya iyice sıkıp bağlayarak, ağlatıp inleterek Karanlık Altay‟a götürdü.” (Dilek, 2002: 42-43). Bu 
kısımda yeraltı dünyası, „Karanlık Altay‟ olarak adlandırılmıştır. 
Yeraltının ağzının kapatıldığı düşüncesinin yansıdığı destan satırları ise şöyledir: “Kara dağı 
keserek, yeraltının ağzını iyice kapattılar.” (Dilek, 2002: 166). 
Yeraltı dünyasını tamamlayan en önemli unsur Erlik‟tir. Evrenin en alt tabakası olan yeraltının 
tanrısı Erlik, yeraltı dünyasının karanlık, soğuk, gizemli ve korkunç yüzünü şahsında ve görünüşünde 
toplamıştır. Kötü ruhların hapsedildiği yer altının efendisi Erlik, hakimiyeti altında bulundurduğu 
mekânı, sahip olduğu özelliklerle tamamlar. Erlik, dış görünüşü, yaptıkları, oğul ve kızlarıyla 
destanlarda oldukça geniş yer tutar. 
Erlik, ölümün kaçınılmazlığı ile canlılar üzerinde korku yaratır. Yeraltı âleminin hâkimi 
olması dolayısıyla aynı zamanda güç sahibidir. Bu nedenle Erlik kelimesi, „kudret, güç‟ anlamına 
gelen „erk‟ kökünden türemiştir (Bayat, 2007: 325). Yani Erlik‟in özellikleri, adı ile doğru orantılıdır. 
Erlik‟in fiziki özellikleri destanlarda şu şekilde geçmektedir: “Bıyığı memelerinden aşan, iki 
gözü deniz gibi Erlik Biy konuştu. (…) Er öldürmeye alışkın şeytan yaratılışlı Erlik Biy kapıdan beri 
çık dedi.” (Dilek, 2002: 99-100). Erlik‟in sesi ve çığlıkları da en az görünüşü kadar korkunçtur: “Erlik 
Biy‟in sesi, yer üstüne kadar çıktı. Çığlıklarının her biri yeraltına yayıldı. (…) Erlik Biy‟in bağırtısı 
yukarıya çıkıp, Üç Kurbustan‟a ulaştı. Aşağıya inip yeraltında yankılandı.(…) Erlik Biy, kötü sesiyle 
bağırdı.” (Dilek, 2002: 164, 165). 
Er Samır Destanı‟nda Erlik için kullanılan “Attan başka atlı, insandan başka görünüşlü, 
yeraltının şeytanı.” (Dilek, 2002: 45) ifadeleri de ilgi çekicidir. Türk Halklarının Destan Yaratılarında Üç Dünya 1963


Turkish Studies 
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 
Volume 6/3 Summer 2011 
“Erlik Biy‟in demir sarayı yakında duruyor, demir kapısı buz gibi eriyip döküldü. (…) Erlik 
Biy, karanlıktan çıktı, kara kanatlı boğasına bindi, dokuz kancalı bakır oltayı sağ eline aldı.” (Dilek, 
2002: 161-163) ifadeleri de Erlik‟in yaşadığı yeri ve kullandığı eşyaları göstermektedir. Erlik‟in 
kapsında köpeklerin bekçilik yaptığı da görülmektedir: “Erlik Biy‟in kapısında anlayışlı, ferasetli iki 
cins köpek çevreyi gözetleyip yatıyormuş” (Dilek, 2002: 99). 
Kötülükler diyarının hakimi olan Erlik‟in huyu ve düşünceleri gibi yaptığı işler de kötüdür. O, 
orta dünya insanlarını kaçırıp kendi karanlıklarına hapseden, onlara azap çektiren bir beladır. Fuzuli 
Bayat‟a göre Azrail‟in fonksiyonunu yüklenmiştir (Bayat, 2007: 328). 
Erlik‟in yaptığı kötü işlerden bazıları şunlardır: 
“Yedi gelini çalan Erlik Biy‟in yurduna yönelip hızla gözden kayboldu.(…) At öldürüp yiyen, 
er öldürmeye alışkın şeytan yaratılışlı Erlik Biy! (…) İki ağabeyini Erlik kaçırdı. Yeraltından Erlik‟in 
gönderdiği yüz kötü kızı dondurdun. (…) Erlik Biy‟le Temir Kağan, bana rahat vermeyip, sürekli 
kapıma dayanıyorlar. (…) Yer üstüne rahat vermeyen, kızarıp akacak kanı yok, ölecek canı yok Erlik 
Biy seni izliyormuş.(…) Senin gibi bir genç, Erlik‟in elinde ölmektense tekrar yurduna dönsün.(…) O 
çocuk er olmak üzereyken, Erlik Biy çalıp götürdü.” (Dilek, 2002: 160, 99, 129, 143, 145, 151, 112). 
Erlik oğlu, kızı ve çeşitli akrabaları bulunan bir tanrıdır. Onun çevresinde bulunanlar da tıpkı 
kendisi gibi soğuk görünüşlü, kötülük düşkünü kimselerdir. Yedi oğlu yedi kızı olan Erlik, bazı 
destanlarda onlarla birlikte hareket etmekte, yeryüzündeki insanlara kan kusturmaktadır. Ak Tayçı, 
Kozın Erkeş, Er Samır destanlarında Erlik‟in yedi oğlu ve yedi ve kızıyla ilgili satırlar bulunmaktadır. 
“Erlik Biy‟in yedi oğlu gelerek, yedi gelini kaçırdılar. (…) Onu gören Erlik Biy, yedi sarı 
oğluyla, yedi sarı kızıyla iyice yeraltına indi. (…) Kozın Erkeş eşimi, Erlik‟in oğluna değişmem.” 
(Dilek, 2002: 157, 161-162, 296). 
Erlik‟in oğulları ve kızlarının sayısının yedi olması da önemlidir. Şamanizm düşüncesinde 
yedi sayısının önemli olmasının bazı sebepleri vardır. Sibirya‟da göğün yedi kat olduğu düşüncesi 
hâkimdir. Altaylı Şamanlar‟ın kıyafetlerinin üzerinde yedi tane çıngırak asılıdır. Altaylılara göre bu 
yedi çıngırak, gökyüzünde yaşayan Ülgen‟in yedi kızını temsil etmektedir. Şamanizm‟e inanan Türk 
boylarının büyük bir çoğunluğunda ölen insanın ruhunun, öldüğü yeri üç ya da yedi gün içinde terk 
ettiğine dair yaygın bir kanaat mevcuttur. Işıklı âlemin hükümdarı Ülgen‟in de yedi oğlu, yedi kızı 
vardır (Çoruhlu, 2002: 196-198). 
Erlik‟in kızlarından birinin adı, yaşadığı mekân ve kıyafeti ile ilgili bilgiler de destanlarda 
mevcuttur: “Kara sarayın içinde, ak tahtın üstünde, su samurunun tüylerinden yatağı, kara samurdan 
yapılmış yakası ile Erlik Biy‟in bir kızı Sarı Koran adlı gelin kendinden geçmiş halde yatıyormuş.” 
(Dilek, 2002: 71). Görüldüğü gibi, Erlik‟in kızının tasvirinde Şamanizm‟in önemli renklerinden Erlik 
ile özdeşleşen siyah ağır basmaktadır. 
Erlik‟in çevresinde çocuklarından başka güveyisi, yardımcılar, elçiler, bizzat Erlik tarafından 
yetiştirilmiş pehlivanlar da bulunmaktadır: “Açılır kapanırların öte yanında Erlik Biy‟in ortanca 
güveyisi, yer göbekli kara Bökö, yurduna savaşmaya geldi. (…)Erlik Biy‟in elçileri, Erlik‟e varmaya 
acele mi etmiştiniz? (…) Erlik Biy‟in yardımcısı, Temir Kağan‟ın elçisi, dokuz eklemli, kadehi insan 
başından, göbeği yere bağlı, çatık kara kaşlı Elçe Ködükey Kara Uul, sana doğru geliyor. (…) Beş 
bahadırı yenerek, Erlik Biy‟in hazırladığı pehlivanları öldürerek, Ak Tayçı tekrar çıktı.” (Dilek, 2002: 
46, 51, 135, 154). 
Verilen örneklerde Erlik‟in çevresindekilerin isimlerinin verilmesi, tasvirlerinin bulunması, 
onların da Erlik kadar önem teşkil ettiğinin bir göstergesidir. 
 1964 Nilüfer YILDIRIM

Turkish Studies 
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 
Volume 6/3 Summer 2011 
SONUÇ 
Destanlar, Şamanizm inancına ait üçlü dünya düşüncesinden önemli izler taşırlar. Üçlü dünya 
sistemini oluşturan katmanlar gökyüzü/ışıklı dünya, yeryüzü/orta dünya ve yeraltı/aşağı dünyadır. Her 
katmanın kendine ait hâkimi, ruhları ve özellikleri vardır. 
Üç kademeli evren sisteminin Türk halklarına ait folklor ürünlerine yansıdığı görülmektedir. 
Türk halklarına ait destan metinlerinden hareketle Şamanizm inancındaki üç evren ve 
özellikleri, bu evrenlerin sahibi olan tanrılar ve üçlü düzenin insanları hakkında çeşitli bilgilere 
ulaşılmakta, böylece destanın sahibi olan milletin inanç sistemine ilişkin ayrıntılar ortaya 
konulmaktadır. 

KAYNAKÇA 
AÇA, Mehmet, Kazak Türklerinin Destanları ve Destancılık Geleneği, Kömen Yayınları, Konya 
2002. 
ARSLAN, Mustafa, “Türk Destanlarında Evren Tasarımı”, Prof. Dr. Fikret Türkmen Armağanı, 
2005, s. 65-75. 
BAYAT, Fuzuli, Türk Mitolojik Sistemi, Ontolojik ve Epistomolojik Bağlamda Türk Mitolojisi 
1, Ötüken Yayınları, İstanbul 2007. 
ÇORUHLU, “Yaşar, Türk Sanatında Görülen Hayvan Figürlerine „Gök ve Yer‟ Sembolizmi 
Açısından Bir Bakış”, Türk Dünyası Araştırmaları, S.87, 1993, s.17-42. 
ÇORUHLU, Yaşar, Türk Mitolojisinin Anahatları, İstanbul, Kabalcı Yayınevi, 2002 
DIYKANBAYEVA, Aygerim, (1999). Kococaş Destanında Şamanistik Unsurlar, Ege Üniversitesi, 
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İzmir. 
DİLEK, İbrahim, Altay Destanları I, TDK Yayınları, Ankara 2002. 
ELİADE, Mircea, Şamanizm İlkel Esrime Teknikleri, Çev.: İsmet Birkan, İmge Kitabevi, Ankara 
1999. 
GENÇ, Reşat, Türk İnanışları ve Millî Geleneklerinde Renkler ve Sarı Kırmızı Yeşil, Atatürk 
Kültür Merkezi Başkanlığı Yayınları, Ankara 1997. 
İNAN, Abdulkadir, Eski Türk Dinî Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1976. 
İNAN, Abdulkadir, Tarihte ve Bugün Şamanizm-Materyaller ve Araştırmalar, Kültür Bakanlığı 
Yayınları, İstanbul 2000. 
KARACA, Oktay Selim, Kazak Destanları 3, TDK Yayınları, Ankara 2007. 
ÖGEL, Bahaeddin, Türk Mitolojisi II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 2002. 
ÖZKAN, Nevzat, Gagavuz Destanları, TDK Yayınları, Ankara 2007. 
RADLOFF, Wilhelm, Sibirya’dan Seçmeler, Çev.: Ahmet Temir, Kültür ve Turizm Bakanlığı 
Yayınları, Ankara 1986. 
SEYİDOV, Mireli “Gök, Ak ve Kara Renklerinin Eski İnançlarla Alâkası”, Türk Kültürü, Çev.: 
Orhan Yavuz, , S.52 (1998), s.33-49. 
SOLMAZ, Ayşe, Özbek Destanları 3, TDK Yayınları, Ankara 2007. Türk Halklarının Destan Yaratılarında Üç Dünya 1965


Turkish Studies 
International Periodical For the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 
Volume 6/3 Summer 2011 
TAVKUL, Ufuk, Karaçay-Malkar Destanları, TDK Yayınları, Ankara 2004. 
YARDIMCI, Mehmet, Türk Halk Edebiyatında Anlatmaya Dayalı Türler ve Halk Bilimi, Ürün 
Yayınları, İzmir 2008. 
YILDIRIM, Nilüfer, (2004). Anadolu Masallarında Şamanizm İzleri, Fırat Üniversitesi, Sosyal 
Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Elazığ 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder