17 Ekim 2013 Perşembe

halide edip adıvar öykülerinde milliyetçilik

TÜRK EDEBiYATlNDA FANTASTiK TÜR AÇlSINDAN FARKLI BİR DURAK: HAL İDE EDİP ADIVAR'IN BAZI ÖYKÜLERİNDE MiLLiYETÇi "TAYFLAR"
Dr. Öğr. Gör. Pelin Aslan
 Bahçeşehir Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi aslan.pelin@gmail.com
ÖZET: Bu makalede, Türk edebiyatında yazıldığı döneme kadarki eseriere kıyasla bir edebi tür olarak fantastiği yeni ve başka bir amaçla kullanan Halide Edip Adıvar'ın bu kullanımını örnekleyen "Işıldak'ın Rüyası", "Denizin Anılarından-3" ve "Duatepe" adlı hikayelerine odaklanılacaktır. Önce, Türk edebiyatında fantastik türün kullanımı, dönemin edebi atmosferi ve bu atmosferin ürettiği edebi yapıtiara dair kısa bir değerlendirme sunulacaktır. Ardından, dönemin şartlarına uygun olarak, milliyetçi söyleme yapıtlarıyla katkıda bulunmak isteyen Halide Edip Adıvar'ın fantastiği yukarıda adı geçen hikayelerinde hangi amaçla ve nasıl kullandığı ayrıntılı bir biçimde ele alınacaktır. Yazarın amacının farkının daha iyi kavranabilmesi için "Kabala'nın Cadısı" adlı bir diğer fantastik hikayesine de değinilecektir. Bu değinme sonucunda yazarın milliyetçi fantastik hikayelerinde, olağanüstü, gerçekdışı varlık ve durumlar için "tayf' kelimesini kullandığı, buna karşılık "milliyetçi yüce" bir amaçtan sıyrıldığında, merak, gizem ve korkunun buluştuğu fantastik bir öykü anlatmak istediğinde hayalet/ hortlak/cadı kelimelerini kullandığı önemli bir ayrıntı olarak belirecektir. Makalenin son kısmında da Milli Mücadele yıllarında Halide Edip'in, "tayf'lı hikayeleriyle Türk edebiyatı içinde fantastiğin farklı bir kullanımını gündeme getirdiği ve fantastiği ulvi, semavi ve mistik bir boyuttan kurgulayarak milliyetçiliği besieyecek bir unsur olarak görüp fantastik türe yeni bir "kullanım-değeri" yüklediği sonucuna varılacaktır.

250
(ghost/zombie/witch). In the conclusion, this paper will claim that Halide Edip Adıvar attributes a new "use-value" to fantasy genre in Turkish literature during the period of the national struggle, through writing the stories with "tayf' written in a supreme, supramundane and a mystical way to reinforce Turkish nationalism.
Key Words: Turkish literature, fantastic literature, fantastic story, Halide Edip Adı var.
Giriş
Fantastik Tür ve Törün Türk Edebiyatındaki Konumu
Fantastik tür, genel anlamda, nesnel dünyada temsili imkansız olanı içeriği haline getiren, sınırsız bir hayal gücüyle meşgul olan, gerçeği bozan, yadırgatan, bilinenin ötesine geçen, kabullenilmiş gerçeği, gerçek diye bilineni ve yerleşik edebi kurallan yerinden eden ve tüm yaptıklarına açıklama getirmeyen ama yine de bir şekilde okuma süresi boyunca okurunu ikna edebilen ve okurundan yüksek bir zihinsel katılım talep eden bir edebi tür olarak tanımlanabilir. Bu bağlamda fantastik bir anlatı, epistemolojik ye ontolojik sınırlan zorlar. Fantastik türe dahil edilen metinler bilgiye, bilebilirliğe, bilinebilirliğe, varoluşa ve var olmaya dair tüm ön kabulleri yeniden düşündürür. "Neyi, nasıl ve ne kadar bilebilirim?" gibi sorular sordurarak bilginin/ bilebilmenin alanını; kurguladığı başka bir gerçeklikle, oynadığı imkansızlık oyunuyla, yanıt aramaya yönelttjği "ben kimim, niye bu dünyadayım, tüm bunlar nasıl ve neden oluyor?" tarzındaki sorularıyla da varlığın alanını sorgulatır, genişletir. Okura yaşadığı fiziki dünyada tanık olması mümkün olmayan durum ve olaylar göstererek onu aslında bilinçdışına dair bir yolculuğa davet eder ve bu yolculuk çoğu zaman "öteki" ile yüzleşmeyi kaçınılmaz kılar. Fantastik tür olarak kabul edilen metinler, okuru içinde bulunduğu zaman ve mekandan uzaklaştırarak tekinsizin atmosferine çeker; ona korkulanyla, imkansız arzulanyla karşılaşabileceği benzersiz, eşsiz, belirsizlik ve gizemle dolu tekinsiz bir öte dünya vaat eder. Bu dünya kimi zaman ikincil bir dünya olarak kurgulanır kimi zaman da yaşanılan dünya içinde oluşturulur. ikincil bir dünya şeklinde kurgulanmış ya da nesnel dünyaya müdahale şeklinde oluşturulmuş olması okurun yaşayacağı deneyimi değiştirmez; okur fantastik bir aniatı sayesinde kendine ve yaşama dair yeni bir anlamlandırma alanıyla tanışrnış olur (Irwin, 1976; Jackson, 2003; Rabkin, 1977; Rabkin, 1979; Steinmetz, 2006; Todorov, 2004).
Ancak fantastik türe atfedilen bu en belirgin özellikleri taşıyan metinlere Türk edebiyatında uzun süre rastlanmaz. Türk edebiyat taribine yakından bakıldığında fantastik türün son yıllar dışında yaygınlaşmadığı, kendini hiçbir dönem edebiyatın merkezine taşıyamadığı ve hep cılız kaldığı görülür. Edebiyatırnızda fantastik anlatılar, ait olduğu dönemin ruhuna uygun olarak işlevselliğe bürünen, hep bir ideolojinin taşıyıcısı olarak tercih edilen aniatılar olmuşlardır.
Bilindiği üzere, on dokuzunca yılda Osmanlı seçkinleri yeni bir edebiyat oluştururken, bu edebiyatın en önemli dayanağını modernleşme olarak görmüşlerdir. Osmanlı aydını kendini gerisinde algıladığı Batı dünyasına yetişmeye çalışırken bu gecikmişliği giderecek, toplumu Batılılaştıracak!modernleştirecek bir edebiyata ihtiyaç
251
duymuştur. Bu görüşe göre, mevcut edebiyat bu ihtiyaca cevap vermekten çok uzak, hatta varlığıyla Osmanlı'yı hedefinden uzaklaştıracak bir engel olarak görülmüştür. Bu yüzden aydınların gözünde bir Batı türü olan roman, modernleşmenin kendi aygıtı olabilecek bir tür olarak belirmiştir. Bu yeni türü tanımlama eski yazılı türleri, geleneksel hikayeleri "ötekileştirme" sürecini beraberinde getirir. Gözlenebilen gerçeğe dayanan, imkan dahilindeki olayları anlatan, ahlakı güzelleştirmeye yarayacak, eğitim ve ilerlemeye katkı sağlayacak olan yeni tür roman ve hikaye karşısında geleneksel hikayeler eksik/ kusurlu/ ilkel ötekilerdir. Doğadışı, tılsım, büyü ve olağanüstünün geniş yer kapladığı, zaman ve mekanın genelde belirsiz bırakıldığı, imkansız ve akıl almaz maceraların yer aldığı geleneksel hikayeler rasyonel bir dünya görüşünün egemen kılınmaya çalışıldığı böyle bir dönemde çocuklar için bile gereksiz, toplumsal fayda sağlamanın çok uzağında ve modern öncesine ait olandır; bu bakımdan da artık geride bırakılması gerekendir.
Bu bağlamda ilk dönem yazarlarının gündernlerinde olan mesele, geleneksel hikayelerden tamamen farklı, hayal ve gerçek dışına değil gerçeğe ve akılcılığa dayanan romanı üretmektir. Bu yüzden de fantastik tür, bu dönemde kendine yer bulamaz. Geleneksel hikayelerin içerdiği özellikler, dilli esaslara göre yaşayan bir toplumun melek, şeytan, cin, cennet, cehennem gibi kavramlara, hurafelere ve mucizevi olaylara yatkınlığı aslında fantezi için geniş bir beslenme kaynağı teşkil eder. Ancak aklın hakim kılınmaya, yazar eliyle aydınlanmaya ve hızla modernin ve bilimselin kaynağı olarak kabul edilen Batı'ya öykünüldüğü böyle bir zaman diliminde bu kaynak besienilecek bir pınar olarak görülmemiş, aksine kurutulmaya/ bastırılmaya/ inkar edilmeye/ aşılmaya çalışılmıştır.
Ancak, yazarların idealindeki neden-sonuç ilişkisine ve mantık yasalarına göre şekillenen gerçekçi romanlar bir anda yazılamaz. Koca karı masalıyla eş tutulan geleneksel hikayeler yazarların hemen yanı başındadır. Bu hikayelerin içinde Muhayyelat etkisini 19. yüzyıl sonunda da sürdüren, uzun süre çok okunmuş bir eser olarak durmaktadır. Cinli, perili, büyülü olaylarla dolu, yer yer olağanüstüden fantastiğe kayan anlatısıyla Aziz Efendi'nin bu eseri küçümserren ve yem tür romanın asla benzernemesi gereken öteki metin olarak belirir.
19. yüzyılda okurlar, Muhayyelat ve halk hikayelerinin yanı sıra Jules Verne'in çeviri romaniarına da büyük ilgi göstermiştir. Bu bağlamda okur, hala daha hayali olanı talep etmekte ve modern bir hayat biçimini anlatan, gerçekleşmesi mümkün olaylar aktaran, didaktik tonlu yeni tür romana mesafeli durmaktadır. Bu da yeni tür roman yazarlarını gelenek karşısında yeni bir estetik ideoloji benirusetme konusunda daha da kararlı hale getirmiştir. Yazarlar, geleneksel hikayeleri her fırsatta kötüleyerek, sürekli bir kıyaslamaya tabi tutarak yeni tür romanı yüceltmiş, kötü ve ilkel olanın yerine iyi ve modern olanı ikame ettikleri konusunda dayatmacı bir tavır sergilerruşlerdir. Modernleşme projesinin önemli bir parçası olarak modernleştirmede belirleyici bir ses olmanm yanı sıra, yeni bir edebiyat piyasası oluşturma ve bu piyasada hem prestijli bir yer edinip hem de iyi bir pazar payı edinmeye çalışan Osmanlı yazarı için okurun da olağanüstüne dayanan geleneksel hikayelerden sağumasını sağlamak amaçlarına ulaşmaları açısından kaçınılmazdır.
252
İşte bu noktada Ahmet Mithat'ın aniatıları tüm bu dinamiklerin somutlaştığı aniatılar olarak belirir. Akılcılığa, ilerlemeye ve gerçekliğe vurgu yapan modernleşme taraftan yazarların romanları içinde onun romanları teoriden pratiğe, gelenekten moderne geçişin o kadar da kolay olamadığını, olağanüstüden beslenen bir hikayeciliğin gerçekçi romana bir anda evrilemeyeceğini göstermiştir. Hem geniş bir okur kitlesine seslenmek hem de bu kitleyi modernleştirmek, eğitmek isteyen Ahmet Mithat'ın anlatılan okurların ilgisini daha çok çekebilmek için onlara alıştıkları tarzdaki hikayelerin dünyasını modern bir biçimde sunar. Yeni türün barındırmaması gereken olağanüstüye geniş yer veren, zaman zaman da fantaziye yaklaşan romanlarıyla Ahmet Mithat, fantastik türde bir roman yazmaz ama olağanüstü ile gerçekçi romanın tuhaf melezleşmesini örnekler. Onun romanlarında olağanüstü unsurlar kimi zaman aşk, entrika, komedi ve maceranın yanında okunabilirliği artıran, okuru daha çok cezp etmeye yarayan satış kaygıb bir tercih sebebi olurken kimi zaman da alaldışı, mantık karşıtı ve algılanamayan bir gerçekliğin imkansızlığını kanıtlamak, gerçeğin gerçekliğini daha fazla vurgulamak için kullanılır.
Modernleşmenin bir parçası olarak beliren ve şekillenen roman ve hikaye, değişen sosyopolitik koşullarının etkisi ve dönem yazarlarının birikimiyle Servet-i Fünun döneminde estetik boyutuyla öne çıkmış, geleneksel aniatıların gölgesinden tamamen kurtulmuş ve Batılı çağdaşlarına çok daha benzer, bu anlamda da hem içerik hem anlatım açısından çok daha gerçekçi bir hale gelmiştir. Kolektif deneyimleri anlatmak yerine bireyin hikayesini sunan, Tanzimat kuşağına göre kendi bireyselliklerinin çok daha farkında olan bu dönem roman yazarları için de gerçeklik, romanın başarısı için en önemli ölçütlerin başında gelir. imkansızı, akıl almaz maceraları anlataı:ı romanlar bu dönemde de masalla eş tutulmuş ve sınırsız bir hayal gücü romanın en büyük kusuru olarak görülmüştür. Bu yüzden de fantazi bu dönemde estetik ve yazınsal kaygılardan ötürü kendine yer bulamamıştır.
191 O' !ara gelindiğinde sosyopolitik yapıda önemli değişiklikler göze çarpar. Meşrutiyet ile birlikte siyasi modernleşmenin deneyimlendiği, devletin modernleştirici figür olarak belirdiği bu dönemdeki yenilikler, Cumhuriyet döneminde gerçekleştirilen reformların ilk ayağını teşkil eder. Vatandaş-birey yaratmanın, laik bir kamusal düzen oluşturmanın öncelikli hedefler haline geldiği bu dönemde de vurgu akılcılık üzerine olmuştur. Beşir Fuad ile başlayan, Abdülhamit döneminde devam eden ve Meşrutiyet döneminde çok daha görünürlük kazanan pozitivizmi yayma çabaları pozitivizm karşıtlarının da sesini duyurmasına neden olmuş ve düşünsel hayatta yaşanan madde- ınana karşıtlığı romanın dünyasına da sızrnıştır. Bu yüzden de bu dönemde bilimsel gerçekliğin ötesinde bir gerçeklik olmadığını anlatan ve bunu anlatırken de okuru sıkmamak adına fantastik unsurlardan yararlanan çok sayıda popüler roman görülür. Bunun yanı sıra mistisizmden beslenen, bilinen, görünen hakikatİn yerine ilahi hakikatİn varlığını göstermeye çalışan aniatılar da kendini gösterir.
Ayrıca, özellikle Meşrutiyet'in ilk yıllarında esen özgürlük rüzgarları uzun süre sansüre maruz kalan edebiyat piyasasının hareketlenmesini sağlamış, çok sayıda eser okurla buluşmuştur. Çok azı günümüz okuruna ulaşan bu roman ve hikayeler içinde konu çeşitliliği görülmekle birlikte tür çeşitliliği görülmez. Bu bağlamda fantastik türde yazılmış anlatılarla karşılaşılmaz ama fantastik unsurların sıklılıkla kullanıldığı
253
romanların varlığından söz edilebilir. Fantastik unsurlar, dönemin söyleminin yarattığı ikililiğe paralel olarak pozitivist/maddeci dünya görüşü ile mistik/ ruhçu dünya görüşünü karşılaştırmak için anlatıda yer alır ve yazarının benimsediği görüş doğrultusunda bir işlevsellik kazanır. Bu açıdan fantastik unsurlar, yazann empoze etmek istediği görüşe göre ya okura bilimin onayladığı, gözlernlenebilen bir gerçekliğin dışında başka bir gerçekliğin olamayacağ!nı ya da manaya dayalı bir dünyanın varlığınm hiçbir şekilde inkar edilemeyeceğini göstermek amacıyla tercih edilmiştir.
Ancak, dönemin egemen söylemini, bilimsel, akılcı dünya görüşünü katı bir biçimde benimsemiş ve savunuculuğunu üstlenmiş olan Hüseyin Rahmi Gürpınar'm romaniamu ayrıca değerlendirmek gerekir. Hüseyin Rahmi'nin çoğu romanı fantastik unsurların bolluğuyla dikkat çeken, çoğu zaman fantastik bir atmosfer yaratan ama neredeyse her zaman fantastiği mantıklı ve akılcı bir açıklamayla ortadan kaldıran romanlar olarak belirir. Geleneksel bir yaşarn ve düşünce biçimi olan halkı eğitmek, onlara pozitivist, akılcı bir dünya görüşünü benimsetmek için yazdığı romanlarında Hüseyin Rahmi, fantastiği materyalizm, ruhçuluk gibi ciddi ve felsefi konuları popülarize etmek için kullanmıştır (Aslan, 20 lO: 83-22).
Milli Mücadele Dönemi
Halide Edip Adıvar'ın bu makalede incelenecek olan hikayeleri Milli Mücadele döneminde yazılmıştır. Bilindiği üzere, Meşrutiyet'in ardından yapılan yenilikler, tasarlanan modernleşme hareketi, ilk başta bütün etnik grupları kucaklama eğilimindedir. Meşrutiyet yandaşları, imparatorluğun devarrunın imparatorluğu meydana getiren bütün unsurların Batılı modern dünyanın kodlarına göre vatandaşibirey olarak yeniden inşa edilen kimliklerle sağlanabileceğini düşünmektedirler. Ancak, kısaca söylemek gerekirse 1908'den itibaren başlayan Türkçülük çalışmaları, "milli iktisat" politikasının etkileri, etnik grupların bağımsızlıklarını kazanması ve nihayetinde 1911- ı 912'de cereyan eden Balkan Savaşı'nın travmatik sonuçları Osmanlıcılık düşüncesinin yerini milliyetçilik fikrine bırakmasına neden olur. Sürekli savaşların ve zor geçen yılların belirlediği böyle bir ortamda edebiyat da dönemin ihtiyaçları doğrultusunda milli bir kimliğe bürünmeye başlar.
Osmanlı-Türk edebi ortarru için "1914-1918 arasındaki edebi üretim yüzeyde propaganda amacı taşısa da, temelde 19 ı 4 öncesinde devralınan, tamamlanmarruş bir ulusal kültür inşası projesinin devarru niteliğindedir. ... 19 ı 4-1918 döneminde üretilen savaşla ilgili edebi ürünlere baktığımızda ... sancılı bir 'milli benlik' oluşturma çabasını görürüz." (Köroğlu, 2004: 29-30) tespitinde bulunan Erol Köroğlu, Türk Edebiyatı ve Birinci Dünya Savaşı adlı çalışmasında savaş dönemi yapılan tartışmaları ayrıntılı bir biçimde ortaya koyar. Artık edebiyatın kuramsal boyutunu masaya yatıran tartışmalar bir kenara bırakılrruş, "harp edebiyatı" yokluğu ve bu yokluğun nasıl giderileceği tartışılmaya başlanrruştır. Ayrıca Köroğlu, dönemde gerek düzyazı gerekse şiir ürünlerinin kağıt sıkıntısı, hükümet baskısı, şartların sebep olduğu moralsizlik ve maddi sıkıntılardan dolayı okurların kitap alamaması gibi nedenlerden azaldığını kaydeder. Ama yine de gazetelerin sansürden dolayı boş kalan sayfalarını edebi çalışmalara açmasının ve 1917' den sonra da hükümetin propaganda yapacak ürünleri teşvik etmesinin durgunlaşan edebi üretimi tekrar hareketlendirdiğini ekler (age., 334).
254
Böyle bir dönemde roman anlayışına balaldığında artık, romanda da vurgunun "milliliğe" kaydığı görülür. Örneğin, Ali Canip 1911'de yazdığı "Garp Mektebinin Amilleri" adlı yazısında Servet-i Fünfin yazarlarının edebi yaklaşımını benimsediği Hippolyte Taine'in görüşlerinin artık çöktüğünü iddia eder. Bir dönem için geçerli olan Batı'ya yönelme artık ömrünü tamamlamıştır. Edebiyatın ait olduğu cemiyetle ilişkisini çok önemseyen Ali Canip, "Milli Edebiyat" yazısında da "Aşk-ı Memnu'da yaşar gibi görünen adamlar bu muhitin adamları değildir. ... Kozmopolit edebiyatın malıdır. Refik Halit'in Hakk-ı Sükut ve Nebbaş'ı okunmalıdır. Bunların kahramanları içimizde yaşıyor. Türk'tür, halis Türk'tür. Biraz İngiliz, biraz Fransız, biraz bilmem ne değildir." (Ali Canip, 132711911: 34-35) değerlendirmesinde bulunur. Bu da gösterir ki Tanzimat'tan bu yana değişen pek de bir şey yoktur: Romandan beklenen dönemin şartlarına, yönlendirici söylemine uygun atmosferi en iyi, en "gerçekçi" biçimde yansıtmak. Bu dönem de kendinden öncekini eleştirerek kendini kurar; Batı'ya öykünen romanların devri kapanrnıştır; romanlarda artık "milli bir endişe, milli bir balaş ve milli bir yönlendirme" olmalıdır. 1918'de ''Epope Nedir?" başlıklı bir başka yazısında Ali Canip, Ahmet Mithat'tan başlayarak Osmanlı'da romanın tarihsel gelişiminden bahseder. Hikayeyi karşılayan epope kavramı ile o da, Halit Ziya'nın Hikaye'de çalışmasında yaptığı gibi, hikayenin tarihsel gelişimi hakkında bilgi verir. Menkıbelerin, eski kahramanlık hikiiyelerinin, insanüstü öykülerin değişen şartlarla birlikte roman türüne dönüştüğünü ve realist bir görüntüye büründüğünü belirten Ali Canip "Bugünün edebiyatı tamamıyla aklın nüfuzu altına girmiştir. Bugünün epopeleri romanlardır." der (age., 193-195). Fakat dönemin toplumsal ihtiyaçları ve yazariara yüklenen toplumsal görevler, bu dönemi Servet-i Fünfin'dan daha çok Tanzimat'la benzer kılar. Yazarlar, milli endişeyle kaleme aldıkları romanlarını, yaratmak istedikleri milliyetçi havaya göre kurgular; gerçekliği olduğu gibi algılamak yerine, dönemin ihtiyaçlarına göre, olması gerektiği gibi kurarlar.
Türkçülüğün mimarlarından Ziya Gökalp de 1923'teki "Roman" adlı yazısında romanların hayatı ne denli etkilediğine dikkat çeker. Romanların, araştırmaya dayalı bir eserden çok daha fazla eğitici olduğunu düşünen Ziya Gökalp, Türk edebiyatında en çok okunan türün roman olduğunu belirtir. Ona göre eğlendirici ve edebi roman olmak üzere iki tür roman vardır:
Edebi roman bizde, bugün iki mühim inialap geçirdi: Birincisi romanların güzel Türkçe ile yazılması, ikincisi milli hayatı tasvire çalışmasıdır (ama az yazılmış) . .. . Ah romancılar ah! Bugün siz elinizdeki kuvveti biraz bilseydiniz, az zamanda memleketin ahlakını biraz geliştirebilirdiniz... Gençlere aşılamak istenilen bütün duygular, iradeler, düşünüşler roman vasıtasıyla onlara kolayca telkin olunabilir. ... Terbiye vi mahiyeti haiz romanlar yazı lmalıdır. .. . Roman, tarihten daha doğru bir tarihtir, demişler. Bence roman müşahhas bir sosyolojidir. Sosyolojinin en derin meselelerini romanlar halletmektedir. Bu zamanda sosyolog olmayan bir yazıcı iyi bir romancı olamaz. İyi bir romancı olabilmek için memleketimizin sosyolojisini, milletimizin ve asnmızın psikolojilerini tetkik etmiş olmak lazımdır... Roman bizim için tatlı bir mekteptir. Bu mektepte muhtaç olduğumuz her şeyi öğrenebiliriz. Bir mektep ki
255
biz evimizde otururken o ayağıımza gelir. Bizi hem eğlendirir hem miilfimatlı kılar (Ziya Gökalp, 134011923: 142).1
Döneme fikirleriyle şekil veren ve pek çok edebiyatçıyı etkileyen Ziya Gökalp'in bu sözleri son derece önemli ve belirleyicidir. Görüldüğü üzere, onun yaklaşımının Namık Kemal'in yaklaşımından, pek bir farkı yoktur. Ziya Gökalp de romana ha.Ia ahlakı geliştirebilecek, terbiyeyi ve eğitimi sağlayabilecek bir vasıta gözüyle bakmakta, romanı "tatlı bir mektep" olarak nitelemektedir. Romanı, tarih ve sosyolojiyle eş değerde gören Ziya Gökalp'in, "sosyolog olmayan bir yazıcı iyi bir romancı olamaz." ifadesindeki kelime seçimi de dikkat çekicidir. Romancı, yazar, edebiyatçı yerine "yazıcı" kelimesini kullanmıştır; böylelikle de roman yazarını toplumsal olaylara ayna tutan, bunu yaparken de bilgi vermeyi ve bir nebze de eğlendinci olmayı sağlayacak daha pasif bir konuma yerleştirmiştir. Romancının önceliği, dış gerçekliği duyurnsadığı bireysel bakış açısından yansıtmak, gerçekliği bozarak ya da başka bir biçimde dile getirrnek olamaz. O, olanı sadece eğitici, bilgilendirici ve yönlendirici bir kalıba sakmalda yükümlüdür; sadece "yazıcıdır ". Romancı böylece okurun dönüşmesini sağlar ama bu dönüşüm romanın özgür iradesinden değil, dönemin hakim ideolojisinden kaynaklanan, yönü ve varacağı nokta belli olan bir dönüşümdür. Sonuçta, bu dönemin egemen söylemi de fantaziye yaşam şansı tarumayan bir "toplumsal fayda" vurgusu yapar.
Bir yandan da savaş koşulları, Meşrutiyet'in hakim kılınayı çalıştığı akılcı bir dünya görüşü sunan ve savunan fantazilerden daha başka fantazilerin yazılmasını sağlar. Yazarlar manevi yönüyle dikkat çeken bir atmosfer yaratan fantastik hikayeler kaleme alarak okurun moralini düzeltmeyi ve cesaretini artırmayı amaçlarlar. Özellikle de şehitlik olgusu, ölümünden sonra geri gelen şehit ve kahraman Türk motifı doğaüstü hikayelere kaynaklık eder. Manevi bir dünyanın kodlarından yararlanarak düşmana karşı bir Türklük bilinci uyandırmak için fantastik öykü yazma eğilimi romanlarda değil, milliyetçi bir edebiyatın oluşması için seferber olan gazetelerde tefrika edilen hikayelerde görülür. Bu tarz hikayeleri en çok, bu bölümün ilerleyen kısmında yer verilecek Halide Edip [Adı var] yazmıştır.
"Yeni Lisan" hareketi ve Genç Kalemler dergisiyle milliyetçi oluşumun önemli bir kanadında yer alan Ömer Seyfettin de Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi kimi öykülerinde fantaziden beslenen bir yazardır. Milliyetçi görüşlerine göre yeniden şekil vermek istediği halkı eğitme, halkın cehaletini giderme çabasında olan ve hayatını sadece yazarak kazanan Ömer Seyfettin öykülerinde fantastiği, Hüseyin Rahmi'ninkiyle benzer bir amaçla kullanır. Hakikat, hayat ve müşahedeyi edebiyat sanatının vazgeçilmez üç şartı olarak gören (Mert, 2004: 59) Ömer Seyfettin'in "gerçekçi" öyküleri, fantastik kurgudan çok, fantastik varlık ve durumlar içeren, okurun ilgisini cezbetmeye yönelik öykülerdir. Ömer Seyfettin'de fantazi, temelsiz ve boş inançlara sorgulamadan inanan cahil halka bu inançların yersizliğini göstermek için gerçekçi hikayenin içine yerleştirilir.2 Yine Tanzimat'tan bu yana süregelen yaklaşım devam eder; mantık ve
1 Makale ye dair daha ayrıntılı bir bilgi için bkz. Ercilasun, 1995: 176-177. 2Fethi Gözler, Ömer Seyfettin'in mizalı anlayışının bazı hikayelerinde grotesk olduğunu ve bu tarzda yazılan hikayelerin fantastik kabul edilmesi gerektiğini söyler. "Perili
256
gerçekçilik fantaziyi alt eder; fantazi olumsuzlanır; akılcı bakış açısı ve pozitivist gerçeklik tantaziye karşı üstünlüğünü ilan eder.3
Sonuçta, Osmanlı-Türk toplumunda yaşanan gelişmeler, tez boyunca kaba hatlarıyla özetleneo olaylar, en başından beri romanın rotasını belirleyici bir rol oynarruştır. Elbette ki, edebiyat ürününün yazıldığı toplumdan bağımsız olması düşünülemez ama Türk romamna bakıldığında romanın hep ait olduğu dönernin egemen söyleminin taşıyıcısı olarak kurgulanması sonucunda ve "edebi" olduğu ölçüde kanona dahil edildiği görülür.4 Geçmişten bugünün okuruna ulaşan romanlar da dönemlerin bakış açısı ve ideolojik yaklaşırruna uygunlukianna göre seçilen romanlardır. Bu tarz romanlarda vurgu da çok uzun bir zaman sürekli aynı nokta üzerinedir: gerçekçilik. Burada sözü edilen gerçekçilik, somut ve dış gerçekliğe bağlı kalmak, toplumu uğraştığı sorunlardan, güncel ve acil meselelerden alıkoyacak hayallerden uzak durmaktır. Çözüm bekleyen ya da yeniden inşa edilmek istenen o kadar çok mesele vardır ki onları olabildiğince dolaysız yansıtmak yazarların öncelikli amacıdır. Milli mücadele yılları da böyledir; milli kimlik inşası romanların odağındadır. Toplumun etrafında kenetleneceği milli bir kimlik oluşturma çabalan yine güctürnlü bir roman anlayışına yol açrruş, Halide Edip'in öykülerinde görüleceği gibi fantazi ancak milli kimliğin oluşturulmasında fayda sağladığı ölçüde aniatılarda yerini yardımcı bir unsur olarak alrmştır. Halide Edip Adıvar'ın Öyküleri
Halide Edip'in 1914'te Tanin'de yayınlanan öyküsü "Işıldak'ın Rüyası", güzel Çanakkale'nin düşman karşısında elemli ama vakur duruşunun tasviriyle başlar. Başından itibaren rnistikfulvi bir atmosferde ilerleyen anlatının ulviliğini "Çanakkale' de
Köşk", "Sanduka", "Keramet" ve "Boş inançlar" Ömer Seyfettin'in bu tarz öyküleri arasındadır (Gözler, 1976: 33). Ayrıca, Ömer Seyfettin'in öyküleri hakkında daha ayrıntılı bilgiler için (Gürbüz, 2000: 284-297) ve (Enginün, 1998: 159-168). 3 Burada değinilmesi gereken bir nokta daha var. Ömer Seyfettin, ilk bölümü 1919'da Vakit gazetesinde tefrika edilen 1908'den I. Dünya Savaşı ortalarına kadar süregelen olayları anlattığı eseri Efruz Bey'i "fantazi roman" olarak tammlar. Ömer.Seyfettin'in yazdığı bir eseri fantazi olarak tammlaması Ilk bakışta böyle bir t& bilincir-ıiri oluştuğunu akıllara getirse de Ömer Seyfettin, fantastik türde bir ürün vermez; gerçeklikten kopmuş, kendi hayal dünyasında yaşayan karakterin yaşarrum alaya alır. Efruz Bey'in neden fantastik bir kurmaca olmadığı hakkında daha ayrıntılı bir inceleme için bkz. Aslan 2007: 69-179. 4 Murat Belge, bir ülkede kanonun üç merci tarafından belirlendiğini öne sürer. İlk merci, "edebiyat işleri" dairesinin "personelidir." Yazar, aydın, öğretmen, gazeteler, edebiyat eleştirmeni, edebiyat tarihçisi bu ilk gruba girer. İkinci merci ise somut olarak "devlet" diye adlandırılan tüzel kişilik, daha genel olarak da "siyasettir." Üçüncü merci ise "halktır." Halkın kanona hangi yapıtın gireceği konusunda karar verme yetkisi olmasa da kalabalıklığı dolayısıyla yine de etkilidir. Ancak Belge'ye göre üç merci arasındaki ilişkilerden yola çıkarak Türkiye'de oluşturulmuş tek bir kanon yoktur. Ona göre sonuçta kanona kabulde en çok etkili olan "edebi değerlendirme ölçütleri" olmuştur. bkz. Belge, 2004: 54-59.
257
o gece garip ve sema vi bir alay vardı." (Adı var, 1991: 62) diyerek daha da artıran üçüncü tekil şahıs anlatıcı, hemen bu cümlenin ardından Şehzade Süleyman'ın mezarından kalktığını söyler. Şehzade'nin etrafında da tıpkı onun gibi giyinmiş daha pek çok "semavi erler" vardır. Şehit Şehzade, düşman karşısında gerektiği gibi mücadele yapılıp yapılmadığı konusunda endişelidir. "Derin bir huşu" içindeki "Çanakkale üzerindeki yeni kıyametin sebeplerini anlamak için kefenlerini yırtıp, mezarlarını açarak zaferlerinin, şanlarının meydanlanna koşan" (age., 65) diğer şehitlerle beraber aniatıdaki ulvi hava daha coşkulu bir tonda devam eder. Anlatıcı, yaşayan askerlerin semadan gelen bu kafile ile nasıl anlaşacaklarını, temas, göz, lisan gibi maddi vasıtaların öteki alemle haberleşmede kafi olup olamayacağını merak eder. Böylece içinde bulunduğumuz "gerçek" aleme, bir başka alemden, öte alemden müdahale gerçekleşir; sınırlar ihlal edilir ama bu ihlalin nedeni ideolojiktir. Fantazi, yazarın Türklük bilincini uyandırmak ve kuvvetlendirrnek için kullandığı bir araca dönüşmüştür.
Öteki alemden gelen şehitler, Türk askerlerinin arasında dolaşarak kendilerini görmeyen askerlere manevi güç verirler. Askerlerden biri olan Teğmen Işıldak, Şehit Şehzade ile konuşur ve ona "Osmanlılık ve İslamiyet aşkıyla" düşmana sonuna kadar direneceklerini bildirir. "Beyaz dumanlar bu geniş harmanileri, yaldızlı başları, aydınlık, nurlu yüzleri örterken, Şehzade Süleyman'ın mübarek sesi bu dünya sakinlerinin anlayamayacağı bir gök teranesiyle uzaklaştı. Işıldak, bu teraneyle şehit arkadaşlarının donmuş gözlerinin açıldığını, kurumuş kollarının kımıldadığını, ruhlarının ebediyetin nurlu kapısından öte tarafa geçtiklerini gördü." (age., 67) cümleleriyle, başladığı gibi mistik bir atmosferle sonianan anlatı, tamamıyla bir rüya izieniınİ yaratarak fantaziden uzaklaşsa da Teğmenin, Şehzade Süleyman'ın mübarek elinin rüyasına girip yarasını dokunarak iyileştirdiğini söylemesiyle imkansızı imkanlı kılar; rüya-gerçek sınırının nerede başlayıp nerede bittiğini bulanıklaştırır. Ancak tüm bunlar okuru içinde bulunduğu andan uzaklaştırıp başka bir gerçekliği deneyimletmek için değil, tam da o anın daha farkına varması için anlatıda yer alır. Halide Edip, geri dönen şehit motifiyle kurguladığı fantastik öyküsüyle dönemin kaygılarını azaltmaya çalışmış; düşmana karşı birlik olması, kenetlenmesi gereken Türklere moral vermek istemiştir.5
Bir denizin anlatıcı olduğu, "Denizin Anılarından-3" (age., 36-38) adlı öyküsünde, 19 lO' da Halide Edip, bu kez de Osmanlı' nın tarihinden başarılı bir denizcini n, Barbaros
Halide Edip benzer bir temayı aslında daha erken bir dönemde, l908'de yazdığı "Sultan Osman'ın Selarnı"nda da işlemiştir. Birinci tekil şahıs karakter-anlatıcı, Bursa'da "dehşetli bir sessizliğin hüküm sürdüğü" nurdan bir göl gördüğünü söyleyerek başlar anlatısına. Hemen yanında da büyük Osman'ın yüksek mezarı vardır. Dile gelen Osman, orduya seslenir. Kahraman Osmanlı ordusuyla gurur duyduğunu söyler. "Osman'ın ismine yakışan bir ulus batmaz, batamaz, çalışınız, evlatlarım!" (Adıvar, 1973: 23) diyerek coşkun bir mistik söylemle öğütler verir. Sonuçta bu öykü de Halide Edip'in egemen ideolojinin Osmanlıcılık olduğu, henüz Türk milliyetçiliğinin çok fazla yaygınlaşmadığı yıllarda Osmanlı' nın varlığını korumak, başarılarını hatırlatarak gurur duyulacak bir geçmişten vazgeçmemek gerektiğini vurgulamak için manevi-mistik bir havayla kaleme aldığı öykülerinden biridir.
258
Hayrettin'in ruhunu hikayenin merkezine taşır. Osmanlı'nın Boğaz'daki hareketini gördükçe Barbaros Hayrettin, olan biteni çevreye yaydığı nurlada seyreder. Böylece Halide Edip, sosyal, siyasi ve askeri şartlarının giderek kötüleştiği yıllarda Osmanlı'nın. yılmaması, geleceğe umutla bakması için Osmanlı'nın · geçmişindeki parlak kişi ve olayları kullanarak mistik-fantastik bir hikaye daha kaleme almış olur.
Halide Edip, 1918'den itibaren yazdığı hikayelerini 1922'de Dağa Çıkan Kurt adı altında kitaplaştınr. Bu hikayelerden "Duatepe'de" de yüzyıllar öncesinde yaşamış ve ölmüş olan Battal Gazi'nin ruhu o güne taşınır (Adıvar, 2005: 63-65). Hikayede Battal Gazi, Yunan'a hücum emri verir. Böylece Halide Edip yine aynı amaçla, Türk tarihinin şanlı geçmişini hatırlatıp o günkü orduya moral vermek için fantastik bir hikaye kurgulamış olur.
Sonuç
1914-1918 yıllarında harp edebiyatı oluşturma çabaları ve dönemin koşulları edebiyat metinlerinde de vurgunun milliyetçiliğe kaymasına neden olmuştur. Ancak bu dönem, Halide Edip'in hikayeleri sayesinde fantastik türün kullanımı açısından Türk edebiyatında yeni bir işieve de tanıklık eder. Halide Edip, manevi dünyanın kodlanndan yararlanarak düşmana karşı bir TürklUk bilinci uyandırmak amacıyla mistik bir boyutta kurguladığı fantastik öyküler yazmış ve böylece fantastik türe dönemine uygun yeni bir işlevsellik yüklemiştir. Bu kez dönernin öncelikli ihtiyacı modernleşme değil, rnilliyetçi!Türkçü bir kimlik oluşturmaktır ve fantazi bu kimliğin inşasına yardımcı olmak için devrededir. Mistik hava barındıran, milliyetçi söyleme hizmet eden, yukarıda örnekler sunulan hikayelerinde Halide Edip, "hayalet", "görülen hayal" için "tayf' kelimesini kullanır. Bu önemli bir ayrıntıdır çünkü bu kelimelerin seçimi şunu gösterir: Halide Edip'in bu hikayeleri yazma amacı sadece fantastiği hizmet eden fantastik ürünler ortaya koymak değil, Türklük bilincini oluşturmak ve kuvvetlendirrnektir. Bu yüzden kelime seçimi önem kazanır; bu tarz bir amacı barındırmayan, okuru içinde yaşadığı gerçek dünyadan alternatif bir dünyaya taşıyarak farklı bir deneyim sunduğu, herhangi bir sosyal davaya hizmet etmeyen öykülerinde yazarın seçimi başkadır. Örneğin, "Kabala'nın Cadısı" (age., 143-148) milliyetçi bir çağrışımı, ulvi bir tonu olmayan fantastik bir öyküdür. Anlatıcı, okura duyduğu bir hikayeyi aktarır. Kabalah Hasan'ın Boşnak karısı Şehime'nin evlendiği gece boğularak öldürülmesinin ardından tepelik, sarp, keskin uçurumlada dolu oldukça ürpertici bir mekana hayalet/hortlak/cadı olarak kanının hakkının alınması için geri gelmiştir. Yakası kırmızı işlemeli beyaz entarisi, elinde boğazından kopardığı kanlı yemenisi, diğer elinde bazen yeşil bazen kizıl ışığıyla köye dehşet saçan ve haykırışıyla "diğer hordaklan yerinden eden" Şehime'nin varlığım hükümet bile kabul etmiştir. Bir halk efsanesi gibi anlatılan bu hikayenin gerçekliği konusunda anlatıcı tarafından yorum yapılmaz; sadece hikayeyi nakletmekle yetinen Halide Edip'in aniatıcısı böyle efsaneleşrniş, sıradan insanların hayatında ayrı bir heyecan yaratan bir hikayeyi okurla paylamıştır. Burada dikkat çeken nokta şudur: Diğer milliyetçi fantastik hikayelerinde, olağanüstü, gerçekdışı varlık ve durumlar için "tayf' kelimesini kullanan Halide Edip, "yüce" bir amaçtan sıyrıldığında, merak, gizem ve korkunun buluştuğu fantastik bir öykü anlatmak istediğinde hayalet/hortlak/cadı kelimelerini kullanır. Tayf daha ruhani ve yüksek bir amaca hizmet ederken, hayalet/hortlak/cadı okuru sadece gerçek hayatta rastlanmayacak ilginç bir
259
hikaye okumaya davet eder. Böylece Milli Mücadele yıllarında Halide Edip, "tayf'lı hikayeleriyle Türk edebiyatı içinde fantastiğin farklı bir kullammını gündeme getirmiş ve fantastiği ulvi, semavi ve mistik bir boyuttan kurgulayarak rnilliyetçiliği besieyecek ve popularize edecek bir unsur olarak görmüş, Türk edebiyatında o güne dek yaygın olarak korkuyla birleşen fantastik türe yeni bir kullanım-değeri, yeni bir özellik eklemiştir6 (Beebe, 1994: 28).
KAYNAKÇA Adıvar, H. E. (2005), "Duatepe", Dağa Çıkan Kurt, Özgür Yayınları, İstanbul.
____ (199l),"Işıldak'ın Rüyası", Kubbede Kalan Hoş Sada, Atlas Kitabevi, İstanbul. _____ (2005), "Kabala'nın Cadısı", Dağa Çıkan Kurt, Özgür Yayınları, İstanbul.
(l973),"Sultan Osman'ın Selamı", Harap Mabetler, Atlas Kitabevi, İstanbul.
Ali Canip, (26 Nisan 132711911), "Garp Mektebinin Arnilleri", Genç Kalemler, C. 2, S.2, ss. 34-35.
____ , 26 Eylül 133811918, "Epope Nedir?", Yeni Mecmııa, C. 2, S. 2, ss. 193- 195).
Aslan, P. (2007), " 'Bir Fantazi Roman' Olarak Efruz Bey", l. Dünden Bugüne Ömer Seyfettin Sempozyumu Bildiriler Kitabı, Gönen Belediyesi Kültür Yayınları, İstanbul.
(2010), Osmanlı/Türk Modernleşmesinde Varla Yok Arası Bir Tür: Fantastik Roman (1875-1960), Yayınlanmamış Doktora Tezi, Boğaziçi Üniversitesi.
Beebee, T. O. ( 1994), The ldeology of Genre, The Pennsylvania S ta te University Press, .Pennsylvania.
Belge;· M. (Oc~k 2004), "Türkiye'de 'Kanon' ",Kitap-lık, S. 68, ss. 54-59. Enginün, İ. (1998), "Ömer Seyfettin Hikayeleri", Yeni Türk Edebiyatı Araştırmaları, Dergah Yayınları, İstanbul.
Ercilasun, B. (1995), İkinci Meşrutiyet Devrinde Tenkit: 1. Türkçü Tenkit, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara.
Gökalp, Z. ( 28 Eylül 1340/1923), "Roman", Cumhuriyet Gazetesi. Gözler, H. F. (1976), Ömer Seyfettin: Bütün Yönleriyle, Çağdaş Yayınevi, İstanbul.
6 Thomas O. Beebee, türleri estetik bir bakış açısıyla değerlendirmenin de ideolojik olduğunu vurgular ve bu bağlamda "kullanım-değeri" kavramının türler arasındaki farklılığı yorumlamada önemli bir rol oynadığını iddia eder.
260
Hüseyin, G. (Ekim/Kasım 2000), "Sosyal meseleler açısından Ömer Seyfettin'in hikayeleri", Hece: Türk Öyküsü Özel Sayısı, S. 46/47, ss. 284-297.
Irwin, W. R. (1976), The Game of lmpossible: A Rhetoric of Fantasy, University of Illinois Press, Urbana.
Jackson, R. (2003), Fantasy: The Literature of Subversion, Routledge, London.
Köroğlu, E. (2004), Türk Edebiyatı ve Birinci Dünya Savaşı 1914-1918: Propagandadan Milli Kimlik İnşasına, İletişim Yayınları, İstanbul.
Leeming, D. A. ( 1 974), Flights: Reading s in Magic, Mysticism, Fantasy and Myth, Harcaurt Brace Jovanovich, Ine., New York. Mert, N. (2004), Ömer. Seyfettin: İslamcı, Milliyetçi, Modemist Bir Yazar, Kaknüs, İstanbul.
Rabkin, E. R. (1977), The Fantastic in Literature, Princeton University Press, New Jersey.
____ (1979), Fantastic Worlds: Myths, Tales and Stories, Oxford Vniversit Press, Toronto ve Melbourne.
Steinmetz, J. L. (2006), Fantastik Edebiyat, (Çev. Hasan Fehrni Nemi), Dost, İstanbul.
Todorov, T. (2004), Fantastik: Edebi Türe Yapısal Bir Yaklaşım, (Çev. Nedret Tanyolaç Öztokat), Metis, İstanbul.
261

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder