17 Ekim 2013 Perşembe

Dinin Anlam ve Önemi

Dinin Anlam ve Önemi

 Dinin anlam ve öneminin bilinmesi, her şeyden, önce din fenomeninin genel özelliklerinin tanınmasını gerektirir.  Dinin anlaşılması hususunda ana sorun, dinlerin anlaşılmasını sağlayacak tanımların çeşitliliği ve dinin toplumsal şartlarla ilişkisi hakkındaki varsayımlardır. Din ve toplum ilişkisinde, bakış açısına göre, bazen dini, bazen de toplumsal ve insani özellikler öne çıkarılmaktadır. Bunun sebebi, toplumsal yapı organizasyonlarında olduğu kadar, dinlerin öğreti ve pratiklerinde öne çıkan farklılık ve çok boyutluluktur. Din ve toplum konusu ele alınırken doğal olarak çok boyutlu bir bakış açısına sahip olmak gereklidir. Bu bağlamda, dinin anlam ve öneminin dile getirilebilmesi için kaçınılmaz olarak toplum yapıları hakkında ve  özellikle insan tabiatı hakkında öne sürülen bazı varsayımların bilinmesi gereklidir. Bu konuda bilinen ilk varsayım, insanın ‘inanan bir varlık’, yani ‘homo-religious’ olmasıdır. Bunun tam karşıtı varsayım ise, dinlerin ortaya çıkışını  insanlığın ‘sürçme’si, ‘yanılsaması’ ya da ‘halkın afyonu’ olarak gören varsayımdır.  
    

30 
Doğaüstü inançlardan başlayarak, mitlerden dine, çok tanrılı dinlerden tek bir Tanrı’ya imana kadar farklı tezahürlere sahip olan inanç alanı, adeta görünen ile görünmeyen, fizik dünya ve metafizik dünya arasında bağlantıyı kuran bir köprüdür. İman, kendi bedeninin sınırlılığıyla yetinmeyen insanın iki dünyanın bilgisini ve seyrini bir inanç etrafında birleştirerek, iki dünyayı kendisi için anlaşılabilir kılan bir yoldur. Hristiyan inancında, Papa Pontifex’in ismi, bu sebeple ‘köprücü’ anlamına gelmektedir. İnsan bu özelliğiyle diğer varlıklardan ayrılmaktadır. Din, sadece insanlar için vardır. 
İnsanlığın yeryüzündeki ilk edimleri ile başlayan ve farklı şeylere inanma biçimine tezahür eden inanma eylemi, tarihin seyri içinde farklı din ve inançlar şeklinde devam ede gelmiştir. Tarihsel birikim göz önüne alındığında, ilk çağlardan zamanımıza kadar insan eylemlerinin gösterdiği tezahürler arasında, en yaygın ve etkili olan din olayı, insanlık var oldukça devam edeceğe benzemektedir. Çünkü insanlar, bilimsel anlamda ispat edilemeyen veya gerçekten yanlışlanamayan var oluşsal meseleleri, dini inançları kaynak göstererek varlık dünyası içinde kendine anlamlı bir yer bulmaya çalışmaktadır. Yine insanlık tarihinde mitolojiden dine, çok tanrılı dinlerden tek tanrılı dinlere, hak veya batıl olarak tanımlanması farketmeksizin, birçok dine inanma, Tanrı’ya ibadet etme eylemi mevcuttur. Bu dinler aracılığıyla kültür ve medeniyetler inşa edilmiştir. Ancak zaman içinde, insanın bir dine olan bağlılığının azalması ve artması söz konusu olmakla birlikte, insanın inanma ihtiyacı ve bu ihtiyaca cevap veren bir din veya inanç sistemi ihtiyacı bütün zamanlarda açıkça görülmektedir.  İnsanlar yeryüzünde bir bitki yahut hayvan gibi, doğum ve ölüm arasında sıkışıp kalmaktan kurtularak sonsuzluk arzusu içindedir. Doğanın kör kuvvetleri ve hayatın insanlara sunduğu eşitsiz şartlara karşı, hak ve adalet vadeden bir düzen istemektedir.  Böyle bir düzeni de dinden başka bir yerde bulmak mümkün olmamaktadır.  
Yeryüzünde yaygın olan ve bağlıları bulunan birçok din ve inanç sistemleri vardır; bu din ve inanç sistemlerinin ortaya koyduğu esasların evren hakkında sunduğu inançlar bir birine karşıt olabilir. Bunların aynı anda doğru olması kabul edilebilir olmamakla birlikte, dünyadaki her insan modern üniversitelerde öğrenim görse, hatta bunlara devamlı din karşıtlığı öğretilse dahi, insanların dinden vaz geçebileceğini söylemek kolay değildir. Tarihte birçok insan ve insan gruplarının bilgisiz yaşadıkları görülmüştür, ama hiç birinin dinsiz yaşadığı görülmemiştir. Bir inanç sistemi olarak dinin, tarihin bütün dönemlerinde insan ve onun oluşturduğu toplum hayatı için zorunlu bir ihtiyaç olduğunu söylemek her halde yanlış değildir. Modern dünyada ideolojik görüşlerin gittikçe zayıflaması ve insanların yeni dini arayışlar içine girmesi boşuna değildir.  Geleneksel toplumlarda din genellikle toplum yapısının merkezinde yer alır. Dinsel simge ve ayinler, toplumun maddi ve manevi kültürü ile -müzik, resim, hat, oymacılık, sema, menkıbe/öykü anlatımı ve edebiyat- iç içe gelişmiştir. Bilim ve teknolojinin gelişmesiyle birlikte, dine ve inanca karşılık bilimin rehberliğini, aklın öncülüğünü öne çıkaran modern, seküler toplumlarda, büyünün, mitolojinin veya dinin, kısaca doğaüstü inanç ve uygulamaların gittikçe ortadan kalktığı/kalkacağı varsayılıyordu. Ancak doğal ve toplumsal şarlardan kaynaklanan güvensiz ve zor durumlarda, bir insani sorun ve tehlike anında Tanrı’ya sığınma ve yardım talep etme yanında, büyüye benzeyen boş, batıl inançlar bile hala yaygınlığını sürdürmektedir. Özellikle tehlikeli işlerde çalışanlar ya da şans faktörünün başarılı olmada önemli olduğu meslek ve iş alanlarında faaliyet gösteren kişiler, madenciler, balıkçılar ya da sporcular gibi, normal şartlarda boş inanç kabul edilen itikat ve uygulamalara başvurabilmektedir. Örneğin, animistik biçimde, bir tenis oyuncusu büyük ve önemli maçlar öncesinde, uğur getirir inancıyla, hep aynı yüzüğü parmağına takmakta ısrar edebilmektedir. Büyü, astroloji, uğur, uğursuzluk veya okültizmden miras kalan inanışlar, insan hayatında etkili olabilmektedir. Benzer şekilde totemizmi andıran çeşitli bitki ve hayvan motiflerinden oluşan simge ve semboller, ticari firmalarda ve grup kimliği ve aidiyetini pekiştireceği inancı ile spor kulüplerinde amblem olarak kullanılmaktadır. 
Modern insanın dinler karşısında alması gereken tutum ve tavrı şu iki tarihi örnek çok güzel anlatmaktadır. İngiliz filozofu Bertrand Russell bir tarihte cezaevine gönderilir. Hatıralarında anlattığına göre, başgardiyan Russell’ın kimlik bilgilerini tespit etmek için, ‘hangi dindensiniz?’  diye sorar. Filozof 
    

31 
Russell, ‘ben agnostikim’ deyince, agnostisizmin ne anlama geldiğini bilmeyen gardiyan şu karşılığı verir: ‘pekala, nasıl olsa bütün dinler aynı kapıya çıkar’. 
On yedinci yüzyıl sonlarında, kendisine Hristiyanlık teklif eden Fransız misyonerlerine o zamanki Siyam Kralı’nın şu cevabı verdiği rivayet edilir. ‘Tanrı, bütün dünyada tek bir dinin hakim olmasını isteseydi, bunu kolayca yapabilirdi. Ama O, birbirinden farklı pek çok dinlere müsamaha gösterdiğine göre, anlaşılıyor ki, her biri kendi yolunda ibadet eden çok sayıda kullarının varlığından gayet memnundur’

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder