17 Ekim 2013 Perşembe

DİN NEDİR ? DİNİN KELİME ANLAMI .

Din
 Din etimolojik olarak, Arapça ‘usul, adet, tutulan yol, ve huy’ anlamına gelirken, eski Yunanca’da ‘korku ile karışık sevgi ve saygı’ anlamına gelmektedir. Rudolf Otto ise, dini ‘korkutucu, büyüleyici sır’ olarak tarif etmekte ve bu tanımın öne çıkan iki özelliğine vurgu yapmaktadır: Esrarengiz ve kutsal İnsan ile Tanrı’yı birleştirme anlamına gelen religare, evreni ve yaşamı meydana getiren sebep ya da insanları bir araya getiren kutsal sebep anlamına gelmektedir. Dinin anlaşılması, ilk etapta bizleri zorunlu olarak tanımlardan başlamaya götürür. Din tanımları  bir önceki bölümde verildiği için, tanımlar konusuna girmeksizin, genel bir tanımı esas alarak din konusu ele alınabilir. Çünkü, her hangi bir din tarifi, dinin kendisi hakkında tam bir formel tanım içerdiği kadar, belli bir teorik perspektifi de içerdiğinden, dinin anlaşılması tanımlarla başlar. Geertz, dini konuyu açmamıza yardımcı olacak şekilde tanımlamaktadır: ‘İnsanlar üzerinde genel bir varlık nizamının kavramlarıyla formüle edilen ve bu kavramlar aracılığıyla gerçeğe son derece uygun motivasyonlar ve öğretilerle bağlantılı bir ruh halini örtüştüren, kapsamlı  bir otorite hakimiyeti sağlayan semboller sistemidir’. Bir dinin inanç ilkeleri, toplum hayatında davranış ve eylemlere sinmiş  
    

28 
olarak bulunduğundan insanlar arasında ortak iletişim ve etkileşimi sağlamak için din, sembollere bürünmüş olarak görünür. Bu yüzden, toplum hayatında etkili olan inançları, geri planında inançların yattığı semboller üzerinden okuyabiliriz. Örneğin, ilk dikkati çeken dini sembollerden bazıları şunlardır: İslam’daki ‘kelime-i şehadet, ezan, cami’; hristiyanlık’daki ‘teslis, vaftiz, haç ve istavroz çıkarma, kilise’; Yahudilik’deki ‘ yedi kollu şamdan , kipa ve havra’ gibi.  
Geertz’in verilen tanımı, ortak vurguları içeren Berger ve Bellah’ın tanımlarıyla da örtüşmektedir .  Din, ‘yüce, hürmete şayan ve kutsal olarak kabul edilebilecek bir geçerlilik kavramı tarafından yaratılan sonsuzluk duygusu ve bu duyguyu anlamlandırmayı sağlayan kavramsallaştırılmış bir kültürel sistemdir’. Bu kavramlar, ‘insanların hayatları boyunca kullandıkları sembollerle inşa ettikleri realitelerden üretilir’. Semboller, objeleri, hareket tarzını, ifadeleri ve sosyal davranışlara içkin olan anlamlandırılmış somut olayları içerir. Sembollere, insan hayatının bütünlüğünün sağlanması, hayatın anlamı ve amacı hakkındaki sorulara cevap vermesi, gündelik hayatın sınırı içinde karşılaşılan büyük acı ve vecd deneyimlerinin yorumlanması için ihtiyaç vardır. 
Dinin mahiyeti söz konusu olduğunda ise, inanç ve pratiklerde çeşitlilik söz konusu olduğu için, ortak bir noktada buluşmak her zaman kolay gözükmemektedir. Hiç şüphesiz aynı zamanda bir sosyal kurum özelliği taşıyan din, her topluma uygun bir yorum ve bünyeye sahip olmaktadır. Dinin toplumla olan münasebeti de  bu yüzden sanıldığı kadar kesin veya tek taraflı değildir. Başta tanrı anlayışı olmak üzere, inanç ve ibadet ilkeleri, hayata bakış açıları ve hayata kattığı yorumlar birbirinden farklılıklar arz etmektedir. Örneğin, sosyal organizasyon bakımından gelişmiş bir toplumda çok tanrılı bir din hüküm sürerken, gelişmemiş veya gelişmekte olan bir toplumda tek tanrı inancı görülebilmektedir.  Yine dinler, ilahi dinler gibi, tek tanrılılıkla özdeşleştirilmemelidir. Zira dinlerde birçok ilah anlayışı ve kavrayışı vardır. Bazılarında ise hiç tanrı yoktur. Diğer taraftan din, ilahi olsun olmasın toplumsal etkileri de çok çeşitlidir. Bazı dinler hayatın tamamını kuşatıcı ilkeler sunarken, bu husus bazı dinlere yabancı gelen bir düşüncedir. Sözgelimi, Eski Yunan’da tanrılar insanın ne yaptığı ile çok az ilgilidir. Çeşitli düzeydeki farklılıklara rağmen, bütün inanç sistemlerinin kendi içinde tutarlı bir hayat anlayışı ve disiplini sunduğu söylenebilir.  
Tek tanrılı dinlerde Adem ve Havva istiaresi insanın kökenini açıklar. Hayatın başlangıcını yaratılışla başlatır. Her dinin aynı inancı paylaşması söz konusu değildir. Tarihte ve modern zamanlarda hayatın başlangıcını, evrim gibi, yaratma dışında başka türlü açıklayan düşünce ve bilgi sistemleri vardır. 
Bütün dinler duyular dünyasının ötesinde, Tanrı, melek, cennet, cehennem gibi doğaüstü varlık ve özelliklere olan inancı paylaşmaz. Örneğin Konfüçyanizm, yeryüzündeki doğal uyumu kabul etmekle birlikte,  onun arkasında yatan hakikatleri araştırmayla ilgilenmemektedir. 
Dini inanç sistemleri farklı şekilde tasnif edilmektedir. Bu konuda daha sistematik ve geniş bilgiye dinler tarihi ve din sosyolojisi kaynaklarından ulaşılabilir. Ayrıca her dinin kendisini anlatan kaynak eserlere müracaat edilerek, her bir dinin ortaya koyduğu ilkelere, doğru bilgisine ulaşılabilir. 
Bilimsel disiplinlere göre dinler, evrimci, pozitivist, hümanist dinler; animist, naturalist, totemist dinler; düalist ve monist dinler; Musevilik, Hristiyanlık ve İslamiyet ilahi dinler; Hinduizm, Budizm, Konfüçyanizm ve Taoizm Uzak Doğu dinleri olarak tasnif edilir. Başka bir tasnife göre, milli (Yahudilik) veya evrensel (İslam, Hristiyanlık) dinler şeklinde yapılmaktadır. 
İlahi dinleri merkeze alan tasnife göre ise, tek tanrılı-tevhide dayalı-, çok tanrılı- putperest- veya hak ve batıl dinler olarak tasnif edilir. Bu tasnif her bir ilahi dinin kendi iman esaslarını, kutsal kitaplarını, peygamberlerin geliş sırasını merkeze alarak yaptığı bir bölümlemedir. Şüphesiz, bir inanç sistemi olarak her bir din kendi bakış açısına göre değerli ve anlamlıdır. Bu manada sadece ateizmi ve agnostisizmi(bilinemezcilik) dışta bırakacak olursak, her bir insanın var oluşuna ve hayatına anlam katan inanç bağlısına göre doğru bir dindir. Çağımız dünya değerleri içinde bir dine inanma ve bu inancın gereklerini yerine getirme, temel haklar ve özgürlükler içinde en temel değer olarak kabul edilmektedir. Bu bağlamda bütün dinlere saygılı olmak gerekmektedir. Çünkü bu haklar içinde bir dine inanmama hakkı da mevcuttur. 
    

29 
Bütün çeşitliliğine rağmen, dinlerdeki ortak özellikler şöyle sıralanabilir: inanç, ibadet, duygu, bilgi ve etki boyutu. 
Din, inanç kaynaklı bir dizi simge, sembole sahiptir; Müslümanlıkta kelime-i şehadet getirmek, Hristiyanlıkta vaftiz olmak gibi. Bir takım temel inançlara, iman esaslarına dayanmayan bir din tasavvur edilemez. Her din, inanç ilkelerinden belli bir sistem kurar ve mensuplarından bunlara inanmalarını ister. Ayrıca inanç boyutu dinlerin temelini oluşturur. İnançlar olmadan din de olamaz. Daha önce ifade ettiğimiz gibi, saygıyla karışık bir korku duygusu uyandıran bu ilkeler, simge ve semboller, dini ayin ve ritüellerle bağlantılıdır. Putperestlikten tek Tanrı inancına kadar geniş bir yelpazede, inanılan ve itaat edilen bir varlık her dinde mutlaka vardır. Ancak tanrı anlayışları her dinin bağlılarının dini tecrübesine göre oldukça farklılaşmaktadır. Örneğin, tanrı olmadıkları halde, insanlar nezdinde yüksek saygı ve itaat derecesine ulaşmış insan yahut tartışmalı olsa da peygamber figürleri vardır. Buda ve Konfüçyüs bu tip inançları temsil etmektedir.  Dinin pratik boyutu, aynı inanca mensup olan insanların yerine getirdikleri bütün dini pratikleri içine alır. Buna amel boyutu da denir. Tanrı inancında olduğu gibi, ibadet, ayin ve törenler de dinlerde çok çeşitlilik arz eder. İbadet ve ayinler dua etmekten başlayıp, belli zaman ve yerlerde toplu ibadetler yapma, çeşitli şarkı ve ilahiler söyleme, dine göre yapılması serbest ve yasak olan fiiller, yenilmesi helal veya haram olan gıdalar, kılık-kıyafet tarzlarına kadar gündelik hayatın her boyutunda çeşitli usul ve şekiller altında yapılır. Bunlar gündelik hayatın sıradan alışkanlık ve eylemlerinden farklı bir hava içerisinde gerçekleşir. Örneğin Tanrı için yakılan bir mum, aydınlanmak amacıyla yakılan mumdan farklı bir anlam taşır. Bu anlamda dinlerde belli zamanlarda, ibadet, ayin ve törenler için düzenlenmiş özel mekanlar vardır. Havra, kilise, cami gibi ibadethaneler, dinlere göre özel anlamları olan merkezi yapılardır. Buralarda yapılan ayin ve ibadetlere profesyonel din adamları rehberlik eder. İnsan ilişkilerinin düzenlenmesi için değer üretir. Dinin ibadet boyutu, onun sosyolojik boyutunu da içermektedir. Her din bağılıları arasında toplumsal ilişkiler kurmak ve bu ilişkileri sürekli tutacak yapılanmalara gitmek durumundadır. Böylece bireyleri birbirine bağlayarak, onların toplumsallaşmasına önemli katkılar sağlar. Çünkü insan yaratılışı gereği, toplum halinde yaşayan bir varlıktır. 
Dinin tecrübe-duygu boyutu, dindar bir insanın dinin tecrübi esaslarını, hayatının her hangi bir döneminde veya devamlı olarak yaşadığı ve kendi dünyasında bu tecrübeye katıldığı düşünülür. Bu katılımın derecesi ve şekli bireysel ve dinsel farklılıklara göre değişebilir. Dinin bu boyutu, çoğunlukla ümit, korku, huşu, vecd hali, mutluluk ve huzur bulma şeklinde tezahürlere sahiptir. Dinin bilgi boyutuyla, bütün dinler inananlarından asgari düzeyde de olsa bilmelerini istediği inanç ilkesi ve kutsal metinlerin olduğu düşünülür. Dini etki boyutu, diğer bütün boyutlarını kapsayan bir niteliğe sahiptir. Bir dinin dünyevi sonuçlarını gösterir. İnsanların neleri yapmaları, yapmamaları gerekir? Nelerden kaçınmaları gerekmektedir? İnsanlar dünyevi durumlar karşısında tavır alırken hangi zihniyete, bakış açısına sahip olmalıdır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder