17 Ekim 2013 Perşembe

MİTOLOJİ, DİN VE SOSYAL ÇEVRE

MİTOLOJİ, DİN VE SOSYAL ÇEVRE

  Tarihin alaca karanlığından bu yana, mitlerden dine, kabul edilen her inanç, kendisinden kuşku duyulmayan ve kendisine kuvvetle inanılan ilkeler ortaya koymuşlardır. Bu ilkeler insan hayatının her boyutunu etkilemiş ve etkilemeye devam etmektedir. Toplumun çekirdeği oalarak kabul edilen aileden başlamak üzere, yönetim, hukuk, eğitim, kültür ve ekonomi vs gibi bütün toplumsal  sektör ve organizasyonlar, sosyolojik anlamda, din ve inançlardan alınmış esinlerle inşa edilmiştir denebilir. Bu yüzden toplumsal hayattaki dikey ve yatay ilişki ağında otorite, uyum ve süreklilik anlamında  istenilen düzen anlayışı bu kaynaktan beslenmektedir. Çünkü, bir insan, doğal olarak, kendisinin üstünde Tanrı’dan başka güç ve otorite kabul etmez. İnsanın doğal ve toplumsal çevre ile ilişkisi, genel olarak bu ilke etrafında oluşur ve biçimlenir. Mitik dinlerin veya tek tanrılı dinlerin egemen olduğu toplumların çok yönlü örgütlenmesine bakılınca, insanların bir arada yaşama ideali daha çok dinler aracılığıyla gerçekleştiği görülür. Bir kişi veya küçük bir toplulukla başlayan inançlar, gelişerek, değişerek ve farklılaşarak, öğreti, kurum ve topluluk olarak yerelden evrensele genişlemekte ve yaygınlaşmaktadır. Aksi halde inançlar daralmakta, bağlıları azalmakta, hatta ortadan kalmaktadır. Tarihte bunun birçok örneği vardır. 
Farklı din ve kavimleri bir arada yaşatabilecek genişliğe ve işlenmişliğe sahip olabilen dinler, evrensellik vasfı kazanabilmektedir. Örneğin mitolojik dönemde bir ülkeyi fetheden topluluklar, Antik- Yunan ve Roma gibi, panteonlarına fethedilen toplulukların tanrılarını ekleyerek mitlerini genişlettikleri gibi, diğer dinler de bünyelerine dahil ettikleri toplumların kültürünü etkilemiş ve kendileri de bu toplum kültürlerinden etkilenmişlerdir. İslam dini, örneğin, Hristiyan ve Yahudilerin kendi inanç ve kurallarına göre yaşayabileceği özerk bir yönetim geliştirmiştir. Örneğin, Osmanlı İmparatorluğu kurumsallaştırdığı devlet ve toplum organizasyonu ile çok uluslu ve çok dinli yapısını uzun yıllar sürdürmüştür. Fakat modern zamanların meydan okumasıyla çöküşe geçtikten ve Fransız Devrimi’nin fikirlerine boyun eğdikten sonra, bizzat bu çoğulculuğun kışkırtılmasıyla, toplumsal düzen ve barış ortamı kayboldu. Uluslar ve dinler arasında çatışma egemen olmaya başlamıştır.  
Evrensel nitelik kazanmış dinler, evreni Tanrı’nın mülkü, başta insanlar olmak üzere içinde barındırdığı yaratıkların da O’nun yarattığı varlıklar olduğunu kabul ederek, eşitlikçi olmasa da, dini varlık hiyerarşisine göre, insanlığı mü’min veya kafir, bir hayat tarzı etrafında buluşturmuştur. Daha önce anlatıldığı gibi, tanrısal kaynaklı olduğuna inanılan kutsal yasa ve tanrı-kral düşüncesinin egemen olduğu uzun krallık ve imparatorluklar çağı, dinlerin siyasal ve sosyal kültür ve birikim oluşturmada ne denli önemli olduğunu göstermiştir. Evrensel anlamda insanlık tarihindeki en istikrarlı ve devamlı yapılar, siyasi-toplumsal kurum ve değerler bu dönemde inşa edilmiştir. İmparatorluklar, bu yüzden dinlerin evrensellik çağının eserleri olarak kabul edilmektedir. 
Devlet, siyaset, iktisat, hukuk, sanat ve düşünce alanında ve sosyal ilişkileri düzenleyen kurum ve değerler düzeyinde dinler, birincil ve ikincil toplumsallıkları oluşturma ve sürdürmede, sağlıklı ve devamlı bir toplumsal hayat düşüncesi inşa etmede önemli katkılar vermişlerdir.  
Toplumun temeli kabul edilen aile, cinsiyet ilişkilerini düzenleyen nikah en sağlıklı biçimde dini değerler etrafında somutlaşmış, huzurlu ve güvenli aile ve toplum hayatı dinler ve inançlar aracılığıyla sürdürülmüştür. Günümüzde cinsel hayat ve özgürlük bağlamında en çetin tartışmaların aile etrafında cerayan etmesi, ailenin yapısının ve dayandığı dini ilkelerin sarsılmasından kaynaklanmaktadır. Yasallık ve meşruiyet arasındaki sosyal boşluk hala tartışmalıdır. Kişiliği oluşturan ve gündelik hayatta, huy adını verdiğimiz karakter özelliklerinin çoğunun temeli aile ve toplum vasıtasıyla atılır. Temizlik alışkanlığı, heyecanların kontrolü, çekingenlik veya sosyallik hep toplumsal değerlerle alakalıdır İnsanın sadece diğer insanlarla değil, eşya ile olan münasebetlerinin esası insanı çevreleyen sosyal ağ tarafından belirlenir. İnsan tutum ve tavırları, yani cömertlik, cimrilik, tutumluluk, savrukluk, düzenlilik gibi insani davranış kalıpları daima toplumsal çevrede öğrenilen 
    

38 
karakter özellikleridir. Yardımlaşma, dayanışma, paylaşma, zayıfları koruma, sevgi, saygı, merhamet kavramları, çoğunlukla duygu kaynaklı edimlerdir. Çevremizde yaşayan canlılara, bitki ve hayvanlara nasıl muamele edileceği, yani çevre duyarlılığı gibi, alışılmış ve öğrenilmiş tutum ve tavırlar, dinlerin insan davranışlarına yön veren sıcak ve samimi mesajları ile kişiliğe mal edilir. Kısaca, toplum hayatında genel geçer ilkeler olarak kabul edilen adetler, örfler ve değerler sosyal ilişkiler esnasında ve toplum içinde öğrenilir. 
Dinin sosyal bakımdan devamlılığının en önemli sebebi, insanları bir arada tutan, grup ve toplum halinde yaşamalarını sağlayan bazı genel ilke, kural ve normlara olan ihtiyaçtır. Başka bir ifade ile toplum hayatının oluşumu, insanların ortak manevi norm ve değerlere, ahlak standartlarına inanmalarıdır. Bu standartlar olmadan toplumsal hayatın, insan ilişkilerinin ve sosyal kurumların devamlılığı mümkün değildir. Ortaklaşa inanılan bir inanç sistemi olmadan, kurum ve değerlerin meşruiyeti tartışılır duruma gelir. İnsanın başta kendisi olmak üzere, doğa ve toplumla ilgili algı, tutum ve tavırları, her toplumda geçerli kabul edilen inancın oluşumuna katkı sağladığı dünya görüşü etrafında teşekkül eder. 
Toplumsal ahlak normları ve değerler elle tutulup gözle görülmeyen, sadece inanılan şeylerdir. Örneğin, doğada ve toplumda eşitlik yoktur. Ekonomik ve sosyal hayattaki yoksunluklar karşısında insanların hakkaniyet anlayışı sarsılabilir. Eşitlik insanlara ait, toplumsal bir ideal ve bir sosyal ahlak ölçüsü iken; adalet, nihai anlamda tanrı katında ulaşılacağı umulan bir inanca dayanır. İnsanlar arasında yaygın kabul gören genel ölçülerin en büyük kaynağı din ve inançlardır.    
Küresel dünyada, her konuda çoğulculuk anlayışı egemen olduğuna göre, insanların bilimsel kanaat ve din tercihleri kendi iradesine bırakılmıştır. Her hangi bir dine inanma ve inançlarının gereğini yerine getirme bir özgürlük alanı olarak bireysel tercih ve vicdani kabullere bırakıldığına göre, insanlar dilediği dine, mitlere, ideolojiye, bilimsel kanaate sahip olabilir. Mitik dönemdeki inançlar gibi çoğul bir nitelik taşımaktadır. Çünkü inanç ve kabuller, özgür tercihlere dayanmak durumundadır. Zorunluluk ve özgürlük yan yana gelebilecek anlayışlar değildir.    

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder