17 Ekim 2013 Perşembe

MİTOLOJİK DÜŞÜNCE VE ÖZELLİKLERİ

MİTOLOJİK DÜŞÜNCE VE ÖZELLİKLERİ
 Mitlerin doğa güçlerini ve doğaüstü yaratıkları temsil eden, insanın doğa, insan, toplum ve evren ile ilişkilerini anlamlandırmada kullandığı hayal ürünü öyküler olduğu ifade edilmişti. Mitin simgesel, insanüstü veya kutsal bir yönü vardır. Bu simgesellik ve kutsallık, insan hayatı, insanın evrendeki yeri ve anlamı ile ilişkili soru ve sorunlardan kaynaklanır. Mit bağlamında simgeler ve kutsallık, bireysel inanç ve toplum kökenli ritüellerle sunulmakta ve aktarılmaktadır. Ayrıca mitik düşünce uygarlık tarihi açısından insanın yeryüzünde doğa ve toplumla ilk etkinlikleri konu edinmekte olup, zamanla insanın yeryüzündeki serüvenine göre farklılaşarak, dönüşerek varlığını devam ettirmektedir. Bugün inanç, bilme ve düşünme biçimlerine göre, batıl inanç, hurafe, hayal, akıl ve bilim dışı gerçeklikler kabul edilseler de, insanın gündelik hayat içinde deneyimlediği etkinlik ve ilgileri göz önüne alındığında yeri ve önemi yadsınamayacak bir gerçekliği temsil eder. 
Mitler, evrenin ve insanın yaratılışı, insanın doğa ve toplumla, yani sosyal çevre ile ilişkisi çerçevesinde oluşturulmuş açıklama ve anlatım biçimleridir. Başka bir ifade ile insanın kendisi ve kendi dışındaki dünya ile kurduğu ilişki biçiminin, anlam arayışının ürünüdür. Zira insan evren içerisindeki yeri ve önemi, hayatın anlamı, karşılaşılan insani, doğal ve toplumsal sorunlara karşı verdiği cevaplar bu anlatılar içinde bulunmaktadır. Tanrılar, evrenin oluşumu, tanrıların doğa ve toplumla ilişkileri, doğal afetler, savaş, kıtlık, hastalık, ölüm vs. hep mitik düşünce içinde ifadesini bulmuştur. İnsanların geçim, savunma ve üreme gibi aktiviteleri, örneğin mağara ve kaya resimlerinde hayvan resimleri ve av sahneleri, insanın doğaya ve topluma egemen olamadığı dönemlerdeki düşünme biçimini yansıtır. Bu bağlamda insan rastlantısal nedensellik bağlarını bu mitolojik unsurlarda bulmaktadır. İnsan rastlantısal yer ve zaman çağrışımlarıyla bir olay sırasında dikkatini çekip belleğine yerleşmiş olan şeyleri, o olayın sorumlusu, nedeni olarak görmektedir. Neden, doğaüstü ve rastlantısal olunca, onunla ilgili açıklamalar da mitolojik olacaktır. Böylelikle mağara duvarına hayvan resmi çizmek suretiyle, dışarıda avlanacak hayvanlar bulacaklarına inanılmakta, dinsel ayinlerle avlanan hayvan sayısının 
    

24 
artacağı düşünülmektedir. Benzer şekilde, ‘gebe bir kadın heykelciği yapma eylemi’, topluluğun kadınlarının doğurganlığına vurgu yapmaktadır. Çünkü geçim ve savunma için nüfus her zaman stratejik bir öneme sahiptir.  Bu tip ayin ve törenler, aynı zamanda topluluk üyeleri arasında ortak bir duygu, düşünüş ve davranış birliği yaratmaktadır. İnsanın doğa ve toplumla olan yoğun ilişkileri, insanın yazgısının denetlenemeyen doğaüstü güçler ve egemen toplumsal güçlere bağlılığını arttırmakta ve böylece hayatın devamlılığı bu güçlerle iyi ilişkiler kurma ve onlara saygılı olma anlamında, bir nevi onlara tapınmayı ve aracı güçlere olan ihtiyacı kuvvetlendirmektedir. Çünkü insanlar için mutlu bir hayat, doğa ve toplumu çekip çeviren güçlerle iyi geçinme ve onlara bağlı olma dolayımında gerçekleşecektir. Cezanın karşılığı olarak eza ve cefa çekme, ödülün karşılığı olarak mükafat görme, doğaüstü güçlerin varlığını ortaya çıkarmış ve düşünce tarihinde yönetici- tanrı benzetmesi, hiyerarşik varlık dizgesi, mitolojik ve dini düşünce alanının en somut simgelerinden birini oluşturmaya başlamıştır.    
Homeros’un İlyada destanında aristokratik bir siyasal-toplumsal düşünüş savunulur. Örneğin feodal beylikler federasyonunun yöneticisi olarak görünen Agamemnon soyunu Zeus’a dayandırır. Öteki feodal beylerin de soylarını diğer tanrılara dayandırarak tanrı soylu olmakla öğündüklerini biliyoruz. Aristokratlar soylarını tanrılara dayandırdıkları gibi, yönetme hakkını ve yetkisini tanrılardan aldıklarını ve bu nedenle, doğuştan siyasal erdeme sahip olduklarını iddia ederler. Örneğin toplumu yönetme hakkını temsil eden asayı Zeus, Atreus’a vermiştir. Atreus da oğluna intikal ettirmiştir. Böylece asa ve yönetme erki silsile itibariyle Atreus soyundan gelen Agamemnon’a kadar gelmiştir: Homeros’a göre, ‘krallık yetkisi Zeus’dan gelir. Akıllı Zeus Kralları sever’. ‘ Her kafadan bir ses çıkarsa iyi olmaz. Bir tek kral olmalı, bir tek baş’ olmalıdır. 
Antik Yunan’da aristokratik düzenin sarsılmasıyla birlikte, kent devleti yapısı ortaya çıkmaya başladı ve kentsoylular toplum yönetimine katılmak ve iktidara ortak olmak istediler. Siyasal yeteneklerin yalnızca aristokratlarda bulunduğunu, aristokratların tanrı soylu olduklarını söyleyen mitlerin doğruluklarından kuşkulanmaya başladılar. Kent soylular, demokratik anlayışın gelişmesi sürecinde bazı sitelerde iktidara ortak olmuşlar, bazı sitelerde de tek başına iktidara gelmişlerdir. Bu durumda eski mitler fiili olarak yaşanan olguları açıklamada yetersiz kalmaya başlamıştır. Dolayısıyla mitlere ters düşen olaylar ve gelişmeler karşısında İonia düşünürleri mitolojik açıklamalara, mitolojik dünya görüşüne karşı bir kuşku beslemeye başladılar. İonia düşünürleri mitolojik inançların doğal-toplumsal gerçeğe uygun olup olmadıklarını tartışmaya kalkmadılar, ancak her değişim sürecinde olduğu gibi, onları bir yana bırakarak, başta doğa olayları olmak üzere, olgu ve olayları farklı biçimde açıklamaya çalıştılar. Onlara göre, doğa ve toplum tanrıların kontrolü altında olsaydı, onların irade ve istekleri dışındaki bu gelişmeler, aritokrasiden demokrasiye geçiş yaşanamazdı. O halde bu durumu başka bir şekilde açıklamak gerekmektedir. Böylece evrenle ilgili açıklamalarda mitler değişmeye ve yerini temel nedenlere bağlı açıklamaya logos’a bırakmaya başlamıştır. Ancak, bu durum, mitlerin yok olması anlamına gelmemektedir. 
İonia düşünürleri, yukarıda anlatılan nedenlerle doğrudan toplumsal, siyasal sorunlarla uğraşmayı daha sonra gelecek düşünürlere bırakarak, ’ mademki evrendeki olaylar tanrıların istekleri ve iradeleriyle oluşmuyor, bu olayların temelindeki gerçek nedir? Kendi kendine oluşan evrenin aslı, ana maddesi nedir?’  sorusuna mitolojik öykülerin dışında cevap aramışlardır. 
İonia düşünürlerinden sonra siyasal-toplumsal sorunları ele alan Sofistler’ den Protagoras, önceki döneme ait tanrısal olduğuna inanılan ‘yasalar her şeyin kralıdır’ şeklindeki Pindaros’un aristokratik açıklamasına karşı, ‘insan her şeyin ölçüsüdür’ diyerek karşı bir görüş ileri sürer. Üstelik bu anlayışını yine mitik bir öykü yardımıyla sergiler: ‘Canlılar yaratıldıktan sonra onları donatma işi iki kardeş tanrıya, Prometheus ve Epimetheus’a verilir. Epimetheus, doğaya ve birbirlerine karşı korunmaları için hayvanlara bol bol post, diş, tırnak dağıtmaya başlar. Sıra insana gelince ona verecek bir şeyin kalmadığını dehşetle görür. Çıplak, yumuşak insan, eli önünde acıklı bir şekilde acıklı bir durumda bakınıp durmaktadır. Prometheus  insanın imdadına yetişir. Olympos’a çıkıp tanrılardan ateşi, ateşin yardımıyla yapılan araçları, dolayısıyla zanaatları, çalarak hayvanlardan korunması ve kendini donatması için insana verir. Böylece insanlar 
    

25 
kendilerini, öteki hayvanlardan ve doğadan koruyabilecek duruma gelirler. Ama o zaman daha insanlar devlet bilgisine sahip olmadıkları için, kendilerini birbirlerinin saldırılarından koruyamazlar. Öyle ki, bu yüzden neredeyse yok olup gideceklerdir. Olympos’dan ateşi çalan Prometheus’a fena biçimde kızmış ve bilindiği biçimde cezalandırmış olmakla birlikte Zeus, insanların bu durumuna acır; yok olup gitmelerine gönlü razı olmaz. İnsanlar birbirini yiyip bitirmesinler diye, Hermes ile insanlara devlet bilgisini gönderir. Hermes bu bilgiyi, zanaatların bilgisinin belli kişilere verilişi gibi, bazı kişilere mi vereceğini, yoksa herkese mi dağıtacağını sorar. Zeus, onu bütün insanlara dağıtmasını söyler’. Bu mit ile Protagoras, devlet bilgisinin tanrı soylu belirli bir sınıfa ait değil, tüm vatandaşlarda bulunması gerektiğini belirterek, demokratik bir politika anlayışını dile getirmekte ve yeni dönemin siyasal, toplumsal anlayışını yansıtmaktadır. Görüldüğü gibi, bugünün demokratik toplum ideali bile kaynağını antik Yunan kültürüne kadar dayanmaktadır. 
Böylece MÖ 6. yüzyıla kadar Yunanlılar doğa ve toplumun aynı güçler tarafından yönetildiğine inanarak, toplumsal ve doğa olaylarının açıklamasını mitolojik tanrıların iradesine bağlayarak mitolojik bir şekilde yapıyorlardı. Tarih MÖ 6. ve 5. yüzyılı gösterdiğinde, sorun evreni hangi güçlerin yönettiği biçiminde değil, olayların nasıl cerayan ettiği şeklinde ortaya konulmaya başlanmış ve mitlerden felsefi düşünceye geçiş a şamasına gelinmiştir. Felsefi düşünce döneminde, doğa, tanrıların iradesine bağlı olmaktan çıkmasına rağmen, doğa ve toplum ayrı ve farklı dünyalar olarak değil, mitik dönemin eseri olarak tek bir dünya olarak ele alınmaya ve algılanmaya devam etmiştir. Toplum ve doğanın aynı kural ve yasalara bağlı olduğu görüşü geçerliliğini sürdürmüştür. Bu süreçte insan ve doğa farklılaştırılması, en güçlü biçimde kişisel düzeyde Sokrates, siyasal düzeyde de Platon tarafından yapılmaya başlanmıştır. Sonuç olarak, mitler inanma, anlamlandırma gibi, gerek insanın doğa karşısındaki etkinlikleri, gerekse toplumsal kurum ve değerlerin inşasında bir referans alanı olarak insanlık tarihi boyunca varlığını devam ettirmektedir. Ancak düşünce tarihinde bir inanç biçimi olarak mitlerin egemen ve yaygın olduğu dönem, felsefi, dini ve bilimsel düşünce öncesi bir aşama olarak kabul edilir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder