19 Ekim 2013 Cumartesi

OSMANLI DÖNEMİNDE OLUMSUZ DAVRANIŞLARA KARŞI SİVASLI ÂŞIKLARIN BAŞKALDIRI VE YERGİ ŞİİRLERİ

OSMANLI DÖNEMİNDE
OLUMSUZ DAVRANIŞLARA KARŞI SİVASLI
ÂŞIKLARIN BAŞKALDIRI VE YERGİ ŞİİRLERİ
 Yrd. Doç. Dr. Mehmet YARDIMCI*

Türk halkının ulusal kültürünün aynası âşık edebiyatıdır.
Yazdırılamayan ya da yazılamayan tarihi gerçekler âşıkların
dizeleri arasında ustaca yer alır. Geçmiş, âşığın şiirleri içinde
saklı bir belge gibi durur.
Âşıklar yüzyıllar boyu halkın duygularını, kendi yaratıcı
güç ve yetenekleri oranında dile getirmişlerdir.
Bu özellikleriyle de âşıklar, halkın sosyal ve kültürel
yaşamında önemli roller üstlenmişlerdir. İnsan psikolojisi gereği
âşıklar da toplumdan, yönetimden beklediklerini göremeyince
karşılaştıkları aksaklıkları, düzensizlikleri ve adaletsizlikleri
kıyasıya yermişler, olumsuzluklara tepkiler göstermişlerdir.
Âşıkların şiirleri incelendiğinde başkaldırı ve yergi
şiirlerini oluşturan olgu genellikle ekonomik bozulmaya, sarayın
ve taşra yönetiminin çeşitli adlarla aldığı vergi, rüşvet ve yapılan
talanlara dayanmaktadır.
Osmanlı döneminde âşıkların dizelerinde yansıttıkları
tepkiler bir nevi başkaldırı olarak nitelendirilirse de, bu
başkaldırı isyan boyutuna varmayan; genel olarak çekinmeden
gözler önüne serilen; dozu kimi zaman yüksek tutulmuş
eleştiriler niteliğindedir.
Haksızlığın hat safhaya çıkması, düzenin bozulması,
yoksulluğun kasıp kavurması üzerine:
İdris terzilik icat etmeden
Geçti endazeden boyumuz bizim
Anka yaratmayız Kaf’a gitmeden
Binbir çile çeker soyumuz bizim
gibi dertli deyişleriyle bilinen Sivaslı Feryadî de vurup sazının
teline:
Bağımıza gazel düştü güz oldu
Geçti giden gönlüm ömür az oldu
Feryadî’nin yâreleri yüz oldu
Çekemem bu derdi bölek seninle
deyip uzun hava formunda türküleriyle sergiler acıyı,
umutsuzluğu.
*
 Dokuz Eylül Üniversitesi Buca Eğt. Fak. Türkçe Eğitimi Böl. Bşk.
1Âşık yeri gelir düzeni eleştirir, yeri gelir kişileri ve hatta
kendini eleştirir, yeri gelir zarar gördüğü kimi hayvanları
eleştirir, yeri gelir doğanın haşinliğini eleştirir. Bazen de o denli
ileri gider ki :
 Kıldan köprü yaptırmışsın
Gelsin kullar geçsin deyu
Hele biz şöyle duralım
Yiğit isen geç a Tanrı1
diyen Anadolu’nun en yürekli âşıklarından Kaygusuz’a benzer
yiğitçe söyleyişlerle sesini duyuran Sivaslı âşıkların
 Kırılsın kanunun telleri felek
 Aks-i murad üzre çaldığın yeter
Hakk’ı hakikaka oldun hüvelek
 Zulmü adalete saldığın yeter
 biçiminde ya da
Yoksulluğa hapis ettin özümü
Ekmeğime katık ettin tuzumu
Hiçbir yerde güldürmedin yüzümü
Bir kez düşürmedin vara ağlattın (Feryadî)

biçimindeki ifadelerle tanrıyı eleştirdiği görülür.
Osmanlı Devleti' nin temelini atan Osman Gazi'yi, halkı
sömürmeye çalışmadığı için Türkmenlerin ve babaların
destekledikleri bilinmektedir.
Aşıkpaşaoğlu tarihinde işaret edildiği gibi Osman Gazi'nin
"Bir kişinin kazandığı başkasının olur mu? Kendi malı olur. Ben
onun malına ne koydum ki bana akça ver diyeyim.”
2
 sözü
Osmanlı'nın ilk yıllarında sömürüye karşı çıkışın ve emeğe değer
veren bir anlayışın ifadesidir.
Osmanlı'nın kuruluşundan yüzyıl sonra halkın yoksul
kesimden kopması ve onların üzerine bir baskı unsuru olması
nedeniyle egemen Osmanlı öğretisine karşı halk kendi öğretisini
geliştirmiş, önce Babai başkaldırıları, peşinden de Şeyh
Bedrettin'in ve diğerlerinin eylemleri görülmüştür.
Aslında, kültürel yönden Osmanlı 'nın en parlak dönemi
16. yy' dır. Bu dönemde Pir Sultan ve Köroğlu gibi yoksul
köylüler arasından çıkıp sivrilen âşıkların yanı sıra Yeniçeri
Şairleri de dediğimiz asker kökenli âşıklar da yetişmiştir.
Bu âşıklar, yaşantıları iyi olduğundan bulundukları ortam
1
 Vasfi Mahir Kocatürk, Tekke Şiirleri Antolojisi (Kaygusuz Abdal-Nefes), Ank.
1968, s. 155.
2
 Aşıkpaşaoğlu Tarihi,(Çev. Atsız), İst. 1970, s.23.
2gereği yoksul halkın sorunlarıyla hiç ilgilenmeden hamasi
içerikli şiirler ve cenk türküleri söyleyerek imparatorluğun
kuvvetli döneminde askere moral vermiş, 17. yüzyıl ve
sonrasında Osmanlı ordusunun sürekli yenilgiye uğraması
sonucu imparatorluğun zayıfladığı, kalelerin elden çıktığı
dönemlerde de olayları en açıklığı ile dile getirip kıyasıya
eleştirmiş ve bu gün hâlâ dillerden düşmeyen önemli taşlamalar
söylemişlerdir.
Osmanlı döneminde yönetim kademesinde olanlar hemen
hemen her dönemde nedeni ne olursa olsun olayların gerçek
nedenlerine bakmadan olaya karışanları genellikle eşkıya olarak
nitelendirmiş ve ağır bir baskı yönetimi uygulamışlardır.
Bu baskı nedeniyle tüm sınıflı toplumlarda olduğu gibi
bizde de edebi ürünlerimizin önemli bir bölümü sınıfsal
mücadelelerin tercümanı biçiminde olmuştur.
Bu sınıfların içinde yer alan âşıklar, toplumlarının dili ve
bir noktada yaşam mücadelelerinin sözcüsü olmuşlardır.
Söyledikleri deyişler, yüzyıllar ötesinden bugünlere
uzanan bir tarih sayfasının öyküsü gibi kalmıştır.
Halk şiiri, Türk halkının sosyal ve kültürel yaşamının
aynasıdır. Feryadî’nin:
 Sivas yedi ay kıştır
Yaz ayları ancak beştir
İşi yok ahalisi boştur
Bulunmuyor kâr Sivas’ta
deyişindeki gibi arı-duru bir dille pek çok tarihi olay ve sosyal
olgu âşıkların dilinde ve telinde belgeleşir.
Bu belge hiç bir zaman tarih değil, sadece dönemin ileriki
yıllara kalan izleridir.
Ensar Aslan'ın bir yazısında belirttiği gibi: "Eski
tarihçilerin halk ve halkın yaşayışı hakkındaki görüş ve
düşüncelerinin pek olumlu olmadığı ve dolayısıyla eserlerinde
bu konulara fazla yer vermedikleri bilinmektedir. Tarihçi
olaylara saray ve hükümet yetkililerinin gözüyle bakardı. Çünkü
kendisi de aynı çevreye aitti."
3

Hal böyle olunca olayları şiirlerinde dile getiren âşıkların ne
denli önemli görevler üstlendikleri ortaya çıkmaktadır.
Osmanlı toplum düzenini eleştiren âşıkların duygularını,
bugün Sivaslı Âşık Veli’ye maledilen:
 Şalvarı şaltak Osmanlı

3
 Prof.Dr. Ensar Aslan, Halk Şiirinde Tarihi Olaylar, Dicle Üniversitesi, Eğitim
Fakültesi Dergisi, Diyarbakır, 1993, S.l, s.88.
3Eğeri kaltak Osmanlı
Ekende yok biçende yok
Yiyende ortak Osmanlı
dörtlüğü açıkça gözler önüne sermektedir.
Osmanlı döneminde uzun süre Sivas sancağına bağlı olan
yörelerde yetişen Zileli Talibi'nin:
Talibi’yim kurtulmadım çileden
Mültezimler öşür alır kileden
En doğrusu kaçmak imiş Zile 'den
Hiç gelmemek Nurun âlâ nur imiş.4

dizeleri de Osmanlı döneminde baskı ile vergi alınışını dile
getiren söyleyişlerin en açık örneğidir.
Osmanlının halkına yaptığı zulmü Sivaslı Âşık Ali:
Sanma ki Osmanlı yanına kalır
Tanrının aslanı Şahoğlu gelir
Darb ile tahtı elinden alır
Harabende erkân sürülse gerek
gibi dizelerle bir serzeniş biçiminde dillendirmiştir.
Zenginin fakirden habersiz olduğu, işlerin rüşvetle
görülüp ahlâksız kişilerin çoğaldığı bir dönemde Ruhsatî’nin:
Bu nasıl hükümet bu nasıl gidiş
Semaya çekildi insaf adalet
ve
Haram helal demez seçmezdin yerdin
Ebed kalır sandın mekânın yurdun
Zulm ile bu kadar devlete erdin
Hak mîzan terazi kuracak Allah
biçimindeki serzenişleri, toplumdaki bozukluğu ve çalkanışı dile
getiren belge niteliğinde söylemlerdir.
Anadolu halkı yüzlerce yıllık tarihinde âşığın sazı ile
düşünüp âşığın avazı ile acılarını, dertlerini, çektiklerini dile
getirmiştir.
Bu memleketin insanı sanki şıirle konuşur, şiir ile
söyleşir, özlemini, sevincini, sevgisini yakınmalarını, yergisini
hep şiirle dillendirir.
 Sivaslı Er Mustafa’nın ağzından:
4
 Mehmet Yardımcı, Zileli Aşık Talibi,İst. 1989, s.48.
4Evvel bahar yaz ayları gelince
Kızılırmak kenarını sel alır
Mor menevşe bitip boynun eğince
Dost dostuna nergiz sunar gül alır
biçiminde Sivas doğasını sergilerken, Sivaslı Münheci’nin
ağzından:
Aman seher yeli car sende kaldı
Yavru keklik sekişliden bir haber
Yine bahar geldi bulandı gönlüm
Göğsü elvan nakışlıdan bir haber5
biçiminde sevdaları Sivaslı Ruhsatî’nin ağzından:
 Buyursun dertliler gam dükkânına
Hangi çeşit isterlerse bende var6

biçiminde kederleri, Sivaslı Meslekî’nin ağzından:
Bülbüller seherde figana başlar
Kokar burcu burcu güller sabahtan
Erişince nev-baharın çağları
Akar boz bulanık çaylar sabahtan7
ve Sivaslı Feryadî’nin ağzından:
Kışımız soğuktur yazımız tatlı
Yazları güzeldir toprağı otlu
Asaletli, temiz, gayet hürmetli
Garibi incitmez dili Sivas’ın 8

biçimindeki yurt köşelerinin güzellikleri tele ve dile dökülürken
kimi zaman:
Daha az mı geldi bize ettiğin
Yaktın kül eyledin özümü kader
Her nere gidersem beni ağlattın
Bir an güldürmedin yüzümü kader (Feryadî)
biçiminde kaderden yakınılmış, öte yandan:
Zengin nere varsa ırahat olur
Züğürdün her işi kabahat olur
Zenginin kefeni dokuz kat olur
Züğürt gömleğine yen de bulamaz (Ruhsatî)
ve:
5
 Cenap Özankan, Kırk Halk Şairi, İst. 1960, s.150
6
 Eflatun Cem Güney, Âşık Ruhsatî, Hayatı ve Şiirleri, İst. 1953, s. 167
7
 Cenap Özankan, a.g,e, s.182
8
 Kadir Pürlü-Kutlu Özen, Âşık Feryadî, Sivas 1996. s. 43
5Alemi yaratan yetiş imdada
 Kati çok bunda kaldı fukara
 Günden güne oldu zulüm ziyade
Bir acaip halde kaldı fukara
Haneye dokuz yüz düştü salyana
Şüphe yok eriştik ahir zamana
 Niceler muhtaç oldu aziz na na
Elleri koynunda kaldı fukara9

biçimindeki ifadelerle yoksul köylülerin durumlarını yansıtılıp
Osmanlı döneminde yöneticilerin baskıları açıkça dile
getirilmiştir.
Çaresiz kalan bir âşığın:
 Dağa çıksam ayısı var kurdu var
 Düze insem sıtması var derdi var
 Şehre gitsem tahsildarda vergi var
 Şaştım ağam bu düzenin elinden
deyişi de bu örneklerin en çarpıcılarından biridir.
Sivaslı Meslekî’nin türkü formunda söylediği:
Şu dünyaya güvenilmez
Ölmeyince kan kesilmez
Meslekî’m artar eksilmez
Zulüm yavaşça yavaşça10
dizelerini de iyi irdelemek gerekmektedir.
Osmanlı döneminde tımar ve zeamet gibi bir görevi ele
geçiren, yönetici konumuna giren kimilerinin bütün amacı
sırçadan sarayda bolluk içinde yaşamını sürdürmektir.
Yönetici, varlığına varlık katarken halk açlık sınırına
inmiş, bu durum Sivaslı Âşığın dilinde:
Vakıf ol halime benim efendim
Bir açlıktan başka diyeceğim yok
Yoksulluk oduna yandım alıştım
Akşamdan sabaha yiyeceğim yok11

biçiminde tele dökülmüştür.
Yöneticinin bolluk içinde yaşaması için yaptığı, Sivaslı
Âşık Mehmet’in dilinde
Yiyiciler akçe ister cereme
Verilen malımız gelmez kaleme
9

10 Cenap Özankan, a.g.e. s. 185.
11 Doğan Kaya, Sivasta Âşıklık Geleneği ve Âşık Ruhsatî, Sivas 1994, s. 328.
6Perişanlık şayi oldu âleme
Kullarına imdat kılın efendim
gibi söyleyişlerle dile gelir.
Onun için halk vergisini verebilmek uğruna kanına ekmek
doğramış, inim inim inlemiş önemli değildir.
Osmanlı Sultanının mülkü ve yönetimin tek sahibi olması
aslında bir formülden ibarettir.
Gerçekte büyük devlet memurları ve vezirler, Sultan
namına devleti idare etmişlerdir.
Gelirleri toplayıp bir bölümünü saraya göndermek için
bazı mallar kendilerine vakfedilmiştir.
Osmanlı döneminde bir mal vakfedildikten sonra bir daha
geri alınamazdı. Saraya ve saray uzantısı yönetime
çöreklenenler, devlet arazilerinin istedikleri kadarını üzerlerine
vakfediyorlardı.
Vakıf arazileri üzerinde çalışan reaya, yani çalışan
köylüler, emekçiler de elde ettikleri ürünlerin bir bölümünü beye
vermek zorunda kalıyorlardı.
Bey istediği zaman reayayı, yani topraklarında çalışan
köylü ve emekçileri asker olarak savaşa da götürebilme yetkisine
de sahipti.
Bu dönemde reaya, yani emekçi halk gerektiğinde
yaşamları boyu askerdi. Her zaman istenilen yere gitmek
zorundaydı.
Bu durumdan bunalan halkın duyguları, kimi zaman bir
ananın ağzından ağıt biçiminde dile gelirken kimi zaman :
Bura Yemendir
Gülü çemendir
Giden gelmiyor
Acep nedendir
biçiminde âşığın sazına ses verip türkü olup dinlenmiştir. Kimi
zaman da:

 Haram helal demez seçmezdin yerdin
 Ebed kalır sandın mekânın yurdun
 Zulümle bu kadar devlete erdin
 Hak mizan terazi kuracak Allah12
diyerek kargışlar.
Prof. Dr. Mustafa Akdağ'ın belirttiği gibi: "16.yy'da her
tarafta halk ve hükümet memurları arasında anlaşmazlık
gittikçe büyümekteydi. Reaya özellikle 'ekabir haslarının'
12 Doğan Kaya, Sivasta Aşıklık Geleneği ve Aşık Ruhsati, Sivas 1994, s.262.
7vergilerini toplayan memurlara karşı ayaklanıyordu. Bazı köyler
de hass-ı hümayuna ait vergileri vermedikleri gibi içlerine hiçbir
hükümet memurunu almıyorlardı.”13
16.yy'da başlayan bu tür olaylar, daha sonraki dönemlerde
de artarak sürmüştür. İşte bu durum halk şiirinde yoksul halkın
dili olan Sivaslı âşıklara:
Bu fâni dünyada görmedim vefa
Fakirlik elinden çok çektim cefa
 (Feryadî)
Arşa çıksa zulumatın yalını
Bağladılar doğruların dilini
(Ruhsatî)
Yoksulluğu ezberledim nideyim
(Ruhsatî)
Birbiri üstüne biniyor zulüm
(Ruhsatî)
biçimindeki söyleyişlerinin yanı sıra:
Köylerde ekin bitmiyor
Bitse yemeğe yetmiyor
Çalışmak da kâr etmiyor
Geçim gayet dar Sivas’ta (Feryadî)
Alırlar kadılar rüşvet
Edip müminlere himmet
Fakire yoktur şefkat
Zaman ahir zaman oldu
ve
Pay ü ser gaflet içinde bir uyanık kimse yok
Rüşvetsiz dava görülmez sahip iman haniya
(Ruhsatî)
gibi zulüm, rüşvet, yoksulluk ve yolsuzluğu konu alan destanlar
söyletmiştir.
18. yüzyılın önemli âşıklarından Sivaslı Mehmet’in:
Akşam olur yiyiciler derilir
Fukara kulların kusurun bulur
Haftada hem üç yüz kuruşun alır
Keyfiyet halimiz bilin efendim
gibi söylediği bu tür şiirlerin yorumuyla ortaya çıkan tablo,
13
 Prof. Dr. Mustafa Akdağ, Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası, İst. 1975,
s.295.
8yoksulların, mazlumların insanca yaşama istemiyle ilgilidir.
Bu dönemde Ruhsatî’nin:
Biraz ahvalimden yazdım varaka
Verirsen Ruhsatî atmaz ırağa
Bir top bez isterim biraz nafaka
Ölürsem mezarda giyeceğim yok
deyişi, sömürücü egemen kesime karşı yoksul halkın durumunu
sergilemektedir.
 Osmanlılar döneminde uzun süren savaşlarda yıllarca
asker olarak görev yapan halk, şehzadelerin, vezirlerin taht ve
çıkar kavgalarında da düşman dışında birbirleriyle savaşmak
zorunda bırakılmalarından bıkmış, pek çok insan karın doyurma
ve insanca yaşama uğruna canlarından olmuşlardır.
Düzenin bozulması, yol ve erkanın hiçe sayılması üzerine:
Hünkârım dünyaya gel eyle nazar
Duacı kulların ağlayıp gezer
 Urumdan Acem' e ismini yazar
 Hani erkan hani yol padişahım
diyen âşıklar, durumu açıklıkla dile ve tele dökmüşlerdir.
Osmanlı'nın halkına zulmü ve baskısı karşısında
13.yy'dan itibaren yer yer direnmeler ve isyanlar baş göstermiş,
l3.yy'da Baba İshak, 15. yy'da Şeyh Bedrettin, 16.yy ve
sonrasında Şahkulu, Köroğlu, Bozoklu, Kalender Çelebi, Pir
Sultan Abdal, Kozanoğlu, Elbeylioğlu vb. ya ezilen halkla ya da
bireysel olarak baş kaldırmış, bu eylemlerin büyük bölümü
âşıkların sazına ve sözüne yansımıştır. Âşıklar, yüzyıllar
boyunca Osmanlı feodalizminin yarattığı gerilim sonucu dirlik
ve düzen kavgası verip direnen halkın dili olmuşlardır.
Alevi kesime olan Osmanlı baskısı sonucu ortaya çıkan
kaç-göç olayı da âşıkları:
 Kul Mustafa’m der ki müşkül halleri
 Seyreyleyin sefil olan kulları
 Has bahçeden öte ıssız çölleri
 Al Osmanlı geçti m'ola ne dersin
.
biçiminde söylemiştir.
Bu dönemde, halktan öşür, aşar ve cizye adları altında alınan
ağır vergiler, halkı inim inim inletmiş, perişan etmiştir.
Osmanlı döneminde; "Vergi arttırımı ve memurların vergi
toplamayı bir soygunculuk olarak kullanmalarının kabarttığı
ayaklanmalar ilk önce Alevi-Türkmen halkı arasında başlamış
olsa bile, bunlar Sünni çiftçi halka hatta şehirlere ve kasabalara
9da sıçramakta gecikmemiştir.”14

Buğday pazarında buğday çalanlar
Dilerim dünyada var bulamasın
Yedi derde düşsün yerde sürünsün
Vücudunda asla fer bulamasın
(Feryadî)
18.yy'a değin Osmanlı’ya karşı direniş şiirleri:
Sayılmayız parmak ile
 Tükenmeyiz kırmak ile
 Başkasından sormak ile
 Kimse bilmez ahvalimiz
dizelerinde olduğu gibi genel bir karşı koyma tavrını, halkı da
katarak dile getirirken, halk hareketlerinin şiddetle bastırılması
sonucu bireysel direnişleri dile getiren, bir başka deyişle
eşkıyalık şiirleri ortaya çıkmıştır.
Bu yüzyıldan itibaren âşıklarda:
Herkes endamına verir ziyneti
Baştan çıkardılar bütün milleti
Batırdılar gitti din ü devleti
Bozuldu Resul’un yolu erkânı
 Kuş tüyü döşekte yattın uzandın
Haftada bir çeşit giydin özendin
Aferin aklına sen mi kazandın
Şu tompu tarlayı sana kim verdi (Ruhsatî)
 Fukaraya gün kalmadı
Mürtekipler metin oldu (Ruhsatî)
biçiminde ifadesini bulan düzen eleştirici şiirlerin ön plana
çıktığı görülmektedir.
Suçu bizim ile bölüştü unu
Onun da yok imiş imanı dini
Feryadî’yim beyim arzettim seni
Zatınız varken kime gidelim
diyen Feryadî ve
Bir vakte erdi ki bizim günümüz
Yiğit belli değil mert belli değil
Herkes yarasına derman arıyor
Dava belli değil dert belli değil
Fark eyledik âhir vaktin yettiğin
14
 A. Haydar Avcı, Kalender Çelebi Ayaklanması, Ank. 1998, s.22.
10Merhamet çekilip göğe yettiğin
Gücü yeten sayar gücü yettiğin
Papak belli değil börk belli değil
Çarh bozulmuş dünya ıslah olmuyor
Ehl-i fukaranın yüzü gülmüyor
Ruhsatî de dediğini bilmiyor
Yazı belli değil hat belli değil
diyen Ruhsatî 19. yüzyılda çalkantılı bir dönem yaşayan
Osmanlının durumunu sergileyen deyişleriyle gelecek kuşaklara
birer vesika bırakmıştır.
Geleneksel halk şiirindeki düzeni eleştiri şiirleri, genellikle
sınırları belirlenememiş bir hoşnutsuzluğu dile getirir.
Düzene karşı alternatif bir düşüncenin getirilmediği bir şiir
türü, halk şiiri içinde önemli bir yer tutar.
 Pir Sultan, Köroğlu, Dadaloğlu gibi âşıkların yy'lar sonra
bile şiirleriyle günümüzde de önemini korumalarının nedenini
Pertev Naili Boratav: "Bu ölmezliklerin sırrı, çağlarının
olaylarına ve insanlarına ilişkin kanıtları, hiçbir yazılı belgenin
saptayamayacağı ölçüde, bütün
girinti ve çıkıntılarıyla bize kadar ulaştırmış olmalarında,
anlatımlarını, Türkçe sözün büyülü nakışlarıyla dokumakta
gösterdikleri ustalıklarındandır."
15 diye vurgulamıştır.
Pir Sultan Abdal, vezir ve memurlarının kişiliğinde
Osmanlı yönetimini eleştirmiş, Osmanlı valisi Hızır Paşa'ya
meydan okurken mücadeleci, yılmaz ve inatçı tavrından hiç ödün
vermemiş, Pir Sultan başta olmak üzere Sivas’ın yürekli âşıkları:
Yürü bre Hızır Paşa
Senin de çarkın kırılır
Güvendiğin padişahın
O da bir gün devrilir (Pir Sultan)
Kadı işi yarım görür
Hükümetler baştan savur
Baya müftü fetva verir
Kuru fetvaya düşmüşler (Pir Sultan)
 Padişah katline ferman dilese
 Yine geçmem ola gönlü şahımdan
 Cellatlar karşımda satır bilese
 Yine geçmem ola gönlü şahımdan

 Kadılar müftüler fetva yazarsa
15
 Pertev Naili Boratav, Folklor ve Edebiyat I, İst, 1982 s.169.
11 İşte kemend işte boynum asarsa
 İşte hançer işte kellem keserse
 Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan
 (Pir Sultan)
biçimindeki söyleyişleriyle belli bir dönemde bozuk düzene karşı
direnişin sembolü olmuşlardır. Bu âşıkların başında gelen Pir
Sultan, kimi şiirlerinde yalnız tarikat konularına eğilirken, kimi
şiirlerinde de Anadolu'daki mezhep ayrılığından doğan iç
kavgaların, halk ayaklanmalarının yankılarını kendine özgü edası
ile dile getirmekte, inançları ve düşünceleri uğruna kendini feda
etmekten çekinmeyen kimlikle karşımıza çıkmaktadır.
Pir Sultan Abdal'ın şiirlerinde devlet düzeninin
bozukluğu, yöneticilerin zulmü, kadıların bağnazlığı, haram
yemesi ve yalan fetvalar verenleri, konumlarıyla eylemlerinin
birbirine uymaması:
 Fetva verir yalan yulan
 Domuz gibi dağı dolan,
 Sırtına vururum palan
 Senin gibi hayvan var mı
deyişinde görüldüğü gibi çarpıcı bir biçimde dile getirilmiştir.
Mehmet Bayrak, doğru bir görüşle; "Pir Sultan 'la
başlayan ve halk tarafından beslenerek bu günlere getirilen bir
'Pir Sultan Şiir Geleneği' oluşturulduğunu belirtmekteyiz. Bu
gelenek, Osmanlı resmi ideolojisine ve yönetimine karşı bir
nitelik taşır.”16 diyerek Osmanlı döneminde çeşitli baskılar
karşısında halkın direnişinin gelenek biçiminde âşıklara
yansıdığını ileri sürmektedir.
Bilindiği gibi Pir Sultan Abdal'ın çağında halifelik
Osmanlı hanedanına geçmiş ve şeriatın ödünsüz kurallarıyla
hareket eden yöneticileriyle tarikat çevreleri arasında bazı
çelişkiler ortaya çıkmıştı. Bu çelişkiler nedeniyle Anadolu'da
bazı halk hareketleri meydana gelmişti. Bu hareketlerin biri de
Pir Sultan gerçeğidir.
Pir Sultan'ın deyişlerinin temelini, bozuk toplum yapısının
eleştirisi oluşturur. Pir Sultan 'ın deyişleri her türlü haksızlığa
karşı toplumun ortak vicdanının sesidir. Eleştirilerden "Fetva
vermiş koca başlı kör müftü" deyişiyle kadılar, "Pir Sultan
Abdal'ım hey Hızır Paşa" deyişiyle paşalar payını alırken;
"Masumlar boğdurur padişahım var" gibi deyişleriyle de
padişahlar payını alır17
.
Osmanlı döneminde haksızlıklara dayanamayıp
başkaldıran, sazı-sözü ve eylemleriyle dikkatleri üzerine çeken
16
 Mehmet Bayrak, Eşkıyalık ve Eşkıya Türküleri, Ank. 1985, s.35.
17
 Sabahattin Eyüboğlu, Pir Sultan Abdal, İst. 1990, s.71.
12bir âşık da Köroğlu'dur.
Köroğlu'yum kayaları yararım
Halkın kılıcıyım hakkı ararım
Sultan padişahtan hesap sorarım
Uykudan uyanan katılır bana
diye ünleyen âşık, geniş kitlelerin uzak-yakın umutlarını
gerçekleştirmek için ortaya çıkan bir yiğit görünümündedir.
O, yiğitçe edası ile Türk halkının kahramanlık, mertlik
duygularının sembolü olmuştur18
.
Haşim Nezihi Okay: "Bize kalırsa Köroğlu, o günkü 16.yy
Osmanlı devletinin Anadolu'da sürdürdüğü bozuk düzene, baskı
ve haksızlık rejimine, ağa ve derebeyi üstünlüğüne karşı
Anadolu halkının direnme gücünün sembolüdür.
Her türlü haksızlığın sürdürüldüğü, fakir fukara halkın
nasibinin sadece ezilmek olduğu bir devirde Köroğlu'nun ve
Dadaloğlu'nun koşmaları; beylerin, ağaların ve sarayın suratına
indirilmiş birer şamardır.
-Buna kavga derler, bey ne, paşa ne?- diyen Köroğlu
sarayın ve onun düzenine karşı halkın kinini ne güzel anlatır.
-İncitmeyin fukarayı. fakiri- demekle de fakir halkın bu
bozuk düzene karşı koruyuculuğunu üstüne almış görülür.”19
diyerek hem genel duruma değinip hem Köroğlu'nun kişiliği ve
konumunu dile getirir. Başkaldırı, yönetici sınıfa karşı daha çok
kırsal kesim halkının direnişi biçiminde olduğundan doğa temi
olarak şiirin içinde yer alır.
Yüzyıllar boyu halkla ve köylü ile ilgilenmeyen saray
adamlarından birinin Şarkışla'dan geçerken toplanan köylülerin
hatırını sorması üzerine topluluğun arasında bulunan Sivas’ın
ünlü âşıklarından Şarkışlalı Serdari'nin:
Nesini söyleyeyim canın efendim
Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim
Arzuhal eylesem deftere sığmaz
Omuzdan kırılmış kolumuz bizim
Sefil İrençberin yüzü soğuktur
Yıl perhizi tutmuş içi kovuktur
İneği davarı iki tavuktur
Bundan gayrı yoktur malımız bizim
Benim bu gidişe aklım ermiyor
18
 Pertev Naili Boratav, Köroğlu Destanı, İst.1931, s.69.
19
 Haşim Nezihi Okay, Köroğlu ve Dadaloğlu, İst. 1970, s.32.
13Fukara halini kimse sormuyor
Padişah sikkesi selam vermiyor
Kefensiz kalacak ölümüz bizim
Zenginin sözüne beli diyorlar
Fukara söylese deli diyorlar
Zamane şeyhine veli diyorlar
Gittikçe çoğalır delimiz bizim
Sekiz ay kışımız dört ay yazımız
Açlığından telef oldu bazımız
Kasım demeden buz tutuyor özümüz
Mayıs’ta çözülür gönlümüz bizim
Tahsildar da çıkmış köyleri gezer
Elinde kamçısı fakiri ezer
Yorganı döşeği mezatta gezer
Hasırdan serilir çulumuz bizim
Zenginin yediği baklava börek
Kahvaltıyı eder keteli çörek
Fukaraya sordum size ne gerek
Düğülcek çorbası balımız bizim
Serdari halimiz böyle n'olacak
Kısa çöp uzundan hakkın alacak
Mamurlar yıkılıp viran olacak
Akibet dağılır ilimiz bizim
deyişi Osmanlı döneminde halkın genel durumunu ve âşıkların
serzenişlerini dile getiren ilginç örneklerdendir.
14

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder