8 Kasım 2013 Cuma

LEYLA İLE MECNUN HİKAYESİ

  erdem
YAYINLARI
LEYLÂ VE MECNUN'LA İLK TANIŞMAM
Kendimi bildim bileli bizim evde uzun kış geceleri pek hoş geçer. Hele bir de dışarıda kar yağıyorsa
değmeyin keyfimize. Kardeşimle birlikte yüzümüzü pencereye dayar, yere düşen kar tanelerini sayarız.
Bir taraftan gürül gürül yanan sobanın sesi duyulur. Diğer taraftan sobanın üstünde kaynayan
çaydanlığın çıkardığı ıslık sesi... Annemin kucağında bir sahan dolusu kestane, elindeki bıçakla onları
çizer durur. Öteden babaannem gelir biraz sonra. Ama önce elindeki bastonun tıkırtısı işitilir. Tabi bir
de "Ah Akif Efendi, ah!..." diyerek sızlanışı.
Babaannemin ağzından hiç düşürmediği bu Akif Efendi, benim dedemdir. Yani babaannemin biricik aşkı!
Ne bileyim, babam her zaman gülerek şöyle der:
- Nazife Hanımın biricik aşkı Akif Efendi! Onun bu sözlerine babaannem çıkışır hemen.
- Aman sen de!... Delinin zoruna bak!
İkisi arasında geçen bu tartışmaya, hepimiz kahkahalarla güleriz.
Babaannem, düşe kalka yürüyerek hemen yanımıza gelir. Sonra kaşlarını sevimli bir şekilde çatar ve
bize;
- Sizi gidi keçiler sizi! der. Hadi gelin masal anlatayım size. Önce kardeşimle ben annemin özenle diktiği
yer minderlerine
kuruluruz. Sonra babaannem başlar masalını anlatmaya.
- Bir varmış bir yokmuş...
O masalını tane tane anlatırken, biz masaldaki periler ülkesine çoktan varmışızdır. Gözlerimiz yavaş
yavaş kapanır. Uykunun o tatlı ağırlığı birdenbire üzerimize ..küverir. Ama sobanın üstünde pişen çıtır
çıtır kestanenin kokusu bizi geri çağırır yeniden. Hepimiz bir araya gelir, bayıla bayıla kestane yeriz.
İşte yine böyle bir geceydi. Ben televizyon izliyordum. Annem de bir köşede oturmuş .rgüsünü
.rüyordu. Babam ise kardeşime kâğıttan gemi yapmayı öğretiyordu.
Pencerenin yanındaki somyada oturan babaannem, uyukla-yıp duruyordu. Babamın deyimiyle şekerleme
yapıyordu. Başı yavaş yavaş öne düşüyor, sonra tekrar yukarı kalkıyordu. Ben de ara sıra ona bakıyor,
kıkır kıkır gülüyordum. Babaannem sesimi duymuş olacak ki hemen uyandı. Şöyle bir etrafına bakındı.

 Sonra hiçbir şey olmamış gibi pencereden dışarı bakmaya başladı. Bir yandan eliyle dizlerine .rttüğü
hırkasını sıvazlıyor, bir yandan da her zaman söylediği sözleri mırıldanıyordu.
- Ah Akif Efendi ah!
Annem gülerek başını iki yana salladı. Sonra da;
- Sizin aşkınız da Leylâ ile Mecnun'un aşkını geçti vallahi! dedi.
- Ah ah! Ben onu .lünceye kadar unutamam! dedi babaannem.
Onlar böyle konuşadursun, bu Leylâ ile Mecnun'un bir hikâyesi olduğu geldi aklıma. .zür dileyerek söze
girdim.
- Anne, dedim. Leylâ ile Mecnun'un hikâyesini anlatır mısın bana?
Annem gülümseyerek bir babaanneme bir de bana baktı.
- Babaannen daha iyi anlatır mutlaka. İstersen ondan rica et! dedi.
Onun bu sözleri üzerine babaannem, bir el işaretiyle beni yanına çağırdı. Sonra da anlatmaya başladı.
LEYLA İLE MECNUN
Çok eskiden Arabistan'ın kızgın çöllerinde çeşitli kabileler yaşıyordu. Bu kabileler su kuyularının olduğu
vahalara çadır kuruyor ve oralara yerleşiyorlardı. Her kabileyi bir reis yönetiyordu. Reislerin her s.zü
yerine getiriliyordu. Bu yüzden reis seçileceklerde bazı özellikler aranıyordu. Bu kişilerin cesur, zengin,
adaletli ve cömert olması gerekiyordu. İşte bu özelliklere sahip Amir adında biri, bir kabileye reis
olarak seçilmişti.
Amir, gece gündüz demeden kabilesinin işleriyle uğraşıyordu. Bazen uzun süren seyahatlere çıkıyor,
Bağdat ile Basra arasında ticaret yapıyordu. Her geçen gün zenginliği arttı. Kabilesinin bolluğu her
tarafta duyulur oldu. Hele Amir'in adaletli bir şekilde kabilesini yönetmesi, ününü iyice arttırdı. Bu
yüzden kabilede herkes onu çok sever ve sayardı.
Amir mutluydu. Fakat kendisinden sonra kabilenin reisliğini kim alacaktı? Bunca malı mülkü, kendisinden
sonra kim yönetecekti? İşte bu konuda çok endişe ediyordu. .ünkü işlerini görecek bir çocuğu yoktu. O
da biliyordu ki çocuk bırakan adını da bırakırdı. Kabilede çocuğu olmayan bir reisin durumu zaman zaman
dedikodulara da yol açabilirdi. Fakat elden ne gelirdi. Bir çocuk vermesi için Allah'a çok dua etmişti.
Adaklar adamış, kurbanlar kesmişti. Fakir fukarayı doyurmuş, dilencilere altın dağıt-
8
mıştı ama yine de değişen bir şey olmamıştı. Çektiği evlât hasreti her gün biraz daha büyüyordu. Yine
de Amir ümitsizliğe düşmüyor, sabrediyordu. "Mevlâm elbet bir gün bana da bir çocuk ihsan eder." diye
düşünüyordu. Günler ayları, aylar yılları kovaladı. Amir yine bir gün g.nülden dua etti.
- Allah'ım!... Her şeyi veren de sensin, alan da... Her şeyi yoktan var eden sensin. Var olan her şeyi,
dilersen yok edebilecek yine sensin. Sen bağışlayansın, esirgeyensin. Sen ol dersen, her şey kolayca
olur. Kullarının dualarını ulu dergâhında kabul eylersin. Benim de duamı kabul eyle. Bana bir evlât ihsan
eyle! Adımı yaşatsın, düzenimi koruyup sürdürsün. Şu seher vaktinde kuşlar uçmaz, kervanlar
geçmezken, ben sana yalvarıyorum. Sen varken ben kime yalvarayım? Kimden isteyeyim?
Günlerden bir gün seyahatten evine d.ndü. Hanımı sevinç içinde kendisini karşıladı. Bir bebek
beklediğini söyledi. Amir duyduklarına inanamadı ve bu habere çok sevindi. Allah dualarını nihayet kabul
etmişti. Onun da bir çocuğu olacaktı. Çocuğunu okula yollayacak, çeşitli âlimlerden ders aldıracaktı. Ava
g.türecek, ona avlanmayı öğretecekti. Kervanlarla mal alıp satmayı öğretecekti. Adı yaşayacak, dirlik ve
düzeni yıllarca sürecekti.
Çok sevindi. Öyle sevindi ki kabilesindeki herkese ziyafet verip şenlikler düzenledi. Reislerinin bir
çocuğu olacağını duyan kabile halkı da buna çok sevindi. Bu iyi kalpli, cömert, cesur ve
zengin reislerinin duası sonunda kabul olmuştu.
Aylar sonra Amir'in karısı nur topu gibi bir bebek dünyaya getirdi. Haber, hemen Amir'e ulaştırıldı.
Hanımının bir erkek çocuk doğurduğunu duyan Amir'in heyecandan dili tutuldu. Duyduklarına inanası
gelmedi. Öyle sevindi, öyle sevindi ki az kalsın bayılacaktı. Sevincini kabilesiyle paylaştı. Yine ziyafetler
verildi, fakirler doyuruldu, yedi gün yedi gece şenlikler yapıldı. Amir ise bebeğe ne isim vereceğini
düşünüyordu. Aklına türlü isimler geliyordu. Fakat bunların hiçbirini beğenmiyordu. Kendisine tavsiye
edilen isimleri de beğenmedi. Bir gece bir rüya g.rdü. Çiçeklerin içinden nur yüzlü bir ihtiyar, Amir'e
gelip;
- Bir isim için bu kadar fazla düşünme. Bebeğe Kays ismini koy, dedi.
Amir bu ismi çok beğendi. Sabahleyin erkenden kalktı. Kays ismini ü. defa bebeğin kulaklarına söyledi.
Sonra kabilesine d.ndü.
- Ey halkım! Yıllar sonra gelen bebeğime Kays ismini verdim. Adıyla çok yaşasın. Şanı, alsın yürüsün.
Kabilesinin ve babasının dirliğini ve düzenini sürdürsün isterim, dedi.
Herkes kısa sürede Kays'ı çok sevdi. Artık evin içinde bir çocuk sesi yankılanıyordu. Onun ağlayışları,
gülüşleri, haykırışları evin neşe kaynağı olmuştu. Amir öyle mutluydu ki kervanlarıyla uzak şehirlere
gitmek istemiyordu. Yeni doğan çocuğunun yanın-
10
da kalmak, onunla doyasıya oynamak istiyordu. Yolculuklarda oğlunun ismini sayıklamadan edemiyordu.
"Kays canım yavrum! Bir tanem benim!"
Aylar, yıllar hızla geçip gitti. Kays, artık bebeklikten çocukluğa geçmişti. Bahçede, sokakta oynamaya
başlamıştı. Ama oyun arkadaşı pek yoktu. Bu nedenle dadıları Kays'ı, mahalleye yeni taşınan bir komşuya
g.türmeye başladılar. Bu komşunun Kays ile yaşıt güzel bir kız çocuğu vardı. Bu iki çocuk saatlerce
oynuyor, beraber yemek yiyor, beraber uyuyorlardı. Birbirlerine o kadar alışmışlardıki bir gün
g.rüşmeseler hemen ağlamaya başlıyorlardı. Bu ağlamalar sırasında çocukları teselli etmek mümkün
olmuyordu. Ancak bir araya gelince neşeleniyorlardı. Hiç bıkmadan, usanmadan saatlerce birlikte
oynuyorlardı.
Amir, oğlu on yaşına basınca, onu sünnet ettirmeye karar verdi. Bu nedenle reisi olduğu kabilede
hazırlıklar yapıldı, şenlikler düzenlendi. Çok uzak diyarlardan sihirbazlar ve cambazlar getirtildi.
Onların yaptığı gösteriler ilgiyle izlendi. Kays'ın şerefine develer, koyunlar, keçiler kesildi. Fakir fukara
doyuruldu. Yedi gün yedi gece süren eğlenceler yapıldı. Kays sünnet oldu. Amir çocuğunun karşısına
geçti.
- Oğlum artık büyüdün. Genç bir erkek oldun. Ben de bugünün hatırasına sana bir ok ve yay hediye
edeceğim. İleride iyi bir avcı, iyi bir yönetici ve tüccar olmanı istiyorum. Bunun için
I I
elimden gelen her şeyi yapacağım. Senin iyi yetişmen için her imkânımı kullanacağım. Bundan emin olmanı
isterim. Ama önce okula gitmen gerekiyor. İyi ve çalışkan bir öğrenci olmalı ve okulunu bitirmelisin.
Kays, babasının sözlerini dikkatle dinledi. Babasına başarılı olmak için elinden gelen gayreti
göstereceğini söyledi.
OKUL GÜNLERİ
Bir sabah Amir, çocuğunun elinden tuttu. Onu iyi eğitim veren, bilgili, g.rgülü hocaların olduğu bir okula
yazdırdı. Kays kısa zamanda okulunu çok sevdi. Orada yeni arkadaşlar edindi. Yeni oyunlar oynadı. Ara
sıra çocukken beraber oynadığı kız arkadaşı da aklına gelmiyor değildi. Ne güzel oynarlardı!...
Bir gün taşınıvermişlerdi işte. Nereye gitmişlerdi? Bilmiyordu... Şimdi de birçok arkadaşı vardı.
Arkadaşlarının çoğu erkek öğrencilerdi. Ama sınıfta ü. dört tane de kız öğrenci bulunuyordu. Bu
öğrenciler sınıfın en .nündeki sırada oturuyorlardı. İçlerinden biri herkesin dikkatini çekiyordu. Altın
gibi sarı saçları, ceylân gibi karagözleri, kulakları okşayan kadife gibi yumuşak bir sesi vardı. Boylu
posluydu. İşte bu kız, sınıfın en çalışkanıydı. Sorulan sorulara ilk önce o cevap veriyordu. En yüksek
notlan hep o alıyordu. Bütün sınıfın g.zü bu çalışkan ve güzel öğrencinin üstündeydi. Elbette Kays'ın da
g.zü istemeden o güzel kıza kayıyordu. Ona bakmaktan kendini almıyordu. Adını kısa sürede öğrendi.
Leylâ... Bu ismi belki yüzlerce kez sayıkladı. Leylâ, Leylâ...
- Ne güzel bir isim, dedi kendi kendine.
Kays'ın yalnız gözleri değil, g.nlü de Leylâ'ya kaydı. Artık g.nlünü Leylâ doldurmuştu. Dilinden Leylâ
ismi düşmüyordu. Varlığı, benliği, g.nlü, dili Leylâ ile beraberdi. Sanki Kays diye biri
1
yoktu. Sanki Kays'ın vücudunda sadece Leylâ'nın hayali vardı.

 Sınıfta reisin oğlunu kim tanımaz. Kays'ın boyu poşu, çalışkanlığı ve yakışıklılığı Leylâ'nın da dikkatini
çekmişti. O da gözlerini Kays'tan alamıyordu. Böylece iki çalışkan, iki güzel öğrenci birbirini sevdi. Kays
Leylâ'sız, Leylâ da Kays'sız yapamaz oldu.
Çok geçmeden Kays ile Leylâ birbirlerinden ayrılamaz oldular. Okul çıkışında beraber oynamaktan ve
yürümekten büyük mutluluk duyuyorlardı. Günler böyle geçip gitti. Okullar tatil oldu. Kays, Leylâ'yı
göremeyince çok üzüldü. Ayrılık ateşi daha şimdiden kendisini yakmaya başlamıştı. Başka işlerle
uğraşmayı denedi. Babasının hediye ettiği ok ve yay ile ava çıktı. Kervanlarla mal alıp sattı. Kılıç
kullanmayı öğrendi. Ama hiçbiri Leylâ'yı aklından silmesine yardımcı olamadı. Aksine daha fazla Leylâ'yı
düşünür oldu.
Aslında bu hâllere kendisi de şaşıyordu. İlk defa böyle garip, değişik duygulara kapılıyordu. Bu nasıl bir
şeydi? Leylâ'nın hasreti nasıl bir şeydi ki her tarafını yakıp kavuruyordu? Kays, okulların açılmasını dört
gözle bekliyor, tatilinin bitmesi için dua ediyordu.
Leylâ da Kays'ın neler yaptığını merak ediyordu. Kendisini düşünüyor muydu? Yoksa okulda geçirdikleri o
güzel günleri unutmuş muydu? Yoksa bey oğlu olarak devamlı kervanlarla uzak
15
şehirlere mi gidiyordu?
Sayılı günler çabuk gelip geçti ve okullar tekrar açıldı. Kays ve Leylâ birbirlerine kavuştukları için
sevinçliydiler. Söze önce Kays girdi.
- Leylâ, biliyor musun seni çok özledim. Bu yaz tatili geçmek bilmedi. Hep seni düşündüm. Okuldaki
güzel günler, gözlerimin .nünden gitmedi. Başka şeylerle ilgilenmek istedim. Ama yine de seni
düşünmeden edemedim. Böyle hâller ilk defa başıma geliyor. Bambaşka biri oldum sanki...
Bu sözler üzerine Leylâ da Kays'a şunları söyledi:
- Ne kadar tuhaf! Ben de hep seni düşündüm. "Kays acaba şimdi ne yapıyor? Uzak şehirlere seyahat mi
ediyor?" dedim. Uçan kuştan, esen yelden haber sordum. Ben de okulun açılmasını sabırsızlıkla bekledim.
Leylâ ile Kays, zamanla birbirlerine daha çok bağlandılar. Leylâ'nın ailesi bu iki öğrenci arasındaki
arkadaşlığı, yakınlığı izlemekteydi. Ama aynı sınıfa giden bu gençlerin birlikte ders çalışmalarını ve oyun
oynamalarını normal karşılıyorlardı.
Okulda sürüp giden beraberlikleri zamanla herkesin g.züne batmaya başladı. İlk önce arkadaşları onları
kıskandı. Sonra söylentiler etrafa yayılmaya başladı. Bu söylentiler, Leylâ'nın ailesi tarafından da
duyuldu. Babası bu söylentiler yüzünden kızını
16
okuldan almaya karar verdi. Hanımına kızıyla uygun bir dille konuşmasını söyledi. Annesi bir gün okul
d.nüşü Leylâ'yı karşısına aldı.
- Güzel kızım, ay yüzlü, ceylân g.zlüm! G.zümün nuru, g.nlümün incisi! Duydum ki okulda bir beyin oğlu
ile birlikte geziyor, ders çalışıyormuşsun. Bunları ilk duyduğumuzda çocuktur, deyip fazla ciddiye
almadık aslında. Ama yıllar geçti değişen bir şey olmadı. Bak adın el dilinde dolaşıyor. Bu ailemiz için hoş
bir durum değil. Baban seni okuldan almak istiyor. Bu yüzden hareketlerine dikkat etmelisin. Hele aşk
dedikodusu hiçbir şeye benzemez. İlk önce okulunu bitirmelisin, dedi.
Leylâ, bu sözler üzerine çok üzüldü ve günlerce ağladı. Yandı yıkıldı.
- Bana bir fırsat daha tanıyın. Okuluma gideyim, diye annesine ve babasına yalvardı.
Fakat onları ikna edemedi ve bir daha okula gönderilmedi.
Ertesi gün okula gelen Kays, Leylâ'nın sırasının boş olduğunu g.rdü. Neden gelmediğini merak etti.
Hastalanmış mıydı acaba? O gün dersi hiç dinleyemedi. Aklında hep Leylâ vardı. Leylâ'nın niçin okula
gelemediğini düşünüp durdu. Defterine sayfalar dolusu Leylâ yazdı, İçinden Leylâ diye sayıkladı.
Leylâ'dan başka bir şey duymadı ve görmedi. Okuldan çıktıktan sonra üzgün bir
17
şekilde evine d.ndü. Sofrada hiçbir şey yiyip içmedi. Hemen kendini yatağa attı ama uyuyamadı.
Leylâ'nın hayali daima karşısında duruyordu. Bir an gözlerini yumsa, o hayalin uçup gideceğini sanıyordu.
Bu yüzden bütün gece g.zünü kırpmadı.

 Sabah erkenden çantasını aldı. Heyecan ve merak içinde okula koştu. "Leylâ okula gelmiştir inşallah."
diyordu içinden. Sınıfa girince, Leylâ'nın oturduğu sıranın yine boş olduğunu g.rdü. Hayal kırıklığına
uğradı. Ağladı, inledi. Kendi kendine söylendi durdu.
- Leylâ neden gelmiyorsun? Senin yolunu dört gözle bekleyen biri var. Bunu bilmiyor musun? Sen varsan,
ben de varım. Sen yoksan, Kays olsa ne çıkar? Leylâ artık gel! Yollarını gözleyen bu zavallıyı sevindir. Gel
beraber sevinip mutlu olalım. Sen yoksan mutluluk yok, sevinç yok. Leylâ artık ne olursun gel... Leylâ
gel!...
Kays, bu sözleri sanki ciğeri paralanırcasına söylemişti. Öyle hüzün doluydu ki! Leylâ diye diye kendinden
geçti. Arkadaşları hemen kollarına girerek onu ayıltmaya çalıştılar. Ama o yarı baygın bir hâlde devamlı
sayıklıyordu.
- Leylâ'sız, gözlerimi açsam ne olur? Gözlerim onu gör-meyecekse bırakın kapansınlar. Ne güneşi
görmek istiyorum, ne de mehtabı. Ben ay yüzlümü, nur yüzlümü görmek isterim.
Kays'ı evine getirdiler. Hemen yatağına yatırdılar. Annesi ço-
18
cuğunun başına gelenleri bir türlü anlayamıyordu. Hele babası, bunca yıl sonra bir erkek evlât sahibi
olmuşken, oğlunun bu mecnun gibi hâllerine bir anlam veremiyordu. Biricik oğluna neler oluyordu?
19
KAYS'A MECNUN DENİYOR
Kays okula gitmek istemiyordu. Leylâ'sız okulun tadı tuzu yoktu. Onsuz öğreneceği şeylerin gerekli
olduğuna da inanmıyordu. Okula gidiyorum diye evden çıkıyor, kendini çöle atıyordu. Bazen görebilirim
ümidiyle Leylâ'nın mahallesinde dolaşıp duruyordu. Fakat ne zaman evlerinin yanına gelse Leylâ'yı
saklayan perdelerle karşılaşıyordu.
Artık her doğan günle birlikte Leylâ'yı görme ümidine kapılıyordu. Fakat akşam olunca kederli bir
şekilde evine d.nüyordu. Her geçen gün Kays, Leylâ'nın hasretiyle boğuluyordu. Ne yapabilirdi? Leylâ'yı
göremiyordu. Onsuz güneş doğmuş ve batmış ne fark ederdi? Kays günlerce Leylâ'nın evinin .nünde
bekledi. "Pencerelerden Leylâ'yı görebilirim." diye düşünüyordu hep. Ümidini kesip çöllere doğru
gitmeye başladı. Artık kendi kendine konuşur olmuştu.
- Leylâ'm neredesin? Gül yüzünü göremedim. Evinin etrafında bir köle gibi dolandım. Bana gül yüzünü
göstermedin. Beni unuttun mu? Seven unutur mu Leylâ? Ben seni bir an bile unutmadım. Baktığım her
şeyde seni g.rüyorum. Duyduğum her şey senin ismini s.ylüyor. Ben artık bende değilim. Ben o Kays
değilim. Sevdanın ateşiyle yanan, kül olan bir Mecnun'um. Leylâ, ne olursun artık gel!
20
Kabiledeki herkes Kays'ın bu durumuna çok üzülüyordu. Ama ellerinden bir şey gelmiyordu. Üstelik bu
genç adamın sık sık çöllere düşüp kendi kendine konuşması, herkesin ona mecnun demesine sebep oldu.
Zaten halk ona Mecnun demeden Kays kendine Mecnun demişti. Artık kendinde olmadığını iyi biliyordu.
Leylâ'dan başka bir şey düşünmediğini de iyi biliyordu. Gün geçtikçe insanlardan uzaklaşmaya
başlamıştı. Kays, artık Mecnun olmuştu.
21
İLK BULUŞMA
Mevsimlerden ilkbahardı. Evlerin bahçeleri, çadırların .nü bin bir çiçekle bezenmişti. Güllerin derdiyle
acı çeken bülbüller ötmekteydi. Mecnun ü. yıldır ilk defa baharın farkına vardı. Bülbüllerle dertleşti.
- Siz de mi aşk derdine düştünüz ki böyle feryat edip duruyorsunuz? Ben Leylâ'ya hasretim. Siz de
güllere mi hasretsiniz?
Mecnun artık elden ayaktan kesilmişti. Kendinden öyle bir geçiyordu ki yiyip içmek aklına bile
gelmiyordu. Hasret bir kor gibi yüreğini yakıyordu. Bu arada Mecnun da mum gibi eriyordu. Onun bu
hâlini gören arkadaşları;
- Haydi Mecnun kalk, birlikte vahayı gezelim! Bak bahar geldi. Her yer çiçeklendi. Hem belki sen de
hava alıp kendine gelirsin, dediler.
Mecnun arkadaşlarına güldü.

 - Sevgilisiz bahar gelmiş, gelmemiş ne fark eder ki? Baharda bile benim gibi inleyen bülbüllerin olduğunu
g.rdüm.
Ama arkadaşlarının ısrarlarına daha fazla dayanamadı. Onları kırmamak için istemeye istemeye
dolaşmaya çıktı.
Çiçeklere baktıkça Leylâ'yı hatırladı. Gonca gülleri kokladı.
- Leylâ gibi kokuyorsunuz, dedi. Kuşları dinledi.
22
- Leylâ gibi konuşuyorsunuz, diye iç geçirdi. Ilgıt ılgıt esen rüzg.ra;
- Leylâ'nın kokusunu getiriyorsun, dedi. Daha da kederlendi.
Mecnun ve arkadaşları geze geze bir su başına gelmişlerdi. Palmiyelerin gölgesinde oturup dinlenmek
istediler. Ama bir grup genç kız orada oyunlar oynayıp şarkılar s.ylüyorlardı. Mec-nun'un g.züne bir
kenarda kederli kederli oturan genç bir kız ilişti. Onu Leylâ'ya benzetti. Sesini duymak istedi,
duyamadı. Bu genç kız sevinçli olan diğer arkadaşlarının aksine gamlar içindeydi. Mecnun heyecanlandı.
Bu... Bu Leylâ olabilir miydi? Hasretini duyduğu, yandığı tutuştuğu sevgilisi olabilir miydi? Keşke o
olsaydı. Onu görmek için neler vermezdi ki...
Mecnun yavaş yavaş bu genç kıza yaklaştı. Gözlerine inanamadı. Yoksa yanılıyor muydu? Yoksa hayal mi
g.rüyordu? "G.rdüğüm bir düş mü?" diye kendine sordu. Genç kıza biraz daha yaklaştı. Kederli
gözleriyle genç kız haykırıverdi.
- Kays!... Mecnun!...
- Leylâ!... Leylâ!...
İki sevgili yıllar sonra birbirlerine kavuşmuştu. Bu karşılaşma ikisini de çok sevindirmişti. İki sevgili
hasretle sarıldılar. Mecnun daha da güzelleşen ancak süzülen Leylâ'ya doya doya baktı. Mec-nun'a
kavuşan Leylâ, az daha bayılacaktı. Bu sevinç dalgası onu
23
kendinden almıştı. Mecnun;
- Seni çöllerde aradım, açan çiçeğe, uçan kuşa, esen rüzg.ra sordum. Evinizin etrafında bir köle gibi
dolandım durdum. Seni bir an bile göremedim. Gözlerim sevgiliyi göremeyecekse, kör olsun istedim.
Baharlar geldi geçti. Haberim olmadı, diye sevgilisine çektiklerini anlattı.
Leylâ da onun bu sözlerine karşılık;
- Ey adını benim yüzümden değiştiren Kays! Ben evde hapis hayatı yaşadım. Hoş, senden uzaktayken
serbest bıraksalar, ben yine kendimi zindanlarda sayardım. Ben senin yanında hürüm. Senden ayrı iken
zindanlardayım. G.nlümün bekçisi sensin. Baharı müjdeleyen bülbüller benim gam ortağım oldu. Geceler
sırdaşım oldu. Sensizlik benim için en büyük dert oldu. Derdimin dermanı Mecnun, beni de yanına al.
Birlikte çöllere gidelim. Seninle beraberken çöl benim için gül bahçesidir.
İki sevgilinin hicranlı konuşmalarını izleyen arkadaşları, onları daha fazla konuşturmak istemediler.
.ünkü ikisi de konuştukça yorgun düşüyorlardı. Arkadaşları;
- Ey sevda çeken Leylâ, bu hâlini baban görse ne der? Hemen buradan gidelim. Sonra dedikodu olur. El
diline düşersiniz. El diline düşmek, bir genç kız için iyi bir şey değildir. Bir daha senin dışarı çıkmana da
izin vermezler. Bundan sonra Mec-
24
nun'u da göremezsin. Onun için hemen eve dönmeliyiz, diyerek Leylâ'yı uyardılar.
Arkadaşları Leylâ'yı alıp oradan ayrıldılar. Mecnun ise sevgiliye kavuşmanın sarhoşluğu içindeydi. Ama
giden sevgili, içinde küllenen ateşi tekrar büyüttü. Yüreğini kanattı. Kanlı gözyaşları akıttı. Leylâ'nın
arkasından bakakaldı. Ardından feryat etti.
- Ey sevgili! Uzun yıllardan sonra sana kavuştum. Ayrılık bu kadar çabuk mu gelecekti? Gidiyorsan,
kalbimi de g.tür. Beni hicranımla baş başa bırakma. Beni çöllere atma Leylâ!... Geri dön Leylâaa!...
LeylâaaaL.
* * *
Mecnun "Beni çöllere atma Leylâ!..." diye haykırdığında ben çoktan uykunun kucağına düşmüştüm.
Hatırlayabildiğim son şey, babaannemin;
- Yarın gece kaldığımız yerden devam ederiz. Sen şimdi mışıl mışıl uyu. Tatlı rüyalar gör emi! diyerek
yanağıma kondurduğu .pücüktü.
Acaba Mecnun Leylâ'sına kavuşabilecek miydi? Doğrusu bunu çok merak ediyordum.
Ertesi sabah büyük bir telâşla yatağımdan fırladım. .ünkü rüyamda okula geç kaldığımı g.rmüştüm.
Benim bu hâlimi gören annem;
- Ne o? Bir yere mi gideceksin? diye sordu.
25
- Anneciğim, beni niye kaldırmadın? Bak okula geç kaldım, dedim.
Bunu duyan annem epey güldü buna.
- Yoksa şubat tatilinde olduğunu unuttun mu? dedi.
İşte o an kafamda şimşekler çaktı. Meğer g.rdüğüm rüyanın etkisiyle öyle sanmıştım. Ama tatilde
olduğumu hatırlayınca iyice rahatladım. Yatağa girip biraz daha uyusam hiç fena olmazdı.
Bir an aklıma dün gece babaannemden dinlediğim hikâye geldi. Acaba babaannemin yanına gidip hikâyenin
devamını hemen anlatmasını istese miydim?
Ama ben babaannemi tanıyorsam, böyle bir teklifi asla kabul etmez. Yani devamını akşam anlatacağım
dediyse öyle olacak demektir. Yalvarıp yakarmanın da bir anlamı yoktur.
Bizi "keçilerim" diye sever ama kendisi de en az bir keçi kadar inatçıdır.
- En iyisi biraz daha uyumak! dedim kendi kendime ve kendimi yatağa attım;
Ne kadar uyudum bilmiyorum. Ama tek bildiğim, kalabalık bir sesle uyandığım.
"Bu sesler de ne?" demeye kalmadan kapıdan içeri kuzenlerim giriverdi.
Onları g.rünce duyduğum sevinci size anlatamam. O gün evimiz her zamankinden daha neşeliydi. Zaten
günün nasıl geç-
26
tiğini de'anlayamadım.
Akşam annemin pişirdiği o birbirinden lezzetli yemekleri yedikten sonra heyecanım bir kat daha arttı.
Şimdi babaannemi sıkıştırmanın tam sırasıydı. Kuzenlerime dedim ki:
- Dün gece babaannem bize Leylâ ile Mecnun'un hikâyesini anlatmaya başladı. Bu gece de kaldığımız
yerden devam edecek. Hep birlikte dinlemeye ne dersiniz?
Bu sözlerimden hepsi çok memnun kalmış olacak ki o anda "oleyyy!" diye bağırarak havaya zıpladılar.
Seslerimizi duyan babaannem, telâşlı telâşlı yanımıza geldi.
- Sizi gidi keçiler! Yine neler çeviriyorsunuz bakalım? dedi. Kuzenlerim, kardeşlerim ve ben muzip bir
şekilde babaannemin g.zünün içine bakıyorduk.
- Anladım! dedi kafasını sallayarak. Hikâye anlatmamı istiyorsunuz. Hadi bakalım, anlatalım öyleyse.
Babaannem, sobanın yanındaki koltuğa kuruldu. Biz de minderlerimizi alarak onun çevresine sıralandık.
Kuzenlerim ve kardeşlerim hikâyenin başını bilmiyorlardı. Bu yüzden babaannem bir önceki gece
geldiğimiz kısma kadar hikâyeyi kısaca anlattı. Sonra da derin bir iç çekerek devamını anlatmaya
başladı.
27
MECNUN ÇÖLLERE GİDİYOR
Mecnun bu feryatların ardından bayıldı. Kendine geldiğinde arkadaşları başında bekliyorlardı. Mecnun
kendine gelince aklını kaybetti sanki. Ağladı, feryat etti... Üzerindeki elbiselerini parçaladı. Ayağındaki
ayakkabıları çıkarıp yere vurdu. Arkadaşlarına d.ndü.
- Varın evinize gidin! Ben bundan böyle çöllere gideceğim. Artık benim evim çöllerdir. Derdimle,
Leylâ'nın hayali ile yaşayacağım. Babama ve anneme de söyleyin, haklarını helâl etsinler. Onları asla
üzmek istemem. Ama ne yapayım ki elimde değil. Leylâ'nın aşkı beni benden aldı. Ben artık Kays değilim.
Arkadaşları Mecnun'u ikna etmek için çok uğraştılar. Neler dediler, ne diller d.ktüler ama bir türlü
Mecnun'u kandıramadı-lar. Bir süre daha beklediler. Söylediklerinin hiçbir faydası olmadığını g.rünce,
çaresiz geri d.ndüler. Mecnun da ıssız çöllere doğru yola çıktı...
28
BABASI MECNUN'U ARIYOR

 İçindeki aşkı her geçen gün artan Mecnun, çöllerde yaşamaya başlamıştı. Çölde yatıp kalkıyordu. Aşk
ateşinden öyle çok yanıyordu ki kızgın kumların farkında değildi. Dudakları çatlamış, yüzü kavrulmuştu.
Ama o yine de bu durumdan şikâyetçi değildi. "Leylâ'nın hayali her türlü çileye değer. Ben her şeye onun
sayesinde katlanabilirim." diyordu.
Kabileye dönen arkadaşları Mecnun'un babasına her şeyi anlattılar. Amir, oğlunun durumuna çok üzüldü.
Biricik yavrusu ne hâle gelmişti. Geceler boyu yalvarıp Allah'tan dilediği yavrusu, aşk derdiyle sarhoştu.
O derece sarhoştu ki çöllerde yatıp kalkıyordu. Issız çöllerde, dikenlerin bittiği çöllerde, kızgın
çöllerde yaşıyordu. Babasının yüreği cız etti. Oğlunu aramaya başladı. Yanına biraz yiyecek ve su aldı.
Sonra da yollara düştü. Çöle gelince etrafına bakıp seslenmeye başladı.
- Oğlum, Kays'ımL. Neredesin?... Ses ver!... Kays!... Mecnun oğlum!...
Ama ses yoktu. Ara sıra esen rüzg.rın sesinden başka ses duyulmuyordu. Sıcak gittikçe artmaya
başlamıştı. Amir, oğlu için endişeleniyordu. Onun başına bir şey gelmesinden korkuyordu. Vahşî
hayvanların kendisine bir şeyler yapmasından çekiniyordu. Çölde yürürken kumların içinde birisinin
yattığını g.rdü. Hızla
29
ona doğru koşmaya başladı. Bir yandan da dualar edip duruyordu.
-Allah'ım bu... Bu benim oğlum! Sakın ölmesin Allah'ım! Sen bana yardım et. Oğlumu bana bağışla.
Oğluuum! Kays'ım!... Ben geldim. Seni çöllerden almaya geldim. Oğluum! Biricik evlâdım!...
Mecnun'un her yeri toz ve kum içindeydi. .stünde karıncalar geziniyordu. Etrafında vahşî hayvanlar
dolaşıyordu. Babası hemen koşup onun başını kaldırdı. Biricik evlâdının perişan hâlini g.rünce gözyaşı
d.ktü.
- Neden bu hâldesin? Neden çöllerdesin?
- Ey bana bu soruları soran kişi? Sen kimsin? Eğer bana Leylâ'dan bahsedeceksen otur. Yok eğer .ğüt
vereceksen, beni rahat bırak!
Oğlunun bu sözlerine Amir çok şaşırdı. Oğlu, biricik oğlu onu tanıyamamıştı.
- Kays'ım! Mecnun'um beni tanımadın mı? Ben babanım!
- Babam mı?
- Evet baban. Bu hâlin nedir? Neden çöllerdesin? Haydi eve gidelim. Annen de seni çok merak ediyor.
Senin için çok endişeleniyor.
- Babacığım, Leylâ'dan haber var mı? Siz onu deyin bana. Yoksa beni kendi hâlime bırakın.
30
Babası daha da üzüldü. Oğlu ne kendisini,'ne annesini merak ediyordu. Sadece Leylâ'yı merak ediyor,
onu soruyordu. Mecnun aklını mı yitirmişti? Kendisine büyü mü yapılmıştı? Kendini, annesini ve babasını
unutacak kadar bir sevdaya nasıl yakalanmıştı? Bu nasıl sevgiliydi? Bir süre düşündükten sonra;
- Oğlum kalk eve gidelim! Sevgilin Leylâ evde seni bekliyor, dedi.
Mecnun, Leylâ'nın adını duyunca canlandı. Hemen ayağa kalktı. Sanki yeniden doğmuş gibiydi. İçi
sevinçle doluydu. Gözleri ışıl ısıldı. .stünü başını silkeledi.
- Haydi sevgiliye gidelim! Mademki beni bekliyor, öyleyse Leylâ'mı bekletmeyelim, diyerek yollara
düştü.
Bir yandan yalın ayak yürüyor, bir yandan da "Leylâ" diye sayıklıyordu.
Epey yürüdükten sonra eve geldiler. Annesi oğlunu g.rünce çok sevindi. Ama perişan hâline de çok
üzüldü. Hemen oğlunu kucakladı.
- Oğlum, biricik oğlum!
Mecnun ise annesinin farkında bile değildi. İçeri girerken;
- Leylâ nerede babacığım? diye sordu.
Annesi ve babası oğullarına uzun uzun nasihat ettiler. Mecnun başı önde, gözyaşları içinde onları dinledi.
Sonra onlara şöyle dedi:
31
- Sevgili anneciğim... Babacığım... Ne deseniz haklısınız. Sözleriniz doğrudur. Bütün bunları ben de
biliyorum. Ama elimde değil. Ben bu derdi .mrüm boyunca taşıyacağım. Bu aşk acısını yüreğimde hep
hissedeceğim. Bundan kurtulmam mümkün olsaydı bu hâlde olur muydum? Hasta derman bulsa o dermana
koşmaz mı? Dilenciye padişahlık verilse, ben dilencilik yapacağım der mi? Artık belli olmuştur. Bu aşk
acısını ve çilesini gücüm tükeninceye kadar çekeceğim.
Bu hükmü değiştirme gücü bende yoktur. Bu yazgıyı bana Allah yazmıştır. Yaralı g.nlümün bir tek ilâcı
vardır. O da Leylâ'ya kavuşmaktır. Ondan başkası benim g.zümde yoktur. Benim derdimin şifası
Leylâ'dır. Derman ondadır.
32
BABASI LEYLÂ'YI İSTİYOR
Oğullarının bu sözleri üzerine annesi ve babası çok üzüldüler. Oğullarının tek ilacının Leylâ olduğunu
anladılar. Düşünüp taşındılar ve Leylâ'yı istemeye karar verdiler.
Mecnun'un babası kabilenin ileri gelenlerini topladı. Bir süre sonra da kararını açıkladı.
- Pek yakında Leylâ'yı oğluma isteyeceğim, dedi. Hediyeler hazırlandı. Kabilenin ileri gelenleri yola
koyuldu.
Amir, Leylâ'nın evine gitti. Leylâ'nın babası onu kapıda karşıladı. Kendisini ve diğer misafirleri içeri
buyur ettiler. Kahveler içildi. Söz d.ndü dolaştı Leylâ'ya geldi. Amir kendinden emin bir şekilde söze
girdi.
- Ey Leylâ'nın babası! Bizi hoş karşıladın. Allah da seni hoş tutsun. Bize ikramlarda bulundun. Allah da
sana fazlasıyla ikramlarda bulunsun. Bizi misafir ettin. Allah da seni bu dünyada misafir etsin. Hiçbir
zarara uğramayasın.
Beni az çok tanırsın. Ben kabilemin reisi Amir'im. Zenginim, beyim. Ama en büyük zenginliğin g.nül
zenginliği olduğunu da bilirim. Cömertim, adaletliyim. Ama bilirim, veren el alan elden üstündür. Her işin
başı adalettir.
Bu sözlerimin belirtisi olarak getirdiğimiz hediyeleri kabul etmeni isterim. Bizleri sevindir. Bizleri
ümitlendir.
33
Biricik oğlum Mecnun, kızin Leylâ'ya sevdalanmıştır. Bilirim ki kızın da oğluma sevdalıdır. İkisi de bu
sevda ateşi nedeni) le yanmakta, âdeta küle dönmektedirler. Bunların dermanı birbirlerine kavuşmaktır.
Yoksa başka hiçbir şey dertlerine derman olamaz. Bundan dolayı Allah'm emri peygamberin kavliyle
kızınız Leylâ'yı, oğlum Mecnun'a istiyorum.
Leylâ'nın babası bir süre düşündü. Ne cevap vereceğini bilemedi. Bu teklif karşısında epeyce zorlandı.
Neden sonra söze
başladı.
- Ey evime gelen dost! Benim hakkımdaki düşüncelerine ve dileklerine teşekkür ederim. Seni tanırım.
Zenginsin. Allah daha zengin etsin. Veren elin vardır. Dilerim daha çok verirsin. Adaletlisin,
merhametlisin, beysin.
Seninle akraba olmak benim için şereftir. Sana diyecek bir s.züm yoktur. Ama ya oğlun? Oğlun elin
diline düşmüştür. Üstelik de çölde yaşamaktadır. Aklını yitirmiş bir kişidir o. Kendinden geçmiştir.
Aşktan başka bir şey de bilmez.
Evet benim kızım da oğluna sevdalıdır. Bu gençler birbirini sevmektedirler. Fakat insanın aklı başından
gidince, sevda da .ksüz kalmaz mı? Her şey g.nüile olur mu?
Mademki bizi saydınız. Evimize gelip şeref verdiniz. Hediyelerinizi kabul ediyoruz. Ama oğlun yeniden
aklını başına toplar da eski hâline dönerse, kızımı elbette oğlunuza veririm.
34
Eve dönen Amir durumu olduğu gibi Mecnun'a anlattı.
- Leylâ'ya kavuşmak istiyorsan aklını başına toplamalısın. Eski hâline dönmelisin, dedi.
Bunun üzerine Mecnun, babasına şöyle karşılık verdi:
- Ey babacığım! Ben Leylâ diye diye aklımı yitirmişim. Aklımı nasıl başıma toplayayım ki? Eski hâlime
dönemem. Eski hâlimde Leylâ yoktu ki. Ben hâlimden memnunum. Bu aşk acısını, bu aşk yarasını
memnuniyetle taşırım. Bu benim için şereftir. Mecnun'un bu sözleri üzerine babası, oğlunun değişmeyeceğini anladı. Zaten istese de değişemeyeceğini
g.rdü. "Bir başka ..züm yolu bulmalıyım." diye düşündü. Ama ne yapabilirdi ki?...
35
• MECNUN KABE YOLLARINDA
Amir artık işini gücünü bıraktı ve kapı kapı dolaşmaya başladı. Oğlunu g.türmediği hoca kalmadı. Ama
yine de Mecnun'un hâllerinde bir değişiklik olmadı. Bunun üzerine kabilesinin ileri gelenleri son çare
olarak Amir'in huzuruna çıkıp şu tavsiyede bulundular:
- Reisimiz! Oğlunuzu Kabe'ye g.türseniz. Orada tövbe edip Allah'a yalvarsa. Kabe'de edilen dualar
Allah katında makbuldür. İnşallah duası kabul olunur.
Amir, bu teklif karşısında ümitlendi. Oğlunu Kabe'ye g.türürse, belki iyileşebilirdi. Belki eski hâline
dönebilirdi.
Hemen hazırlıklara başladı. Bir yandan da oğlunun bu zorlu yolculuğa dayanıp dayanamayacağını
düşünüyordu. .ünkü Mecnun çok zayıflamıştı. Bu yüzden bir kervan hazırlattı. Bu kervana hekimleri de
davet etti. Yanlarına bol miktarda yiyecek ve içecek aldılar. Bir sabah erkenden yola çıktılar. Günlerce
süren yolculuktan sonra Kabe'ye vardılar. Amir hemen oğlunu karşısına aldı.
- Bak oğlum, uzun bir yolculuktan sonra Kabe'ye geldik. Burada tövbe et, aklını başına topla ve dua et.
Allah dualarını kabul ederse sen de sevgiline kavuşursun.
Mecnun bitkin ve perişan bir hâlde Kabe'ye doğru yürüdü. Kabe'nin siyah .rtüsüne yüzünü sürdü. Sonra
dizleri üstüne ..ktü. Ellerini açtı ve şöyle bir duada bulundu:
36
- Ey Rabbim! Her şeyi yoktan var eden Allah'ım!
Çok uzun yollardan geldim. Çok çile çektim. Yandım, bittim. Ben biliyorum ki bu derdi bana veren sensin.
Senin verdiğin derdi sevinçle çekerim. Sen hâlimi g.rüyorsun. Senin aşkın öyle büyük ki... Leylâ'nın aşkı
ise bu deryadan bir damladır. Sen hâlimi bilensin. İçimdeki aşkı öyle arttır ki ben yanıp kavrulayım. Küle
döneyim. Bilirim her şey sendendir. Senden gelen her şey başım üstünedir. Çektiğim bu aşk çilesinde,
bana gü. ver. G.nlümü genişlet.
Amir, oğlunun içtenlikle dua ettiğini g.rünce sevindi. Belki oğlu eski hâline dönebilirdi. Geldikleri gibi
yine hekimlerle birlikte yola koyuldular. Kervan çölleri geçerken Mecnun şiirler okuyordu. Oğlunun bu
neşeli hâlini gören Amir umutlandı. Bir süre daha yolculuk yaptıktan sonra evlerine geldiler. Amir
hanımına da olup biteni anlattı. Mecnun'un annesi de umutlandı.
Onlar umutlanadursun, Mecnun evde çok sıkılıyordu. İçindeki aşk o denli büyüktü ki ancak çöllerde
rahat edebilirdi. Dağlara, taşlara derdini anlatmalı, onlarla sohbet etmeliydi. Böyle dört duvar arasında
kalmak ona çok zor geliyordu. Bir sabah erkenden kalktı. Sessizce ve kimseye g.rünmeden çöle doğru
yola koyuldu. Yolda giderken dağlara, derelere, ağaçlara ve kuşlara sesleniyordu. Ne tarafa baksa
Leylâ'yı g.rüyordu. Bir ses işitse "Bu ses Leylâ'nın sesidir." diyordu.
37
MECNUN CEYLÂNLA KONUŞUYOR
Mecnun, Leylâ'nın hayaliyle çöllerde dolaşıyordu. Dilinde, g.nlünde hep Leylâ vardı. Ne ..lün sıcağı, ne
vahşî hayvanları, ne de susuzluğu umurunda değildi. Bir gün yine bu hâlde gezerken bir ceylân g.rdü.
Tuzağa yakalanmıştı. Hemen ceylânın yanına gitti. Onu düştüğü tuzaktan kurtardı. Ceylânın hâlini kendi
hâline benzetti.
- Sen de mi yuvandan ayrı kaldın? Sende mi sevgilinden uzaktasın? Bak seni bir avcı avlamak istemiş.
Tuzak kurmuş sana. Beni de Leylâ adında bir avcı avladı. Beni de aşkın tuzağına o düşürdü. Bu amansız
tuzaktan artık kurtulamıyorum.
Az sonra avcı geldi. Mecnun avcıya yalvardı.
- Ey avcı! Bu ceylânı bırak gitsin. Sevdiğine kavuşsun. Benim gibi çöllerde yanmasın.
Fakat avcı bunu kabul etmedi.
-Ben geçimimi avcılıktan sağlıyorum. Bu ceylânı bırakırsam evine ne g.türürüm?
Mecnun biraz düşündü. Aklına kolyesindeki inciyi vermek geldi.
- Sana bu inciyi vereyim. Fakat bu ceylânı serbest bırakacaksın.
 Avcı, incinin daha değerli olduğunu düşününce Mecnun'un
38
teklifini kabul etti. İnciyi alıp ceylânı serbest bıraktı. Mecnun ceylâna sarıldı, ağladı. Ona dert yandı.
- Ben kendimi bu çöllerde yalnız sanırdım. Sen bana arkadaş oldun. Sen de sevdiğinden uzaksın benim
gibi. Ben ancak bu çöllerde rahat ediyorum. Ancak onun adını sayıklayarak, Leylâ Leylâ diyerek
gezebiliyorum. Bana bu aşk acısını bırak diyorlar. Oysa ben bu acıyı tatmak için çöllerdeyim. Bu dert
benim omuzlarıma yüklendi. Elbette çekeceğim. Sevgilinin aşkını çekerken öf denir mi?
Mecnun ceylânla günlerce gezip sohbet etti. Koca çölde onu kendine bir arkadaş kabul etti.
Mecnun, artık ıssız çölleri kendine mekân edinmişti. Leylâ ise kendi evlerinde bir mahpus gibi yaşamaya
devam ediyordu. Aylar yıllar geçtikçe yalnızlığı artıyordu. Evde derdini paylaşacak birileri de yoktu.
Kimseyle konuşmuyor, yemiyor içmiyordu. Yalnızca Mecnun'u düşünüyordu.
Leylâ öyle bunalmıştı ki derdini gecelere d.küyordu. G.kyüzüne bakarak şöyle dedi:
- Benim bahtım gibi sen de kararıyorsun. Mecnun nerede? Niçin bu karanlık dünyama güneş gibi
doğmuyor? Niye beni bu karanlıktan kurtarmıyor?
Leylâ, Mecnun'dan haber alamadığı her gün eriyip bitiyordu. Bazen arkadaşlarıyla kırlara çıkıyor, etrafa
dikkatlice bakıyordu.
40
Sanki birden Mecnun gelecek zannediyordu. Ama Mecnun gelmiyordu. Arkadaşları oynayıp gezerken o
bir köşede oturuyordu. Her g.rdüğüne Mecnun'u soruyordu. Güle, bülbüle, ağaçlara, kuşlara, taşlara;
- Mecnun'u g.rdünüz mü? diyordu.
Leylâ'nın annesi ve babası ise kızlarının durumuna çok üzülüyorlardı. Ne yaptıysalar, ne dediyseler
Mecnun konusunda onu ikna edemediler. En sonunda onu evlendirmeye karar verdiler.
- Evlenirse, çoluk çocuğa karışırsa belki Mecnun'u unutur, dediler.
Yine bir gün Leylâ ve arkadaşları gezmeye çıktılar. Kırlarda dolaştılar. Yorulunca bir hurma ağacının
altına oturdular. Şarkılar söylediler, eğlendiler. Leylâ ise üzgün bir şekilde arkadaşlarını seyretti. Daha
sonra kalkıp tek başına gezindi.
Bu sırada yiğit bir savaşçı olan İbni Selâm avlanmaya çıkmıştı. Av peşinde koşarken yolu kızların olduğu
yere düştü. Uzaktan onların şarkılarını dinledi, oyunlarını seyretti. Dönerken Leylâ'yı g.rdü. G.rür
görmez içine bir kor düştü. Bu güzel kimdi? Bu nazlı ceylân, bu mehtap yüzlü kimdi? Nereden gelmişti?
Nerede oturuyordu?
41
LEYLÂ'YA TALİP ÇIKIYOR
İbni Selâm ava giderken avlanmıştı. Kabilesine d.nünce g.rdüğü güzeli sordu soruşturdu.
Leylâ'nın kabilesini, babasının kim olduğunu araştırdı. G.rdüğü güzelin Leylâ olduğunu öğrendi.
İbni Selâm bir gün yine ava çıktı. Leylâ'yı g.rdüğü yerde uzun uzun dolaştı. Yine Leylâ'yı görmeyi arzu
ediyordu. Ama boşuna bekledi. Bir süre sonra atını çöllere sürdü ve av peşine düştü. Fakat aklından
Leylâ'yı bir türlü s.küp atamıyordu. Bu güzeller güzeli g.zünün .nünden hiç gitmiyordu. Günler böyle
gelip geçti. En sonunda Leylâ'nın babasına mektup yazmaya karar verdi. Hemen kâğıdı kalemi eline alıp
yazmaya başladı. "Ey hürmet sahibi!
Ben İbni Selâm'ım. Kabilemin en yılmaz ve en cesur savaşçı-sıyım. Bir gün avdan dönerken güzel kızınızı
g.rdüm. Çok beğendim. G.rdüğüm günden beri aklım başımda değil. Öğrendim ki bu güzel kızın babası
sizmişsiniz.
Ben ava giderken avlandım. Eğer uygun g.rürseniz, kızınızla evlenmek istiyorum. Bu isteğimin bir
nişanesi olarak yolladığım hediye ve hazineleri lütfen kabul buyurun.
Saygılarımı sunarım.
İbni Selâm"
42
Sonra yazdığı mektubu Leylâ'nın babasına yolladı. Leylâ'nın babası mektubu açıp okuyunca çok şaşırdı.
Hele hediyeleri ve hazineleri g.rünce şaşkınlığı bir kat daha arttı. İbni Selâm nasıl biridir? Kızına iyi
 bakabilir mi? Evet, zengin olduğu belli. Ne yapmalı ne etmeli diye günlerce düşündü. Sonra kızını İbni
Selâm ile evlendirmeye karar verdi. Ona cevap olarak şu satırları yazdı:
"Ey kabilesinin cesur savaşçısı İbni Selâm,
Mektubunu ve hediyelerini aldım. Kızımla evlenmek istediğini bildirmektesin. Bu konuda benden izin
istemektesin. Senin gibi soylu ve cesur birine kızımı seve seve vermeye hazırım."
Yazılan mektup hemen İbni Selâm'a ulaştırılmak üzere yola çıkarıldı.
Artık iki kabilede de herkes sevinçliydi. Bir tek Leylâ üzgündü. Babası ise kızına devamlı olarak çok iyi
bir kısmeti çıktığını, çok cesur ve zengin birisiyle evleneceğini ve mutlu olacağını s.ylüyordu. Fakat bu
sözleri Leylâ'nın duyduğu yoktu. O hep Mec-nun'un yolunu gözlemekteydi. Gece demedi, gündüz demedi,
devamlı ağladı. Mecnun'u aradı. Mecnun'u bekledi. Ama Mecnun yoktu. Mecnun çöllerdeydi.
43
NEVFEL'İN MECNUN İLE GÖRÜŞMESİ
Arabistan'da bulunan kabilelerin biri de Nevfel'in kabilesiydi. Nevfel çok cesur, savaşçı, g.zünü
budaktan sakınmayan, zengin biriydi. Şairleri ve şiir okumayı çok severdi. Bir gün sohbet esnasında
Mecnun'a ait bir şiiri okudular. Nevfel bu şiiri çok beğendi.
- Bu güzel şiir kimin? diye etrafındakilere sordu.
- Bu şiiri söyleyen çöllerde gezer. Kimi kimsesi yoktur. Bir garip adamdır, adına da Mecnun derler, diye
cevap verdiler.
Nevfel, güzel şiirleri söyleyen Mecnun'u aramayı düşündü.
- Bu kadar güzel sözler söyleyen Mecnun ile mutlaka tanış-mahyim. Onu mutlaka bulmalıyım, diyerek
çöle doğru yola koyuldu.
Tarif edilen yere geldi. İleride, kayalıkların gölgesinde biri yatmaktaydı. Atından inip yanına geldi.
- Sen güzel sözler söyleyen Mecnun musun? diye sordu.
- Leylâ'nın derdiyle hoşnut olan benim, diye cevapladı Mecnun.
- Ey aşk derdine düşmüş yiğit kişi! Aşk seni kendinden almış. Geceyi ve gündüzü fark edemez olmuşsun.
Candan geçmiş, canana tutulmuşsun. Ben Nevfel'im. Kılıcı da severim, şiiri de, şairi de. Benden dileğin
var mıdır? Sana yardım edeyim.
Bu sözler üzerine Mecnun;
44
- Ey yiğit! dedi. Boşuna benimle uğraşma. Niceler benim derdime derman bulamadı. Sen mi bulacaksın?
- Ama beni diğerleriyle bir tutma. Sen ne istediğini söyle bana. Hazinem ağzına kadar dolu.
Mücevherlerle halledilecekse mücevherlerle, kılıçla halledilecekse kılıçla yardıma hazırım. Bunu
böyle bil!
Nevfel'in bu sözlerini duyan Mecnun ümitlendi. Hemen kendini toplayıp ayağa kalktı. .stünü başını
silkeledi. Çölden çıkıp gelen adama saygıyla baktı. Mecnun, Leylâ ile olan aşkını bir bir Nevfel'e anlattı.
Bu kederli aşk hikâyesini dinleyen Nevfel'in de yüreği sızladı. Mecnun'a acıdı.
- Senin gibi güzel sözler söyleyen birine yardım etmek benim için şereftir, dedi.
Hemen geri d.ndü. Leylâ'nın babasına bir mektup yazdı ve kızını Mecnun'a istediğini bildirdi. Çok
geçmeden mektubuna cevap geldi. Mektupta "Bizim aklı başında olmayan birine verecek kızımız yoktur."
yazıyordu.
Bu cevap üzerine;
- Mademki kızı vermiyor, bu işi savaşla çözmeliyim. Artık sıra kılıcıma geldi, dedi.
Askerlerini hazırlayıp yola çıktı. İki ordu ufak bir meydanda savaşa tutuştu. Atlar durmadan kişniyordu.
Oklar, mızraklar havada uçuşuyordu. Yiğitler bırbiı lerine haykırıyoı, yerdon toz top-
45
rak kalkıyordu. Mecnun ise kendisi için yapılan savaşı yüksek bir tepeden izliyordu. Neden sonra ellerini
açtı. Dua etmeye başladı.
- Allah'ım, sen ki merhamet edensin, bağışlayansın. Ne olur Leylâ'nın ordusu galip gelsin. Ben, kendimi
sevgilime feda etmişim. Dostum düşman, düşmanım da dost olmuş bugün. Sevgilim bana kılıç çekmiş.
Boynumu sevgilinin kılıcına uzatmaktan başka bir şey bana yakışmaz.
 - Benim ordum daha gü.lü kuvvetli. Şu orduyu çoktan yenmemiz lâzımdı. Bu işte bir iş var ama ne?
Az sonra kumandanları Nevfel'e, Mecnun'un ettiği duayı söylediler. Nevfel buna çok şaşırdı. Hemen
Mecnun'un yanına gitti. Öfkeliydi.
- Söyler misin ne yapmaya çalışıyorsun? Biz senin için savaşıyoruz. Sen ise Leylâ'nın ordusu kazansın
diye dualar ediyorsun? Bu nasıl bir iştir?
- Ey yiğit Nevfel! Doğru s.ylüyorsun. Benim için savaşı bile göze aldın. Sağ ol! İlk önce sizin için dua
edecektim. Ama askerler Leylâ'yı vermemek için canlarını veriyorlardı. Ne büyük fedakârlık. Leylâ'ya
sahip çıkanların yenilgisini istemek Leylâ'ya haksızlık olur, diye düşündüm. Bu yüzden onlar için dua
ettim.
46
Nevfel tekrar savaş meydanına d.nüp Leylâ'nın ordusunu yendi. Sonra Leylâ'nın babasının yanına gitti.
Babası Nevfel'e şöyle dedi:
- Ey zafer kazanan kumandan! Bu savaşı Leylâ için yaptınız. Ama beni .ldürsen de Mecnun'a kızımı
vermem. Son s.züm budur. Sen adalet sahibi bir insansın. Bil ki Leylâ nişanlıdır. Yakında düğünü
olacaktır.
Bu sözler üzerine Nevfel üzüldü. Leylâ'nın babasına şöyle cevap verdi:
- Ben adaletsiz iş yapmam. Amacım sevenleri kavuşturmaktı. Ama g.rdüm ki Mecnun'un derdine artık
kimse derman bulamaz. Bu hasta artık hiçbir ilâcı kabul etmemektedir. Yaptıklarıma çok pişmanım. Sen
de askerlerini al ve evine dön.
Mecnun yine hayal kırıklığına uğradı. Bütün ümitleri tükendi. Aldı başını, yine ıssız çöllere d.ndü.
47
MECNUN KENDİNİ ZİNCİRLERE VURUYOR
Mecnun çöllerde geziyordu. Leylâ'nın aşkıyla kendinden geçiyordu. Şiirler okuyor, aşka dair güzel sözler
s.ylüyordu. Bir gün ihtiyar bir adama rast geldi. Bu adamın yanında zincire vurulmuş biri vardı. Mecnun
kendi hâline bakmaksızın ihtiyara sordu.
- Bu zavallıyı niye zincire vurdun? Sana ne yaptı?
- Ben zavallı bir ihtiyarım. Bu zincire vurduğum ise benim arkadaşım!
- İnsan arkadaşını zincire vurur mu? İhtiyar bu sözler üzerine güldü.
- Bu bir oyundur. Ben zalim bir efendiyim güya. O da zavallı bir köle. O kölelikten kurtulmak için
dileniyor. Ben de halkın merhamet duygularını arttırmak için onu kamçılıyor gibi yapıyorum. Bizi gören
halk para yardımı yapıyor. Sonra topladığımız paraları aramızda paylaşıyoruz.
- Kazandığınız para yeterli oluyor mu peki?
- Elbette. Kabile evlerini g.rünce bağırmaya ve köleme vurmaya başlıyorum. İnsanlar kölenin kurtulması
için ellerinden geleni yapıyorlar.
- Ama halkı aldatıyorsunuz.
- Evet yaptığımız doğru bir şey değil. Ama geçinmek için böyle davranmak zorundayız.
48
- Peki şimdi nereye gidiyorsunuz.
İhtiyar, Leylâ'nın kabilesinin olduğu yeri gösterdi. Bunun üzerine Mecnun düşündü. Bir süre sonra
aklına bir fikir geldi.
- Ey ihtiyar, sen zincirlere akıllı birini vurmuşsun. O zincirlere mecnun birini vurmak gerekir. Bu zavallı
adamı bırak. Onun yerine beni zincire vur. Gölgen gibi senin yanında yürürüm. Zaten çölleri de iyi bilirim
ben. Hem dayanıklıyımdır da. Üstelik senden para da istemem. Yeter ki sen beni sevgilimin olduğu yere
g.tür. İster zincire vur, ister ipe as. Benim için hiç fark etmez.
Yaşlı adam köle gibi davranan arkadaşını ..zdü. Yerine Mec-nun'u bağladı. Birlikte çölde yürümeye
başladılar. Kabilenin büyük çadırlarını bir bir dolaştılar. Herkes elinden geldiği kadar bu zincire
vurulmuş adamın kurtulması için yardımda bulundu. Böylece epey para topladılar. Yaşlı adam çok
memnundu. Arada sırada Mecnun'u kamçılıyor, bağırıp çağırıyordu.
- Haydi yürü! Nankör köle! Az kaldı, seni yakında serbest bırakacağım.
Mecnun da memnundu. Hc olmazsa sevgilisinin memleketine gelmişlerdi. Belki onunla karşılaşabilirdi.
Mecnun inleyerek, ah ederek yürüyordu. Bazen yere düşüyor, bir süre yerlerde sürünüyor, sonra yine
ayağa kalkıyordu. Kendi kendine konuşup duruyordu.
- Bana ne mutlu. Sevgilinin ayak bastığı kumlara yüzümü
49
sürüyorum. Kumların sıcaklığı bana sevgilimi hatırlatıyor.
Mecnun yine kendinden geçmişti. İnleyip duruyordu. Bu inlemeyi duyan Leylâ, hemen çadırların
arkasındaki evinden çıktı. Yaşlı adamın yanına geldi. Mecnun, Leylâ'yı tanımıştı. Birden çok heyecanlandı.
Ne yapacağını bilemedi. Ama o daha çok inlemeye devam etti.
Leylâ yaşlı adama sordu.
- Bu zavallıya niye işkence ediyorsun? Hiç hâli kalmamış. Biraz şu gölgede oturup dinlensin. Kendine
gelsin.
Leylâ zavallı köleye baktı. Onu dikkatlice süzdü. Bu gözler, bu saçlar, bu ses ona tanıdık geliyordu. "Bu,
bu sakın Mecnun olmasın!" diye içinden geçirdi. Daha dikkatlice bakınca hiç şüphesi kalmadı. Evet bu
Mecnun'du. Aylardır hasretini çektiği, yolunu gözlediği Mecnun'du.
- Mecnun! Demek benim için kendini zincirlere vurdun haî*
- Senin için zincirlere vurulmak bile mutluluk benim için.
- Ne hâle gelmişsin!
- Senin aşkın beni bu hâle getirdi. Ben kendimde değilim ki!
- Hep senin yolunu gözledim Mecnun.
- Ben de seni çöllerde aradım.
İki sevgili kendi aralarında söyleştiler, ağlaştılar. Yıllardır süren hasretleri, kısa bir süre için bile olsa
dinmişti. Yaşlı adam ise bütün bu olanlara bir anlam veremedi. Kamçıyı Mecnun'a daha
50
sert vurdu. Böyle yaparsa Leylâ'dan çok para alabileceğini düşünüyordu. O vurdukça Mecnun inledi,
Leylâ ağladı. Baktı ki Mecnun kamçılardan kurtulamayacak. Hemen eve koştu. İnci bir gerdanlık aldı.
Yaşlı adama verdi ve şöyle dedi:
- Al zalim adam! Bu köleye karşılık gerdanlığımı veriyorum. Yeter mi?
Yaşlı adam bu kadar değerli bir şeyi hayatında görmemişti. On tane köleye bedeldi bu inci gerdanlık.
Sevinçle kolyeyi aldı.
- Al bu köle senin olsun. Ne yaparsan yap, dedi. Bunun üzerine Mecnun;
- Ben zaten onun kölesiyim. Değil inci kolyeyle, beni bir kum tanesiyle bile satın alabilirdi.
Yaşlı adam Leylâ'nın yanından hemen uzaklaştı. Mecnun zincirleriyle öylece kalakaldı. Leylâ'ya karşı olan
aşkı onu yaşlı adamın elinden kurtarmıştı. Leylâ daha fazla Mecnun'un yanında kalamazdı. Yine dedikodu
olabilirdi. Özellikle kabilesinin erkekleri onu .ldürebilirlerdi. Ağlayarak evine koştu.
Mecnun bir süre orada bekledi. Etrafına meraklı insanlar toplanmaya başlamıştı. Kendisini
tanıyabilirlerdi. Artık buradan uzaklaşmalıydı. Yoksa Leylâ'nın başı derde girebilirdi. Mecnun yeniden
çöllere doğru yürümeye başladı.
LEYLA EVLENİYOR
Mecnun ve Leylâ her ne kadar dikkatli olsalar da g.rüştüklerine dair haberler etrafta yayılmaya
başladı. Bu haber Leylâ'nın nişanlısı olan Ibni Selâm'a ulaştı. Her iki taraf da endişelendi. Hemen düğün
hazırlıklarına başlandı. Leylâ bir an önce evlendi-rilmeliydi. "Bu Mecnun denen deli divane, Leylâ'nın
peşini bırakmayacak." diye düşünüyorlardı. Evde düğün hazırlıkları başladı. Ibni Selâm'ın gönderdiği
hediyeler, mücevher dolu sandıklar getirildi. Leylâ'nın çeyizi develere yüklendi ve yola çıkarıldı.
Düğün zamanı gelip çatmıştı. Hazırlıklar yapıldı, yemekler verildi, eğlenceler düzenlendi. Bütün bu
olanları izleyen Leylâ ise çok üzgündü. Artık yapabileceği bir şey yoktu. Kader onları yenmişti.
- Mecnun'a kavuşamayacağım, dedi.
Kervanlar İbni Selâm'ın evine doğru yola çıktılar. Bir süre sonra saray yavrusu gibi bir eve geldiler.
Leylâ hayretini gizleyemedi. Burası çok büyük bir evdi. İçinde hizmetçiler vardı, uşaklar vardı. Her
 Mecnun da memnundu. Hc olmazsa sevgilisinin memleketine gelmişlerdi. Belki onunla karşılaşabilirdi.
Mecnun inleyerek, ah ederek yürüyordu. Bazen yere düşüyor, bir süre yerlerde sürünüyor, sonra yine
ayağa kalkıyordu. Kendi kendine konuşup duruyordu.
- Bana ne mutlu. Sevgilinin ayak bastığı kumlara yüzümü
49
sürüyorum. Kumların sıcaklığı bana sevgilimi hatırlatıyor.
Mecnun yine kendinden geçmişti. İnleyip duruyordu. Bu inlemeyi duyan Leylâ, hemen çadırların
arkasındaki evinden çıktı. Yaşlı adamın yanına geldi. Mecnun, Leylâ'yı tanımıştı. Birden çok heyecanlandı.
Ne yapacağını bilemedi. Ama o daha çok inlemeye devam etti.
Leylâ yaşlı adama sordu.
- Bu zavallıya niye işkence ediyorsun? Hiç hâli kalmamış. Biraz şu gölgede oturup dinlensin. Kendine
gelsin.
Leylâ zavallı köleye baktı. Onu dikkatlice süzdü. Bu gözler, bu saçlar, bu ses ona tanıdık geliyordu. "Bu,
bu sakın Mecnun olmasın!" diye içinden geçirdi. Daha dikkatlice bakınca hiç şüphesi kalmadı. Evet bu
Mecnun'du. Aylardır hasretini çektiği, yolunu gözlediği Mecnun'du.
- Mecnun! Demek benim için kendini zincirlere vurdun haî*
- Senin için zincirlere vurulmak bile mutluluk benim için.
- Ne hâle gelmişsin!
- Senin aşkın beni bu hâle getirdi. Ben kendimde değilim ki!
- Hep senin yolunu gözledim Mecnun.
- Ben de seni çöllerde aradım.
İki sevgili kendi aralarında söyleştiler, ağlaştılar. Yıllardır süren hasretleri, kısa bir süre için bile olsa
dinmişti. Yaşlı adam ise bütün bu olanlara bir anlam veremedi. Kamçıyı Mecnun'a daha
50
sert vurdu. Böyle yaparsa Leylâ'dan çok para alabileceğini düşünüyordu. O vurdukça Mecnun inledi,
Leylâ ağladı. Baktı ki Mecnun kamçılardan kurtulamayacak. Hemen eve koştu. İnci bir gerdanlık aldı.
Yaşlı adama verdi ve şöyle dedi:
- Al zalim adam! Bu köleye karşılık gerdanlığımı veriyorum. Yeter mi?
Yaşlı adam bu kadar değerli bir şeyi hayatında görmemişti. On tane köleye bedeldi bu inci gerdanlık.
Sevinçle kolyeyi aldı.
- Al bu köle senin olsun. Ne yaparsan yap, dedi. Bunun üzerine Mecnun;
- Ben zaten onun kölesiyim. Değil inci kolyeyle, beni bir kum tanesiyle bile satın alabilirdi.
Yaşlı adam Leylâ'nın yanından hemen uzaklaştı. Mecnun zincirleriyle öylece kalakaldı. Leylâ'ya karşı olan
aşkı onu yaşlı adamın elinden kurtarmıştı. Leylâ daha fazla Mecnun'un yanında kalamazdı. Yine dedikodu
olabilirdi. Özellikle kabilesinin erkekleri onu .ldürebilirlerdi. Ağlayarak evine koştu.
Mecnun bir süre orada bekledi. Etrafına meraklı insanlar toplanmaya başlamıştı. Kendisini
tanıyabilirlerdi. Artık buradan uzaklaşmalıydı. Yoksa Leylâ'nın başı derde girebilirdi. Mecnun yeniden
çöllere doğru yürümeye başladı.
LEYLA EVLENİYOR
Mecnun ve Leylâ her ne kadar dikkatli olsalar da g.rüştüklerine dair haberler etrafta yayılmaya
başladı. Bu haber Leylâ'nın nişanlısı olan Ibni Selâm'a ulaştı. Her iki taraf da endişelendi. Hemen düğün
hazırlıklarına başlandı. Leylâ bir an önce evlendi-rilmeliydi. "Bu Mecnun denen deli divane, Leylâ'nın
peşini bırakmayacak." diye düşünüyorlardı. Evde düğün hazırlıkları başladı. Ibni Selâm'ın gönderdiği
hediyeler, mücevher dolu sandıklar getirildi. Leylâ'nın çeyizi develere yüklendi ve yola çıkarıldı.
Düğün zamanı gelip çatmıştı. Hazırlıklar yapıldı, yemekler verildi, eğlenceler düzenlendi. Bütün bu
olanları izleyen Leylâ ise çok üzgündü. Artık yapabileceği bir şey yoktu. Kader onları yenmişti.
- Mecnun'a kavuşamayacağım, dedi.
Kervanlar İbni Selâm'ın evine doğru yola çıktılar. Bir süre sonra saray yavrusu gibi bir eve geldiler.
Leylâ hayretini gizleyemedi. Burası çok büyük bir evdi. İçinde hizmetçiler vardı, uşaklar vardı. Her
taraf süslü ve gösterişliydi. "Sarayı konağı neyleye-yim. Burada'Mecnun olmadıktan sonra. Beni çöllere
bıraksınlar. Çöller benim için saray olurdu." diye düşündü Leylâ.
Yanına az sonra İbni Selâm geldi. Leylâ onu g.rünce kendisine şöyle dedi:
52
- Ey yiğit Selâm! Sana bir sırrımı açmak istiyorum. Çocukken okula gidiyordum. Bana bir peri g.ründü.
Onunla dost olduk. Bana "Sakın yanına âdemoğullarından birini yaklaştırma. Eğer sana biri yaklaşırsa,
hem seni hem de o âdemoğlunu helak ederim." dedi. İşte bu yüzden yanıma fazla yaklaşmayasın. Yoksa
bu peri size bir k.tülük yapabilir. Bu dert için nice dualar edildi ama nafile. Hiç biri fayda vermedi.
Benim hâlimi daha önce siz de g.rmüştünüz. Hep o perinin yüzünden. Ama sabırlı ol. Belki düzelirim.
Leylâ bu şekilde yalan söyleyerek Selâm'ın kendisine el sürmesini önlemiş oldu. O da Leylâ'ya inandı.
Ondan hep uzak durdu. Ancak derdine derman bulmak için dolaşmadığı yer, çalmadığı kapı kalmadı.
* * *
Hevesim yine kursağımda kalmıştı. .ünkü bir kez daha uyku perisine yenilmiştim. Tabi kardeşim ve
kuzenlerimle birlikte...
Babaannemin dediğine göre herkes gülmüş hâlimize. Bizi tek tek kucaklayıp yataklarımıza g.türmüşler.
Elbette ben bunların hiçbirini hatırlamıyorum. Ne hikâyenin neresinde kaldığımızı, ne de gözlerimin
kapandığı anı...
Kuzenim Selma;
- Leylâ bir başkasıyla evlendi ya... dedi. Galiba orada kaldık.
Babaannem onun bu sözlerini başını sallayarak onayladı.
54
- Zaten en sön uyuyan sendin, dedi.
Sonra biraz üzüldüğümüzü fark etmiş olacak ki hemen;
- Akşam hikâyenin geri kalan kısmını anlatacağım. Ama ondan önce bana en son hatırladığınız yeri
söyleyin ki ben de oradan devam edebileyim, dedi.
Hepimiz çok sevinmiştik ve akşamın olmasını sabırsızlıkla bekliyorduk.
Günün sürprizini ise ancak pencereden bakınca fark edebildik.
Kar yağmış, her yer âdeta bembeyaz bir .rtüyle kaplanmıştı. Bahçedeki ağaçlar, giydikleri beyaz
elbiselerle kartpostallardaki g.rüntülere taş çıkarır gibiydiler.
Dışarıdaki insanlar, yürümekte gü.lük çekiyorlardı. Hatta birkaçının düşmesine şahit olduk. Kıkır kıkır
güldük gizliden gizliye. İnsanların canının acımasını hiç istemezdik ama ne yapalım, tutamıyorduk
kendimizi. Annem;
- Gece don oldu, dedi.
Meğer yerler bu yüzden buz tutmuş. Bu arada biz, hemen dışarı çıkmanın yollarını aramaya başladık.
Kuzenim Salih;
- Buldum! diye haykırdı kısık bir sesle.
Bizler hemen birer ikişer adım ona doğru yaklaştık. Bulduğu şeyin ne olduğunu çok merak ediyorduk.
55
- İnsanların kayıp düşmemeleri için küreklerle yolu açacağız, dedi.
- Deli misin sen? diye bağırdı Selma. Buna hiç izin verirler mi?
Hemen onlara çıkıştım.
- Burada böyle tartışıp durmayın. Belki de izin verirler, hem denemekten ne çıkar ki! dedim.
Sonunda izin almıştık. Ama yol açma çalışmaları bahçe ve bahçe kapısının .nüyle sınırlı kalacaktı. Eli
mahkûm kabul ettik. Öyle ya bu kadarına da razıydık.
Eve geri d.ndüğümüzde dizlerimize kadar ıslanmıştık. Hasta olacağımızdan korkan annem, bizi bir güzel
azarladı. Sonra da hemen giysilerimizi değiştirmemiz gerektiğini söyledi.
Sobanın başına geçip de ısınınca biraz uykumuz gelir gibi oldu. Ama sonra bahçede bıraktığımız kardan
adamı hatırlayıver-dik. Uykumuz akşam geri dönmek üzere kaçıp gitti.
Pencereden baktığımızda kardan adam çok güzel g.rünüyordu.
- Acaba üşüyor mudur? diye sordu kardeşim.
 - Hiç kardan adam üşür mü? dedi Selma. O canlı biri değil ki! Üstelik de kardan...
Böyle uzun bir süre biz kardan adama, kardan adam da bize baktı.
56
Derken babaannemin bize hikâye anlatma vakti geldi. Hani şu Leylâ ile Mecnun'un hikâyesini...
Hep birlikte babaannemin dizinin dibine oturduk. Birer birer en son hatırladığımız yeri söyledik. O da
yeniden anlatmaya başladı.
57
ZEYD'İN MECNUN'A YARDIMI
Zeyd isimli bir genç vardı. Bu genç, Mecnun'u severdi. Sonunda onu çöllerde arayıp buldu. Sonra sık sık
onun yanına gitmeye başladı. Ona yiyecek ve su g.türdü. Yine bir gün Mecnun'u ziyaret etti. Ama bu kez
Zeyd çok üzgündü. Mecnun onun bu üzgün hâlini g.rünce merakla sordu.
- Hayrola arkadaşım? Seni üzgün g.rüyorum. Bir şey mi oldu?
Zeyd ise;
- Nasıl söylesem bilmem ki... Keşke bunu sana söylemek zorunda kalmasaydım.
- Ne olduysa söyle!
- Leylâ, İbni Selâm ile evlendi.
Bu sözler üzerine Mecnun bir çığlık attı. Kendi kendine ağladı. Yakasını paçasını yırttı. Saçını başını
yoldu. Kumları havaya saçtı. Başını taşlara vurdu ve bayıldı. Zeyd, hemen Mecnun'a yardım etti. Onu
ayılttıktan sonra bir gölgeye oturttu.
Mecnun kendine gelince;
- Dostum Zeyd, kâğıt kalemin var mı? Şu hâlimi kâğıda dökeyim. Belki bu mektup gün olur Leylâ'nın eline
geçer.
Mecnun gözyaşları içinde yazmaya başladı.
58
"Ey vefasız sevgili,
Ben senin için çölleri mekân eyledim. Kendimi zincirlere vurdum. Aklım yitip gitti. Kays idim, Mecnun
oldum. Yürüdüğün tozlu yollara yüzümü sürdüm. Sen bir gonca güldün. Ben seni koklamaya bile
kıyamadım. Sen ise başkasına açılıp saçıldın. Demek ki bana olan aşkın yalanmış. Derdin benim
yüzümden-miş. Şimdi benden kurtulduğun için derdin de kalmamıştır.
Ben senin yüzünden babamdan, annemden geçtim. Beylikten, reislikten geçtim. Tahtı tacı bıraktım.
Sense bir sandık dolusu mücevhere beni değiştin. Aşkını unuttun. Seven böyle kolay unutur mu?
İbni Selâm, Leylâ'ya ben kavuştum demesin. G.rdüğü hayaldir. Leylâ Mecnun'dadır. Boşuna sevinmesin.
Askerim var diye, zenginim diye sevinmesin. Devran döner, taht yıkılır. Zenginlik de bir kuş gibi uçar
gider.
Ey sevgili!
Bu yazdıklarım sinene bir ok gibi saplanacak biliyorum. Yazdıklarımı tekrar tekrar oku. Ama şunu da bil
ki İbni Selâm sana kavuşsa da senin hayalin daima benimledir."
Mektubu bitirdikten sonra Zeyd'e verdi.
- Dostum, belki yolun Leylâ'nın olduğu yere düşer. Bir vesile ile bu mektubu ona ver. Böylece neler
çektiğimi anlasın, dedi.
Zeyd, mektubu aldı ve yola koyuldu. Bu mektubu Leylâ'ya
59
vermeliydi. Ama bunu nasıl yapacaktı? İbni Selâm'ın bir büyücü aradığını duydu. Bu yüzden hemen
büyücü kılığına girdi. Sonra büyücü diye onu İbni Selâm'ın yanına g.türdüler. İbni Selâm;
- Benim eşime bir peri büyü yaptırmış. Sen kendisini bir gör bakalım, bir şey yapabilir misin?
- Bakmamız lâzım efendim, dedi Zeyd.
Onu, Leylâ'nın yanına getirdiler. Zeyd hemen mektubu çıkarıp Leylâ'ya uzattı.
- İşte sizin dermanınız burada yazılı, dedi.
Leylâ umursamaz bir şekilde mektubu açıp okuyunca çok şaşırdı. Mecnun'un sitem dolu bu mektubu onu
çok üzdü. Hemen kendisine bir cevap yazmaya başladı.
"Ey Sevgili,
Mektubunu okudum. Okudukça dediğin gibi oklarla vuruldum. Yaramı kanattın. Beni incittin.
Senden başka biriyle evlendiğim için utanıyorum. Ama benim yapabileceğim bir şey yoktu. Evet onunla
evlendim ama bana el sürmesine engel oldum. .ünkü benim kalbim hâlâ sana ait. Sen benim cananımsın.
Bu hayatta beklediğim, kavuşmayı istediğim tek hayalimsin.
Sevindiğimi, seni unuttuğumu sanma. Bu can, bu tende oldukça seni unutmak mümkün mü? Buradayken
konakta değil, sanki bir mezardayım.
60
Ey sevgili,
Beni bekle. Elbet gün olur, devran döner. Leylâ Mecnun'una kavuşur. .ünkü bu Leylâ'nın Allah'tan
dilediği tek şeydir."
Leylâ mektubunu bitirince Zeyd'e verdi. Etrafındaki hizmetçiler ve uşaklar anlamasın diye de şöyle
dedi:
- Ey büyücü! Benim derdimi bir tek sen anladın. Bana yazdığın yazı iyi geldi. Sen buraya yine gel ve
derdime derman ol.
Zeyd yola koyuldu. Mecnun'un yanına gitti. Hemen mektubu ona verdi. Mecnun mektubu okudu, bir daha
okudu. Demek ki yanılmıştı. Leylâ da hâlâ kendisini seviyordu.
61
BABASININ MECNUN'A GİTMESİ
Mektuplaşmalar bir süre böyle devam etti. Ama hizmetçiler durumu anladılar ve İbni Selâm'a
bildirdiler. Çok öfkelenen İbni Selâm, durumu Leylâ'nın babasına bildirdi. O da kabilesinin ileri
gelenlerini topladı. Durumu onlara anlattı.
- Bu Mecnun yaşadıkça bize rahat yok. Şimdi de mektuplarla kızımı rahatsız ediyor. Artık bu işi
çözmemiz lâzım. Elin diline düştük yine. Ben, İbni Selâm ve kabilemiz karalandı. En iyisi bu divaneyi
.ldürelim.
Evet, Mecnun .ldürülmeliydi...
Alınan bu karar çok geçmeden Mecnun'un babasına ulaştırıldı. Yıllar geçmiş, Mecnun'un babası
ihtiyarlamıştı. Artık eskisi gibi gü.lü kuvvetli değildi. Buna rağmen çocuğu için çöllere gitti. Mecnun'u
bulup ona âdeta yalvardı.
- Oğlum bu kadar divanelik yeter. Aklını başına topla. Bak ben artık ihtiyarladım. Bugün varım, yarın
yokum. Kabilemizin başına geç. Şanımızı, adımızı devam ettir. Hem Leylâ'nın kabilesi seni .ldürtmek
istiyor. Issız çöllerde böyle zayıf, korumasız kalma. Evine gel ki kabilemiz seni koruyabilsin.
Mecnun, babasının sözlerini dikkatle dinledi. Ama o, kabile reisi olmak istemiyordu. .ünkü hâlinden
memnundu. Babasına sarıldı ve ona şöyle dedi:
62
- Biricik babacığım! Sözlerinde haklısın. Size lâyık bir evlât olamadım. Ama ne yapayım, bu elimde değil.
Ben Leylâ'nın aşkını ölene dek çekeceğim.
Sen dünyadan elini eteğini çekmek istiyorsun. Ama beni geçici bir makama reis yapmak istiyorsun.
Mademki bu makamlar geçicidir. O zaman o tahta oturmaya ne gerek var? Kendime gelmemi
s.ylüyorsun. Oysaki aşk beni divane etmiş. Sevgiliyi anlatmayan sözler beni hiç ilgilendirmiyor.
Sevgiliden konuşacaksak konuşalım. .ünkü ben aşk denen yüce tahtta oturuyorum.
Leylâ'nın babası benim için .lüm fermanı vermiş. Ne çıkar? Beni çok önceleri Leylâ .ldürdü. Ben sevgili
için öleceksem bundan mutluluk duyarım. Zaten bu can onun için değil mi? Can, canan için değil mi? Ha
şimdi .lmüşüm, ha sonra ne fark eder?
Babası, oğlunu ikna edemeyeceğini anladı. .züntülü bir şekilde ona şöyle dedi:
- Peki oğlum! Fakat senden son bir isteğim var. Anlıyorum ki bu dünyada fazla yaşamayacağım. Ben
.lünce anneni yalnız bırakma. Ne olursun, arada sırada kabrimi ziyaret et. Sen benim bu dünyada tek
varisimsin. Sen benim tek tutunacak dalımsın.
Oğluna son kez sarıldı. Babası oğlu için oğlu da Leylâ için ağladı. Sonra Amir evine d.ndü. Fakat çok
geçmeden bu dünyadan g..üp, gitti.
63
 MECNUN BABASININ KABRİNİ ZİYARET EDİYOR
Amir .lünce kabilesi onun için yas tuttu. Onun adına mev-Jitler okundu, dualar edildi. Pişirilen yemekler
kabilenin bütün fakirlerine dağıtıldı. Günler geçti, yas bitti. Kabileden biri, çöllerden geçerken
Mecnun'u g.rdü. Onun yanına gitti. Kızgın bir şekilde Mecnun'a;
- Ey gafil evlât! Ey baba kıymeti bilmeyen evlât! Aşk peşinde koşan divane! diye haykırdı. Çöllerde
sevgilin için ağlayacağına baban için ağla. O toprak olup .bür dünyaya göç etti. Sense burada hâlâ aşk
için ah vah etmektesin. Şu ağlamayı, sızlamayı artık kes. Baban için dua et. Sağlığında yararın
dokunmadı, bari .ldükten sonra yararın dokunsun!
Bu sözler Mecnun'u çok etkiledi. Adam doğru s.ylüyordu. "Bari babama .ldükten sonra yararım
dokunsun." diye düşündü.
- Ey bana zehirli oklar gibi lâflar eden! Haklısın ama ben babamın mezarını bilmiyorum.
- Beni izle. Ben seni babanın mezarına g.türeceğim. Mecnun babasının mezarına geldi. Baş ucuna ..ktü.
Hem
ağladı, hem de ondan .zür diledi.
- Sevgili babacığım, hayattayken hep benim iyiliğimi istedin. Ama ben senin kıymetini bilemedim. Sana
lâyık bir evlât olamadım. Benim için çöllere geldin, Kabe'ye geldin. Bu sevdalı başımı
64
aklıma toplamam için çok uğraştın. Senin istediğin gibi bir evlât olabilseydim, belki daha uzun bir süre
yaşayabilecektin. Fakat Leylâ'nın aşkı beni benden aldı.
Babacığım, herkes beni hayırsız bir evlât olarak g.rüyor. Ama ben hayırsız değilim. Allah'ım, eğer varsa
babamın günahlarını affeyle. Sen her şeyi verensin. Her şeyi geri alan da yine sensin. Babama rahmet
eyle.
Mecnun babasının mezarı başında dua ettikten sonra yine çöllere d.ndü.
65
İBNİ SELÂM ÖLÜYOR
İbni Selâm, Leylâ'nın derdine derman bulmak için çok gezdi, çok dolaştı. Ama onun derdine çare
bulamadı. Leylâ'ya duyduğu hasretten sağlığı bozuldu. Günden güne k.tüleşmeye başladı. Leylâ'nın derdi
derken, kendi derdine düştü. Hekimler hastalığına bir ilâç bulamadılar. İbni Selâm çok ağrı çekiyordu.
En sonunda bu ağrılara dayanamayarak acılar içinde .ldü.
Leylâ, kocası .ldüğü için yas tuttu. Günlerce ağladıktan sonra babasının evine geldi. Baba evinde de
yasına devam etti. Gece demedi, gündüz demedi ölen kocası için gözyaşı d.ktü.
- İbni Selâm'a Allah rahmet etsin. Onun .lümü bende büyük bir üzüntüye sebep oldu. .ünkü o da beni
sevdi. Derdime dert ararken, kendisi derde düştü ve benim uğrumda .ldü, diyordu.
İbni Selâm'ın .ldüğünü duyan Zeyd, hemen ..lün yolunu tuttu. Mecnun'u bulup ona İbni Selâm'ın
.ldüğünü söyledi.
- Artık Leylâ kocasız biri, dedi. Bunun duyan Mecnun ağladı.
- O da benim gibi Leylâ'yı sevdi. Onun için can verdi. Ben ise hâlâ hayattayım. Evet o benim rakibimdi.
Ama düşmanım değildi. .ünkü o da Leylâ'yı seviyordu. Leylâ'yı seveni, ben de severim.
Zeyd, Mecnun'un bu sözlerine bir anlam veremedi. Mec-
66
nun'un sevineceğini düşünüyordu. O ise neredeyse İbni Selâm için yas tutacaktı.
Leylâ, anne ve babasının evinde yasına devam ediyordu. Ağlıyordu fakat artık Mecnun için ağlıyordu.
Onu görenler, İbni Selâm için yas tuttuğunu sandılar.
Gece olunca Leylâ mumla konuşmaya başladı.
- Ey bahtım gibi karanlık olan gecemi aydınlatan mum! Sen benim için etrafı aydınlatma. Ben karanlığı
sever oldum. Bu yüzden seni de s.ndüreceğim.
Ey geceler, ey yıldızlar benim bu hâlim ne olacak? Bir kocam vardı, bana hasret çekerek .ldü. Çölde bir
sevgilim var. O da bana hasret. O da .lürse ben ne yaparım? Bu hayata nasıl dayanırım
 Her şeyi göze alıp Mecnun'a gitsem olmaz. Yine elin diline düşerim. Buna Mecnun da razı olmaz. .ünkü
ne olursa olsun elin diline düşmemi istemez.
Allah'ım! Senin huzuruna geldiğimde alnım ak olsun isterim. Ayrılığı kavuşmaya, gecemi gündüze çevir.
Bizi birbirimize kavuştur. Bunu ancak sen yapabilirsin. Allah'ım, dualarımı kabul eyle!
67
LEYLA'NIN YOL HAZIRLIĞI
Leylâ, Mecnun'un hasretine daha fazla dayanamadı. Mec-nun'un yaşadığı çölden geçecek olan bir
kervana katılmaya karar verdi. Sabahleyin erkenden kalktı ve kervana katıldı. Onu bir devenin üzerine
bindirdiler.
Leylâ devenin üstünde giderken düşünüyordu. "Ah ne olur Mecnun'u bir kez görebilsem. Bir an bile olsa
onu görebilsem. Ona "İşte ben geldim." diyebilsem. Beni kabul eder mi? Beni tanır mı? Sevinir mi beni
g.rdüğü için? Onun yüzüne bir kez baksam da öyle ölsem. .ünkü bana öyle geliyor ki artık fazla
yaşayamayacağım. Bu aşk yarası beni yedi bitirdi. .lürsem belki huzura kavuşabilirim.
Ey ..lü iyi tanıyan deve. Benim bir sevgilim var. Adı Mec-nun'dur. Yolda ona rast gelirsen, yanında dur.
Sakın bir yere gitme. Ben onu göreyim. Sen de bizim sohbetimize şahit ol."
Deve sanki Leylâ'yı anlamış gibi nazlı nazlı yürüdü. Saatlerce kızgın çöllerde yol aldılar. Çok yorulan
Leylâ, devenin üstünde uyuyakaldı. Bir süre uyuduktan sonra bir sarsıntı ile uyandı. Deve yere ..kmüştü.
Kervan geçip gitmişti. Leylâ'nın içini bir korku kapladı. Kendi kendine sordu.
- Niye durduk? Ne oldu? Kervan nereye gitti?
Dikkatlice bakınca çok ileriden kendine doğru birinin gel-
68
diğini g.rdü. Yaklaşınca sordu.
- Ey derbeder, ey zavallı! Bu çölleri iyi bilir misin?
- Çöller benim vatanımdır. İyi bilirim.
- Peki etrafında dolanan bu vahşî hayvanlardan da korkmaz mısın?
- Onlar benim çöldeki yoldaşlarımdır.
- ..lün sıcağında yanmışsın. Ya geceleri üşümez misin?
- Bu g.nül Leylâ'yı içinde taşıyor. Leylâ içimi ısıtıyor. .şümüyorum.
- Sen Leylâ'yı tanır mısın?
- Leylâ'yı bu cihanda benden daha iyi tanıyan yoktur.
- Sen kimsin?
- Ben Mecnun'um!
Leylâ aldığı bu cevap üzerine çok şaşırdı. Mecnun nerede, bu adam nerede? diye düşündü. Mecnun
yakışıklı mı yakışıklıydı. Karşısında duran ise yüzü kırış kırış olmuş bir adamdı..
- Sen Mecnun olamazsın. Olsa olsa onun şanını duymuşsun-dur, dedi.
Mecnun;
- Leylâ'nın aşkı beni bu hâle getirdi. Ama şikâyetçi değilim, dedi.
- Mecnun güzel şiirler söylermiş. Sen de güzel bir söz ya da bir şiir söyle bakalım.
70
- Ben şiir söylemesem de hâlim Leylâ'nın şiirini yansıtmıyor mu?
- Buna nasıl inanabilirim?
- İster inanın ister inanmayın. Benim hâlim ortada.
- Peki o zaman geçmiş günlerden bahset bana. Başından geçenleri anlat.
Mecnun hemen söze girdi. Olup biteni bütün ayrıntılarıyla Leylâ'ya anlattı.
Leylâ artık iyice inanmıştı. Evet karşısındaki Mecnun'du. Hemen .nünde diz ..ktü.
- Mecnun!... Mecnun'um!... Beni tanımadın mı? Ben Leylâ'yım!... Her şeyi bırakıp sana geldim. Seni bir
kez olsun görebilmek için geldim. Aylarca, yıllarca sana kavuşmak arzusuyla yandım. En sonunda işte
sana geldim. Artık senin yanındayım. Mecnun da karşısındakinin Leylâ olduğunu anlamıştı. G.nlünden geçenleri ona anlatmak istedi ama
vazgeçti. Ne Leylâ'ya baktı, ne boyuna ne poşuna. Bu kavuşma yine g.nül yarasını kanatacakti. Sevgili
dediği, günün birinde yine çekip gitmeyecek miydi?
- Ey adı güzel! Sen adını sevgilimden almışa benziyorsun. Eğer sen Leylâ isen, benim içimdeki kim? Ben
Leylâ ile bir canım. Leylâ benden ayrı mı? Hayır değil. O hep içimde, hep g.nlümde. Benim g.nlüm onun
aşkıyla doludur. Ama artık bu g.nül seninle
71
kavuşmaya dayanamaz. Sen benim kalbime sonsuz bir güzelliği nakış nakış işledin. Bu g.nül sevdanın
pınarını bulmuş. Bu pınarın bir damlasına iltifat eder mi? Sen benim içimdesin. Öyle de kalacaksın. Şimdi
deveni kaldır ve kabilene dön. .ükü senin el diline düşmeni istemem. Bu yüreğimde derin yaralar açar.
Oysa benim g.nlümdeki Leylâ, saf ve temiz bir şekilde duruyor.
Bu sözler üzerine Leylâ hem üzüldü, hem sevindi.
- Mecnun'um! Senin aşkın çok büyükmüş. Leylâ senin aşkına yetmez gayrı. Sen Leylâ diye diye çöllere
düştün. Çöllerde Mevlâ'yı buldun. Bense senin aşkınla yandım. Ama sana kavuşamayan canımın bir isteği
kalmamıştır. Artık ölmeye hazırım. Mademki yüzüme bakmadın, o zaman yüzüme kara topraklar baksın...
72
LEYLÂ İLE MECNUN'UN SON BULUŞMASI
Leylâ Mecnun'dan ayrılıp kabilesine d.ndü. Yol boyunca hep Mecnun'un kendisine söylediği sözleri
düşündü. "Aşk için asıl çileyi o çekti. Benim için çöllerde yaşadı. Vahşî hayvanlarla bile dost oldu." diye
geçirdi içinden.
Leylâ artık çok yorulmuştu. Hem g.nlü hem bedeni bitip tükenmişti. Aşk derdi onu yiyip bitirmişti.
Bunca çileden sonra Mecnun'a kavuşmak başka bir bahara kalmıştı. Kendini teselli etmek istiyordu. Ama
onun tek tesellisi Mecnun'du. Mecnun'dan başka kim derdine derman olabilirdi ki? Yine kırlara çıktı.
Mevsim sonbahardı. Ağaçlar yapraklarını d.küyordu.
Düşen yaprakları dalgın dalgın seyretti ve kendi kendine konuşmaya başladı.
- Benim de artık .mrümün sonbaharı. Benim içimdeki yapraklar da sararıp soldu. G.nül bir başka bahara
erer mi bilmiyorum.
Leylâ yine bitkin bir hâlde evine d.ndü. Bir süre sonra hastalandı ve yatağa düştü. Ailesi kızlarının
hastalığını tedavi ettirmek için doktor getirdiler. Doktor gelip Leylâ'yı muayene etti. Bazı ilâçlar yazdı.
Ama doktor da yazdığı ilâçların Leylâ'nın derdine derman olamayacağını biliyordu. .ünkü o aşk
derdinden yatağa düşmüştü. Belki bir tek çare onun derdine derman ola-
73
bilirdi. O da Mecnun'a kavuşmak...
Bu konuyu Leylâ'nın anne ve babasına açtı. Kızınızın iyi olma ihtimali çok zayıf. Ancak çok sevdiği biri
onu yeniden iyi edebilir. Hayata bağlayabilir. .ünkü kendisi hayattan ümidini kesmiş durumda.
Leylâ'nın annesi ve babası baş başa verip çareler düşündüler. Ama tek bir çare var demişti doktor. Çok
sevdiği biri onu iyi edebilir. Bu kişi de Mecnun'du... Oysaki onu .ldürtmek istemişlerdi. Kızının el diline
düşmesine sebep olmuştu .ünkü. Şimdi kızlarını nasıl ona vereceklerdi. Nasıl olacaktı bu iş? Fakat
kızlarının hayatı söz konusuydu. Bu nedenle istemeseler de kızlarının Mecnun ile evlenmesine razı
oldular.
Annesi bir gün Leylâ'ya şöyle dedi:
- Güzel, bahtsız kızım! Nedir bu hâlin? Hiçbir şey yemiyor, içmiyorsun. Elden ayaktan iyice düştün.
Artık kendini topla.
Leylâ annesinin bu sözlerine cevap vermedi ve sustu. Annesi devam etti.
- Artık Mecnun ile evlenmeni istiyoruz. O senin yüzünden çöllere düştü, acı çekti. Senin de eşin
.ldüğüne göre ve yası da bittiğine göre evlenmenize bir engel kalmadı.
Leylâ bu sözler üzerine;
- Anneciğim artık çok geç, dedi. .mrümün son günlerini yaşadığımı hissediyorum. Artık ne o eski
Mecnun, ne de ben eski
 Leylâ'yım. Hayatımda hep aşk için acı çektim. Hâlâ da çekiyorum. Ama içime doğuyor, vuslat bir başka
bahara kaldı.
Anneciğim, ben .ldükten sonra Mecnun'u arayın. Hâlini hatifini sorun. Bugüne kadar ona çok k.tü
davrandınız. Ama bundan böyle hiç olmazsa benim hatırım için ona iyi davranınız. O "Canana feda
edilmeyen canın ne kıymeti var." derdi. Ona söyleyin ki Leylâ canan için canından vazgeçti ve .ldü.
Beni çölde bir yere g.mün. Mecnun rahatlıkla mezarımı ziyaret edebilsin. Onun sesini ruhum duyabilsin.
Annesi;
- Kızım bunlar nasıl sözler öyle! diye çıkıştı. İnsan öleceği zamanı bilemez ki.
- Ben, pek yakında öleceğimi hissediyorum. Artık son günüme çok yaklaştım anne. Bana annelik ve
babalık hakkınızı helâl ediniz.
- Helâl olsun kızım, helâl olsun!
Leylâ birkaç gün sonra hayata veda etti. Vasiyeti gereği onu çölde bir yere g.mdüler. Leylâ'nın .lümüne
herkes üzüldü. Günlerce yas tutuldu.
Zeyd Mecnun'un yanına gitti. Leylâ'nın .lüm haberini ona nasıl vereceğini düşünüyordu. Bu kara haberi
Mecnun'a nasıl söyleyecekti?
- Ey Mecnun! Sen de biliyorsun ki her doğan eninde sonun-
75
da .lür. Gün gelir insan, çok yakınlarını kaybedebilir. Meselâ geçen sene babanı kaybettin.
Bu sözler üzerine şaşıran Mecnun;
- Zeyd, dostum, sen bana bir şey söylemek istiyorsun. Ne söyleyeceksen çabuk söyle. Beni merakta
bırakma.
- Başın sağ olsun Mecnun.
- Yoksa?
- Evet, Leylâ bu dünyadan .bür dünyaya göç etti.
Bu haber üzerine Mecnun feryat etmeye başladı. Kocaman çöl onun feryatları ile yankılandı. Yakasını
yırttı. Saçını başını yoldu. Kendini yerden yere attı. .stü başı toz toprak oldu. Gözyaşları sel olup aktı.
Onun bu hâline Zeyd çok acıdı. Onu teselli etmek istedi. Fakat Mecnun'u teselli etmek mümkün
olmuyordu.
- Leylâ .ldüyse Mecnun da yaşamamalı. Ben onsuz ne yaparım? Beni boş yere teselli etmeye çalışma
sevgili dostum. Bu g.nül teselli bulmaz. Hele Leylâ da yok ise. Hiçbir şey beni teselli edemez. Ancak
kara toprağa girersem teselli bulurum.
- Leylâ son nefesinde senin adını anmış. Senden memnunmuş. Bu dünyadan göçerken senden helâllik
istemiş.
- Helâllik mi? Benim onda hakkım yok ki helâl edeyim. Aksine, o bana hakkını helâl etmeliydi. Dostum
Zeyd, beni onun mezarına g.türür müsün?
76
- Tabi zaten o da çöle g.mülmeyi vasiyet etmiş. Ara sıra Mecnun gelip mezarımı ziyaret etsin.
Mezarımın başında dua etsin, demiş.
Mecnun daha çok üzüldü.
- Hemen gidelim* dedi.
Bir süre yürüdükten sonra Leylâ'nın mezarına geldiler. Mecnun g.zünde yaşlar, g.nlünde acılarla
mezarın yanına ..ktü. Bitkin bir hâlde uzun uzun dua etti.
- Ey Leylâ! .lüm seni benden aldı. Ama dünyada her canlı ölecek. İşte .ldün. Bir gün ben de öleceğim.
Belki bu dünyada çektiğimiz acılar .bür dünyada son bulacak. Ama şundan emin ol, çektiğim çilelerden
hiç pişman değilim. Onlar bana senin aşkının ne değerli olduğunu ispatladı. Benden helâllik dilemişsin.
Asıl sen bana hakkını heiâl et. Sen bana âşık olmayı öğrettin. Ben senin sayende Mecnun oldum. Senin
aşkınla çöllere düştüm. Acı çektim, çile çektim. Mevlâmı buldum. Biliyorum ki ben de çok geçmeden
senin yanına geleceğim.
Mecnun, Leylâ'nın mezarı üstündeki toprağı sıvazladı. O toprağı yüzüne sürdü. Gözyaşları toprağı ıslattı.
Zeyd Mecnun'a;
 - Haydi kalk gidelim dostum. Kendini bu kadar üzme, dedi. Mecnun;
- Buradan gitmek mi? Leylâ buradayken ben nereye gide-
77
bilirim? Bundan sonra burası benim mekânım. Beni burada bırak, sen git. Benim için üzülme. Ben elbette
üzülürüm. Sevgilimi toprak almış, buna üzülmeyeyim mi? Bu acı çektiğim acıların en büyüğü. Buna
dayanabilir miyim, bilmiyorum? Benim son arzum sevgilinin mezarı başında .lümü beklemek. Onun
mezarına el sürerek hayata veda etmek istiyorum.
Zeyd Mecnun'u ikna edemeyeceğini anlayınca oradan ayrıldı. Artık Mecnun yalnız kalmıştı.
Ertesi gün Zeyd, Mecnun'u mezarın yanında boylu boyunca yatar buldu. Heyecanla gidip baktı. Sevgili
dostu .lmüştü. İki eli Leylâ'nın mezarı üzerindeydi. Sanki iki sevgili el ele tutuşmuşlardı.
İki sevdalı, iki âşık, çektikleri çile ve acının sonunda artık beraberdiler. Mecnun'un mezarı da Leylâ'nın
yanına kazıldı. Dünyada çok az beraber olan iki sevgili, bundan böyle hep beraberdiler.
78
ZEYD'İN RÜYASI
Zeyd, hem Mecnun hem de Leylâ için çok üzülüyordu. Fakat .bür dünyada da olsa onların kavuşmasına
seviniyordu. Zeyd günlerini üzüntülü olarak geçirirken, bir gece rüya g.rdü. Leylâ ile Mecnun bir tahtta
oturuyorlardı. İkisi de mutluydular. Üstelik çok da gençleşmişlerdi. Zeyd onların bu hâle nasıl geldiğini
düşünürken Mecnun "Dostum Zeyd, biz aşkımızı hiç kirletmedik. Onu hep temiz tutmaya çalıştık. Yüce
Allah da bize bu makamı verdi." dedi.
Zeyd, bu rüyadan uyanmış, ter içinde kalmıştı. Onların mübarek türbelerine bekçilik yapmaya karar
verdi. Mezarlarına baktı, üstünde çiçek yetiştirdi. Bir gün mezarların üstünde iki gül fidanının bittiğini
g.rdü. Bu iki fidana g.zü gibi baktı. Onları suladı. Bu gül fidanlarının birinde sarı, diğerinde de kırmızı
gül açtı. Sarı gül Mecnun'un sararıp solan gençliğini, kırmızı gül ise Leylâ'nın gelinliğini hatırlatıyordu.
Leylâ ile Mecnun'a ait hikâyeler, efsaneler günden güne arttı. Bu hikâye ve efsaneleri duyan halk, akın
akın mezarların olduğu yere geldi. Leylâ ile Mecnun'un mezarları başında dua ettiler.
* # *
- İşte bu hikâye, yüzyıllardan beri anlatıla anlatıla günümüze kadar geldi, dedi babaannem.
Tam bu sırada dolu dolu olan gözlerinden birkaç damla yaş
79
süzülüverdi yanaklarına. Anlaşılan o ki yine dedemi hatırlamıştı. Hani şu biricik aşkı Akif Efendiyi... Biz
ise gözlerimizi hiç kırpmadan babaanneme bakıyorduk. .ünkü onun bu hâli hepimizin içini burkmuştu.
Öte taraftan bizi izleyen annem;
- İnşallah cennette Akif Efendi ile birlikte olursunuz anneciğim, dedi. Tıpkı Leylâ ile Mecnun gibi.
Babaannem anneme tatlı bir gülümsemeyle baktı. Anlaşılan annemin söylediği bu sözler onun çok hoşuna
gitmişti. Bu yüzden olsa gerek anneme;
- Allah size de her iki cihanda birlikte olmayı nasip etsin, dedi.
Ne bileyim, aşk dedikleri buydu herhalde. Onlar böyle konuşurken bizim Selma birden ortaya atılıverdi.
- Ben yine de anlamadım şu aşk dedikleri şeyi, dedi. Onun bu lâfına hepimiz kahkahalarla güldük. İşin
doğrusu
biz de pek anlamış sayılmazdık. Ne kuzenlerim, ne ben, ne de kardeşim... Babaannem önce muzip bir
şekilde hepimizi tek tek süzdü. Sonra;
- Anlarsınız anlarsınız! dedi. Büyüdüğünüz zaman anlarsınız!
Demek ki aşkın nasıl bir şey olduğunu ancak büyüdüğümüzde öğrenebilecektik. Belki o zaman Leylâ ile
Mecnun'u daha iyi anlayabilecektik. Tabi Nazife Hanım ile Akif Efendinin aşklarını da...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder