9 Kasım 2013 Cumartesi

MİTOLOJİ VE DİN

           Kelime olarak mit, Yunancadaki “Mythos” kelimesinden gelmektedir. Mythos, söylenen veya duyulan
söz, masal, öykü, efsane anlamlarını taşımaktadır. Mythos, tarihi değeri olmayan söylenti, uydurma, boş
ve gülünç masal olarak tanımlanır. Diğer taraftan “epos”; ölçülü ve dengeli söz olup tanrının insana
armağandır. “Logos” gerçeğin insan gözüyle görülmesi, doğruların keşfi, bilme giden yol olarak ifade
edilmektedir. Bu durumda mit söylenen söz; logos ise bilimin keşfi olarak alınanca birbirinden farklı iki
teşekkülün birlikteliği söz konusudur. Bu birliktelik mitin baskın olduğu mecrada devam edip gitmiştir.
       Öte yandan antik dönemin matematik ve doğa bilimcileri mitin sınırlarının tamamen dışında logosun
hakim olduğu prensiplere bağlı kalarak eserler vermişlerdir. Bilindiği gibi mitoloji sözlü kültürün en
önemli unsurlarından biridir. Dolayısıyla mitoloji söylenen sözün kişiden kişiye, nesilden nesile
aktarılmasıyla neşet ettiği kadar başkalaşıma da uğramıştır. Böylece kelimelerden başlayarak temaya
kadar her şey değişmiş ve başka değişik versiyonlara dönüşmüştür.
       
        Din, tarihin her aşamasında insanlığı hem içten hem de dıştan kuşatan insanın duygu düşüncelerini
şekillendiren evrensel bir olgu olmuştur. Din ile birlikte insanlıkta kutsal, sevgi, ulviyet, irade, şuur ve
fazilet gibi kavramlar güçlenir. Dinlerin koyduğu ahlaki kurallarla toplumlarda adalet temini gerçekleşmiş
olur. Bu sayede insanlık huzur içinde birlikte yaşamaya başlar.
Dinin kaynağı hususunda batılı araştırmacılar psikolojik ve sosyolojik teoriler ileri sürmüşlerdir.
Psikolojik teoriler esin kaynağını tabiat mitolojilerin almıştır. Bu yaklaşıma göre tanrılar, kişileştirilmiş
tabiat olgularından ibarettir. J. G. Frazer dini, ruhların kaprisine teslim edilmiş bir olgu olarak
tanımlamaktadır.
Sosyolojik teorisyenlerden Emile Durkheim’e göre “Din, sosyal bir olgudur.” Bu sosyal olguyu
besleyen faktörlerden biri de tecrübedir. E. Durkheim her ne kadar dinin kaynağını toplumda arıyorsa da
dayandığı argümanlar büyük oranda totemizmden beslendiği görülmektedir. Herbert Spencer ise “Her şey
bizim bilgimizin üstüne çıkan bir kudretin tezahürü” olarak ifade eder. Max Müller ise, “İnsanın, çeşitli
adlar ve değişen görünüşler altındaki sonsuzu kavramasını sağlayan zihni melekesi veya yeteneği”
şeklinde tanımlar. Rudolf Otto ise, “Din, kutsalın tecrübesidir” diye tanım yapmaktadır. Matthew
Arnold, “Din, duyguyla yükselmiş, alevlenmiş, yanmış bir ahlak ilmidir” diyerek tanım yapar.
Dini tecrübe olarak kabul edilen oluşum insan şuurunda zamanla açık seçik bir şekilde teşekkül eden
tanrı kavramıdır. Bunun oluşmasında tecrübelerle beraber heyecan, düşünce boyutu etkendir. Zira
heyecan duymayan, düşünmeyen birinin din ve tanrı kavramlarına ulaşması mümkün değildir.
Din sadece inanç ve ibadet boyutuyla sınırlı bir olgu değildir. Özellikle hukuki, ahlaki ve sosyal
kuralları düzenleyen yönü vardır. İşte bu boyutlardan hareket eden bazı sosyologlar dini, toplumları bir
araya toplayan en kaynaştırıcı unsur olarak ifade etmişlerdir. İbadetin birlikte gerçekleştirildiği
toplumlarda bu sosyal boyut daha belirgin bir hal alır. Böylece din, hem dünyadaki düzenli oluşuma katkı
sağlamasıyla hem de kişiyi uhrevi boyuta hazırlamasıyla iki taraflı görevini tamamlamış olur.
Din olgusunun rasyonel bir çerçeveye dahil etme düşüncesinin sonucunda, Batıdaki Aydınlanma
çağıyla paralel olarak, dini bilimler sınıflandırılmıştır. Bunlar; dinler tarihi, din fenomenolojisi, din
sosyolojisi, din psikolojisi, din felsefesi gibi kategorilere ayrılmıştır.
          Dinleri ortaya çıkışı, muhtevaları gibi konular dinler tarihi disiplini tarafından ele alınmaktadır. Din
fenomenolojisi dini olgular üzerinden sistematik bir biçimde inceler. Din sosyolojisinin temel konusu,
din-toplum münasebetlerini karşılıklı olarak ele almaktır. Yani dinin toplumun oluşumuna,
yapılanmasına, insanlar arası ilişkilerin teşekkülüne olan etkisi, aynı zamanda diğer toplumsal olguların
da dinin algılanmasından başlayarak inanç, ibadet ve cemaatleşmelere kadar olan tesirlerini inceler. Din
psikolojisi ise fert ile din bağlantılarını, bireyin zihin dünyasındaki din kavramlarını araştırır. Din
felsefesi ise din ile ilgili ilkelere akli ve tecrübi bilgilerden faydalanarak dinleri tahlil etmekle
meşguldürler.
        Din ve vicdan hürriyeti insanın temel hak ve hürriyetleri arasında yer almaktadır. Bütün yönetim
birimleri kişilerin dinini seçme ve onu yerine getirmede hakkını temin etmekle mükelleftir. Bunun
yapılmaması hem insan hakları sözleşmelerine aykırıdır, hem de hukuki bir ihlaldir.
        Vahye dayanan veya “kitabi dinler” olarak ifade edilen dinler; Yahudilik, Hristiyanlık ve İslamiyet
olarak ifade edilebilir.
        İslam dini vahye dayanan dinlerin sonuncusu olarak kutsal kitabında, din kelimesi, “Allah’a boyun
eğme, kurallara tabi olma” şeklinde ifade edilmektedir. İslam’a göre hak din sadece İslam’dan teşekkül
etmektedir. İslam anlayışında dinin kurucusu Allah’tır.
İslami anlamda dinle ilgili çeşitli tarifler bulmak mümkündür. Genel manada şöyle bir tarif
yapılmaktadır: “Din, akıl sahiplerini peygamberlerin bildirdiği gerçekleri benimsemeye sevk eden ilahi
kanundur.” Kuran-ı Kerim’e göre, Allah katındaki dosdoğru din ve hak din İslâm’dır.
  Mitlerin konularını tabiat ve âlem oluşturmaktadır. Sumer mitolojisinde evren-doğum (kozmogoni)
olayı üç aşamalı olarak; “evrenin menşei”, “evrenin düzene konması” ve “insanın yaratılması” şeklinde
gerçekleşir. Evrenin menşei, diğer mitolojilerde de alışılageldiği üzere, suyun bir varyantı durumundaki
deniz veya okyanus betimlemesi ile başlar, canlıların yaratılması ile devam eder ve gökyüzünün tekamülü
ile birlikte evrenin düzen bulmasıyla son bulur.
           Mitlerde tanrı ve yarı tanrı unsurları görev alır. Hesiodos’a göre, Grek kozmogonisinde her şeyden
evvel kaos mevcut idi. Daha sonra, “Gaia” kişileştirilen kara parçasının yerini almıştır. Bundan sonra
silsileler halinde, Eros (canlıların elini ayağını çözen, insanların akıllarını başından alan), Uranos vb.
tanrıların yaratılması gerçekleşir.
İnsanlık, mitler sayesinde nesnelerin kökenini bilir ve onu şekillendirmek suretiyle ona egemen
olduğunu ortaya koymuştur.
Mitlerin ortaya koyduğu konular gerçek ve kutsal olarak kabul görür ki bunları oluşumunda doğaüstü
varlıklar egemen ise kutsallığı pekişmiş demektir.
           Mitlerin uygarlığın gelişmesine katkı sağladığı kabul edilir. Özellikle nesnelerin şekillenişi ve
bunların ilk örnekleri ile gelişen numuneler arasında bağlantı kurmak mümkündür. Pratik bilgiden daha
karmaşık bulgulara gidişte kılavuzluk etmektedir.
Mitler bilgi dışı, pratikle denetlenemez inanç alanlarının kapsamında değerlendirildiği için söz ile
sınırlı kalmaktadır. Bu yönüyle kadim kültürün günümüze intikal eden boyutunu oluşturmaktadır.
Uygulama ve pratiğe aktarma imkanından uzaktır. Ama nostalji unsuru olarak benlikteki yerini
korumuştur.
          Her ne kadar kavramlardan biri diğerinin yerini almış olsa da mitler daha çok âlemle ilgili yaradılış
tarzı konuları ele alarak öncelikli konulara yönelmiştir. Diğerleri ise daha çok kahramanlık gibi toplumu
teşkil edecek sosyal meselelere yönelmişlerdir. Mitlerin kutsallığı efsane ve diğerlerine göre daha ağır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder