19 Ekim 2013 Cumartesi

DRAMANIN İLK UYGULAYICILARI: TÜRK ŞAMANLARI

Ġnsanlık tarihin en eski zamanlarından beri drama terim olarak olmasa da kavram olarak varlığını korumuĢtur. Ġlkel insanların mağara resimlerindeki figürlerinden, Orta Çağ insanının hasat mevsimindeki eğlenceli oyunlarına kadar canlandırma ve taklit, yaĢamın vazgeçilmezlerinden olmuĢtur. Taklit, canlandırma, doğaçlama dramanın en temel unsurlarındandır. Birçok tiyatro araĢtırmacısı drama kavramının kökenini eski Yunan‟daki bağ bozumu törenlerine dayandırmaktadır. Tiyatronun Dionysos onuruna yapılan ritüellerden doğduğu iddiası yaygın olarak kabul görmüĢtür. Aslında modern anlamda dramanın ilk kıpırtılarını Yunanlıların attıkları doğrudur; ancak Türk kültürü içerisinde de dramanın çok eskilere dayandığına dair belgeler vardır.  AraĢtırmacı M. M. Nikoliç, 1934‟te Belgrad‟da “Politika” gazetesinde yayınladığı makalesinde Türklerde en az dört bin yıl önce drama sanatının bilindiğini ileri sürmüĢ, bir Türk savaĢçısının yokluğundan istifade ederek karısına saldıran bir Çinlinin aynı savaĢçı tarafından öldürülüĢünü anlatan dramatik mahiyetli oyundan bahsetmiĢtir” (Sevengil 1969, 21-22). Batıda tiyatro ve drama tarihi üzerinde yapılan araĢtırmalar daha çok Çin ve Yunan kaynaklarına dayanır. Orta Asya‟daki Türk kültürü her nedense bu tiyatro ve drama tarihi çalıĢmalarının dıĢında tutulmuĢ ya da atlanmıĢtır.  
        
1182                                                            Ömer Tuğrul KARA   
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature  and History of Turkish or Turkic   Volume 5/2 Spring 2010   
Yakın dönemde bile tiyatro ve drama tarihi, Türk örneklerini görmezlikten gelmiĢtir. Bertolt Brecht Aristotelesçi Tiyatro‟ya karĢı geliĢtirdiği Epik Diyalektik Tiyatro anlayıĢı ile geleneksel tiyatroya karĢı en güçlü anti-tezi savunmuĢ ve uygulamıĢtır. Brecht görüĢünü oluĢtururken biçimci Rus yazarlarından ve Çin tiyatrosundan yararlanmıĢtır; aslında bu biçim bizdeki orta oyununda 1500‟lü yıllardan beri vardır (Aslan 2005, 37). Yine bu konuda Geleneksel Türk Tiyatrosu‟nu farklı bir üslupla sürdüren Ferhan ġensoy‟un söyledikleri dikkat çekicidir:   “ „Bir tiyatro ki güldürmez, ben o tiyatroya güler geçerim‟, diyen Augsbourglu temiz aile çocuğu Bertolt Brecht, Kel Hasan Efendiyi bilmiyordu, bilmeden de öldü. Brecht doğduğunda, Hasan Efendi 22 yaĢındaydı ve Brecht'in büyüyünce düĢüneceği epik tiyatroyu bilfiil yapmaktaydı. Cahillik yalnız bize özgü değil, Avrupalıların da cahili oluyor. Burjuvaların kadife perdeli tiyatrosuyla alay etmek için, yamalı Brecht perdesini buluĢ olarak dünya tiyatrosuna getiren Bertolt Brecht, bunun daha önce „Abdülrezzak Perdesi‟ adı altında, Komik-i ġehir Abdülrezzak Efendi tarafından kullanıldığını bilmiyordu. Bilmemek ayıp değil. Ancak yaĢamı boyunca bilmemekle yetinmeyip bu konuyu öğrenmemekte de direnen Brecht, bizim buralardan transit geçerek Çin Tiyatrosu‟na gitti” (ġensoy 1999, 87-89). Bu çalıĢmamızda Yunan medeniyetinden çok önceleri varlığını sürdüren, Türklerin Ġslamiyet‟ten önceki inançlar içerisinde önemli bir yere sahip olan ve yaĢam döngüleri içerisinde eylem, canlandırma ve doğaçlama üçlemesine sıkı sıkı sarılan bir kültürün temsilcilerini, ġamanları inceleyeceğiz. Yirmi bin yıllık bir geçmiĢe sahip olan Türk ġamanlarının tarihimizdeki yerini, eylemlerini, amaçlarını, kavramsal dramayı nasıl karĢıladıklarını, dramatik etkinliliklerini, modern drama boyutuyla olan iliĢkisini ortaya koymaya çalıĢacağız.   
B. Türklerde Dramanın Kaynağı: Şamanlar Ġlk insanların duygularını, düĢüncelerini anlatabilmede, ses kanallarından çıkan farklı seslerin yardımıyla anlaĢmaya çalıĢtıkları herkesçe bilinen bir gerçektir. Sesten önce de hareketi kullandıklarını söyleyebiliriz. Dolayısıyla bir olayı ya da düĢünceyi iĢ ve hareket yoluyla ifade etmek anlamına gelen dramın insanlık tarihi kadar eski olduğu açıkça bellidir.  Drama faaliyetlerinin kaynağının dinden daha eski olduğunu savunanlar vardır. “AteĢin çevresinde otururken, kalkıp avlanacak 
        
Dramanın İlk Uygulayıcıları:...                                        1183                     
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature  and History of Turkish or Turkic   Volume 5/2 Spring 2010   
hayvanları taklit eden ilk insan, bu davranıĢıyla tiyatral faaliyetlere de baĢlamıĢ olur. Taklit yoluyla yapılan büyüyü, dans, müzik ve maskelerle yapılan yağmur yağdırma, ürünü çoğaltma gibi dramatik unsur taĢıyan törenler takip eder” (Köprülü 1970, 6). Ġfade ettiğimiz bu davranıĢ biçimleri bir millete ait değil, bütün ilkel kavimler için geçerlidir; ancak Antik Yunan‟da Dionysos törenlerinden çok önce Orta Asya‟da Tek Tanrı ve ġamanizm anlayıĢı içinde yaĢayan Türklerin dini ayinleri tamamıyla dramatik özellik taĢımaktaydı.  Türkler tarih boyunca çeĢitli inançlara bağlanmıĢlardır. Bunların içinde karakterlerine en uygun olanı tek Tanrılı dinlerdir. “Dinleri, kendi sistematikleri içerisinde inceleyenler, tek Tanrılı dinlerdeki sistematiğin tepesinde, tek ve her bakımdan güçlü olan hakim bir kuvvetin varlığını görürler. Türklerin, geniĢ anlamda Anadolu‟da girdikleri Musevilik ve Ġsevilikte Tanrı kavramı, büyük ölçüde Ġslamiyet‟teki Allah inancına tekabül ederken Gök Tanrı inancındaki „Tengri‟ de birçok vasfı itibariyle Allah‟ı düĢündürmektedir” (Kalafat 1998, 37). Gök Tanrı inancı, Ġslamiyet‟in “Tek Varlık” anlamındaki tevhit mesajıyla örtüĢmektedir (Bilgiseven 1989, 87). Eski Türklerin yüce ve tek Tanrı‟sı, Ġslâm dinindeki „Allah‟ gibi mücerret ve Ģekilsiz bir güçtü. Hatta Altay ġamanizm‟inde bile, göğün katlarının resmi yapıldığı halde, Tanrı‟nın Ģekli çizilemiyordu (Ögel, 1994, 13). Türklerin inanç sisteminde “Tengri” kavramı dini anlayıĢın merkezindedir. Tanrı ile insan arasında aracılık yapanlar ise ġaman‟lardır. “Göklerin ve ruhların koruduğu ġaman, doğayla konuĢup anlaĢmayı, ruhanî varlıklarla iliĢki kurmayı, göklerde yaĢayan varlıklarla yakınlığı korumayı ve böylece kötü ruhların insanlara zarar vermesini önlemeyi beceren bir insandır” (Beydili 2005, 510). Unutulmamalıdır ki Türklerin dinî düĢünce sistemi Gök Tanrı anlayıĢı üzerine kurulmuĢtur. Tüm dünya görüĢü sistemlerinde olduğu gibi, tek tanrıcılıkla ġamanizm arasında derinden gelen bir bağlılık olduğu için, aralarındaki sınırı net olarak belirlemek bazen güç olsa da bu anlayıĢları aynı gibi göstermek de doğru olmayıp yanlıĢ sonuçlar doğurabilir. Türk ġamanizm‟indeki dünya görüĢü ve felsefenin temelini gerçek anlamda Türk dinî düĢünce sistemi olan tanrıcılık oluĢturmaktadır ve ġaman‟ların „Gök Tanrı‟ya olan inançları da bunun kanıtlarından biridir (Beydili 2005, 525). Türkler ölmüĢ atalarını Tanrı saydıkları gibi, onların yaĢamıĢ ve dolaĢmıĢ oldukları yerleri de kutsal kabul ediyorlardı. Tanrı‟yı memnun etmek için onları taklit etmek, onlar gibi hareket etmek gerektiğine inanıyorlardı. Dini törenlerde Tanrı‟nın yaĢayıĢını temsil ve hikâye edilmesinin sebebi budur. Daha sonra bu kutsal törenler 
        
1184                                                            Ömer Tuğrul KARA   
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature  and History of Turkish or Turkic   Volume 5/2 Spring 2010   
yerini din dıĢı gelenek ve eğlenceye bırakmıĢtır. Bu törenleri gerçekleĢtiren, bu dramatik unsurları üzerinde toplayan ise ġamanlardır.   “ġaman, gelecekten haber verme, büyü yapma gibi görevleri olan, ruhlarla iliĢki kurarak hastalıkları iyileĢtirdiğine inanılan din adamı, “kam”dır” (Türkçe Sözlük, 1988, 1369). ġaman aynı zamanda ġamanistlerin inançlarına göre, tanrılar ve ruhlarla insanlar arasında aracılık yapma kudretine malik olan kiĢidir (Ġnan 2006, 75). Divanü Lügati‟t Türk‟te “kam” kelimesi “kâhin” olarak tercüme edilmektedir (Atalay 2006, 157). ġamanizm‟in kökeni Sibirya ve Orta Asya‟dadır. Ġslamiyet‟ten önceki kültürün temel taĢlarını oluĢturan ġamanlık Türklerde, özellikle Altay-Sayan ve Sibirya Türklerinde bir sistem gibi yaygın olmuĢ ve daha çok geliĢmiĢtir. Özellikle Sibirya olarak betimlenen bölgede Türk ġamanlığı ile beraber diğer ġamanlık olguları mevcut olmuĢtur (Bayat 2006, 26). Uluslararası bir terim haline gelmiĢ ġaman kelimesi ilk kez 17. yüzyılın sonlarına doğru Rus elçisi olarak Çin‟e giden iki Ģahsın E. Ġsbrand ve A. Brand‟ın gördüklerini içeren seyahatnamede geçer. Elçiler Tunguzcada kullanılan rahip, sihirbaz anlamına gelen ġaman kelimesini kullanmakla bu kelimeyi Avrupa‟ya götürmüĢlerdir (Bayat 2006, 133). 18. yüzyıla kadar ġaman kelimesini Türkler bilmiyordu. 18. yüzyılın sonlarına doğru bu terim yaygın olarak kullanılmaya baĢlanmıĢtır. Altay Türkleri arasında bugün hâlâ ġaman kelimesi yerine “kam” kullanılmaktadır (Gömeç 1998, 40). Ġslamiyet‟i kabul etmiĢ Türkler arasında “kam” kelimesi unutulmuĢtur (Ġnan 2006, 74).  Kam, kendi özel yöntemleri sayesinde ulaĢtığı extase (kendinden geçme) hali içinde ruhunu göklere yükselten veya yeraltına indiren kiĢidir. Bu esnada baĢka ruhları hükmü altına alarak, tabiat güçleri ve Ģeytanlarla bağlantı kurmaya muvaffak olur. Kam, ateĢ üzerinde hakimiyet kuran, hastalanan ruhlara Ģifa veren, ölülerin arzularını yerine getiren, dertlilerin Ģikayetlerini dinleyen, yer altındaki tanrıların yanına giderek aracılık yapabilen kiĢidir (Gömeç 1998, 42). ġamanların gerçekleĢtirdiği bu uygulamalar gerçekte bir ritüeldir. Ritüeller temel olarak dansa dayanan vücut hareketi üzerine yoğunlaĢmaktadır. Farklı nedenlerle yapılan ritüeller, taklit unsurunu içermektedir. Taklidin yanı sıra birçok ritüelde tanrıların ve kahramanların canlandırılması yer alır (Sağlam 1997, 48). Ritüellerin dili harekettir. Dinî veya sosyal bir içeriği olabilir, mantıksal veya mantık dıĢı diye yorumlanabilir; ama ritüel, bir grup eylemidir, bir grup gösterimidir ve “dans etme, Ģarkı söyleme, maske takma, kostüm giyme, diğer insanları, hayvanları ve doğaüstü güçleri canlandırma, öykü oynama” gibi unsurlar kullanılır. 
        
Dramanın İlk Uygulayıcıları:...                                        1185                     
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature  and History of Turkish or Turkic   Volume 5/2 Spring 2010   
ġamanların bu uygulamaları oyunsu bir süreç içerisinde geçer. Zaten “oyun” ve “ġaman” kelimeleri arasında doğrudan bir etimolojik iliĢki vardır. ġaman‟ın türlü adları arasında Yakutların kullandığı ad “oyun”dur. Kadın ġaman‟a ise Mongolcada “udahan”, Orta ġaman‟a “orta-oyun” deniliyordu. Asıl ilginç olan oyun sözcüğünün yalnız ġaman için değil, ġaman törenleri içinde kullanılmasıdır. ġaman bu törenlerde dans eder, ses çıkarır, yüz kaslarını kullanarak taklit ve dramatik öğeye baĢvurur. Böylece oyun sözcüğüyle tiyatro, dans ve türlü seyirlik oyunlarının kökeni bir noktada toplanmıĢ olur (And 1973, 306).   
C. Drama ve Şaman İlişkisi Dramada olmazsa olmazlar arasında rol oynama, doğaçlama ve fiziksel aktivite vardır. Bu üç unsurun yer aldığı durumlarda dramatik bir eylemin ortaya çıkması kaçınılmazdır.  Kökeni Sibirya ve Orta Asya olan ġaman geleneğini yakından incelendiğimizde dramayla örtüĢen pek çok unsuru görebiliriz. Bunlardan rol oynama; bir karakterin duygu, düĢünce, istek ve beklentilerinin canlandırılmasıdır (Genç 2003: 203). Ġnsan doğasında da tiyatro sanatının olmazsa olmazı olan taklit vardır. Ġnsan taklit eder, “gibi ya da gibiymiĢ gibi” yapar. Bunu sanatsal kaygı gütmeden, günlük yaĢam içinde doğaçlama biçiminde gerçekleĢtirir. Taklit ile öğrendiği pekiĢir ve yine bu yolla tiyatro sanatının oluĢumu sağlanır. Taklit ve canlandırma dramanın kendine özgü yapısını belirlerken, geliĢime açık yanına da sahip çıkar (Uzgören 2005, X- XII). “Bir olayı taklitle canlandırma olayına ġamanların büyüsel törenlerinde de rastlanmaktadır” (Asutay 2003, 8). “Bu ayinlerde ġaman taklidin yanı sıra jest ve mimiklerini de sergiler” (Zonrnıckaja 2002, 187).  Ritüelin baĢlangıcında ġaman, hayvan dostlarının güçlerini basit biçimde canlandırmaz, aksine o hayvanın kılığına girerek, onun bedeninde ve bilgisinde onu yeniden dünyaya getirir (Jacobson, 2006, 104).  Hayvana karakter kazandıran ġaman onun rolüne girer. Rol oynama esnasında kendinden geçer, istediği karakteri ya da varlığı tüm benliğinde hissederek canlandırır. ġaman, eyleminde oyuncunun en temel karakteristiklerini ortaya koyar. O, tanrılar ve ruhlarla olan iliĢkisinde, onların sesini taklit eder, yeraltına ve yerüstüne yaptığı yolculuğunda baĢından geçenleri canlandırır, çeĢitli hünerler gösterir. Sihir yapar, dans eder, çalgı çalar, Ģarkı söyler; fakat her zaman kendisi olarak kalır (Tuna 2000, 264).  
        
1186                                                            Ömer Tuğrul KARA   
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature  and History of Turkish or Turkic   Volume 5/2 Spring 2010   
Oyunun felsefesinde, ġaman‟ın öteki dünyanın varlıklarına benzemesi ve kendini bir tiyatro aktörü gibi role sokması durur. ġaman‟ın kuĢ donuna girmesi, ayıya dönüĢmesi aslında rol üstlenmekten baĢka bir Ģey değildir. ġaman, özgü bir düĢünce ve dramatiklikle ona yüklenen oyunculuk görevini yerine getirmiĢ olur. Aksi takdirde ġaman öteki âleme giremez (Bayat 2006, 222). Bu anlamda ġaman bir oyuncu gibi davranır, ruhları aramak, yeraltına ya da gökyüzüne kurbanı götürmek ve bu eylemi insanlara anlatabilmek için tiyatronun özelliklerini kullanır. Ġlkel anlamda nasıl bu dünya ile öteki dünya arasında gidip gelebiliyorsa, doldurulmuĢ bir kazın üstünde ellerini çırparak uçabilir, davulunun içine ruhları hapsedebilir, davulunun hızlı ya da yavaĢ vurarak aldığı yolu, ne kadar uzaklaĢtığını ve yakınlaĢtığını anlatabilir. KuĢların, hayvanların ve ruhların taklidini yapabilir (Tuna 2000, 275).  Bu canlandırma birçok parçayı içerisinde barındırarak bir bütün oluĢturur. Doğaçlama dramanın en önemli unsurlarından biridir. Doğaçlama bir hazırlık ya da senaryoya dayanmaksızın o anda var olan, yinelenmeyen, kendiliğinden bir biçimde akan davranıĢlar dizgesidir (Akar 2000, 22). Önceden planlanmadığı için doğaldır. Kesinlikler ve belirlemeler yoktur. ġamanlar ritüellerinde hiçbir planlanmıĢ senaryoya ya da yazılı metne bağlı kalmazlar. ġaman müziği, Ģarkıyı, haykırıĢı özgür bir Ģekilde eyleminde kullanmaktadır. “Ayrıca jest, mimik, dans dili de ġaman‟ın eyleminde belli bir sistem içinde ama doğaçlamaya yatkın bir biçimde vardır” (Tuna 2000, 257). Doğaçlamalar oluĢturulurken üstün hayal gücü ve yaratıcılık yetisi kendini gösterir:   “Örneğin ġaman davulunun tokmağını hem davul tokmağı, hem de üzerine bindiği at gibi görür. Hatta bazen üzerine bindiği davul bir kuĢ olur ve onu ruhlar dünyasının en üst katmanlarında gezdirir. Doğaçlamalar esnasında kendini çeĢitli ruhların biçimine sokar. Bu ruhlar çoğunlukla hayvan biçimindedirler. Sibirya kavimlerinde bunlar ayı, kurt, geyik, tavĢan ve çeĢitli kuĢlar özellikle kartal, baykuĢ ve karga Ģeklinde görülebilir. ġaman‟ın baĢyardımcısı da bu hayvanlardır. Ġhtiyaç halinde o, dünyanın her tarafından yardımcı ruhları çağırır. Yardımcılarının geldiklerini onların sesini çıkararak belirtir. Mesela Tunguz ġaman‟ın baĢyardımcısı yılan sesini taklit eder” (Gömeç 1998, 45). Farklı danslar, o an uydurulan Ģarkılar, anlaĢılması zor mırıldanmalar ortaya çıkar. Kısacası yaratıcılıkta ve hayal gücünde sınır tanımazlar.  Dramanın diğer önemli unsuru fiziksel aktivite yani “eylem”dir. Eylem dramanın temelindedir. “Drama kelime manası 
        
Dramanın İlk Uygulayıcıları:...                                        1187                     
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature  and History of Turkish or Turkic   Volume 5/2 Spring 2010   
olarak da „bir Ģey yapma‟, „yapılan bir Ģey‟ anlamında kullanılmaktadır” (Nutku 1998, 27). Bu eylem, rol oynama yoluyla insanların kendilerini baĢka insanlarla iliĢkilendirerek onları canlandırmasına dayanır. Oyuncular bir rol alır ve o roldeki insanmıĢ gibi davranır. Bu temel olarak taklide dayalı bir eylemdir. ġaman bu unsuru da kullanmaktadır. ġaman‟ın tedavi seansı dualar ve Ģarkılarla baĢlar, ruhların ve çeĢitli hayvanların seslerinin taklit edilmesiyle sürer, hasta ruhun aranması ve tanrılara, ruhlara sorulması için ġaman bir ata biner ya da davulunun tokmağını at gibi kullanır, bazen de davulunu bir kuĢa benzetir ve üzerine biner. Bu yolculuk sırasında çeĢitli katlarda durur ve ruhlarla konuĢur, zaman  zaman kendinden geçer, çılgınca dans eder, bir duayı hafifçe mırıldanır, bazen bir Ģarkıyı ya da duayı seyredenlerle birlikte söyler (Tuna 2000, 93). Taklit ve eylem iç içedir. Bu eylem bazen bir dans bazen de ġaman‟ın kendinden geçtiği vect hali olabilir. Ancak bu hareketlerin içinde belli boyutta dramatik unsurlar gizlidir.  Dramanın rol oynama, doğaçlama, eylem unsurlarından baĢka, önemli bir hedefi de vardır. Bu hedef büyük ölçüde onu tiyatrodan da farklı kılar. Bu, süreç içerisinde tüm grubun etkinliğe katılımını sağlamaktır. Dramada seyirci yoktur. Herkes oyuncudur, oyunun bir parçasıdır. Bu açıdan düĢündüğümüzde ġamanların ritüellerinde de grup katılımı esastır, istenen Ģeyin gerçekleĢmesi için herkesin katılımı gerekir. Bu nedenle ritüel oyuncu ve seyirci arasında bir etkileĢim sağlar.  “Oyun sırasında ġaman, gerçekten de ruhunu baĢka bir âleme göçürür, yalnız kendi oynamaz, ruhlarını da oynar. Ayrıca kamlık sırasında izleyicilerin de oyuna katılması toplumun üyeleri arasındaki iliĢkiyi harmonik bir düzeye ulaĢtırır, ahlaki ve psiĢik olumsuzlukları gidermiĢ olur. Oyun, toplumu hiç bilmediği bir dünyaya götürür, üzerinde olan gerginliği, korkuyu geçici de olsa kaldırmıĢ olur” (Bayat 2006, 221).  ġaman‟ın bu tek kiĢilik gösterisi izleyenler ile ġaman arasında bir iliĢkiyi de içinde barındırır. Onlar da ġaman‟ın eylemine yer yer katılırlar. ġaman bazen Ģarkıları orada bulunanlarla beraber söyler. Onlar eylemin hemen kıyısında bulunmalarına rağmen gelen kötücül ruhlardan korkmazlar, çünkü ġaman‟ın bu ruhlarla kurduğu iliĢki, toplum için bir güvence olmaktadır. Ama tüm bu yaĢadıkları Ģeylerden, korkutucu görünümlerden etkilenirler (Tuna 2000, 231). ġaman‟ın töreninden sonra seyirciler törene iliĢkin çeĢitli anılar hatırlarlar, yaĢadıkları psiko-fizyolojik duygular, gördükleri halüsinasyonlar ve duydukları onlar için deneyim olarak kalır. ġaman gösterilerinde seyirciler Avrupa kompleksindeki edebi ve artistik 
        
1188                                                            Ömer Tuğrul KARA   
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature  and History of Turkish or Turkic   Volume 5/2 Spring 2010   
olgularla yüklü teatral ve müzikal gösterilerden çok daha fazla tatmin olmuĢlardır. Çünkü seyircilerde de eyleme katılmıĢlardır (Kirby 1975, 6). Dramanın psikiyatri alanında kullanılan türlerinden biri de psikodramadır. Psikodrama, dramatizasyondan ya da baĢka bir ifade ile spontan tiyatrodan yararlanılarak gerçekleĢtirilen bir ruhsal geliĢtirme, tedavi yaklaĢımıdır. Temelinde kiĢiler arası iliĢkiler ve rol kullanımı vardır. Bu teknik sayesinde birey çatıĢmalarını bir uzman önünde ortaya koyar, hatta sıkıntılarını drama teknikleriyle canlandırır.  Psikodrama bir tür tanımlama ve sağaltma tekniğidir. Dramatik açıklama olarak bu durum, hastanın kendi problemini izlemesine dayanır. Drama terapistlerinin hastaların sorunlarını oynamaları ġamanlarınki gibidir (Pendzik 1988, 84). “ġamanlarda da oyun sağaltma ile ilgilidir. Hastayı, seyirciler önünde iyileĢtirir. KiĢileĢtirme, yedi gökyüzü katından iyilikleri getirme gibi yöntemler kullanılır. Dramada da bir terapi boyutu vardır” (And 1997, 14). ġaman‟ın tedavi yöntemi içerisinde ĢaĢılacak derecede çok psikodrama unsurları vardır. ġaman‟ın tedavisi hastayı hastalığıyla yüzleĢtirmek, onun kendi hastalığına seyirci olmasını sağlamaktır. Hastalığın kaynağı ġaman inançlarına göre çoğu zaman, ruh göçü, ruh çöküĢü, edilgenlik ve yabancılaĢmadır. Bu durum çağdaĢ psikiyatride hastanın hastalığının kaynağına inerek, bu kaynağı bulmasının sağlanması olarak yer alır. Burada psikiyatrist hastayı konuĢturarak, hastalığın kaynağını bulmak ister. Bu ġaman‟a özgü tedavi yöntemi günümüzdeki psikodrama uygulamalarında kullanılmaktadır (Tuna 2000, 269). ġamanların tedavi yöntemleri insanın en derin duygularına kadar yayılmıĢtır. Bu eski geleneğe sahip çıkmamız tabiatla arası açık olan günümüz insanına yardımcı olabilir (Budegeçi 1995, 638). Dramatik unsurlarla insan hayatının her safhasında karĢılaĢılabilir. Bu unsurlar, eski Türk kavimlerinde insanın kendisini tanımasını sağlayan ve asla vazgeçemediği bir ihtiyaç olarak kullanılmaktaydı. ġaman kültürünün yansımaları yüzyıllar sonra çeĢitli Ģekillerde karĢımıza çıkar: “Bugün Anadolu‟da oynanan birçok oyunda, çaldıkları enstrümanlarla oyunu yönlendiren sanatkârların yaptıkları birçok harekette, ġamanların dramatik eylemlerini görmekteyiz. Tamamen tasvirî ve taklidî bir özellik gösteren Erzurum bar oyunlarında “hançer” ve ”turna”,  Rize ve Of çevresinde genç kız ve erkeklerin karĢılıklı gruplar halinde oynadıkları “Diyal Oğlu”, Giresun çevresinde oynanan “Çandır”, Kastamonu yöresinde oynanan 
        
Dramanın İlk Uygulayıcıları:...                                        1189                     
Turkish Studies International Periodical For the Languages, Literature  and History of Turkish or Turkic   Volume 5/2 Spring 2010   
“Sepetçioğlu” oyunlarında ġamanların sergiledikleri dramatik unsurları görmek mümkündür” (ġengül 2002, 160).  
D. Sonuç Ülkemizde dramanın tarihi ile ilgili çalıĢmalar Batılı kaynaklara bağlı olarak değerlendirilmektedir; fakat bundan önce Türklerin drama uygulamaları yok muydu? Böyle bir soru sorulduğunda pek çok kiĢinin aklına “Meddah”, “Orta Oyunu” ve “Karagöz” gibi unsurlar gelir. Oysaki binlerce yıldır varlığını sürdüren ġamanların yaĢam biçimleri, araĢtırmacılar için dramatik unsurlar açısından önemli ipuçları verebilir. E. T. Kirby gibi bazı Batılı araĢtırmacılar, tiyatronun özünde ġamanistik unsurların olduğu teorisini ileri sürmüĢlerdir. Bu çalıĢmanın temel amacı ġamanların eylemleriyle drama arasında iliĢki kurmak ve benzer yanları ortaya koymaktır. Bu, ġaman uygulamalarının bütünüyle drama ile örtüĢtüğü anlamına gelmez. Ancak dramanın kaynağını oluĢturan unsurların büyük bir kısmının, ġaman kültüründe yaĢadığı gerçeğini de unutturmaz.  “ġamanlar Türklerin kültürü, Ģarkısı, hayatıdır. Toplumumuzun düzenleyicisi, kültürümüzün çıkıĢ noktasıdır” (Arıkoğlu 1995, 290). Onlar tarihimizin ilk oyuncularıdır. ġamanların oyuncu özeliklerine bakıldığında dramatik unsurların kaynağının Türkler, dar anlamda ġamanlar olabileceği tezi kuvvetlenmektedir. Bu durum da Batılı drama tarihçilerinin araĢtırmalarıyla yetinilmemesi, kendi kaynaklarımızın dikkatli ve objektif çalıĢmalarla ortaya çıkarılması görüĢünü desteklemektedir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder