17 Ekim 2013 Perşembe

MODERN TOPLUM VE DİN

MODERN TOPLUM VE DİN

İnsanlığın din karşısında ilgi ve alakasının en aza indiği veya öyle düşünüldüğü zaman dilimi, bir istisna olarak son yüzyıllar olmuştur. Çünkü 19. yüzyıl Avrupa düşüncesi modernlik anlayışıyla birlikte, Hristiyanlığın veya genel olarak bütün dinlerin karşısına adeta, bilim adı verilen yeni bir Ad hoc (ideolojik, geçici ve moda vari) din koydu. Bu dinin klasik dinlerden yegane farkı Tanrı’yı, yani tabiatüstü bir varlığı o dönemdeki egemen maddeci- evrimci bilim anlayışı gereği kabul etmeyişi idi. Bunun nedeni, Avrupa’da Hristiyanlığın ’insanlığı kurtaracağı’na olan inancın, bilimin ‘insanlığı kurtaracağı’ inancıyla yer değiştirmesidir. İnsanlık tarihini açıklama iddiasına sahip tarih felsefeleri ve varlığın mahiyetini kesin olarak bilme iddiasına sahip olan bilimci ve pozitivist anlayışa göre, ‘modern dünyada din, doğruluk ve geçerliliğini kaybetmiş bir kurum ve değer alanıdır. Geçen yüzyıllarda insanlığın bir dine inanması, bilgisine ulaşmadığı şeylere bir sır ve gizem atfetmesinden kaynaklanmaktadır. Modern toplumun esas özelliği, doğaüstü varlık ve ilkelere dayanan mistik, metafizik ve büyüsel özellikler ihtiva eden klasik dinlerin etkisinden kurtularak ‘rasyonel-bilimsel düşünce’yi hayata, topluma hakim kılmasıdır. Modern toplumun gerektirdiği ahlak, hukuk ve değer anlayışı da, doğal olarak, dini inançlara değil, pozitif bilimsel verilere dayanmalıdır’. 
Modern zamanlarda dinlerin yerine geçmeye uğraşan bilim, çeşitli ideoloji ve dünya görüşleri ortaya çıkmış olsa da, bunların dinin işlevlerini üstlenebilecek özelliklere sahip olduklarını ve dinin yerini alabileceklerini söylemek pek mümkün gözükmemektedir. Çünkü, Tanrı, ölümsüzlük ve özgür irade düşüncesini inanç sistemleri dışında tatmin etmek kolay olmadığından, inanç sistemlerinin doğruluğunu ya da yanlışlığını bilimle ispat etmek de, çürütmek de imkansızdır. Örneğin, sosyal hayat ile ilgili olarak, aile kurumu söz konusu olunca insanlık, biyolojik tekamül nazariyesine ve nikahsız hayata değil, daha çok Adem ve Havva istiaresine itibar etmektedir. Keza toplumsal eşitlik ve ırk ayrımı veya ekonomik eşitsizlikler konusunda yaşanan karmaşıklık, insanlar ‘bütün insanlar Adem ve Havva’nın çocuklarıdır’ fikrini,  çeşitli siyasal, sosyal ve iktisadi doktrinlere oranla daha çok inandırıcı bulmaktadır. Öte dünya inancı bu yüzden insanlığın hayal ve beklentileri doğrultusunda en önemli inanç ilkelerinden biri olmaya devam etmektedir.  Aradan geçen yaklaşık iki yüzyıllık insanlık deneyimi, dine karşı yürütülen bilimsel, ideolojik, siyasal, sosyal ve kültürel politikalara rağmen, insan ne din dışı bir dünya kurabilmiş, ne de mitik, metafizik soru ve endişelerinden uzak kalabilmiştir. Ayrıca yalın olarak rasyonel bilimsel bilgi insanlığa bütünüyle refah, barış ve özgürlük de getirebilmiş değildir. Oluşturduğu ahlak, hukuk, devlet, toplum ve aile gibi kurum ve değerler, meşruiyet arayışlarını bitirebilmiş değildir. Sonuç itibariyle, dinin sosyal kurumların en köklü ve üniversel olanı olduğu anlaşılmıştır. Ve de din gibi çeşitli metafizik inanç, öğreti ve öykülerde cevabı aranan soruların, çözümü aranan sorunlar ve tatmini istenen ihtiyaçların belli bir zamana bağlı değil, bütün zaman ve mekanlara ait, yani evrensel olduğu anlaşılmıştır. Bu konuda ortaya çıkan en önemli sonuç ise, insanlık yukarıda sayılan insani ihtiyaçları değil, ancak onların karşılanma biçimini değiştirebilmektedir. Komünizm, faşizm ve kapitalizm gibi son yüzyıllarda hayatımıza egemen 
    

35 
olan siyasi ideoloji ve rasyonel toplum kurgular, metafizik referansları ve göndermeleri reddettiği için Ad hoc seviyesinde kısmi geçerliliği olan dünya görüşleri olmuştur. 
Sosyolojik dille ifade edecek olursak, sadece aklı ve fizik dünyayı baz alan seküler-laik bilimsel görüşlerin artık kendi başına geçerliliği sorgulanır olmuştur. Çünkü insanın inanç alanı, rasyonel bilgi birikimini değil, duygu ve gönül dünyasının işlenmişliğini gerektirmektedir ve insanın inanma eylemi yok olmayacak bir özelliktir. Çünkü dinlerde otoritenin kaynağı, özellikle tek tanrılı dinlerde, vahiy yoluyla kendi varlığı ve mesajlarını bildiren Tanrı’dır, yani yüce bir varlıktır. Seküler dünya görüşlerinde ise, insan aklı ve insanın fizik dünyadaki deneyimleridir. Mitik ve teolojik sistemlerle, bilimsel ve ideolojik siyasal sistemlerin- marksizm ve faşizm gibi- farkı bu noktada düğümlenmektedir. 
Yukarıda bahse konu olan karşıtlıklar nedeniyle modern dünyada en çok karşı karşıya getirilen din ve bilim konusunda tartışmalar, genellikle bakış açısı ve metodolojik sorunlardan oluşmaktadır. Kutsal varlık ve ilkelere referansı olan dinler ve inançlar yanında, insanların yaşanılan dünyada hakikate yaklaşmak için geliştirdiği en üniversel etkinlik, bilimsel bilgi etkinliğidir. Fakat bilim ne dinler gibi irrasyonel konularla uğraşır, ne de bilim adamları peygamberlik iddia edebilir. Bilim, doğruluğu veya yanlışlığı araştırılabilen hipotezlerle uğraşır. Aksine ispatı veya reddi mümkün olmayan inançlarla uğraşmaz. Bilim adamları arasında dinsiz olanların da, dindar olanların da bulunması, bilimin insanlara bir inanç sistemi sunacak özellikte olmadığının göstergesidir. Bir bilim adamının Tanrı’ya inanması veya inanmaması, bilimin ön şartı olamaz. Yine bir bilim adamının dindarlığı Tanrı’nın varlığını ispat etmediği gibi, inanmaması da Tanrı’nın yokluğunun delili değildir. Çünkü din bir bilgi sistemi değil, bir inanç sitemidir. Ayrıca modern çağ öncesi olduğu gibi, bir dinin hoşnutsuzluk yaratması, dinlerin yadsınması ve ortadan kalkması için yeterli bir sebep değildir. Bir din veya inanç sistemi, ancak başka bir din ve inanç sistemi ile yer değiştirebilir. Çünkü insanlar evren veya dünya üzerinde anlamlı bir yer işgal ettiklerine inandıkları zaman mutlu ve mutmain olmaktadır. Tanrı, ebedi hayat ve insanın bütün yaratılmışlara üstün olması gibi inançlar, ispatı veya çürütülmesi mümkün olmayan inançlardır. İnsanlar dünyanın değişken yapısı, şartları ve değer anlayışı karşısında değişmeyen, sabit esaslar aramaktadır. Bu yüzden dinde biyolojik evrime ait bilgiler değil, Adem ve Havva istiaresi vardır. Bu istiare, insanın organizmasının nasıl meydana geldiğini değil, daha çok insanın dünyadaki yerini ve önemini bildirir. Biyolojik evrim kuramına, savaşlara, ekonomik dengesizliğe, yoksulluğa, ırk ayrımına ve kürtaja en büyük tepki ve direncin dinlerden gelmesi boşuna değildir. Sayılan bu bir kaç özellik bile dinin toplumsal ilişkilerle ne kadar ilgili olduğunu gösteren örneklerdir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder