17 Ekim 2013 Perşembe

Tarım ve göçebe toplum inançlarından Monoteizme doğru

. Monoteizme Doğru 

Sümer devlet yapılanmasının çevresindeki diğer kavimlerin saldırıları sonucu 
çökmesiyle uygarlık mirası daha sonraki aşamalarda Semitik kültüre kaynaklık edecek 
Akad ve Babillilere geçmiştir. Babil’in çevredeki güçsüz kent devletlerini etkisi altına 
alıp merkezi otoriteyi güçlendirmesiyle beraber Ortadoğu’da giriştikleri fetih 
hareketleri, dinsel yapıyı önemli biçimde değişikliklere uğratmıştır.  
Özellikle Babil sürgünü esnasında Yahudi teolojisini önemli ölçüde etkileyen 
Babil panteonu; sürgünler, yıkımlar, acılar görmüş İbranilerin kabile tanrılarından güçlü 
ve ataerkil bir tanrı düşüncesi üretmelerinde önemli bir kaynak olmuştur. Tek tanrıcılık 
inancı, kabileler şeklinde yaşayan İbranileri ortak amaçta toplamak, birlik duygusunu 
geliştirmek, kendi aralarında inanç birliği sağlayarak varlıklarını devam ettirmekte 
önemli bir işlev görmüştür.  
Yahudiliğin ilk dönemlerinde cennet ve cehennem, ödül ve ceza ekseninde 
gelişmiş bir inanç değildir. Tıpkı Sümer’deki Dilmun’da olduğu gibi Aden Bahçesi 
tanrısal bir mekân olarak betimlenmiş, Yahudi inancında ilk insanın yaratıldığı yer 
olarak belirtilmiştir. Daha sonraki aşamalarda her iki kültürün sentezlenmesiyle eklektik 
bir kayıp cennet miti doğmuştur. Nasıl ki Sümer Dilmun’u ilk insanların yaratıldığı ve 
dolayısıyla Sümer’in etnogonik mekânı olduysa, İbranilerin Aden Bahçesi de aynı 
şekilde uzun yıllar Yahudilerin izini aradığı kayıp cennet haline gelmiştir. 
Diğer yandan ölüler diyarı, Sümer’den aktarılırken önemli bir değişikliğe 
uğramadan Şeol’e dönüşmüş, iyi ve kötü ayrımı olmadan herkesin ölümden sonra 
gideceği yer olarak düşünülmüştür. Oraya giren kişi hiçbir zaman oradan 
çıkamamaktadır. Bu anlamda Sümer Kur’uyla İbrani Şeol’ü birbirinin benzeridir. 
Tevrat’taki anlatımlarda buranın yerin derinliklerinde, karanlıklar içinde bir yer olduğu, 
burada ışığın olmadığı, buradakilerin kurtlar tarafından kemirildiği vb. bilgiler yer 
almaktadır. Aynı şekilde Sümer inançlarında da girenin bir daha çıkamadığı bir ölüler 
diyarı betimlemesi söz konusudur. 
Muhsin Akbaş konuyla ilgili şu bilgileri vermektedir: “Şeol iyilerin de, kötülerin 
de, inananların da, inançsızların da, İsrailoğullarının da, diğer milletlerden olan 
insanların da ölümden sonra gittikleri yer olarak görülür. Sevgili oğlu Yusuf’un 
öldüğünü öğrendiğinde babası Yakup’un kendisini teselli edenlere şöyle dediği rivayet 
olunur: ‘oğlumun yanına ölüler diyarına [şeol’e] yas tutarak ineceğim’. Buradan, Yusuf 
gibi övülmüş bir şahsiyetin bile ölümden sonra gittiği mekânın şeol olduğunu 
öğreniyoruz. Öte yandan, İsrailoğullarına türlü eziyetler yaptığı bildirilen Babylon kralı 
da şu sözlerle tahkir edilir: ‘Haşmetin ve santurlarının velvelesi ölüler diyarına [şeol] 
indirildi; senin altına kurtlar serildi ve senin üzerini kurtlar örtüyor’” (Akbaş 2002: 40- 41)15. 
Ölüler diyarının tümüyle iyiler ve kötülerin mekânı olarak ayrışmasında İran 
dinleriyle Mısır monoteizmi olan Akhenaton dininin önemli etkileri olmuştur. Bu dinin 
yanı sıra, Osiris kültü ve ölülerin tanrılar önünde yargılandığı hesap günü inancının 
Semitik kültüre etkisi yadsınamaz. 
Bugünkü anlamda cehennem inancının zıtlık paradigması içinde gelişerek bir 
ceza yerine dönüşmesi, Kenani kavimlerin Kudüs yakınlarında yaptıkları Baal ve Molek 
adındaki tanrılara kurban sunma törenlerinin Yahudi kültürüne yansımasıyla mümkün olmuştur. Bu kavimler, Kudüs yakınlarında bir vadi olan ge-hinnomda16 Molek adına 
                                                 15 Akbaş’ın aktardığı bilgilere göre, Kutsal Kitap metinlerinin ölüm sonrası bir hayata işaret ettiği noktasında görüş birliği oluşmamış, farklı tavırlar benimsenmiştir. İkinci Tapınak döneminin önemli dini ve siyasi gruplarından Sadukiler, yazılı Tora’ya bağlı olduklarını ve burada da ölüm sonrası hayata ilişkin bir bilgi olmadığını iddia etmişlerdir. Bu soylu ruhban sınıfının karşısında, hem yazılı hem de sözlü Tora'ya bağlılıklarını ilan ettiği bildirilen ve ölümden sonra dirilişe inancın savunucuları olan Ferisileri görmekteyiz. Daha sonraları Ferisilerin bu görüşleri, Yahudilerin hukuki prosedürleri ele aldığı Mişna kitaplarından biri olan Sanhedrin’de açıkça dile getirilmiştir (Akbaş 2002: 42). 16 Bu ismin bugünkü cehennem kelimesinin kökeni olduğuna yönelik görüşler vardır. Akbaş’ın aktardığı bilgilere göre, Ge hinnom (Hinnom vadisi) ve Ge ben hinnom (Hinnom’un oğlunun vadisi) kelimeleri, sürekli yanan ateş ve ölüm ile özdeşleştirilen Kudüs'ün güneyinde yer alan lanetli bir vadiye verilen addır. Yeremya 32:35’e göre, burada çocuklar Kenan ilahları Molek ile Baal’e kurban edilmekteydi. Ge hinnom ve ge ben hinnom, görüldüğü gibi önceleri bu dünyadaki cezalandırma ve ilahlara kurban mahalleri 
büyük bir ateş yakıp çocuklarını bu ateşin içine atarak kurban etmekteydiler. Eski 
Ahit’in “Krallar” bölümünde belirtildiğine göre, İbrani egemenliği bu bölgede 
başlayınca Kral Josiah, bu kurban sunma törenlerini putperestlik olarak nitelendirip 
yasaklamış ve burayı Kudüs’ün çöplüğüne dönüştürmüştür. Bu tarihten sonra özellikle 
suçluların, idam mahkûmlarının burada cezalandırılıp gömülmemesi, Sümerlerdeki 
uygulamayla son derece benzerlik göstermektedir. Sümerlerde de ölünün gömülmemesi ona bir çeşit işkence yapmak, cezalandırmak anlamına gelmekteydi17. Tanrılar adına 
cezalandırmayı gerçekleştiren otoritenin Ge-hinnom’u suçlu infaz yeri ve çöplük haline 
getirmesi, ilahi bir ceza telakkisinin oluşmasında son derece etkili olmuştur.  
Baal ve Molek gibi adına insan kurbanı yapılan tanrıların etkilerinin uzun yıllar 
Ortadoğu halklarının bilinçlerinde yer ettiğini görmekteyiz. Kuran’ın Zuhruf suresinin 
77. ayetinde cehennem azabı ve cehennem meleğiyle ilgili açıklamalar yapılırken şöyle 
bir ifade geçmektedir: “Ve ey Mâlik diye bağıracaklar, yalvar Rabbine de öldürsün bizi; 
Mâlik, şüphe yok ki siz diyecek, ebedî olarak azaptasınız”. Bu ifadede geçen Malik ile 
Kenani tanrı Molek arasındaki etimolojik benzerlik dikkat çekmektedir. Diğer yandan 
Sümerlerde yeraltı tanrısı Ereşkigal gibi, Baal, kutsal kaynaklarda Baalzebub ismiyle 
cehennemle ilişkilendirilerek demonik bir figüre dönüştürülmüştür. 
Semitik kültürde cennetin ilk aşamalarda yeryüzünde bir yer olduğuna 
inanılmaktaydı. Cennet inancı, iklim koşulları göz önünde bulundurulduğunda 
Mezopotamya ve Mısır’ın verimli toprakları arasında sıkışmışlığın bir yansıması olarak 
ortaya çıkmış olmalıdır. Cennet ve cehennem, çöl ve ırmak kenarlarındaki verimli 
topraklar aynı şekilde karşıtlık oluşturmaktadır. Mısır’dan kaçış, Sina çölünde yaşama 
ile Babil sürgünü, Semitik bilinçte uzun yıllar derin etkiler bırakmış, kendi ülkelerine 
geri dönme arzusunu gerçekleştirmenin, verimli topraklara ulaşmanın yolu olarak daha 
sonraki aşamalarda yasalaşacak olan dinsel öğretilerdeki emirlerden çıkmama inancını 
                                                                                                                                               olduğu, daha sonraki rabbani literatürde ‘cehennem’ (Gehinnom) için kullanılan kelimenin bu isimlerden çıkarıldığı bildirilmektedir. Bunun en erken habercisi olarak İşaya 30:33’ü görmekteyiz. Burada, Tanrı tarafından Asurluları cezalandırmak üzere hazırlanmış, yakıtı Rabb’ın soluğunun bir kükürt gibi tutuşturduğu odun ve ateş olan bir Tofet’ten, yakıcı bir mekândan söz edilir. İnsan hayatının ölümle noktalandığına işaret olarak alınan bu metinler yanında Kutsal Kitap’ta, insanların ölümden sonra inecekleri yeryüzünün derinliklerinde bulunan bir ölüler âleminin varlığından söz edilir. Tanrı karşısında aldıkları tavra bakılmaksızın bütün ölülerin aynı kaderi paylaşacağı yeraltındaki bu karanlık ve kasvetli mekana bazen ‘yerin dibi’ (Mezmurlar 63:9), bazen ‘çukur’ (İşaya 38:18), çoğu zaman da ‘şeol’ (Tekvin 44:31; Tesniye 32:22; İşaya 14:9; vd.) adı verilir (Akbaş 2002: 41). 17 Bk. (Günaltay 1987: 505). 
doğurmuştur. Böylelikle Sümer Kur’unda oluşan hiyerarşik farklılaşmanın son aşaması 
tamamlanmış, ahlaki sorumluluk ile ölüm sonrası hayat inancı birleşerek ödül ve ceza 
eksenli bugünkü anlamda cennet ve cehennem inançları ortaya çıkmıştır.  
Yahudiliğin geç dönem teolojisi, cennet ve cehennem inançlarını Mesihçi 
mitosla birleştirmiş, eskatoloji ve öte dünya doktrini oluşturmuştur. Hıristiyanlığın 
doğuşuyla beraber kurtarıcı nosyonu Mesih kimliğinde somutlaşarak kıyamet, öte 
dünya, cennet ve cehennem inançları sistemleştirilmiştir. Nitekim Aziz Paulus'tan sonra cennet bir yeryüzü cennetinden çok tanrısal bir ödül yeri olarak düşünülmüştür18.  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder