19 Ekim 2013 Cumartesi

TÜRK DESTANLARINDA “ÇOCUKSUZLUK

Destan kahramanları, sıradan in- sanlara göre idealize edilmiş, onlardan farklı tiplerdir. Mehmet Kaplan’ın “alp tipi” (Kaplan 1976:11-20) olarak adlan- dırdığı ve Oğuz Kağan ile Dede Korkut kahramanlarını karşılaştırarak belli başlı özelliklerini hayvancılık ve avcı-
lıkla geçinen göçebe topluluğuna men- sup olmak, hem cesarete hem de vücut kuvvetine sahip bulunmak, kendine gü- venmek olarak tespit ettiği destan kah- ramanı tipini, Türk destan geleneğinin sonraki örneklerini de dikkate alarak değerlendirdiğimizde, kahramana bi- çilen rol ve isnat edilen özelliklerin her 
TÜRK DESTANLARINDA “ÇOCUKSUZLUK”
Childlessness in Turkish Epics
Prof. Dr. Naciye YILDIZ
ÖZ Türk destanlarında “kahraman” tipinin kalıplaşmış özellikleri vardır. Destanın kahramanı henüz doğ- madan önce, onun sıradan insanlardan farklı olduğu vurgulanmaya başlanır. Dünyaya geliş, genellikle olağa- nüstü şartlarda gerçekleşir. Geleneksel olarak, bu vurgunun birinci ayağını “çocuksuzluk” motifi teşkil eder. Müstakbel kahraman han soyundan da, sıradan bir aileden de olabilir. Ama anne ve baba yaşlanıncaya kadar çocuk sahibi olamamıştır. Mal-mülkü, tacı-tahtı bırakacak ya da kendilerine bakacak kimseleri yoktur. Baba, birçok hanımla evlenmeyi de denemiştir. Kahraman, bu yaşlı anne ve babadan, yıllar sonra mucizevi bir şe- kilde dünyaya gelir. Dualar ve ritüeller, kahramanın dünyaya gelmesinde etkili olur. Kimi kahramanlar şartlı olarak anne-babaya bağışlanır. Böylece daha doğmadan, dinleyicilerin dikkati kahramana yöneltilir. Türk destanlarında yaygın olarak kullanılan bu motif, dinler tarihinde de, Hz. İbrahim kıssası olarak yer alır. Türk destanlarında, kahramanın doğumu da çoğu kez olağanüstü şartlarda gerçekleşir. Bu vurgular, kahramanın doğumundan sonra da devam eder. Böylece destancı, bu çocuğun diğerlerinden farklı olduğu düşüncesine din- leyicileri hazırlar. Bu özellikler diğer milletlere ait destanlarla hem benzerlikler hem de farklılıklar gösterir. Türk destanlarında, kahramanların özelliklerini belirlerken, başka milletlerin destan kahramanlarının ka- rakteristik özelliklerinin dışında tespitlere ihtiyacımız vardır. Türk destan geleneğinin bütününü değerlendir- diğimizde, örnekler, “anne-babanın durumu/çocuksuzluk” epizotunun, çok zengin bir şekilde vurgulandığını göstermektedir. Bu çalışmanın amacı, bu zenginliği ortaya koymaktır. Anah­tar Sözcükler Çocuksuzluk, kahraman, destan, kalıplaşmış özellikler, Türk destan geleneği ABST­RACT­ In Turkish epics the “hero” has got stereotyped features. Even before the birth of the hero, the super- natural aspects of the hero are mentioned in the epic.  The birth of the hero also occurs in extraordinary way.  And one of the traditional and main aspects of this stereotyped feature is “childlessness”. The prospective hero can be from a noble or a poor family. However, the parents should be suffering from the childlessness until the middle ages. There should be no one to inherit the throne or the wealth.  Thus the father tries to marry with other women for the ancestry.  But at last the hero came to those parents with an enchanted way.  Prayers and rituals help the birth of the hero.  Some of them are given to the parents as a conditional gift. Thus, before the birth of the hero, listeners are ensured directly to the hero. This motif is widely used in Turkish epos and also at the parable of Abraham in religious texts.  The enchanted aura of the legend also continues after the birth of the hero. Thus, by doing this the narrator prepares the listener to idea that the hero-child is different from others. This feature shows that there are both similarities and differences with epics of other nations.  While determining the characteristics of the Turkish epic hero, we also need to determine the characteristics of other nation’s epic heroes.  All the reviewed epics of the Turkish tradition show that, “the status of the parents / childlessness” theme, is very rich in tradition. Key Words Childlessness, hero, epic, stereotyped features, Turkish epic tradition
* Gazi Üniversitesi Fen Ededebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü Öğretim Üyesi, nyildiz@gazi.edu.tr
http://www.millifolklor.com 76 76 http://www.millifolklor.com
Millî Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
http://www.millifolklor.com 77
birinin tespitinin, ayrı birer çalışmanın konusunu teşkil edecek kadar zengin ol- duğu görülür. Walter Schubart, kültür ve kişiliğin dört ana prototipi olduğunu savunur ve bunları; uyumlu, kahraman, zahit ve mesihçi kültür tipleri olarak adlandırır. Schubart’ın, “Evreni iç uyumla can- lı, yetkin ve herhangi bir önderliği ya da yeniden-kuruculuk gerektirmeyen bir şey olarak gören ve bütün dünya içinde ve bütün dünya ile birlikte, onun ayrılmaz bir parçası olarak barışçıl bir biçimde yaşayan” (Sorokin 1972:116) “uyumlu kültür tipi” ile, “Ampirik varoluşu bir hata, duyum dünyasını da bir serap ve kötü bir çekicilik olarak gören, her ikisin- den de mistiklik alanına kaçan, duyum dünyasını pişmanlık hissetmeden bıra- kan, dünyayı düzeltmek veya düzenleme için ne isteği ne de umudu olan ” “zahit tipi” (Sorokin 1972:117) destan kahra- manı, özellikle de kahramanlık destanı tipi olamaz; çünkü, kahramanın ister benlik duygusuyla, isterse Tanrı tarafın- dan verildiğine inandığı görev aşkıyla, sürekli hareket hâlinde ve düzenleyici- değiştirici konumda olması gerekir. Schubart’a göre “kahraman kültür tipi”, “dünyayı örgütçü çabasıyla düzene sokması gereken bir kargaşa diye görür. Kahraman insan dünyayla barışçıl ola- rak geçinemez, var olan biçimi altında ona karşı çıkar. Benlik-güvenciyle, ben- lik-gururuyla ve erk tutkusuyla doludur. Dünyaya kahraman insanın belirlediği amaçlar verilir “ (Sorokin 1972:117). Yine Schubart’a göre “mesihçi kül- tür tipi” ise “kendini, tasarısını içinde ta- şıdığı üstün tanrısal düzeni yeryüzünde gerçekleştirme görevine çağrılmış hisse- der; kendi içinde hissettiği uyumu, çevre- sinde de yeniden kurmak, başlıca hedefi- dir. Kahramanlık kültür tipi gibi o da bu dünyayı değiştirmek arzusundadır; ama bunu kendi benlik-iradesi veya benlik- doyumu için değil, ona Tanrı tarafından 
verilen ödevi yerine getirmek için ister” (Sorokin 1972:117). Schubart’ın tip kategorisinde, kita- bın çevirmeni tarafından “kahraman” ve “mesihçi” olarak tercüme edilen tipler, destan kahramanı olabilecek kültür tip- leridir. Türk destan kahramanı tipi de, üs- tün özelliklerle donatılmış ve tıpkı tarihî kahramanlar gibi üstün idealler taşıyan tiplerdir. Oğuz Kağan’ın “Ey oğullarım! Ne vuruşmalar gördüm! Ne çok sınırlar aştım! Ben ne kargılar ile, ne oklar fırlat- tım! Ne çok atla yürüdüm! Ne düşman- lar ağlattım! Nice dostlar güldürdüm!” (Ögel 1998:127) sözleri, tam bir kendine güven ifadesidir. Oğuz’un “Ben ödedim çok şükür! Borcumu Gök Tanrıya!” (Ögel 1998:127) sözleri ise, Tanrı tarafından dünyayı düzene sokmakla görevlendiril- miş olmanın bilincini yansıtır. “Göktürk Kitabeleri”nde de İltiriş Kağan ve İlbil- ge Hatun Türk milleti yok olmasın diye, millet olsun diye Türk tanrısı tarafından “kut”lanmış ve görevlendirilmiştir (Er- gin 1975:36). Oğuz’un ideal ve sözleri ile tarihî kahramanların ideal ve söylemleri birdir. Bu ideali gerçekleştirecek olanlar, sıradan insan olmaz. Türk destan geleneğinde, birinci ve ikinci plandaki kahramanlar genel olarak bu kültür tiplerinin özelliklerini yansıtır; ancak, destanın merkezinde yer alan kahramanın, yani destanın başkah- ramanının, ikinci planda yer alan kahra- manlardan farklı olduğu görülür. Bunu, zamanın popüler romancısının işlevle- rini yerine getirdiğini düşündüğümüz destancı nasıl kurgular? Türk Dünyası- na ait bu kadar destan metni yayımlan- dıktan sonra, bu kurgulardan hareketle, artık, Lord Raglan’ın batı ve orta doğu destanlarını ön planda tutarak tespit ettiği “geleneksel kahraman”ın (Ekici 1998:126-138) özellikleri gibi, Türk des- tanları için de geleneksel özellikler tes- pit etmemiz ve yapılan tespitleri de zen-
http://www.millifolklor.com 77
Millî Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
78 http://www.millifolklor.com
ginleştirerek detayları ortaya koymamız gerekmektedir. Bu özellikler, Türk destanlarının belli başlı tema ve motifleri dikkate alınarak düzenlenebilir. A. B. Lord’un geleneksel eserler için yaptığı “tema; geleneksel bir müzikli anlatının formül tarzındaki anlatımında düzenli olarak kullanılan fikir grupları” (Lord 1960: 68) tanımı doğrultusunda düşündüğümüz- de, Türk destanlarında düzenli olarak tekrarlanan fikir gruplarının zenginliği dikkat çeker. Elbette ki Türk destanla- rında işlenen temalar ve motifler konu- sunda çalışmalar yapılmıştır; bunlardan biri, Kazak bilim adamı Şakir İbrayev’in çalışmasıdır. İbrayev, Kazak destanları- nın konusunu “Konu epizotları/tipolojik motifler” olarak şu şekilde tasnif eder; “I. Konu: Batır’ın çocukluğu ve kah- ramanın evlenmesi (Batır’a uygun dü- nürlük); 1.Soyun tasviri (taife, anne-baba), 2.Kahramanın olağanüstü doğumu, 3.Batır’a özgü çocukluk çağı, 4. İlk kah- ramanlığı (sonraki destanlarda yoktur), 5. Gelin (sevdiği kız) hakkında haber (eş aramak), 6. Kızla yarışmak, güreşmek (veya güveyler arasındaki rekabet), 7. Zafer ve kahramanın gelinle dönmesi. 2. Konu: Batır’ın kahramanlıkları; 8. Düşmanın taarruzu hakkında haber, 9.Yola çıkma, 10.Batırların güreş- mesi (bazen yolculuk uğurlu olmaz, Batır esir düşer), 11.Teke tek mücadele ve kah- ramanın zaferi, 12. Zaferle geri dönme, 3. Konu: Düşmandan (köleden, ra- kipten) soyunu(taifesini, eşini, akrabası- nı) kurtarması; 13. Gelin veya akrabanın (soyun) esir olması hakkında haber (rüya görme, işaret verilme), 14. Kahramanın sevdi- ğiyle (eşiyle) düşmanın (Koblandı’da Alşağır Han), rakibin veya kölenin (Alpamış’ta Ultankul), evlenmeye niyet- lenmesi, 15.Eşle (gelinle) gizli buluşma veya eşinin düğününe yabancı birisi gibi 
gelmek, 16. Mücadelede (yarış) kahrama- nın tanınması, 17.Yurda dönme veya ra- kip ve kölelerin cezalandırılması, 18.Dü- ğün (İbrayev 1998:273-274). Ülkü Kara (Kara 2007) tarafından yapılan doktora tez çalışması, Başkurt destanlarından hareketle; Metin Ergun (Ergun, Aça 2004) ve Mehmet Aça (Er- gun, Aça 2004; Aça 2006) tarafından ya- pılan çalışmalar da Tıva ve Şor destan- larından hareketle, geleneksel tema ve motiflerin belirlenmesi yönünde yapılmış çalışmalardan bazılarıdır. Karl Reichl’in, Türk Boylarının Destanları (Reichl 2002) ve Özkul Çobanoğlu’nun Türk Dünyası Epik Destan Geleneği(Çobanoğlu 2003) isimli çalışmaları da, Türk destancılık geleneğinin çeşitli özelliklerinin tespiti açısından önemli; ancak genel çalışma- lardır. Türk destan geleneğinin zenginli- ğini tespit etmek için ayrıntıda yer alan zenginliklerin belirlenmesine ihtiyaç vardır. Kahramanın bütün macerasını dikkate alarak, Türk dünyası destanla- rına bütüncül olarak yaklaşıp bu zengin- likler belirlenmelidir. İbrayev’in tasni- finde yer alan, “kahramanın olağanüstü doğumu” maddesi, çocuksuzluk motifini de içine almaktadır. Tıva destancılık ge- leneğini değerlendiren Swetlana Orus- ool da epizot tasnifinde, “çocukları ol- mayan anne-baba” epizotunu, başlangıç epizotları içinde değerlendirir (Orus-uul 2001:38-99). Destanlar konusunda ya- pılan çalışmalar göstermektedir ki, “ço- cuksuzluk”, “annenin aş ermesi”, “kahra- manın doğumu” ve “olağanüstü yapısı”, gibi motifler, “kahramanın olağanüstü doğumu” epizotunun bileşenlerini mey- dana getirmekte ve ayrı ayrı değerlendi- rilmeyi gerektirecek kadar da zenginliğe sahip bulunmaktadır. Bu sebeple, bu makalede, Türk destanlarında başkah- ramanın doğumundan önce anne-baba- nın durumu, “çocuksuzluk” bakımından değerlendirilecektir. 
Millî Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
http://www.millifolklor.com 79
Türk Destanlarında “Çocuksuz- luk” Çocuksuzluk, daha doğmadan, des- tan kahramanının önemini vurgulamak üzere gelenek tarafından kurgulanır. İbrahim Yarkın’ın, Kazak destanları ile ilgili olarak “Kazak destanlarında ba kahraman ihtiyarlayana kadar çocukla- rı olmamış ve bundan şikâyet eden anne- baba tarafından, Tanrı’ya yalvarma sonucu dünyaya gelen tek oğuldur” (Yar- kın 1978:626) şeklinde dikkat çektiği bu konu, örnekler arasında değerlendirilen, kahramanı kız olan destanlar için de ge- çerlidir. Dede Korkut Boylarından “Dirse Han Oğlu Boğaç Han” (Ergin 1994:77-95) ve “Kam Pürenin Oğlu Bamsı Beyrek” (Ergin 1994:116-153) boylarında gördü- ğümüz çocuksuzluk motifi, Türk dünya- sı destancılık geleneğinin bütününde de doğacak kahramanın belirleyici özelliği olarak takip edilebilir. Kırgız destanlarında çocuksuzluk, detaylı bir şekilde işlenir. “Manas” des- tanının Cusup Mamay benzer-metninde (İnayet 2007:88-117) Manas’ın babası Cakıp’ın adı “Kuubaş/Çocuksuz Cakıp”a çıkınca, Cakıp ne yapacağını şaşırır ve yaşlı-genç herkese ne yapması gerektiği- ni danışır. Kendisine bir ihtiyar, “burnu delik ineğe eski kara keçe evi yükleyip ormana götürüp bırak” tavsiyesinde bu- lunur. İnanca göre kadın bundan utanır, utanan kadının da çocuğu olur. Kendi- sine tavsiye edileni işi yaptıktan sonra, Cakıp çok utanan karısının yüzüne bak- maz. Çıyırdı, ormanda, ağlaya sızlaya günleri ayları geçirir, rüyasına Cakıp girer. Bu rüyadan sonra o yıl Çıyırdı ha- mile kalır; ama bir kız dünyaya getirir. Kardıgaç adı verilen bu çocukla birlik- te, Cakıp “çocuksuz” adından kurtulur, ama yine bir erkek çocuk sahibi olamaz. Bir müddet sonra, ormanda dolaşanlar, yanındaki kırk çocukla birlikte “Ben Cakıp’ın oğluyum, ben Manas’ım” diye dolaşan bir çocukla karşılaştıklarının 
haberini verirler. Bu dünyaya gelecek olan Manas’ın habercisidir. Manas Des- tanının Wilhelm Radloff tarafından der- lenen benzer-metninde (Yıldız 1995: 537) Cakıp Han ilerlemiş yaşına ve Çıırçı’yı alalı on dört yıl olmasına rağmen, bir erkek çocuğu olmadığı için üzgündür. Hanımının yerine getirdiği elmalı yer- lerde yuvarlanmak, mezarlıkları ziyaret etmek, subaşlarında gecelemek, dağılan saçını taramak, belini sağlamca bağla- mak gibi ritüeller ve pratiklerden sonra, ilerlemiş yaşına rağmen çocuk sahibi olur. Destanın Sagımbay Orazbakuulu benzer-metninde (Orazbakuulu 2007:25- 83) ise Cakıp Han elli yaşına gelmiştir, sınırsız zenginliğe sahiptir, o zamana kadar iki eş almıştır ama bir çocuğu yok- tur. Çocuklu birini, hatta yavrulu hay- van gördüğünde ağlar. Çocuğu olmadığı için büyük hanımı Çıyırdı’ya, ikinci eşi Bakdöölöt de hakaret eder, kendisinin çocuk sahibi olabileceğini söyler. Çıyırdı, Bakdöölöt ve Cakıp rüya görürler. Cakıp Han büyük bir toy düzenleyip bu rüyayı yorumlatır. Her üçünün rüyası da gü- zel yorumlanır. Aradan iki yıl geçtikten sonra Çıyırdı hamile kalır. Kırgız Türk- lerinin tam metni ilk defa Türkiye’de yayımlanacak olan “Boston” destanında da (Yıldız, yayıma hazır metin: 8-11) Kırgız Hanı Buuba, halkının çok sevdiği bir handır, hayli malı-mülkü, ama bir de eksiği vardır; çocuk. Buuba Han bütün halkını toplayıp bir ziyafet verir ve yaş- landığı halde çocuk sahibi olamadığını söyleyerek kendisine bir çocuk vermesi için Allah’a dua etmelerini söyler. Bütün halk el açıp dua eder. Bu sırada gökyü- zünü bir bulut kaplar ve bulutun içinden yeryüzüne inen bir ihtiyar “çocuk ola- cak” diye müjde verir ve aradan iki-üç ay geçince elli yaşını aşmış olan Kanışa’nın hamile olduğu anlaşılır. Kırgız destanla- rından “Eşimkul menen Zuura” destanı- nın (Çelebi 2007:18-137) birinci bölümü, tamamen çocuksuzluk üzerine kurul-
Millî Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
80 http://www.millifolklor.com
muştur. Yaşlı Eşimkul ile Zuura’nın ço- cukları yoktur. Eşimkul, birçok çocuğu olan kardeşinden kendisine bir çocuğu- nu vermesini isterse de kardeşi vermez. Bunun üzerine çocuk umuduyla Eşimkul ile Zuura yurttaki bütün şeyhleri, evli- yaları, mollaları dolaşıp yıllarca onlara hizmet ederler ama nafile. En sonunda bir hekimle karşılaşırlar, hekim ken- disine hizmet ettirmek yerine, kendisi Zuura’ya hizmet eder ve onu tedavi edip çocuk sahibi olmasını sağlar. Destanın ikinci bölümünde Altın Kökül adı veri- len bu çocuğun maceralarını dile getiri- lir. Bu destan, çocuk sahibi olma yolun- da Sovyet ideolojisini ve geleneksel olan usuller yerine tıbbı tercih etme görüşü- nü yansıtması bakımından dikkat çe- kicidir. Destanda gelenek, çocuksuzluk motifini kardeşten çocuk isteme ile zen- ginleştirir; amaç her yolun denendiğini ve kardeş de olsa bu konuda elden medet umulamayacağını vurgulamaktır. Türk boylarının birçoğunda bilinen, Kırgız Türklerinde de yirminci yüzyılda yazıya geçirilen “Muñdık-Zarlık” destanında da (Akmataliyev 2007:193-211, Sabır uulu 2008:21) Çançarkan altmış yaşına kadar altmış eş almıştır; fakat hiçbirinden bir çocuğu olmamıştır. Bir çukurda dertle- nip ağlaya sızlaya yatarken, bir derviş gelir ve halkın içinden güzel bir eş alma- sını, böylelikle bir çocuğunun olacağını söyler. Çançarkan, dervişin söyledikleri- ni yapar ama yine çocuk sahibi olamaz. Aradan biraz zaman geçtikten sonra, yine aynı çukura gelip yatar. Kırk gün sonra yanına Hızır gelir ve evine dönüp sayısız hayvan kesip büyük bir ziyafet verirse, sofraya şeker koyarsa ve yeni bir eş alırsa, bir kız bir oğlan iki çocuğu- nun olacağını söyler. Bunları yerine ge- tireceğine kefil olunacak bir eş ararlar; ancak bulamazlar. Çok fakir bir adam olan ihtiyar Cobdur’un kızı da bir rüya görmüştür; bu rüyayı kendisinin hanla evlenip bir erkek ve bir kız çocuk dünya-
ya getireceği şeklinde yorumlar. Bunun üzerine hanla evlenir, gerçekten bir kız bir erkek çocuk dünyaya getirir, ama altmış kuma ile cadı çocukların yerine köpek yavrularını koyarlar. Burada da kahramanın altmış eşten sonra alınan bir eşten dünyaya gelmesi, olağanüstü şartları vurgulama amacına yöneliktir. Çocuk cömertliğin ve konukseverliğin ödülü olarak verilir. “Kurmanbek” des- tanının (Akmataliyev vd 2002:158-159) Şamşı Komuzçu’dan derlenen benzer- metninde Kurmanbek’in babası Çançar- han, altmış hanım almış, ama çocuğu olmamıştır. En küçük hanımını yanına alır; yer-su ruhlarını ve mezarları ziya- ret eder, tövbe edip af dileyerek ağlayıp dolaşır; nihayet, eşi bir erkek çocuk dün- yaya getirir; adını Kurmanbek koyarlar. Aynı destanın Moldobasan Musulman- kulov benzer-metninde (Akmataliyev vd 2002:157,159) Madalkan’ın çocuğu yok- tur. Baybiçesi, kayberen yani dağlı hay- vanların hami ruhu tarafından emziri- len bir çocuğu alıp evine götürür ve adını Kurmanbek koyarlar, evlat bilirler. Bu benzer-metinde Kurmanbek, kayberen ile peri kızından dünyaya gelmiştir; do- layısıyla, çocuksuzluk motifi mitolojik varlıklarla genişletilmiş ve kahraman da mitolojik bir hüviyete büründürül- müştür. Destanın diğer benzer-metin- lerinde bu motif, kahramanın, annesi kırk yaşındayken dünyaya gelmesi veya Teyitbek yedi hanım alsa da çocuğunun olmaması şeklinde işlenmektedir. Anla- şılacağı gibi destanın benzer-metinlerin- de “çocuksuzluk” teması değişmemekte; ancak bunun ifade kalıpları değişmek- tedir. “Er Töştük” destanında (Radloff 1885:526-527) İleman Bay’ın oğlu Er Töştük, babasının yaşlandığı çağda, se- kiz ağabeyinden sonra dünyaya gelir. “Er Bolot” destanının (Akmataliyev vd. 2002:50) kahramanı, elli yaşındaki ba- banın yer-suya hürmet etmesi, mezarlık- larda gecelemesi suretiyle olur. “Manas” 
Millî Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
http://www.millifolklor.com 81
destanının “Kökötöy’ün Aşı” bölümünde Kökötöy doksan yaşında olmasına rağmen bir çocuk sahibi olamamıştır. Er Töştük ile peri kızından doğan çocuğu, peri kızı Er Töştük’e kızıp Kökötöy Han’ın deve- sinin hörgücüne asar. Kökötöy, yaşlılı- ğımda bulduğum evlat diyerek Bokmu- run adı verilen çocuğu sahiplenir. “Er Koşoy” destanında (Tekalan 2002:34-49) Katagan Han, bir çok hanım almasına ve yaşı da elliye ulaşmasına rağmen çocuksuzdur. Destanda Katagan Han, bu durumdan uzun uzun şikâyet eder. Kırgız destanlarında, çocuksuzluk mo- tifi bakımından dikkati çeken bir nokta, Manas-Semetey-Seytek, Er Töştük-Co- odarbeşim, Kurmanbek-Seyitbek gibi daireleşmiş destanlarda çocuksuzluk motifinin oğul için tekrarlanmamasıdır. Manas’ın oğlu Semetey ve Semetey’in oğlu Seytek’in doğumları, babaları öldü- ğü sırada annelerinin hamile olması ve babalarının ölümünden sonra doğmaları şeklinde zenginleştirilmektedir. Özbek destanlarından “Alpamış”’ın Bedri Bahşı’dan derlenen ve Töre Mir- zayev tarafından neşre hazırlanan ben- zer-metninde (Mirzayev 1999) Baybörü ve Baysarı isimli iki padişah kardeşin yaşları otuz üçe geldiği halde çocukları yoktur ve bir toyda önlerine kesmeyen bıçak konularak kendilerine çocuksuz oldukları hatırlatılır. Bunun üzerine toydan ayrılan padişahlar yakaladık- ları geyiğin hamile olduğunu anlayınca bırakırlar. Bu imtihanın sonunda iki- sinin de hanımı hamile kalır; böylece destanın başkahramanları Alpamış ile Barçın dünyaya gelir. Aynı destanın Fazıl Yoldaşoğlu benzer-metninde (Yol- daşoğlu 2000) çocuksuz olan Bayböri ile Baysarı’ya, gittikleri sünnet düğününde hürmet gösterilmez. Kendi atlarını ken- dileri bağlarlar, altlarına kimse döşek koymaz, yemeğin artığı önlerine konu- lur. Bunun üzerine toyu terk eden bey- ler, birçok hediye ile üç günlük yoldaki 
Şahımerdan Pir’in bahçesine giderler. Bahçede hediyeleri pirlere verirler ve bahçeye döşek serip otuz dokuz gece ya- tarlar. Hz. Ali seslenerek onlara çocuk verilmediğini söyler. Kırk gün daha tür- benin dibinde yattıktan sonra yine bah- çeden ses gelir ve her ikisine de çocuk verildiği müjdelenir. “Dalli” (Türkmenli 2006:3) destanında Köroğlu’nun çocuk sahibi olmayışının sebebi, kendisine “at mı, evlat mı” diye sorulduğunda “at” de- mesindendir; çocuksuzluk, Köroğlu’nun Ayvaz’ı evlat edinmesi ile kapatılır. Rüstem Han (Baydemir 1998, Baydemir 2002:169-178) destanında da üç hanımı olmasına rağmen çocuğu olmayan ve yaşlanan Sultan Han, bir gün namazdan sonra dervişlere dua ettirir ve onların duaları sayesinde ortanca hanım hami- le kalır. Han bir rüya görür; çocuk şartlı olarak bağışlanmıştır, ancak han, Kuru- dım ülkesine gider de on dört yıl kalırsa çocuk yaşayacaktır. Karaçay-Malkar destanlarından “Bekmırza ile Kaysın”’da, çocuksuzluk motifi detaylı bir şekilde işlenmese de, destanın başında kahramanın babası- nın evlendirilmesi “Çocuksuz kaldı Taz- ret denen evlâdı/Buna bütün akrabalar arkadaşlar geldiler/Geldiler de, onlar bunu evlendirmeye karar verdiler/Dağ Ardı’na dünürcüler gönderdiler” (Tav- kul 2004:241) şeklinde dile getirilmek- tedir. Nart destanlarında (Aliyeva vd. 1994:170-172) Alavgan’a evlendiği Nart kızları dayanamayıp kaçar, o da bir ço- cuk sahibi olamadan yaşlanır. En sonun- da tek gözlü çirkin bir emegen kızıyla evlenir. Emegen kız, her ay iki erkek çocuk doğurur ve onları yer. Alavgan’ın süt annesi Satanay Biyçe, emegen kızı bacada doğum yapmaya ikna eder ve bacadan aşağıya düşen çocuğu alarak Alavgan’ın yaşlandığı sırada dünyaya gelen çocuğunun yaşamasını sağlar. Bu destanda dünyaya gelen çocuğun ola- ğanüstü şartları daha farklı bir şekilde 
Millî Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
82 http://www.millifolklor.com
vurgulanmıştır. Altay destanlarından “Ak Tayçı”da (Dilek 2002:112), Ak Bökö Han’ın hanı- mı Altın Topçı genç yaşta bir erkek çocuk doğurur; fakat bu çocuk, Erlik Biy tara- fından götürülmüştür. Destanın kahra- manı olan Ak Tayçı, Altın Topçı’nın “dişi altın gibi sarardığında, başı tavşan gibi aklaştığında” yani yaşlandığında dünya- ya gelir. “Kozın Erkeş” destanında (Di- lek 2002:252-255) kahraman, eti-kanı çekilmiş; odun, su getirmeyi birbirinden bekleyen iki yalnız ihtiyarın çocukları olarak, hatta baba Ak Bökö uykudayken dünyaya gelir. Baba olan Ak Bökö, eşinin yaşlılık vaktinde boş keçeyi çocuk yerine koyduğunu sanır. Gerçekten bir erkek çocuğu olduğunu anladığında, “ihtiyarlı- ğında” dünyaya gelen bu çocuğu sarmak ve doyurmak üzere hazırlık yapmaya gider; geri geldiğinde eşikten içeri girer girmez, çocuğunun adını ne koyduğunu söyler ve ölür. Böylece, destanda bu kah- ramanın aynı anne ve babadan doğacak başka alternatifi olmadığı vurgulanır. Aynı destanın “Közüyke” benzer-met- ninde de (Dilek 2002:306-310) birbiri ile dost olan Karatı Kağan ile Ak Kağan’ın saçlarına ak düştüğü çağda birinin kız, diğerinin erkek çocuğu olur. Çocukların müjdesini, birbirinden ayrı avlanan iki dost, vurmak üzere oldukları dişi ma- raldan alırlar. “Erke-Koo” destanında (Dilek 2007:134-135) Ar-Aspak sert eti pörsümüş, kemiği yumuşamış yaşlı ve zengin bir kişidir ama çocuğu yoktur. Altay’a avlanmaya gittiği sırada yurdu yağmalanır ve geride sadece annesinin demir yüksüğü ile babasının çakmakta- şı kalır. Demir yüksükten bir kız çocuk, çakmak taşından da zayıf bir tay ile bir erkek çocuk çıkar. Bu erkek çocuk des- tanın kahramanıdır. Destanda yüksük dişinin, çakmak taşı da erkeğin sembo- lüdür. Destan geleneğinin, insanoğlu- nun yaradılışında var olduğuna inanılan anasır-ı erbaanın ikisinden; toprak ve 
sudan uzakta durmasının mümkün ola- mayacağı felsefesini yansıttığı “Ak Biy” destanında (Dilek 2007:370-380) aynı adı taşıyan, kemiği yumuşamış ihtiyar kağanla, Altın-Targa adlı ihtiyar eşinin, çok mal-mülkleri, kalabalık halkları olsa da çocukları yoktur. Bunun için Ak Biy, ak kayın ağacını yere saplar, emsalsiz kısrağın ak sütünü sağıp dolunayda yere saçar, ak bez bağlar ve gökyüzündeki Üç- Kurbustan’dan çocuk dilemek için gök- yüzü ülkesine gider. Orada Kurbustan’ın ak sarayını üç defa dua ederek dolaştık- tan sonra, dileğini söyler. Bu uygulama- lardan sonra, Üç-Kurbustan ona şartlı olarak bir evlat verir; büyüyene kadar yere bastırmayacaklardır. Ak Biy, yur- duna döndüğünde hanımının bir erkek çocuk doğurduğunu öğrenir. Çocuğu ak kilimin üzerinde, yere bastırmadan bü- yütürlerken, bir arslan çocuğun ayağını ısırır ve çocuk ölür. Yaşlı Ak Biy, aynı yollardan Üç-Kurbustan’a tekrar gider ve sağlam bir çocuk vermediği için tanrı- ya kızarak tekrar çocuk ister. Yine şart- lı olarak bir çocuk bağışlanır; o da hiç suya değdirilmeyecektir. Döndüğünde yine hanımının bir erkek çocuk dünyaya getirdiğini öğrenir. Çocuğu sudan uzak tutmak için susuz dağa çıkarlar ama bu çocuk da içki kazanına düşerek ölür. Üçüncü kez Üç-Kurbustan’ın katına va- rır; yine kendisine bir çocuk verilir, bu seferki şart çocuğun Üç-Kurbustan adını çok anmamasıdır, destan bu kahrama- nın maceraları etrafında sürer. Şor Türklerinin “Ak Kan” desta- nında (Ergun 2006:156-157), üç nesil yaşayan Ak Kan’ın sakalı ağarıp martı- ya dönmüştür, azı dişi sararmıştır; ama çocuğu yoktur. Altın Arığ isimli eşi, onu kırk yıldır çıkmadığı ava gönderir; geri geldiğinde bir erkek bir kız; iki çocuğu- nun olduğunu görür. Avcılığın önemli olduğu bir toplumda, kırk yıl ava gitme- mek olağan bir durum değildir; ava çık- tıktan sonra çocuğun olması, baba olacak 
Millî Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
http://www.millifolklor.com 83
kişinin av ile sınanması demektir. “Altın Sırık” destanında (Ergun 2006:238-240) ihtiyar Altın Kağan ile kocakarı Altın Arıg’ın çocukları yoktur; bu problem, üç yaratıcı tarafından çözülür ve Altın Sı- rık, onlara evlat olarak gönderilir; des- tanın kahramanının varlığı, kutsallaş- tırılır. “Aran Tayçı” destanında (Ergun 2006:308-310) Kök Kağan yetmiş, karısı seksen yaşına geldiği halde ne oğulları ne de kızları vardır. Kök Kağan, dostu Altın Mökö’yü öldürüp onun karısını almak için gittiğinde, Altın Mökö, ona, bilme- diği bir şeyi söyler; Kök Kağan’ın çocu- ğunu, karısının karnından yerin yedi kat altındaki Çılan Mongus çalmıştır ve ço- cuk yedi yıldır demir çamın başında çivi- lidir. Bu destanda çocuksuzluk farklı bir boyutta işlenir; bir çocuk vardır ama ne anne ne de baba onun varlığından haber- dardır. Çocuğun anne karnının sembolü olan yerin yedi kat altından kurtulup gelmesi de yaşlı anne-babadan doğma- sı kadar bir mucizedir. Şor Türklerinin “Karattı Pergen” (Ergun 2006:439-451) isimli destanının kahramanı, babası yüz beş yaşında, annesi de yaşlanmış iken dünyaya gelir. “Kartıga Pergen”de (Er- gun 2006:455-456) ise, Altın Kağan çok zengindir ama çocuğu yoktur; ava gider, altı yıl sonra döndüğünde yaşlı karısının hamile olduğunu görür. Bu destanda kahramanın babasının yaşı doğrudan söylenmez ama, doksan yıldır dövüşmek için kendisi arayan Kara Mökö dolayı- sıyla yaşının doksanın üzerinde olduğu- nu düşünebiliriz. Kahramanın altı yıldır avda olan babadan dünyaya gelmesi ise, kanaatimizce zaman mantığının bozul- masından, dolayısıyla destanın masal- laşmasından kaynaklanmaktadır. Tıva destanlarında da çocuksuzluk, yaygın motiflerdendir. “Alday-Buuçu” (Ergun, Aça 2004:211-213) üç yüz yaşına kadar çocuk sahibi olamaz; doksan gün düşünür, kutsal kara kitabını açar, la- maya müracaat etmeye karar verir. Yine 
doksan gün düşünür, lamaya sunacağı kurbanlara karar verir. Lamanın otağı- na girer ve doksan gün dua eder. Lama, kutsal kara kitabına bakıp kızıl kaplı ila- cı verir. Alday-Buuçu’ya bu ilacı karısına üç gece boyunca ezip içirmesini söyler. Bundan iki-üç ay sonra Alday-Buuçu’nun hanımı hamile kalır. Bu destanda formel sayılarla motif zenginleştirilir. “Tanaa Herel” destanında (Arıkoğlu 2007:209- 263) Şañ Haan, yüz sekiz kadın aldığı halde, çocuksuzdur. Bilge bahşıya gidip danışınca, batıda yaşayan Pat-Patpalçın hanın kraliçesini davet edip dua ederse çocuğunun olacağını öğrenir. Ama oraya gidecek kimse bulunamaz. Bir ihtiyar, üç yaşındaki oğlunun gidebileceğini söyler- se de, çocuğun bindiği bütün atların beli kırılır; ancak üç yıl gebe kalıp üç ayda doğuramayan kısrağın tayına binebilir. Destan bundan sonra Tanaa Herel adlı bu çocuğun, kraliçeyi davet etmek üzere gitmesiyle devam eder. Destan aslında, Tanaa Herel’in kahramanlıklarını anla- tır; ancak destanın başlangıcında, asıl kahramanın doğrudan kendisiyle ilgisi olmasa da çocuksuzluk motifi yer alır. Destanda, çocuksuzluktan kurtulma teması şu şekilde zenginleştirilir; Pat- Patpalçın hanın kraliçesine dua eden yüz kadının çocuğu olur, o da bir kadın diyerek dua etmeyen sekiz kadının ise hiç çocuğu olmaz. “Bayan Toolay” desta- nında (Arıkoğlu 2007:475-479) da Möge Bayan Toolay yaşlı ve zengindir, ancak çocuğu yoktur. Kendisi gibi çocuksuz bir ihtiyarla karşılaşır ve onunla dost olur, çakmak taşlarını Tanrı’ya yemin ederek değişirler. Evine geldiğinde karısı hami- le olduğunu söyleyince, yaşlandığı için kendisi ile alay ediyor zannederek kızar. Hakas destanlarından “Altın Çüs”te (Arıkoğlu 2007:36-53) de Alp Han’ın ken- disi “er yaşlısı”, atı Ak Kula da “at yaş- lısı” olmuştur; malına-mülküne sahip çıkacak bir evladı yok diye hayıflandığı sırada, kendisi gibi yaşlanmış olan hanı-
Millî Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
84 http://www.millifolklor.com
mı, altı aylık hamile olduğunun haberini verir. Gençliğinde de Ak Han’ın eşi Al- tın Arığ, eşi bir han kızını kuma alma- sın diye hamile olduğunu söylemiş ama doğru çıkmamıştır. Ak Han bu defa eşi- ne inanmaz; ama doğru çıkar. “Ax Çibek Arığ” destanında (Arıkoğlu 2007:213- 243) da Ak Han “er yaşlısı”; atı “at yaş- lısı” olmuştur. Eşi Ay Hucın da yaşlan- mıştır. Hayli mal-mülk sahibi olmasına rağmen, halkına karşı acımasız olan Ak Han çocuk sahibi değildir. Halkın güzel elbiseler giymesini istemeyen, onları öl- müş hayvan etiyle besleyen Ak Han, ka- rısını da çok yediği için döver. Ay Hucın aslında bir han-kızıdır; Ak Han’ı on iki gün süren güreşte, atışmada yenemediği için, Ak Han tarafından zorla eş olarak alınmıştır. Ak Han’ın çocuğunun olma- ması, kötülüklerinin cezası gibidir; Ay Hucın hamile kalsa da çocuğunun olaca- ğını kötü eşinden gizler. Ak Han, kendi- sine meydan okuyan bir yiğitle dövüşüp öldüğü sırada Ay Hucın bir çocuk dün- yaya getirir. Ay Molat isimli düşman ge- lip çocuğu istediğinde Ay Hucın, “Yaşım geçti, kemiğim sertleşti, nasıl benden ço- cuk doğar?” diye cevap verir, kendisine yapılan bütün eziyetlere rağmen doğur- duğu çocuğun sırrını ifşa etmez. Nogaylı destanlarından “Kırımnıñ Kırk Batırı”nda (Sıdıkulı 2005:155) kırk bahadırdan biri olan Cubanış da babası Karadön altmış yaşına geldiğinde dün- yaya gelir. Bir başka bahadır olan Egis, Süyiniş’in kırk yaşında sahip olduğu bir çocuktur (Sıdıkulı 2005:183). Destanın Tana adlı bölümünde de kendisi kırk, on beşinde aldığı hanımı da otuz beşi- ne geldiği halde, Tana’nın çocuğunun olmamıştır (Sıdıkulı 2005:213). “Şora Batır”da (Sıdıkulı 2005:225-237) Kazan hanı Nerik de seksen yaşındadır ve en büyüğü yirmi altı, en küçüğü de on altı yaşında beş hanımı olmasına rağmen, ço- cuksuzdur. On sekiz yaşındaki Mendi’yi alır; Şora, seksenini geçmiş Nerik’le, 
Mendi’nin çocuğu olarak dünyaya gelir. Koblandı’da (Sıdıkulı 2005:269-272) Kı- dırbayulı Koblandı ile kız kardeşi Han- sulu, Kıdırbay seksen yaşını aştığında, anaları da ihtiyarladığında ikiz olarak dünyaya gelir. Bir başka kahraman Ak- conasulı Er Kenes (Sıdıkulı 2005:351) babasının yaşı yetmiş, anasının yaşı el- liye yettiğinde doğar. Kırım Türklerinin “Çora Batır”, “Edige”, “Amet Şah” gibi kahramanlık destanlarında çocuksuzluk motifi yer almaz. Anadolu sahasında halk hikâyesi olarak tanımlanan ve diğer Türk boyla- rında olduğu gibi, Kırım Türklerinde de destan olarak bilinen Kerem ile Aslı’da (Yüksel 2005:591), bir padişah ile onun haznedarı olan Ermeni keşişinin çocuk- ları yoktur. Eşleri bahçede gezerken bir dervişe rastlayıp dertlerini söyler, sadaka verip dua etmesini isterler. Der- vişin verdiği elmayı yedikten sonra, her ikisinin de birer çocuğu olur. “Tahir ile Zöhre”’nin (Yüksel 2005:631) diğer Türk boylarındaki eş-metinlerinde olduğu gibi, Kırım eş-metninde, padişah da ve- zirleri de çocuksuzdur. Kapıya gelen bir dilencinin verdiği elmayı yiyen padişah ile vezirin hanımları hamile kalır. Türk boylarında destan olarak ad- landırılan “Lâtif Şah”, “Melikşah ile Gül- lü”, “Asuman ile Zeycan”, “Kirmanşah”, “Sevdakâr Şah” ile “Gülenaz Sultan”, “Varaka ile Gülşah”, “Bey Böyrek”, “Şah İsmail” (Alptekin 1997) gibi halk hikâye- lerinde de çocuksuzluk motifi vardır ve bunlarda bereketin sembolü olan “elma” çare unsurudur. “Koblandı Batır”’ın Kazak eş-met- ninde (Batırlar Jırı I 1986:17-18) Kob- landı, altmış yaşındaki Analık ile doksan yaşındaki Toktarbay’ın evliyalara adak- lar adayıp Allah’a yalvararak buldukları bir çocuktur. Kazak destanlarından “Er Sayın”ın (Baytursınov 1991:99-104) baş kahramanı da babası Bozmunay altmış, anası elli yaşını geçtikten sonra, bir pi-
Millî Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
http://www.millifolklor.com 85
rin Bozmunay’ın rüyasına girmesi neti- cesinde dünyaya gelir, ismini de aksakal verir. Kırgız Türklerinde destan forma- tında söylenegelen Er Töştik, Kazak Türklerinde masallaşmıştır. Destandan masala dönüşümün güzel bir örneği olan metinde Er Töstik (Kazak Halık Adebi- yeti 4:5), sekiz oğlu olan; ama hayvanla- rı alıp uzaklara giden bu sekiz oğlundan yıllardır haber alamayan kocakarı ile ihtiyar Ernazar’ın açlıktan yerlerinden kalkamaz hâle geldikleri bir anda, oca- ğın içinde asılı olduğunu gördükleri at döşünü yedikten sonra canlanıp bulduk- ları bir çocuktur. At döşü, bu destanda “elma” nın fonksiyonunu üstlenir. Bu metinde de Kırgız geleneğindeki gibi, ço- cuksuzluk motifi daha farklı bir açıdan işlenmiştir. “Er Kosay” destanının (Aça 2002:228,251) kahramanı da, aslında yedi kardeş olup Kalmukların elinden bir tek kendisi sağ kalan Er Bökşe’nin alt- mış yaşındayken dünyaya gelen oğludur. “Hemra” destanında (Radloff 1870:443- 452, Yıldız 2001:557-564) Kusray isimli padişah çocuksuzdur. Veziri Kasım’ın tavsiyesiyle Hz. Ali’nin mezarına gider ve burada ağlayıp yalvarırken uyuya ka- lır. Rüyasına Hz. Ali girer ve ona kendi- sine biri kız, üçü oğlan dört evlat bağış- lanacağını müjdeler; ama bu çocukların on dört yaşında geri alınacağını söyler. Padişah, böyle çocuğu istemediğini söy- lerse de çıyan sokup zehirlenince hanı- mıyla beraber olmak zorunda kalır ve böylece hanımları hamile kalır. Diğer eş- metinlerdeki gibi, bunda da yaşlı padişa- hın şartlı olarak çocuk sahibi olabildiği görülmektedir. Bu destanda, çocuksuz- luğun çaresi, İslamileşmiştir. “Kubıkul” destanında (Arıkan 2007:38-222) Veli isimli hanın malı-mülkü çoktur, namus- lu ve dürüst bir handır; ancak tek eksiği yaşı yetmişe ulaşsa da bir çocuk sahibi olamayışıdır. Bundan dolayı, halkı ar- tık ona itibar etmez olur, horluk görür. Bunun üzerine tacı-tahtı bırakıp demir 
çarık ve demir asa ile bir fakir gibi yol- lara düşer. Bütün evliyaları dolaşır, çare bulamaz. Yurduna geri dönerken Tükti Evliya’ya uğrayıp derdini anlatır. Tükti Evliya bütün malını kesip sadaka olarak dağıtmasını, iyi bir han olmasının ödü- lü olarak kendisine bir oğul vereceğini söyler. Bu destanda çocuk, demir asa ve çarıktan anlaşılacağı gibi sabrın, sebatın ve hayırseverliğin mükâfatıdır. Türkmenlerdeki “Huyrlukga-Hem- ra” destanında (Yıldız 2001:201-287) da Hemra ve kardeşleri, kırk kızla evlense de çocuksuz olan padişahın Hz. Ali’nin türbesinde rastladığı Hızır’a yalvarma- sından sonra, on dört yaşında ölecekleri kaydıyla verilir. Burada da motif İslami- leştirilmiştir. Uygur Türklerindeki “Hemra ve Hurlika” (Yıldız 2001:287-347) eş-me- tinlerinde de padişah, çocuksuz olduğu için hakarete uğrar, çocukları yine on dört yaşında ölecekleri kaydıyla verilir. Çın Tömür Batur destanında (İnayet 2004:140-166) çok zengin olan padişahın iki hanımından da bir çocuğu yoktur. O ava çıktığında küçük hanımı önce bir er- kek, yıllar sonra da bir kız çocuk dünyaya getirir, ama kıskanç büyük hanım tara- fından bu çocukların yerine birincisinde köpek, ikincisinde ise kedi yavrusu ko- narak çocuklar göle atılır. Çocuklar, bir ayı tarafından bulunur ve büyütülürler. Motifin, bazı Türk boylarında totemistik olan “ayı” tarafından büyütülme ile zen- ginleştirildiği görülmektedir. Uygur ede- biyatında aşk-muhabbet destanı olarak adlandırılan “Gerip-Senem”de (İnayet 2004: 167-234) kahramanlar, padişah ile vezirin avda, hamile olan geyiği serbest bırakmalarının neticesinde dünyaya ge- lirler. “Tahir-Zöhre”nin diğer eş-metin- lerinde olduğu gibi, Uygur metinlerin- de de (İnayet 2004:235-278) aynı motif vardır. “Senuber” destanında (İnayet 2004:279-364) Hurşid, padişahın dualar- la sahip olduğu tek çocuktur. “Kemerşah 
Millî Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
86 http://www.millifolklor.com
ve Şemsican”ın (İnayet 2004:365-414) kahramanları da İsfehan şahı Hüseyin ile Kuh-i Kaf’taki dev perilerin padişahı Şaperkut’un Allah’a duaları sonucunda sahip oldukları çocuklarıdır. Tatar destanlarından “Altayın Sa- yın Süme”de (Urmançı 2007a:173-186) kendisi seksen, karısı doksan yaşında olan ihtiyarın, tek sığırını kesip insan- ları konuk etmesi ve ayakları ile kellesi kaldığında ormanda bulduğu bir aksa- kalı getirip ağırlamasından ve ona çocuk için dua etmesini söylemesinden son- ra yaşlı karısı hamile kalır ve ihtiyar, kendisi ebelik yapıp doğurtur. Bu des- tanda da çocuk, malına kıyabilmenin, yani cömertliğin ve misafirperverliğin ödülüdür. “Kara Kükel” destanında da (Urmançı 2007a:206-214) kahraman, ba- bası yetmiş, annesi ise kırk yaşında iken dünyaya gelir. “Alpamış” destanının Ta- tar eş-metinleri olan “Alpamşa” ve “Alıp- memşen” destanında, destanın diğer eş-metinlerinin aksine, çocuksuzluk mo- tifi işlenmez. “Hurluga hem Hemra”nın Tatar eş-metninde (Urmançı 2007b:56- 80) ise, padişah, erkek çocuğu olmayan veziri Kasım’ın tavsiyesine uyarak Hz. Ali’nin türbesine gider. Allah kendisine evlat bağışlar ama diğer eş-metinler- deki gibi, on dört yaşında bu çocuklar ölecektir. “Tahir ile Zühre” destanının birçok eş-metni gibi, Tatar metni de (Urmançı 2007b:109-180) çocuksuzluk motifi ile başlar. Bu metninde çocuksuz padişah ülkesinde ne kadar hekim ve usta tabip varsa getirtip türlü tedaviler denemiş ama çocuğu olmamıştır. Veziri de çocuksuzdur. Kılık değiştirip dola- şan padişah ve vezirin rastladıkları ilk dervişe bin altın bahşiş vermeleri, ikinci dervişin de remil falı ile gönüllerindeki arzunun ne olduğunu bilerek ikisine bir elmayı ortadan bölüp vermesi üzerine çocukları olur. Bu metinde, çocuksuzluk teması, ikinci bir derviş ve fal motifi ile zenginleştirilmiştir. Aynı destanın bir 
başka Tatar benzer-metninde (Urman- çı 2007b:181-190) çocuksuz padişah ile veziri, adak, kurban, dua, ilaç, muska, üfürük, tükürük gibi her çareye başvur- duğu halde çocuk sahibi olamaz. Bunun üzerine tacı-tahtı bırakıp derviş kılığı- na girer, dolaşırlar. Bir ağacın altında dinlenirken yanlarına gelen bir derviş, onların derdinin ne olduğunu bilir ve bir elma verir, bu elmayı bölüp yedikle- rinde çocuklarının olacağını söyler. Bir başka Tatar benzer-metninde (Urmançı 2007b:190-202) ise çocuksuzluk vurgu- lanmaz, doğrudan padişaha çocuk müj- desi verilir. “Leyle bilen Mecnun”un bir Tatar eş-metninde (Urmançı 2007b:202- 254) Benigamir kabilesinin reisi çocuk- suzdur; yaptığı hayırlardan sonra bir çocuğu olur. “Şahsenem hem Garip” (Ur- mançı 2007b:262-308) destanı da çocuk- suzluk motifi ile başlar. Çocuğu olmayan padişah ile vezirinin hamile hanımları, onlar ava gittiğinde biri kız, diğeri erkek doğurur. Karakalpak destanlarından “Kırk Kız”ın (Maksatov 1993:17-18) başkahra- manı olan Gülayım, altı kadınla evlenip yaşı altmışa gelen; ama çocuğu olmayan bir zenginin yaşlandığı sırada olan kızı- dır. Karakalpak Türkleri arasında anla- tılan “Alpamıs”, “Bozoğlan”, “Gülistan”, “Er Şora”, “Mespatşa”, “Sayathan-He- mire”, “Hurliha-Hemire”, “Şaryar” des- tanlarının eş-metinleri de çocuksuzluk motifi ile başlar (Ahmetov, Bahadırova 1998:140-172). Alpamış destanın Başkurt eş-met- ni olan “Alpamışa” (Ergün, İbrahimov 2000:249-286)’da hem Eyler han hem de Akkübek Han çocuklarının olmamasın- dan dolayı muzdariptir. Günlerden bir gün doksan yaşındaki Akkübek Han’ın seksen yaşındaki hanımı önce oğlan sonra bir kız, Eyler Han’ın seksen ya- şındaki hanımı da bir kız dünyaya ge- tirir. Bunlara Alpamışa ve Barsınhılıv adı verilir. “Kuzıykürpes” destanının 
Millî Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
http://www.millifolklor.com 87
Başkurtlardaki eş-metninde ((Ergün, İbrahimov 2000:327-435) Karabay adlı zengin ve muhterem kişi, üç hanım aldı- ğı hâlde çocuksuzdur. Bir gün avda diğer avcılar kaçtığı hâlde o kaçmayıp yaman bir arslanı öldürür. Bunun üzerine bir toy düzenleyip herkesi ağırlar. Bu sıra- da bir aksakal gelir ve herkes dağıldık- tan sonra, Karabay’a Hz. Muhammed vasıtasıyla bir erkek evlat verileceğini müjdeler. Burada, Karabay, cesareti ve misafirperverlik göstermesi sebebiyle çocukla mükâfatlandırılır. Bu mükâfat Kuzıykürpes’tir. Motif İslamileşmiştir. Gagavuz Türklerinin masallaşmış destanlarından olan Şah İsmail’de (Öz- kan 2007:160-166) padişah, çocuksuz olduğu için padişahlıktan atılır. Çocuğa elma motifi ile kavuşur. Sonuç: Türk destan geleneğinde, “çocuksuzluk” olarak adlandırılan mo- tif, kahramanın babasının bir bey ol- ması, çok mal-mülke sahip bulunması, bir veya birçok eşi olmasına rağmen bir çocuğa sahip olamayışı, çocuğun haberi- nin mucizevi bir şekilde verilmesi, şartlı olarak bağışlanması gibi temalarla zen- ginleştirilir. İleri yaşlardaki anne ve ba- badan dünyaya gelme, bu kahramanın başka alternatifinin olamayacağını; do- layısıyla önemini vurgulamak için des- tancının kullandığı bir yoldur. Bu motif, sadece kahramanlık destanlarında değil, Türkiye Türkçesinde halk hikâyesi, an- cak diğer Türk boylarında aşk destanı/ muhabbet destanı/sosyal konulu destan vb. olarak adlandırılan türlerde de ge- çerlidir. Kahramanın, annenin veya ba- banın, çocuk sahibi olabilmek için elmalı yerlerde yuvarlanıp su pınarlarında ge- celemesi gibi mitolojik unsurlar barındı- ran bazı pratikleri yerine getirmesinden; borçluların borçtan kurtarılması, açların doyurulması, çıplakların giydirilmesi gibi hayır işlerinden; aksakal, derviş, Hızır gibi bir olağanüstü gücün yardıma gelmesinden, babanın bir kahramanlık 
göstermesinden sonra dünyaya gelme de, gelenekte, destan kahramanının diğer insanlardan farklı olduğunu vur- gulamak üzere kurgulanır. O, dünyaya gelmesi beklenen, dilek-niyazlarla is- tenen ve birçok destanda, Tanrı’nın da varlığı ile bizzat ilgilendiği bir çocuktur. Bilindiği gibi, “Oğuz” destanı dışında, İslamiyet’in kabulünden önceki döneme ait Türk destan metinleri günümüze ulaşmamıştır. Bu döneme ait, Çin, Bi- zans, İran, Arap v.b. kaynaklarındaki Türk destanları ile ilgili bilgi ve özetler- den ve günümüze ulaşan “Oğuz Destanı” metninden hareketle, bu destanlarda muhtemelen çocuksuzluk motifinin yer almadığı söylenebilir. Peygamberler tari- hinde de bu temayı, özetle: “Hz. İbrahim, ilerlemiş yaşına rağmen çocuğu olmayın- ca, Allah’a yalvarır, bir çocuk ister. Bir oğlu dünyaya gelir. Çocuğu koşabilecek çağa geldiğinde, Allah’a inanıyorsa oğlu- nu kurban edecektir. Bu bir imtihandır. Hz. İbrahim’in İsmail’i kurban etmeye hazırlanması, imtihanı başarmasıdır. Bunun üzerine, kurban edeceği oğlunun yerine Allah ona koç gönderir” şeklinde görmekteyiz. Semavi dinlerde ortak ola- rak yer alan bu kıssada da “çocuksuzluk” ve “imtihan” ve “şartlı çocuk” vurgula- nır. Türk destanlarından yukarıda ver- diğimiz örnekler, bu motifin, Müslüman olsun olmasın, bütün Türk boylarının destan geleneğinde çok zengin ve detaylı bir şekilde işlendiğini göstermektedir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder