1. Avcı Toplayıcı Topluluklara Özgü İnançlar
Klan animizmi olarak nitelendirilebilecek toplumsal biçimlenmenin ilk örnekleri;
ruhçu anlayış ile kutsal ve tabu düşüncesi, doğa karşısında insanı güç elde etme çabası
bağlamında doğadaki güçlü nesnelerle bağ kurma arayışına itmiştir. Nitekim antropolog
E. B. Taylor, dinsel inançların başlangıcında animizmin ortaya çıktığı yönündeki
kuramında atalara tapınma, fetişizm ve büyü gibi inançların animizmden doğduğunu ileri sürmüştür1. Bu kurama göre uyku, rüya ve nefes alma gibi durumlarda bedeni
yöneten ve ölüm ile ondan ayrılan manevi, hayat verici bir cevher vardır. Bu cevher,
insan tarafından hareket eden, canlılık gösteren ırmak, güneş, ay, ağaç gibi varlıklarda
da var kabul edilmiştir. Böylece insan; onlara korkusu, saygısı, ihtiyacı ölçüsünde
tapınmaya başlamıştır. Önce bedenden ayrı bir ruh fikrine ulaşan insan, sonra
çevresindeki hayvan ve maddelere, daha sonra da doğal olaylara bu düşünüşünü
uygulamıştır (Küçük vd. 2011: 18-19).
Ölü gömme geleneklerinin ortaya çıkışı hakkında Montagu, yazısız toplumların
başka bir dünyaya yolculuklarında yardımcı olması için ölülerini yiyecek ve araç
gereçlerle techiz etmek suretiyle dinsel ayinler eşliğinde gömdüklerini, bazen de büyük
bir olasılıkla kanın hayat verici niteliklerinin bir sembolü olarak mezarlara kırmızı boyalar koyduklarını belirtmiştir (Montagu 1971: 19)2. Kuşkusuz bu tür uygulamalar,
ölen insanın fizyolojik özelliklerinden farklı bir şey taşıdığına ve ölümden sonra hayatın
bir şekilde devam ettiğine yönelik inançların yansıması olarak düşünülmelidir.
Beden ve ruh ayrımına ulaşan ilkel insan, ölüm karşısında umutsuzluğuna karşı
ruhun ölümden sonra yaşamaya devam edeceği inancını geliştirerek yeni bir düşünsel
formasyona ulaşmıştır. Animizmde hayatın özü olan ruh, bedeni terk ettiğinde insan
ölmektedir, ancak ölüler, öbür âlemde bu dünyadakine benzer bir şekilde yaşamaya
devam etmektedirler. Bu nedenle ölen kişiye ait eşyalar, ölüyle birlikte mezara
1 Diğer yandan H. Spencer’ın ilkel dinlerin “atalara tapınma”dan ortaya çıktığı ve dolayısıyla tanrıların sivrilen veya kahraman olan atalardan seçildiğini savunan görüşü ile M. Müller’in doğa olaylarının insana verdiği korku sonucu “naturizm”in doğduğunu ifade ettiği görüşüne çalışmanın sınırlarını aşacağından dolayı değinilmeyecektir. Bu tartışmalarla ilgili bk. (Pritchard 1998). 2 Hatta kimi araştırmacılar, bu ölü gömme geleneğinin köklerini Homo Neanderthalis insanına kadar götürmektedir. Bkz. (Randles ve Hough 1994: 12).
konulmuştur. Bu düşünce, hemen hemen evrensel bir karakter taşımaktadır, ancak bu
yaşamı monoteist dinlerdeki ruhun sonsuzluğu fikriyle karıştırmamak gerekir.
Animizmde ruhun sürdürdüğü bu yaşama sonsuzluk atfedildiğine yönelik herhangi bir
bulgu yoktur. Sanıyoruz ki, ruhun sonsuzluğu düşüncesine ulaşamayan ilkel insanın
düşünce evreninde ölen kişilerin hatıralarda yaşatıldığı ölçüde ölüm sonrası hayatları
vardır. Animizmde ruhlar, insanların etrafında, yakın yerlerde dolaşabilir, insanlara
müdahale edebilir. Bu nedenle saygıyla karışık korku, animist klanları bu ruha adak
adamak, dua etmek, kurban kesmek eylemlerine yöneltmiş ve bu uygulamalar
animizmin temelini oluşturmuştur.
Lucien Levy-Bruhl, hemen her yerde ilkel insanların ölülerin başka bir yerde bu
dünyadakine benzer bir yaşam sürdürmeye gittiklerine inanmakta olduğunu ve
toplumlara göre ayrıntılarda kimi farklılıklar olsa bile bu yaşamın düşünsel açıdan dile
getiriliş biçiminin hemen hemen hiç değişmediğini belirtmiştir (Levy-Bruhl 2006: 241).
Böylelikle animizmden beslenen inanç yapısı içinde ölünün bir yolculuğa çıktığı ve bu
yolculuğun gömme uygulaması nedeniyle yeraltına yapıldığı yönünde bir inanç gelişmiş
olması olasıdır.
Yaptığı araştırmalarda insanlığın daha geç dönemlerinde ölüler diyarının
yeryüzünde somut bir yer olduğuna dair fikirlerin ilkel halini bulan B. Malinowski,
köken mitlerinin belli değişkelerinde insanlığın yeraltındaki varoluşu, insan ruhunun
ölümden sonra bugünkü ruhlar dünyasında varoluşuyla karşılaştırıldığını, böylece tarih
öncesi geçmişle her insanın bugünkü yazgısı arasında mitolojik bir yakınlaşma gerçekleştiğini ifade etmiştir (Malinowski 2000: 128)3. Malinowski, yaptığı alan
araştırmasında, ilk ortaya çıkışın tam tersi olarak ölenlerin ruhlarının ölümden sonra
Tuma adasına gittiklerine ve orada belli bir kovuktan yeraltına indiklerine dair inançlara
rastlamıştır (Malinowski 2000: 128).
3 Edwar Evans Pritchard, çalışmasında ilkellerdeki ölü gömme uygulamasıyla ilgili olarak şöyle der: “Önce ölü bozulup dağılıncaya değin bir yere yerleştiriliyor, sonra kemikler toplanıp ‘aile’ kemikliğine konuluyor. Bu süreç, ölünün parçalanmasının maddi simgesi altında, ölünün ruhunun canlılar dünyasından ruhlar dünyasına -bir durumdan ötekine geçiş- yavaşça geçişini temsil ediyor ve bu hareket, üçüncü bir duruma denk düşüyor: Geride kalanlar, ölüyle olan bağlarından serbest kalıyorlar. İkinci gömme töreninde bu üç hareket kendi amacına ulaşıyor. Gerçekte bunlar aynı tek bir sürecin üç ayrı görünümüdür; toplumun kendi üyelerinden birisini yitirme süreci yavaş oluyor, çünkü insanlar ölüme boyun eğmiyorlar, ne fiziksel ölüme, ne ruhsal ölüme.” (Pritchard 1998: 85-86).
Neolitik devrimle4 birlikte tarımsal faaliyetin başlaması, ırmak kenarlarında
toplu yerleşimlerin ortaya çıkması, böylelikle doğanın kontrolünün insan eline geçmesiyle devlet yapısına benzer otorite5 kurumsallaşması gerçekleşmiştir. Neolitik
devrim, zihinsel düşünüş ve inanışlarda büyük değişiklikler yaratmış, doğanın insan
tarafından işlenip ürün elde edilmesiyle de animist inançlar, etkisini tamamen yitirmese
de zayıflamış, bunun yerine daha önceki animist düşünce ile teogonik mitlerle
sentezlenen politeist pagan inanç yapısını ortaya çıkarmıştır.
Mircea Eliade’ye göre, dünyanın dönemsel yenilenmesi etrafında eklemlenmiş
kadim düşüncelerin Yakındoğu’nun birçok dinsel sistemi içinde yeniden ele alınacak,
yorumlanacak ve bu sistemlerle bütünleştirilecektir. İki bin yıl boyunca Doğu’ya ve
Akdeniz dünyasına egemen olacak kozmolojilerin, eskatolojilerin ve Mesihçiliklerin en
derin kökleri neolitiklerin kavramlarına uzanmaktadır (Eliade 2003: 60).
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder