19 Ekim 2013 Cumartesi

EFSANELERDE IŞIK

Efsanelerin en büyük özelliği günümüzde de yaşatılıyor olmalarıdır. Geçmişten günümüze 
süregelen inanışların arkasında genellikle birer efsane vardır. Mesela eski Türk inanışlarında ve 
efsanelerde güneş ana, ay babadır (Öğel 1995:II,16). Yakutlarda, güneş ile ayın aşkını ve bunların 
evliliklerini anlatan çeşitli efsanelere rastlanır. Bazı efsanelerde güneş veya ay, bir insana aşık olur ve 
onunla evlenir (Gökalp, 1974:I,99-100; Ögel 1995: II,188-195). Đnsanın aya ve güneşe dönüşüm 
efsaneleri, Türkiye’nin pek çok yerinde, Kıbrıs Türklerinde ve Türk Cumhuriyetlerinde anlatılır (Gökalp 
1974:I,100-102; Önal 2003:113-116). Destanlarda hükümdar soyu Gök-Tanrı ile akraba iken, efsanelerde 
insanoğlu güneş ve ayla, bir şekilde akraba oluverir. 
Eski Türkler hakanlarını “güneşin oğlu” olarak kabul ederler. Han Çicumin düşmandan kaçarken 
bir ırmağın kenarına gelir ve “ben güneşin oğluyum” deyince bütün balıklar ve kurbağalar ona geçmesi 
için köprü olurlar (Uraz 29). 
Efsaneler arasında rüyalar önemlidir. Rüyalarda ışık iyiye yorumlanır. Timuçin (Cengiz Han)’in 
annesi rüyasında, bir doğanın pençeleriyle güneşi ve ayı yakalayıp geldiğini ve ellerine konduğunu görür 
(Moğolların Gizli Tarihi 19). Rüyada ışık Osmanlı devletinin kurucusu Osman Gazi tarafından da 
görülür. Şeyhin koynundan bir ay doğar, gelir Osman Gazi’nin koynuna girer (Atsız 1992:16). Bu kutlu 
ışık, Şeyh Edebâlî’nin kızının Osman Gazi’ye verileceği ve bunun yanı sıra gücün de, devletin de ona 
verileceği anlamına gelir (Barkan 1942:286-291).  7
Verbitski’nin tespit ettiği efsanede, Tanrı Ülgen ay ve güneş doğarken Altın Dağda oturur (Đnan 
1995:20). Ülgen ay ile güneşin ortasında yıldızların üzerinde yaşar. Gökten dökülen yağmur onun 
ağzından dökülen pirinç taneleridir. Ülgen babadır, aydınlık veya ışık dünyasının tanrısıdır (Rahman 
:134). 
Sibirya Türkleri hakkında anlatılan efsaneye göre, Han kızını hiçbir erkek görmesin diye 
demirden karanlık bir eve gizler. Kız daha sonra aydınlık ülkesine çıkınca Tanrının gözü kıza ilişir ve kız 
böylece hamile kalır (Frazer II: 220). Gelenek ilkellerde ergenlik çağına gelen geç kızların birkaç yıl 
karanlıkta ışık yüzü görmeden saklanması ve daha sonra evlendirilmesi tabusu ile açıklanabilir (Frazer 
II:209-224). 
 Đslam sonrasında ışıkla ilgili efsanelerden biri de, Hz. Ali ile ilgilidir. Hz. Ali’nin şehit 
edilmesinden sonra “güneş kalp” şeklinde göklere çıktığına inanılır (Kalafat 1995:39). 
Bir diğer Đslâmî destan olan Battal Gazi destanında, kahramanın ölümünden sonra mezarına ışık 
indiği görülür. Bu inanış onun Tanrı katına yükseldiğinin bir ifadesi olarak kabul görür (Öztürk 
1985:191). 
Şark dünyasının en çok işlenen efsanevî hikâyelerinden olan Leyla ile Mecnun’da ışıkla ilgili 
motifler yer alır. Leyla ile Mecnun öldükten sonra, ruhları göğe uçar ve birer parlak yıldıza dönüşür 
(Paşayev 40). Klâsik Türk edebiyatında, Zühre yıldızı gibi örnekler bulunmaktadır (Onay 1996:510) 
Menkıbelerde yani din uluları hakkında anlatılan hikâyelerde ışık yoğun olarak geçen bir 
motiftir. Şehitlerin, zulüm sonunda ölenlerin, ermişlerin mezarlarına önceleri gömüldükleri gece, 
sonraları her pazar ve cuma geceleri mezarlarına nur indiğine inanılır. Nur inmesi klâsik Türk şiirine de 
yansımıştır. 
 “Çün şehîd eylersen ol gamzeyle hey kâfir beni 
 Bâri nur insin mezârıma güzer kıl dâimâ” 
 Ahmet Paşa (Onay 1996: 387) 
 Veliliğin yirmi dokuz mertebesi olduğuna inanılır. Eren ölünce bedeni ışığa dönüşür. Işığa 
dönüşüm, ölmeden önce ölmek anlamına gelir (Kalafat 1999: 414). 
 Mevlânâ hakkında anlatılan menkıbelerde onun nur içinde görünüp müşkülleri hallettiğine 
inanılır. Bir başka menkıbe ise, yedi gün türbesinden göklere doğru nur yükseldiği şeklindedir (Eflâkî 
II,223-224). Eflâkî’nin verdiği bilgiye göre, Sultan Veled babası ve dedesinin türbeleri üzerinde iki 
büyük nurun yükseldiğini görür. Bir süre sonra iki nur birleşir ve bir nur olur (Eflakî I,49-50). 
Hacı Bektaş-ı Veli hakkında anlatılan menkıbelerde de ışıkla ilgili motifler yer almaktadır. 
Elinde ve alnında yeşil nurlu bir ışık, onun ermişliğinin delili olarak kabul edilir (Gölpınarlı 1990:7). 
Günümüzde Türkiye’nin dört bir yanında ışıkla ilgili menkıbeler anlatılmaktadır. Adana’da 
Uzun-Arap-Uzun Ahmet türbesinden ışık çıktığı görülür. Bu ışığa “futuhat indi,” veya “su verildi” denir. 
Işık huzmesi erenin mertebesini belirler. Anlatılanlara göre, bu ışık sütunundan kuşlar geçmez, evliyanın 
ışığı etrafında tavaf ederler (Kalafat 1999:411). Adana Dörtyol’da Hasan Dede mezarında ışık yanıp 
söner (Aslan 1995:9-11). Adana’daki Arpaçı Dede’nin mezarına ışık indiği görülür (Kaçar 1991:19).  8
 Balıkesir’de nur içinde bir dedenin görülmesi kısmettir. Bu ışıktan korkup kaçan kısmetini 
tepmiş sayılır (Akyalçın 1998:26). Balıkesir’de Çamlar, Ilıca, Dadalar adlı üç tepenin her birinde birer 
erenin mezarı vardır ve bu tepelerde zaman zaman ışık yandığı anlatılır (Alptekin 1997:208). 
 Bingöl’de eren mezarları için de menkıbeler anlatılır. Seyyid Mustafa mezarında perşembe veya 
cuma günü ışık görülür (Duymaz 1989:316,333). Elazığ’da Evliya Baba mezarında ışık yanar (Görkem 
1987:167). Diyarbakır’da Pîr Mansur ziyareti üzerine geceleri ışık iner (Yavuz 1993:267). Erzurum’da, 
Kayseri’de, Harput’ta, Elazığ’da erenlerin mezarlarında ışıklar görülür (Kalafat 1993:33). Erzurum’da 
yıldızın doğması erenin yolculuk yaptığına delalet sayılır (Seyidoğlu 1985:58). 
Sivas’ta Ali Baba mezarının üzerine haziran ve ekim aylarında nur indiği görülür. Bu nur kutsal 
bir işaret olarak kabul görür (Özen 2001:38). Benzer inanışlara Karacahisar’da (Akalın 1997:26), 
Trabzon’da da rastlanır (Çelik 1999:106). 
 Đstanbul’da Eyüp Sultan’ın toprağa verildiği günün gecesinde üzerine nur indiği Bizanslılar 
tarafından görülür (Okan 1968:15). Bosna’da Drana köprüsüne yakın olan dağlarda erenlerin ışık halinde 
görüldüğüne inanılır (Şimşek 1997:267). 
Yatırlardaki ışıklara Muğla’da da rastlanır. Yaptığımız alan araştırmalarında, neredeyse 
Muğla’nın her bir dağında bir erenin varlığıyla karşılaştık. Erenlerin mübarek günlerde (Perşembe, kandil 
ve bayram geceleri) veya harp olduğu zamanlarda ışık halinde birbirlerini ziyaret ettikleri anlatılmıştır. 
Işıkların büyüklükleri sorulduğunda değişik cevaplarla karşılaşılmıştır. Küçük bir ışıktan insan boyuna 
varan büyüklüğe kadar farklı şekillerde görüldüğü belirtilmiştir. Işığın rengi üzerine soru sorduğumuzda, 
daha çok lüks (lambası) şeklinde olduğu, bunun yanı sıra, sarı, kırmızı renklerde görüldüğü anlatılmıştır. 
Bir dağdan bir ışık, bir başka dağa gittiğinde o dağdaki ereni ziyaret ettiğine inanılır. 
 Türkler arasında, Đslamiyet’ten sonra oluşan evliya menkıbelerinin bir kısmı Budizm ve 
Maniheizm ile ilgilidir (Köprülü 1981:63). Işıkla ilgili eren merkezli menkıbeler, en eski kültürel 
inanışların Đslâm sonrasına aynı kültürel doku içinde, meşrulaştırılarak taşınmıştır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder