“Binbir Gece Masalları”nın
Yeniden Yayınlanması
Yrd. Doç. Dr. Şeref BOYRAZ*
Yazılı olanlarla kıyaslanamayacak kadar çok daha uzun bir geçmişe sahip olan
sözlü anlatım türleri, insan zihninin geçirdiği evrelere paralel bir gelişim çizgisi izlemiş
ve bu doğrultuda çeşitlenmiştir. Sözlü anlatım türleri silsilesinin başında mitler yer
almaktadır ki mitler, insanın etrafını saran kozmosun yaratılıp düzene konulması, bunun
sonu, insanın kendi varlığının başlangıcı ve nedenselliğiyle ilgili düşüncelerinin
ürünüdür. İlk olarak yaratıcı ile yaratılanlar arasındaki ilişkiye kafa yoran ve bunu
mitler aracılığıyla yaşatıp yayan insan, yavaş yavaş doğaüstü ve doğal varlıklarla,
kendinin kendisiyle olan serüvenlerine, her defasında reele biraz daha yaklaşacak
şekilde, dikkat kesilmiş ve bu serüvenlerini sonradan masal, destan, halk hikayesi,
menkabe, efsane, memorat gibi değişik kategorilere ayırmamızı gerektirecek biçimde
anlatmıştır.
Yazılı anlatım türlerinin varlık sebebi olan sözünü ettiğimiz bu sözlü anlatım
türleri içerisinde masalın ayrı bir yeri vardır. Her şeyden önce masal, hem doğu hem de
batı kültürlerinde, diğer sözlü anlatılara göre örneğine daha çok rastlanan, daha yaygın
bir şekilde ve sıkça anlatılan türdür. Halk hayatına ilişkin çalışmaların ilk olarak
masallar konusunda yapılması da bundan olsa gerektir1
. Erken dönem halkbilimi
kuramlarının birçoğu (Çobanoğlu 1999: 71-94) masalları incelemek için
oluşturulmuştur. Bu da, yaygınlığı ve çokluğu nedeniyle halka ait unsurlardan göze
çarpanların başında ‘masal’ın bulunduğunu göstermektedir. Denilebilir ki masal,
çokluğu ve yaygınlığı dolayısıyla araştırmacıların dikkatlerinin halk hayatına
yönelmesini sağlamış ve böylece halkbilimi çalışmalarının ilk ateşleyicisi olmuştur.
Türkçe Sözlük, masalı; “1- daha çok çocuklara anlatılan, olağan veya
olağanüstü, hemen hemen tamamen hayalî olaylara ve kahramanlara yer veren hikaye.
2- saçma sapan yalan, uydurma söz, boş şey. (Kardaş 1996: 1908)” biçiminde
tanımlamaktadır. Bu iki tanım hiç kuşkusuz günümüz Türk insanının zihnindeki ‘masal’
imajına göre yapılmıştır ve bu açıdan doğrudur. Ancak geniş zaman perspektifinden
bakıldığında masalın “daha çok çocuklara anlatıldığı” bilgisinin pek doğru olduğu
söylenemez. Zira masallar ilk olarak yetişkin erkekler tarafından akranlarına ve
hemcinslerine anlatılmak üzere tertip edilmiştir. Fakat zamanla yetişkin erkeklerin ilgisi
başka alanlara kayınca masalcı, masal anasına dönüşmüş ve masalın dinleyici kitlesi
çocuklardan yana değişmeye başlamıştır (Jan 1997: 88). O nedenle yakın zamanlar için
masalların genellikle çocuklara anlatıldığı söylenebilir ama masal gerçekte yetişkinler
için üretilmiş ve uzun asırlar boyunca onlar tarafından tüketilmiştir. Özellikle kimi
2
doğu masallarının çocuk zihnine ve psikolojisine hiç de uygun olmayan bir yapıda
olması, masalların çocuklar tarafından tüketilmek için üretilmediğinin göstergelerinden
birisidir. Sözün kısası masalların esas sahibi yetişkinlerdir fakat bunlar zamanla
çocuklara miras kalmıştır.
Masalların çoğunlukla olağanüstü obje, durum ya da olaylardan bahsetmesi,
onların, pozitivist dünyada “saçma sapan yalan, uydurma söz, boş şey” şeklinde
nitelendirilmesine neden olmuştur. Sığ bir anlayışla masalların bu şekilde
nitelendirilmesi, onlara olan inancı ve rağbeti azaltmıştır. Oysa masallar, bugün
kendisine verdiğimiz değerden çok daha fazlasını hak etmektedir. Masalların, bizim
nezdimizde nasıl bir konuma yerleştirilmesi gerektiğini anlamak için onların işlevlerine
bir göz atmak yeterli olacaktır sanırız.
Her şeyden önce masallar, geçmişin değer yargılarının ve kültürel unsurlarının
önemli bir taşıyıcısıdır. İgnacz KUNOS, masalları “her milletin âyine-i devranı” olarak
görmekte ve bu “ayineye bakacak olursak hem eskilerin ibadetlerini hem de kadim
vakitlerimizin ahlakını da görmüş oluruz.” demektedir. Kunos’un bu sözleri de,
masalların, geçmişin düşünce sistemini, etik kurallarını, değer yargılarını ve diğer
kültürel unsurlarını geleceğe taşıdığını vurgulamaktadır. Masallar, işte bu taşıyıcılığı
sayesinde kültürde sürekliliğin sağlanmasına katkıda bulunmaktadır. Kültürel
sürekliliğin kesintiye uğramasının, insan açısından doğuracağı sonuçları düşünecek
olursak masalların değerini biraz daha iyi anlamış oluruz.
Bilindiği üzere masallar, genellikle serbest zamanı, hoşça geçirmek amacıyla
anlatılır ya da okunurlar. Bu, masalların aynı zamanda bir eğlence aracı olduğunu da
göstermektedir. Öylesine bir eğlence aracıdır ki masallar, hem çok ucuz ve risksizdir
hem de eğiticidir. Gerek doğu ve gerekse batı masallarında öğüt verme fonksiyonu
vardır. Bu fonksiyon, dinleyiciyi iyiye, güzele, doğruya, yardımseverliğe, cesurluğa,
sözün kısası erdemli davranışlara yöneltmektedir. Bu yönüyle masallar, hem çocuklar
hem de yetişkinler için pedagojik değeri oldukça yüksek bir eğitim aracıdır. Pedagojik
değeri yüksektir çünkü eğlendirirken eğitmektedir. Masalın öğrettiği yalnızca kültürel
unsurlar ve erdemli davranışlar değildir. O aynı zamanda dilin öğretiminde ve
geliştirilmesinde de önemli bir vasıtadır
2
.
Masalların göz ardı edilemez işlevlerinden birisi de onun estetik duyguları
tatmin etmesi ve geliştirmesidir. Bu gelişim sayesinde insan estetik değeri daha yüksek
eserler verme imkanına kavuşabilmektedir. Masalın geliştirdiği bir diğer yeti ise düş
gücüdür. Hemen hemen tamamı hayalî unsurlardan oluşan masal, insanın düş gücünü
geliştirmekte ve düş gücü de edebiyatın, sanatın ve teknolojinin şekillenmesinde büyük
rol oynamaktadır. Boşuna dememiştir şair; “İnsan bu cihanda hayal ettiği müddetçe
yaşar.” diye. Teknolojik gelişmelerin birçoğunda düş gücünün etkisinin olmadığını kim
söyleyebilir? İşte insan için böylesine önemli olan düş gücünü besleyenlerin başında,
kendisi de zaten bir düş ürünü olan masallar gelmektedir.
Masalların, çocukların uyumasını sağlamaktan başka önemli işlevlerinden birisi
de insanın birey olmaktan çıkıp sosyal bir grubun üyesi haline gelmesinde pay sahibi
olmasıdır. Masal dinlemek için biraraya toplanan bireyler, masal vasıtasıyla
öğrendikleri aynı kültürel kodların da paylaşımıyla birbirlerine daha çok ve çabuk
yakınlaşmakta ve bu da onların sosyalleşme sürecini hızlandırmaktadır. Başka bir
3
deyişle masal, insanların biraraya gelmesini ve sosyalleşmesini sağlayıcı harç vazifesini
görmektedir. İnsanın sosyal bir varlık, sosyal bir çevrede yaşamanın da daha kolay ve
zevkli olduğu düşünülünce sosyalleşmenin önemi de ortaya çıkacaktır.
Bütün bu fonksiyonlarına rağmen masalı, gerçek dışı olay, olgu ve objelerden
bahsettiği gerekçesiyle küçümseyecek ve yabana atacak olanlara, masala sembol
nazarıyla bakmalarını ve masallarda olağanüstü diye nitelendirilen unsurların günümüz
dünyasındaki benzerlerini aramalarını salık veririz. Örneğin “Açıl susam, açıl!”
denildiğinde açılan kapıyla manyetik alanına girdiğinizde kendiliğinden açılan kapının
birbirinden ne farkı var? Masallardaki gerçek dışı unsurların aslında birer sembol
olduğu düşünülecek olursa bu sembollerin karşılıklarının günümüz dünyasında da
gelecekte de bulunabileceği görülecektir. Masallardaki gerçek dışı unsurlara sembol
nazarıyla bakıldığında bunların, günümüzün olay ya da durumlarıyla şaşırtıcı bir
biçimde örtüştüğü fark edilecektir3
. Aynı örtüşmenin gelecek için de mümkün
olabileceğini söyleyebiliriz. O halde masalların, bazen doğrudan çoğu zaman da
semboller vasıtasıyla çağlar boyunca gerçeğin ta kendisini anlatan ve anlatmaya devam
edecek olan ölümsüz metinler olduğunu ileri sürebiliriz.
Yukarıdaki satırlarda vurgulamaya çalıştığımız masalların öneminin pek
bilinmediğini düşünürdük. Ancak Yapı Kredi Yayınları geçtiğimiz Mayıs ayında
yayınladığı bir külliyatla bu önemin farkında olduğunu gösterdi. Yapı Kredi bu
yayınıyla, büyük bir prestijle sürdürdüğü yayıncılık hayatına yeni bir halka ekleyerek
dünya klasikleri arasında yer alan Binbir Gece Masalları’nı bir kez daha okuyucuların
dikkatine sundu. Yapı Kredi’nin, Türk okuyucusunun hizmetine yeniden sunduğu
Binbir Gece Masalları’nın hem dünya masalları içerisinde hem de kendi baskıları
arasında ayrı bir yeri var.
Binbir Gece Masalları, dünya masallarının -yanılmıyorsam- en hacimli olanı.
Binbir Gece’nin bu son baskısı, Yapı Kredi’nin kendine özgü roman boyutunda 3204
sayfa tutmuş. Bu, Binbir Gece’nin hacmi konusunda aşağı yukarı bir fikir verir sanırız.
Böylesi bir hacme sahip olan eseri, masal okurunun çok çok az olduğu bir ortamda
basmak, doğrusu hem büyük cesaret işi hem de her türlü alkıştan daha fazlasını hak
eden ve belki de tekrarı bir daha yapılamayacak olan bir kültür hizmetidir. Bu sebeple
okur, bu büyük kültür hizmetinden nasiplenme fırsatını kaçırmamalıdır.
Doğuda oldukça geniş bir coğrafyada yüzlerce yıl boyunca anlatılan Binbir
Gece Masalları, “bugüne kadar bellibaşlı bütün dünya dillerine çevrilmiş, edebiyattan
müziğe, sinemadan baleye kadar birçok alanda pek çok sanatçıyı etkilemiş, defalarca
işlenmiş, yeniden yorumlanmış ve taklit edilmiş”tir. Denilebilir ki Binbir Gece,
dünyada kutsal kitaplardan sonra en çok okunan ve etkilenilen eserlerin başında yer
almaktadır. Binbir Gece, bizde de asırlar boyunca ya dilden dile anlatılmış ya da
yazmalarından veya basmalarından okunarak hayal dünyamızı beslemiş, kültürümüze
nüvelerini katmıştır
4
.
Osmanlı döneminde birkaç kez basılan Binbir Gece Masalları, Cumhuriyet
sonrasında da pek çok defa yayınlanmıştır. Ancak bu yayınların hiçbirisi Türkçeye,
Binbir Gece’nin tam bir metnini kazandıramamıştır. Sözünü ettiğimiz yayınların
birçoğu, popüler olma kaygısından olsa gerek Binbir Gece’nin ya özetini ya da seçme
öykülerini içermektedir. Binbir Gece’nin tamamını Türkçeye çevirme gayretinde olan
4
az sayıda teşebbüs ise ya yarım bırakılmıştır ya da eserin müstehcen taraflarını sansüre
uğratarak tam metni verememe eksikliğinden kendini kurtaramamıştır. Oysa bilimsel
düşünce bir olguyu olduğu gibi yansıtmayı gerektirir. Müstehcenlik de hayatın
yadsınamaz bir parçasıdır. Onu görmezden gelerek veya sansüre uğratarak hayatın
içinden çıkaramazsınız; o, her halükarda varlığını sürdürür. O nedenle bir eseri
müstehcen yanlarını tırpanlayarak yayınlamak, onun orijinalitesini bozmaktan başka bir
işe yaramaz.
İşte Yapı Kredi Yayınlarının bizlere sunduğu bu külliyat, bugüne kadar yapılmış
Türkçe Binbir Gece neşirlerinin, yukarıda sözünü ettiğimiz handikaplarından kendini
kurtarabilmiş yegane baskılarından birisidir. Bu baskının, uzun sayılabilecek bir okurla
buluşma serüveni olduğunu söyleyebiliriz. Serüven, Binbir Gece Masalları’nı Antoine
Galland’ın, 18. yüzyılın başlarında Arapçadan Fransızcaya çevirmesiyle başlamıştır.
Galland’ın çevirisi, Binbir Gece’yi Batı dünyasına ilk tanıtan yayın olması dolayısıyla
ayrı bir öneme sahip. Ancak masalların bazılarını sansürlemesiyle de Binbir Gece’nin
yeni çevirilerinin yapılması ihtiyacını doğurmuş. İşte bu ihtiyaçtan olsa gerek Joseph
Charles Mardrus (1868-1949), 1899-1904 yılları arasında Binbir Gece’nin tamamını,
olduğu gibi hiçbir sansüre tabi tutmadan Fransızcaya çevirmiş ve 16 cilt halinde
yayımlamış. Prof. Dr. Âlim Şerif Onaran (1921-2000), Mardrus’un bu çevirisini, eserin
diğer çeviri ve baskılarıyla da karşılaştırarak Binbir Gece Masallarını ilk defa tam
olarak dilimize aktarmış ve bu, Afa Yayınları tarafından 1992-1993 yılları arasında yine
16 cilt halinde okuyucuya sunulmuştu. Yapı Kredi’nin bize sunduğu Binbir Gece
külliyatı da Âlim Şerif Onaran’ın işte bu çevirisinin gözden geçirilmiş, notlar ve
açıklamalarla zenginleştirilmiş şeklidir.
Her şeyden önce Âlim Şerif Onaran’ın böylesine büyük bir külliyatın tamamını
çevirmesi, değeri ölçülemez bir hizmettir. Hele hele bu çeviriyi tek bir kaynağa bağlı
kalmadan, diğerleriyle karşılaştırarak yapması ise çevirinin kıymetini bir kat daha
artırmaktadır. Zira tek bir kaynağın eksik olma ve yanlış yapma ihtimali daima vardır.
Karşılaştırma işte bu ihtimali, asgariye indirmesi veya tamamen ortadan kaldırması
bakımından önemlidir. Çevirmen, eserin okuyucu tarafından daha iyi anlaşılabilmesi
için çeviri imkanlarının aciz kaldığı noktalarda, geniş kültürel birikimini kullanarak
eseri notlar ve açıklamalarla zenginleştirmiştir. Bu, Binbir Gece’nin sözünü ettiğimiz
baskısını bizim için daha değerli kılan unsurlardan birisidir.
Mardrus’un 16 cilt halinde yayınladığı Binbir Gece külliyatını Yapı Kredi, dört
cilt olarak basmış. Fakat her cilt, iki kitap olarak basıldığı için Yapı Kredi’nin Binbir
Gece külliyatı esasen sekiz kitaptan oluşmakta. Yer yer masallarda anlatılanlara uygun
resimlerle bezenmiş olan bu sekiz kitap, estetik zevkimizi okşayıcı enfes baskı kalitesi
ve eskimeyen zengin muhtevasıyla evladiyelik bir eser olarak kitaplığımızın mutena
köşelerinden birine girmeyi fazlasıyla hak etmektedir.
Külliyatın birinci kitabının kapağına “Açıl susam, açıl!” dediğinizde sizi ilk
olarak çevirmenin yaşam öyküsü karşılıyor. Bu yaşam öyküsü diğer üç cildin başında
kendini yeniden gösteriyor; emek sahibine olan vefanın adeta bir nişanesi olarak.
Birinci kitapta çevirmenin yaşam öyküsünden ve eserin künye bilgileriyle
“içindekiler”inden sonra Orhan Pamuk’un sunuş yazısıyla müşerref oluruz. Pamuk,
değişik zamanlardaki Binbir Gece okumalarından edindiği intibalarını anlattığı bu
yazısında birazcık Binbir Gece’nin etkilerinden bahseder ve Binbir Gece’de bizi nelerin
5
beklediği konusunda ipuçları verir. Pamuk’un sunuşunun ardından eseri “Türkçeye
Çevirenin Önsözü” gelir. Editör Selahattin Özpalabıyıklar ve Sabri Koz’un ekleme ve
düzeltmelerle zenginleştirdiği anlaşılan bu önsözde, Binbir Gece Masalları’nın yayılışı,
teması, tekniği ve etkileri hakkında bilgiler verilir. Özellikle yayılış ve etkiler
konusunda oldukça doyurucu bilgiler yer almaktadır. “Önsöz”, “Binbir Gece çevirileri
ve bu çeviri”nin ötekilerden farklı yönlerinin anlatıldığı bölümle sona ermektedir.
Bundan sonra önsözü “kaynakça” takip etmektedir. Kaynakça’nın önsözdeki bilgiler
kadar tatmin edici olduğunu söylemek biraz zor. Kaynakça, Binbir Gece’nin, en
azından Türkiyede Rifat Necip, Selami Münir Yurdatap, Raif Karadağ, Halit Fahri
Ozansoy, Ahmet Hidayet, Behiç Enver Koryak, Gülten Suveren, Violet Winspear,
Süleyman Bulut, Nihal Furgaç, Muharrem Zeki Korgunal, Bahtiyar Babacan, Hakan
Eren, İnci Tokay, M. İhsan Bulur, Ayşe Çanay, Ferid Namık Hansoy, N. Varol, Felix
Tauer, Nihal Yalaza Taluy, Adnan Yaltı gibi isimler tarafından yapılan baskılarının
künyelerini vermekle genişletilebilirdi; bunlara Binbir Gece hakkındaki akademik
çalışmalar da eklenebilirdi. Ancak eserin akademik bir çalışma iddiasını taşımaması,
kaynakçanın bu durumunu bize mazur gösterebilir. Ayrıca kaynakçanın böylesi bir
çalışma için zorunlu olmadığı düşünülecek olursa kaynakçanın kısa tutulmasının kayda
değer bir eksiklik olmadığı anlaşılacaktır. Ancak kaynakça belirttiğimiz şekilde olsaydı
bu, eserin değerini kuşkusuz daha da artıracaktı.
Birinci kitabın bu sözünü ettiğimiz kısmından sonra Joseph Charles Mardrus’un
yayıncısının notu ve Mardrus’un önsözü gelmektedir. Bundan sonra ise Binbir
Gece’nin perdesi yavaş yavaş aralanmakta ve bizi egzotik tatlarını sunmak üzere
esrarengiz gecelerine davet etmektedir.
Binbir Gece’nin ana çerçevesini ilk okuduğumda, evlendiği kadınları gerdek
gecesinin sabahında öldürmeye yemin etmiş ve bunu defalarca yapmış bir padişah nasıl
olur da bir kadının anlattıklarını dinleyebilmek için bu yaptığına son verebilir diye
düşünmüştüm. Şehrazad’ın anlattıklarını okuduktan ve taktiğini gördükten sonra
padişah Şehriyar’a gerçekten hak verdim. Çünkü Şehrazad merakı kamçılayıcı öylesine
ilginç masallar anlatıyor ki Şehriyar merakını gidermek için yeminini önce tehir ediyor
sonra da bozuyor. Binbir Gece’nin perdesini bir kere araladınız mı oradan burnunuza
gelen kokular sizi yemeyi içmeyi unutturacak şekilde “Gece”lerin içine sürükleyip
götürüyor. Kah bir ifritin oyununa katılıyorsunuz, kah bir dervişin peşinde maceraları
kovalıyorsunuz ya da bir hamalın küfesinden eski dünyayı seyrediyorsunuz.
Binbir Gece Masalları’nın metni, kendi anlattığı hazinelerden daha değerli
hazineleri saklıyor bağrında. Özellikle masalların arasına konunun akışına uygun olarak
serpiştirilmiş olan manzumelerin tercümeleri, damıtılmış mana usareleri sunuyor
okuyucuya. Uzun asırların tecrübelerini içeren bu usareler, eskimeyen yapısıyla her
çağın insanına rehber olabilecek karatta keşfedilmeyi bekliyor.
Binbir Gece Masalları, iç içe geçmiş ve her biri farklı farklı döşenmiş, değişik
lezzetlerden oluşan sofralar sunan odalar gibi. Bir odaya girdiğinizde diğerlerine de
uğramadan o odadan çıkamıyorsunuz. Merakınız, elinizde olmadan sizi alıp götürüyor.
Prof. Dr. Eva de Vitray-Meyerovitch, “Bir perinin bir çocuğa sunabileceği en
güzel hediye, ona merakı vermesidir.” diyor ve ekliyor: “Merakın bittiği yerde
ihtiyarlık başlar.” Biz de merakı olan herkesi, başka bir deyişle henüz ihtiyarlamamış
6
olanları Binbir Gece’ye davet ediyoruz. İhtiyarlama emaresi görülenler bile sönmek
üzere olan meraklarının ucunu Binbir Gece’ye bir kez kaptırsınlar gençleştiklerini
göreceklerdir.
N
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder