Bloğumuzda Halk Bilimi , Edebiyat ,Dil ,Tarih ve Felsefe adına yapılan çalışmalar yayınlanacaktır. Amacımız öğrenme aşamasında olan , öğrenciler ve merak edenler için gerekli bilgileri sağlamak olacaktır.
25 Ekim 2013 Cuma
TÜRK DESTANLARINDA “ÇOCUKSUZLUK”
TÜRK DESTANLARINDA “ÇOCUKSUZLUK”
Prof. Dr. Naciye YILDIZ
* Gazi Üniversitesi Fen Ededebiyat Fakültesi Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü Öğretim
Üyesi, nyildiz@gazi.edu.tr
h7t6tp ://www.millifolklor.com http://www.millifolklor.c7om6
Millî Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
http://www.millifolklor.com 77
birinin tespitinin, ayrı birer çalışmanın
konusunu teşkil edecek kadar zengin olduğu
görülür.
Walter Schubart, kültür ve kişiliğin
dört ana prototipi olduğunu savunur ve
bunları; uyumlu, kahraman, zahit ve
mesihçi kültür tipleri olarak adlandırır.
Schubart’ın, “Evreni iç uyumla canlı,
yetkin ve herhangi bir önderliği ya da
yeniden-kuruculuk gerektirmeyen bir şey
olarak gören ve bütün dünya içinde ve
bütün dünya ile birlikte, onun ayrılmaz
bir parçası olarak barışçıl bir biçimde
yaşayan” (Sorokin 1972:116) “uyumlu
kültür tipi” ile, “Ampirik varoluşu bir
hata, duyum dünyasını da bir serap ve
kötü bir çekicilik olarak gören, her ikisinden
de mistiklik alanına kaçan, duyum
dünyasını pişmanlık hissetmeden bırakan,
dünyayı düzeltmek veya düzenleme
için ne isteği ne de umudu olan ” “zahit
tipi” (Sorokin 1972:117) destan kahramanı,
özellikle de kahramanlık destanı
tipi olamaz; çünkü, kahramanın ister
benlik duygusuyla, isterse Tanrı tarafından
verildiğine inandığı görev aşkıyla,
sürekli hareket hâlinde ve düzenleyicideğiştirici
konumda olması gerekir.
Schubart’a göre “kahraman kültür
tipi”, “dünyayı örgütçü çabasıyla düzene
sokması gereken bir kargaşa diye görür.
Kahraman insan dünyayla barışçıl olarak
geçinemez, var olan biçimi altında
ona karşı çıkar. Benlik-güvenciyle, benlik-
gururuyla ve erk tutkusuyla doludur.
Dünyaya kahraman insanın belirlediği
amaçlar verilir “ (Sorokin 1972:117).
Yine Schubart’a göre “mesihçi kültür
tipi” ise “kendini, tasarısını içinde taşıdığı
üstün tanrısal düzeni yeryüzünde
gerçekleştirme görevine çağrılmış hisseder;
kendi içinde hissettiği uyumu, çevresinde
de yeniden kurmak, başlıca hedefidir.
Kahramanlık kültür tipi gibi o da bu
dünyayı değiştirmek arzusundadır; ama
bunu kendi benlik-iradesi veya benlikdoyumu
için değil, ona Tanrı tarafından
verilen ödevi yerine getirmek için ister”
(Sorokin 1972:117).
Schubart’ın tip kategorisinde, kitabın
çevirmeni tarafından “kahraman” ve
“mesihçi” olarak tercüme edilen tipler,
destan kahramanı olabilecek kültür tipleridir.
Türk destan kahramanı tipi de, üstün
özelliklerle donatılmış ve tıpkı tarihî
kahramanlar gibi üstün idealler taşıyan
tiplerdir. Oğuz Kağan’ın “Ey oğullarım!
Ne vuruşmalar gördüm! Ne çok sınırlar
aştım! Ben ne kargılar ile, ne oklar fırlattım!
Ne çok atla yürüdüm! Ne düşmanlar
ağlattım! Nice dostlar güldürdüm!”
(Ögel 1998:127) sözleri, tam bir kendine
güven ifadesidir. Oğuz’un “Ben ödedim
çok şükür! Borcumu Gök Tanrıya!” (Ögel
1998:127) sözleri ise, Tanrı tarafından
dünyayı düzene sokmakla görevlendirilmiş
olmanın bilincini yansıtır. “Göktürk
Kitabeleri”nde de İltiriş Kağan ve İlbilge
Hatun Türk milleti yok olmasın diye,
millet olsun diye Türk tanrısı tarafından
“kut”lanmış ve görevlendirilmiştir (Ergin
1975:36). Oğuz’un ideal ve sözleri ile
tarihî kahramanların ideal ve söylemleri
birdir. Bu ideali gerçekleştirecek olanlar,
sıradan insan olmaz.
Türk destan geleneğinde, birinci
ve ikinci plandaki kahramanlar genel
olarak bu kültür tiplerinin özelliklerini
yansıtır; ancak, destanın merkezinde yer
alan kahramanın, yani destanın başkahramanının,
ikinci planda yer alan kahramanlardan
farklı olduğu görülür. Bunu,
zamanın popüler romancısının işlevlerini
yerine getirdiğini düşündüğümüz
destancı nasıl kurgular? Türk Dünyasına
ait bu kadar destan metni yayımlandıktan
sonra, bu kurgulardan hareketle,
artık, Lord Raglan’ın batı ve orta doğu
destanlarını ön planda tutarak tespit
ettiği “geleneksel kahraman”ın (Ekici
1998:126-138) özellikleri gibi, Türk destanları
için de geleneksel özellikler tespit
etmemiz ve yapılan tespitleri de zenhttp://
Millî Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
78 http://www.millifolklor.com
ginleştirerek detayları ortaya koymamız
gerekmektedir.
Bu özellikler, Türk destanlarının
belli başlı tema ve motifleri dikkate
alınarak düzenlenebilir. A. B. Lord’un
geleneksel eserler için yaptığı “tema;
geleneksel bir müzikli anlatının formül
tarzındaki anlatımında düzenli olarak
kullanılan fikir grupları” (Lord 1960: 68)
tanımı doğrultusunda düşündüğümüzde,
Türk destanlarında düzenli olarak
tekrarlanan fikir gruplarının zenginliği
dikkat çeker. Elbette ki Türk destanlarında
işlenen temalar ve motifler konusunda
çalışmalar yapılmıştır; bunlardan
biri, Kazak bilim adamı Şakir İbrayev’in
çalışmasıdır. İbrayev, Kazak destanlarının
konusunu “Konu epizotları/tipolojik
motifler” olarak şu şekilde tasnif eder;
“I. Konu: Batır’ın çocukluğu ve kahramanın
evlenmesi (Batır’a uygun dünürlük);
1.Soyun tasviri (taife, anne-baba),
2.Kahramanın olağanüstü doğumu,
3.Batır’a özgü çocukluk çağı, 4. İlk kahramanlığı
(sonraki destanlarda yoktur),
5. Gelin (sevdiği kız) hakkında haber (eş
aramak), 6. Kızla yarışmak, güreşmek
(veya güveyler arasındaki rekabet), 7.
Zafer ve kahramanın gelinle dönmesi.
2. Konu: Batır’ın kahramanlıkları;
8. Düşmanın taarruzu hakkında
haber, 9.Yola çıkma, 10.Batırların güreşmesi
(bazen yolculuk uğurlu olmaz, Batır
esir düşer), 11.Teke tek mücadele ve kahramanın
zaferi, 12. Zaferle geri dönme,
3. Konu: Düşmandan (köleden, rakipten)
soyunu(taifesini, eşini, akrabasını)
kurtarması;
13. Gelin veya akrabanın (soyun)
esir olması hakkında haber (rüya görme,
işaret verilme), 14. Kahramanın sevdiğiyle
(eşiyle) düşmanın (Koblandı’da
Alşağır Han), rakibin veya kölenin
(Alpamış’ta Ultankul), evlenmeye niyetlenmesi,
15.Eşle (gelinle) gizli buluşma
veya eşinin düğününe yabancı birisi gibi
gelmek, 16. Mücadelede (yarış) kahramanın
tanınması, 17.Yurda dönme veya rakip
ve kölelerin cezalandırılması, 18.Düğün
(İbrayev 1998:273-274).
Ülkü Kara (Kara 2007) tarafından
yapılan doktora tez çalışması, Başkurt
destanlarından hareketle; Metin Ergun
(Ergun, Aça 2004) ve Mehmet Aça (Ergun,
Aça 2004; Aça 2006) tarafından yapılan
çalışmalar da Tıva ve Şor destanlarından
hareketle, geleneksel tema ve
motiflerin belirlenmesi yönünde yapılmış
çalışmalardan bazılarıdır. Karl Reichl’in,
Türk Boylarının Destanları (Reichl 2002)
ve Özkul Çobanoğlu’nun Türk Dünyası
Epik Destan Geleneği(Çobanoğlu 2003)
isimli çalışmaları da, Türk destancılık
geleneğinin çeşitli özelliklerinin tespiti
açısından önemli; ancak genel çalışmalardır.
Türk destan geleneğinin zenginliğini
tespit etmek için ayrıntıda yer alan
zenginliklerin belirlenmesine ihtiyaç
vardır. Kahramanın bütün macerasını
dikkate alarak, Türk dünyası destanlarına
bütüncül olarak yaklaşıp bu zenginlikler
belirlenmelidir. İbrayev’in tasnifinde
yer alan, “kahramanın olağanüstü
doğumu” maddesi, çocuksuzluk motifini
de içine almaktadır. Tıva destancılık geleneğini
değerlendiren Swetlana Orusool
da epizot tasnifinde, “çocukları olmayan
anne-baba” epizotunu, başlangıç
epizotları içinde değerlendirir (Orus-uul
2001:38-99). Destanlar konusunda yapılan
çalışmalar göstermektedir ki, “çocuksuzluk”,
“annenin aş ermesi”, “kahramanın
doğumu” ve “olağanüstü yapısı”,
gibi motifler, “kahramanın olağanüstü
doğumu” epizotunun bileşenlerini meydana
getirmekte ve ayrı ayrı değerlendirilmeyi
gerektirecek kadar da zenginliğe
sahip bulunmaktadır. Bu sebeple, bu
makalede, Türk destanlarında başkahramanın
doğumundan önce anne-babanın
durumu, “çocuksuzluk” bakımından
değerlendirilecektir.
Millî Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
http://www.millifolklor.com 79
Türk Destanlarında “Çocuksuzluk”
Çocuksuzluk, daha doğmadan, destan
kahramanının önemini vurgulamak
üzere gelenek tarafından kurgulanır.
İbrahim Yarkın’ın, Kazak destanları ile
ilgili olarak “Kazak destanlarında ba
kahraman ihtiyarlayana kadar çocukları
olmamış ve bundan şikâyet eden annebaba
tarafından, Tanrı’ya yalvarma
sonucu dünyaya gelen tek oğuldur” (Yarkın
1978:626) şeklinde dikkat çektiği bu
konu, örnekler arasında değerlendirilen,
kahramanı kız olan destanlar için de geçerlidir.
Dede Korkut Boylarından “Dirse
Han Oğlu Boğaç Han” (Ergin 1994:77-95)
ve “Kam Pürenin Oğlu Bamsı Beyrek”
(Ergin 1994:116-153) boylarında gördüğümüz
çocuksuzluk motifi, Türk dünyası
destancılık geleneğinin bütününde de
doğacak kahramanın belirleyici özelliği
olarak takip edilebilir.
Kırgız destanlarında çocuksuzluk,
detaylı bir şekilde işlenir. “Manas” destanının
Cusup Mamay benzer-metninde
(İnayet 2007:88-117) Manas’ın babası
Cakıp’ın adı “Kuubaş/Çocuksuz Cakıp”a
çıkınca, Cakıp ne yapacağını şaşırır ve
yaşlı-genç herkese ne yapması gerektiğini
danışır. Kendisine bir ihtiyar, “burnu
delik ineğe eski kara keçe evi yükleyip
ormana götürüp bırak” tavsiyesinde bulunur.
İnanca göre kadın bundan utanır,
utanan kadının da çocuğu olur. Kendisine
tavsiye edileni işi yaptıktan sonra,
Cakıp çok utanan karısının yüzüne bakmaz.
Çıyırdı, ormanda, ağlaya sızlaya
günleri ayları geçirir, rüyasına Cakıp
girer. Bu rüyadan sonra o yıl Çıyırdı hamile
kalır; ama bir kız dünyaya getirir.
Kardıgaç adı verilen bu çocukla birlikte,
Cakıp “çocuksuz” adından kurtulur,
ama yine bir erkek çocuk sahibi olamaz.
Bir müddet sonra, ormanda dolaşanlar,
yanındaki kırk çocukla birlikte “Ben
Cakıp’ın oğluyum, ben Manas’ım” diye
dolaşan bir çocukla karşılaştıklarının
haberini verirler. Bu dünyaya gelecek
olan Manas’ın habercisidir. Manas Destanının
Wilhelm Radloff tarafından derlenen
benzer-metninde (Yıldız 1995: 537)
Cakıp Han ilerlemiş yaşına ve Çıırçı’yı
alalı on dört yıl olmasına rağmen, bir
erkek çocuğu olmadığı için üzgündür.
Hanımının yerine getirdiği elmalı yerlerde
yuvarlanmak, mezarlıkları ziyaret
etmek, subaşlarında gecelemek, dağılan
saçını taramak, belini sağlamca bağlamak
gibi ritüeller ve pratiklerden sonra,
ilerlemiş yaşına rağmen çocuk sahibi
olur. Destanın Sagımbay Orazbakuulu
benzer-metninde (Orazbakuulu 2007:25-
83) ise Cakıp Han elli yaşına gelmiştir,
sınırsız zenginliğe sahiptir, o zamana
kadar iki eş almıştır ama bir çocuğu yoktur.
Çocuklu birini, hatta yavrulu hayvan
gördüğünde ağlar. Çocuğu olmadığı
için büyük hanımı Çıyırdı’ya, ikinci eşi
Bakdöölöt de hakaret eder, kendisinin
çocuk sahibi olabileceğini söyler. Çıyırdı,
Bakdöölöt ve Cakıp rüya görürler. Cakıp
Han büyük bir toy düzenleyip bu rüyayı
yorumlatır. Her üçünün rüyası da güzel
yorumlanır. Aradan iki yıl geçtikten
sonra Çıyırdı hamile kalır. Kırgız Türklerinin
tam metni ilk defa Türkiye’de
yayımlanacak olan “Boston” destanında
da (Yıldız, yayıma hazır metin: 8-11)
Kırgız Hanı Buuba, halkının çok sevdiği
bir handır, hayli malı-mülkü, ama bir de
eksiği vardır; çocuk. Buuba Han bütün
halkını toplayıp bir ziyafet verir ve yaşlandığı
halde çocuk sahibi olamadığını
söyleyerek kendisine bir çocuk vermesi
için Allah’a dua etmelerini söyler. Bütün
halk el açıp dua eder. Bu sırada gökyüzünü
bir bulut kaplar ve bulutun içinden
yeryüzüne inen bir ihtiyar “çocuk olacak”
diye müjde verir ve aradan iki-üç ay
geçince elli yaşını aşmış olan Kanışa’nın
hamile olduğu anlaşılır. Kırgız destanlarından
“Eşimkul menen Zuura” destanının
(Çelebi 2007:18-137) birinci bölümü,
tamamen çocuksuzluk üzerine kurulMillî
Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
80 http://www.millifolklor.com
muştur. Yaşlı Eşimkul ile Zuura’nın çocukları
yoktur. Eşimkul, birçok çocuğu
olan kardeşinden kendisine bir çocuğunu
vermesini isterse de kardeşi vermez.
Bunun üzerine çocuk umuduyla Eşimkul
ile Zuura yurttaki bütün şeyhleri, evliyaları,
mollaları dolaşıp yıllarca onlara
hizmet ederler ama nafile. En sonunda
bir hekimle karşılaşırlar, hekim kendisine
hizmet ettirmek yerine, kendisi
Zuura’ya hizmet eder ve onu tedavi edip
çocuk sahibi olmasını sağlar. Destanın
ikinci bölümünde Altın Kökül adı verilen
bu çocuğun maceralarını dile getirilir.
Bu destan, çocuk sahibi olma yolunda
Sovyet ideolojisini ve geleneksel olan
usuller yerine tıbbı tercih etme görüşünü
yansıtması bakımından dikkat çekicidir.
Destanda gelenek, çocuksuzluk
motifini kardeşten çocuk isteme ile zenginleştirir;
amaç her yolun denendiğini
ve kardeş de olsa bu konuda elden medet
umulamayacağını vurgulamaktır. Türk
boylarının birçoğunda bilinen, Kırgız
Türklerinde de yirminci yüzyılda yazıya
geçirilen “Muñdık-Zarlık” destanında da
(Akmataliyev 2007:193-211, Sabır uulu
2008:21) Çançarkan altmış yaşına kadar
altmış eş almıştır; fakat hiçbirinden bir
çocuğu olmamıştır. Bir çukurda dertlenip
ağlaya sızlaya yatarken, bir derviş
gelir ve halkın içinden güzel bir eş almasını,
böylelikle bir çocuğunun olacağını
söyler. Çançarkan, dervişin söylediklerini
yapar ama yine çocuk sahibi olamaz.
Aradan biraz zaman geçtikten sonra,
yine aynı çukura gelip yatar. Kırk gün
sonra yanına Hızır gelir ve evine dönüp
sayısız hayvan kesip büyük bir ziyafet
verirse, sofraya şeker koyarsa ve yeni
bir eş alırsa, bir kız bir oğlan iki çocuğunun
olacağını söyler. Bunları yerine getireceğine
kefil olunacak bir eş ararlar;
ancak bulamazlar. Çok fakir bir adam
olan ihtiyar Cobdur’un kızı da bir rüya
görmüştür; bu rüyayı kendisinin hanla
evlenip bir erkek ve bir kız çocuk dünyaya
getireceği şeklinde yorumlar. Bunun
üzerine hanla evlenir, gerçekten bir kız
bir erkek çocuk dünyaya getirir, ama
altmış kuma ile cadı çocukların yerine
köpek yavrularını koyarlar. Burada da
kahramanın altmış eşten sonra alınan
bir eşten dünyaya gelmesi, olağanüstü
şartları vurgulama amacına yöneliktir.
Çocuk cömertliğin ve konukseverliğin
ödülü olarak verilir. “Kurmanbek” destanının
(Akmataliyev vd 2002:158-159)
Şamşı Komuzçu’dan derlenen benzermetninde
Kurmanbek’in babası Çançarhan,
altmış hanım almış, ama çocuğu
olmamıştır. En küçük hanımını yanına
alır; yer-su ruhlarını ve mezarları ziyaret
eder, tövbe edip af dileyerek ağlayıp
dolaşır; nihayet, eşi bir erkek çocuk dünyaya
getirir; adını Kurmanbek koyarlar.
Aynı destanın Moldobasan Musulmankulov
benzer-metninde (Akmataliyev vd
2002:157,159) Madalkan’ın çocuğu yoktur.
Baybiçesi, kayberen yani dağlı hayvanların
hami ruhu tarafından emzirilen
bir çocuğu alıp evine götürür ve adını
Kurmanbek koyarlar, evlat bilirler. Bu
benzer-metinde Kurmanbek, kayberen
ile peri kızından dünyaya gelmiştir; dolayısıyla,
çocuksuzluk motifi mitolojik
varlıklarla genişletilmiş ve kahraman
da mitolojik bir hüviyete büründürülmüştür.
Destanın diğer benzer-metinlerinde
bu motif, kahramanın, annesi
kırk yaşındayken dünyaya gelmesi veya
Teyitbek yedi hanım alsa da çocuğunun
olmaması şeklinde işlenmektedir. Anlaşılacağı
gibi destanın benzer-metinlerinde
“çocuksuzluk” teması değişmemekte;
ancak bunun ifade kalıpları değişmektedir.
“Er Töştük” destanında (Radloff
1885:526-527) İleman Bay’ın oğlu Er
Töştük, babasının yaşlandığı çağda, sekiz
ağabeyinden sonra dünyaya gelir.
“Er Bolot” destanının (Akmataliyev vd.
2002:50) kahramanı, elli yaşındaki babanın
yer-suya hürmet etmesi, mezarlıklarda
gecelemesi suretiyle olur. “Manas”
Millî Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
http://www.millifolklor.com 81
destanının “Kökötöy’ün Aşı” bölümünde
Kökötöy doksan yaşında olmasına rağmen
bir çocuk sahibi olamamıştır. Er Töştük
ile peri kızından doğan çocuğu, peri kızı
Er Töştük’e kızıp Kökötöy Han’ın devesinin
hörgücüne asar. Kökötöy, yaşlılığımda
bulduğum evlat diyerek Bokmurun
adı verilen çocuğu sahiplenir. “Er
Koşoy” destanında (Tekalan 2002:34-49)
Katagan Han, bir çok hanım almasına
ve yaşı da elliye ulaşmasına rağmen
çocuksuzdur. Destanda Katagan Han,
bu durumdan uzun uzun şikâyet eder.
Kırgız destanlarında, çocuksuzluk motifi
bakımından dikkati çeken bir nokta,
Manas-Semetey-Seytek, Er Töştük-Coodarbeşim,
Kurmanbek-Seyitbek gibi
daireleşmiş destanlarda çocuksuzluk
motifinin oğul için tekrarlanmamasıdır.
Manas’ın oğlu Semetey ve Semetey’in
oğlu Seytek’in doğumları, babaları öldüğü
sırada annelerinin hamile olması ve
babalarının ölümünden sonra doğmaları
şeklinde zenginleştirilmektedir.
Özbek destanlarından “Alpamış”’ın
Bedri Bahşı’dan derlenen ve Töre Mirzayev
tarafından neşre hazırlanan benzer-
metninde (Mirzayev 1999) Baybörü
ve Baysarı isimli iki padişah kardeşin
yaşları otuz üçe geldiği halde çocukları
yoktur ve bir toyda önlerine kesmeyen
bıçak konularak kendilerine çocuksuz
oldukları hatırlatılır. Bunun üzerine
toydan ayrılan padişahlar yakaladıkları
geyiğin hamile olduğunu anlayınca
bırakırlar. Bu imtihanın sonunda ikisinin
de hanımı hamile kalır; böylece
destanın başkahramanları Alpamış ile
Barçın dünyaya gelir. Aynı destanın
Fazıl Yoldaşoğlu benzer-metninde (Yoldaşoğlu
2000) çocuksuz olan Bayböri ile
Baysarı’ya, gittikleri sünnet düğününde
hürmet gösterilmez. Kendi atlarını kendileri
bağlarlar, altlarına kimse döşek
koymaz, yemeğin artığı önlerine konulur.
Bunun üzerine toyu terk eden beyler,
birçok hediye ile üç günlük yoldaki
Şahımerdan Pir’in bahçesine giderler.
Bahçede hediyeleri pirlere verirler ve
bahçeye döşek serip otuz dokuz gece yatarlar.
Hz. Ali seslenerek onlara çocuk
verilmediğini söyler. Kırk gün daha türbenin
dibinde yattıktan sonra yine bahçeden
ses gelir ve her ikisine de çocuk
verildiği müjdelenir. “Dalli” (Türkmenli
2006:3) destanında Köroğlu’nun çocuk
sahibi olmayışının sebebi, kendisine “at
mı, evlat mı” diye sorulduğunda “at” demesindendir;
çocuksuzluk, Köroğlu’nun
Ayvaz’ı evlat edinmesi ile kapatılır.
Rüstem Han (Baydemir 1998, Baydemir
2002:169-178) destanında da üç hanımı
olmasına rağmen çocuğu olmayan ve
yaşlanan Sultan Han, bir gün namazdan
sonra dervişlere dua ettirir ve onların
duaları sayesinde ortanca hanım hamile
kalır. Han bir rüya görür; çocuk şartlı
olarak bağışlanmıştır, ancak han, Kurudım
ülkesine gider de on dört yıl kalırsa
çocuk yaşayacaktır.
Karaçay-Malkar destanlarından
“Bekmırza ile Kaysın”’da, çocuksuzluk
motifi detaylı bir şekilde işlenmese de,
destanın başında kahramanın babasının
evlendirilmesi “Çocuksuz kaldı Tazret
denen evlâdı/Buna bütün akrabalar
arkadaşlar geldiler/Geldiler de, onlar
bunu evlendirmeye karar verdiler/Dağ
Ardı’na dünürcüler gönderdiler” (Tavkul
2004:241) şeklinde dile getirilmektedir.
Nart destanlarında (Aliyeva vd.
1994:170-172) Alavgan’a evlendiği Nart
kızları dayanamayıp kaçar, o da bir çocuk
sahibi olamadan yaşlanır. En sonunda
tek gözlü çirkin bir emegen kızıyla
evlenir. Emegen kız, her ay iki erkek
çocuk doğurur ve onları yer. Alavgan’ın
süt annesi Satanay Biyçe, emegen kızı
bacada doğum yapmaya ikna eder ve
bacadan aşağıya düşen çocuğu alarak
Alavgan’ın yaşlandığı sırada dünyaya
gelen çocuğunun yaşamasını sağlar. Bu
destanda dünyaya gelen çocuğun olağanüstü
şartları daha farklı bir şekilde
Millî Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
82 http://www.millifolklor.com
vurgulanmıştır.
Altay destanlarından “Ak Tayçı”da
(Dilek 2002:112), Ak Bökö Han’ın hanımı
Altın Topçı genç yaşta bir erkek çocuk
doğurur; fakat bu çocuk, Erlik Biy tarafından
götürülmüştür. Destanın kahramanı
olan Ak Tayçı, Altın Topçı’nın “dişi
altın gibi sarardığında, başı tavşan gibi
aklaştığında” yani yaşlandığında dünyaya
gelir. “Kozın Erkeş” destanında (Dilek
2002:252-255) kahraman, eti-kanı
çekilmiş; odun, su getirmeyi birbirinden
bekleyen iki yalnız ihtiyarın çocukları
olarak, hatta baba Ak Bökö uykudayken
dünyaya gelir. Baba olan Ak Bökö, eşinin
yaşlılık vaktinde boş keçeyi çocuk yerine
koyduğunu sanır. Gerçekten bir erkek
çocuğu olduğunu anladığında, “ihtiyarlığında”
dünyaya gelen bu çocuğu sarmak
ve doyurmak üzere hazırlık yapmaya
gider; geri geldiğinde eşikten içeri girer
girmez, çocuğunun adını ne koyduğunu
söyler ve ölür. Böylece, destanda bu kahramanın
aynı anne ve babadan doğacak
başka alternatifi olmadığı vurgulanır.
Aynı destanın “Közüyke” benzer-metninde
de (Dilek 2002:306-310) birbiri ile
dost olan Karatı Kağan ile Ak Kağan’ın
saçlarına ak düştüğü çağda birinin kız,
diğerinin erkek çocuğu olur. Çocukların
müjdesini, birbirinden ayrı avlanan iki
dost, vurmak üzere oldukları dişi maraldan
alırlar. “Erke-Koo” destanında
(Dilek 2007:134-135) Ar-Aspak sert eti
pörsümüş, kemiği yumuşamış yaşlı ve
zengin bir kişidir ama çocuğu yoktur.
Altay’a avlanmaya gittiği sırada yurdu
yağmalanır ve geride sadece annesinin
demir yüksüğü ile babasının çakmaktaşı
kalır. Demir yüksükten bir kız çocuk,
çakmak taşından da zayıf bir tay ile bir
erkek çocuk çıkar. Bu erkek çocuk destanın
kahramanıdır. Destanda yüksük
dişinin, çakmak taşı da erkeğin sembolüdür.
Destan geleneğinin, insanoğlunun
yaradılışında var olduğuna inanılan
anasır-ı erbaanın ikisinden; toprak ve
sudan uzakta durmasının mümkün olamayacağı
felsefesini yansıttığı “Ak Biy”
destanında (Dilek 2007:370-380) aynı
adı taşıyan, kemiği yumuşamış ihtiyar
kağanla, Altın-Targa adlı ihtiyar eşinin,
çok mal-mülkleri, kalabalık halkları olsa
da çocukları yoktur. Bunun için Ak Biy,
ak kayın ağacını yere saplar, emsalsiz
kısrağın ak sütünü sağıp dolunayda yere
saçar, ak bez bağlar ve gökyüzündeki Üç-
Kurbustan’dan çocuk dilemek için gökyüzü
ülkesine gider. Orada Kurbustan’ın
ak sarayını üç defa dua ederek dolaştıktan
sonra, dileğini söyler. Bu uygulamalardan
sonra, Üç-Kurbustan ona şartlı
olarak bir evlat verir; büyüyene kadar
yere bastırmayacaklardır. Ak Biy, yurduna
döndüğünde hanımının bir erkek
çocuk doğurduğunu öğrenir. Çocuğu ak
kilimin üzerinde, yere bastırmadan büyütürlerken,
bir arslan çocuğun ayağını
ısırır ve çocuk ölür. Yaşlı Ak Biy, aynı
yollardan Üç-Kurbustan’a tekrar gider
ve sağlam bir çocuk vermediği için tanrıya
kızarak tekrar çocuk ister. Yine şartlı
olarak bir çocuk bağışlanır; o da hiç
suya değdirilmeyecektir. Döndüğünde
yine hanımının bir erkek çocuk dünyaya
getirdiğini öğrenir. Çocuğu sudan uzak
tutmak için susuz dağa çıkarlar ama
bu çocuk da içki kazanına düşerek ölür.
Üçüncü kez Üç-Kurbustan’ın katına varır;
yine kendisine bir çocuk verilir, bu
seferki şart çocuğun Üç-Kurbustan adını
çok anmamasıdır, destan bu kahramanın
maceraları etrafında sürer.
Şor Türklerinin “Ak Kan” destanında
(Ergun 2006:156-157), üç nesil
yaşayan Ak Kan’ın sakalı ağarıp martıya
dönmüştür, azı dişi sararmıştır; ama
çocuğu yoktur. Altın Arığ isimli eşi, onu
kırk yıldır çıkmadığı ava gönderir; geri
geldiğinde bir erkek bir kız; iki çocuğunun
olduğunu görür. Avcılığın önemli
olduğu bir toplumda, kırk yıl ava gitmemek
olağan bir durum değildir; ava çıktıktan
sonra çocuğun olması, baba olacak
Millî Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
http://www.millifolklor.com 83
kişinin av ile sınanması demektir. “Altın
Sırık” destanında (Ergun 2006:238-240)
ihtiyar Altın Kağan ile kocakarı Altın
Arıg’ın çocukları yoktur; bu problem, üç
yaratıcı tarafından çözülür ve Altın Sırık,
onlara evlat olarak gönderilir; destanın
kahramanının varlığı, kutsallaştırılır.
“Aran Tayçı” destanında (Ergun
2006:308-310) Kök Kağan yetmiş, karısı
seksen yaşına geldiği halde ne oğulları ne
de kızları vardır. Kök Kağan, dostu Altın
Mökö’yü öldürüp onun karısını almak
için gittiğinde, Altın Mökö, ona, bilmediği
bir şeyi söyler; Kök Kağan’ın çocuğunu,
karısının karnından yerin yedi kat
altındaki Çılan Mongus çalmıştır ve çocuk
yedi yıldır demir çamın başında çivilidir.
Bu destanda çocuksuzluk farklı bir
boyutta işlenir; bir çocuk vardır ama ne
anne ne de baba onun varlığından haberdardır.
Çocuğun anne karnının sembolü
olan yerin yedi kat altından kurtulup
gelmesi de yaşlı anne-babadan doğması
kadar bir mucizedir. Şor Türklerinin
“Karattı Pergen” (Ergun 2006:439-451)
isimli destanının kahramanı, babası yüz
beş yaşında, annesi de yaşlanmış iken
dünyaya gelir. “Kartıga Pergen”de (Ergun
2006:455-456) ise, Altın Kağan çok
zengindir ama çocuğu yoktur; ava gider,
altı yıl sonra döndüğünde yaşlı karısının
hamile olduğunu görür. Bu destanda
kahramanın babasının yaşı doğrudan
söylenmez ama, doksan yıldır dövüşmek
için kendisi arayan Kara Mökö dolayısıyla
yaşının doksanın üzerinde olduğunu
düşünebiliriz. Kahramanın altı yıldır
avda olan babadan dünyaya gelmesi ise,
kanaatimizce zaman mantığının bozulmasından,
dolayısıyla destanın masallaşmasından
kaynaklanmaktadır.
Tıva destanlarında da çocuksuzluk,
yaygın motiflerdendir. “Alday-Buuçu”
(Ergun, Aça 2004:211-213) üç yüz yaşına
kadar çocuk sahibi olamaz; doksan gün
düşünür, kutsal kara kitabını açar, lamaya
müracaat etmeye karar verir. Yine
doksan gün düşünür, lamaya sunacağı
kurbanlara karar verir. Lamanın otağına
girer ve doksan gün dua eder. Lama,
kutsal kara kitabına bakıp kızıl kaplı ilacı
verir. Alday-Buuçu’ya bu ilacı karısına
üç gece boyunca ezip içirmesini söyler.
Bundan iki-üç ay sonra Alday-Buuçu’nun
hanımı hamile kalır. Bu destanda formel
sayılarla motif zenginleştirilir. “Tanaa
Herel” destanında (Arıkoğlu 2007:209-
263) Şañ Haan, yüz sekiz kadın aldığı
halde, çocuksuzdur. Bilge bahşıya gidip
danışınca, batıda yaşayan Pat-Patpalçın
hanın kraliçesini davet edip dua ederse
çocuğunun olacağını öğrenir. Ama oraya
gidecek kimse bulunamaz. Bir ihtiyar, üç
yaşındaki oğlunun gidebileceğini söylerse
de, çocuğun bindiği bütün atların beli
kırılır; ancak üç yıl gebe kalıp üç ayda
doğuramayan kısrağın tayına binebilir.
Destan bundan sonra Tanaa Herel adlı
bu çocuğun, kraliçeyi davet etmek üzere
gitmesiyle devam eder. Destan aslında,
Tanaa Herel’in kahramanlıklarını anlatır;
ancak destanın başlangıcında, asıl
kahramanın doğrudan kendisiyle ilgisi
olmasa da çocuksuzluk motifi yer alır.
Destanda, çocuksuzluktan kurtulma
teması şu şekilde zenginleştirilir; Pat-
Patpalçın hanın kraliçesine dua eden
yüz kadının çocuğu olur, o da bir kadın
diyerek dua etmeyen sekiz kadının ise
hiç çocuğu olmaz. “Bayan Toolay” destanında
(Arıkoğlu 2007:475-479) da Möge
Bayan Toolay yaşlı ve zengindir, ancak
çocuğu yoktur. Kendisi gibi çocuksuz bir
ihtiyarla karşılaşır ve onunla dost olur,
çakmak taşlarını Tanrı’ya yemin ederek
değişirler. Evine geldiğinde karısı hamile
olduğunu söyleyince, yaşlandığı için
kendisi ile alay ediyor zannederek kızar.
Hakas destanlarından “Altın Çüs”te
(Arıkoğlu 2007:36-53) de Alp Han’ın kendisi
“er yaşlısı”, atı Ak Kula da “at yaşlısı”
olmuştur; malına-mülküne sahip
çıkacak bir evladı yok diye hayıflandığı
sırada, kendisi gibi yaşlanmış olan hanıMillî
Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
84 http://www.millifolklor.com
mı, altı aylık hamile olduğunun haberini
verir. Gençliğinde de Ak Han’ın eşi Altın
Arığ, eşi bir han kızını kuma almasın
diye hamile olduğunu söylemiş ama
doğru çıkmamıştır. Ak Han bu defa eşine
inanmaz; ama doğru çıkar. “Ax Çibek
Arığ” destanında (Arıkoğlu 2007:213-
243) da Ak Han “er yaşlısı”; atı “at yaşlısı”
olmuştur. Eşi Ay Hucın da yaşlanmıştır.
Hayli mal-mülk sahibi olmasına
rağmen, halkına karşı acımasız olan Ak
Han çocuk sahibi değildir. Halkın güzel
elbiseler giymesini istemeyen, onları ölmüş
hayvan etiyle besleyen Ak Han, karısını
da çok yediği için döver. Ay Hucın
aslında bir han-kızıdır; Ak Han’ı on iki
gün süren güreşte, atışmada yenemediği
için, Ak Han tarafından zorla eş olarak
alınmıştır. Ak Han’ın çocuğunun olmaması,
kötülüklerinin cezası gibidir; Ay
Hucın hamile kalsa da çocuğunun olacağını
kötü eşinden gizler. Ak Han, kendisine
meydan okuyan bir yiğitle dövüşüp
öldüğü sırada Ay Hucın bir çocuk dünyaya
getirir. Ay Molat isimli düşman gelip
çocuğu istediğinde Ay Hucın, “Yaşım
geçti, kemiğim sertleşti, nasıl benden çocuk
doğar?” diye cevap verir, kendisine
yapılan bütün eziyetlere rağmen doğurduğu
çocuğun sırrını ifşa etmez.
Nogaylı destanlarından “Kırımnıñ
Kırk Batırı”nda (Sıdıkulı 2005:155) kırk
bahadırdan biri olan Cubanış da babası
Karadön altmış yaşına geldiğinde dünyaya
gelir. Bir başka bahadır olan Egis,
Süyiniş’in kırk yaşında sahip olduğu bir
çocuktur (Sıdıkulı 2005:183). Destanın
Tana adlı bölümünde de kendisi kırk,
on beşinde aldığı hanımı da otuz beşine
geldiği halde, Tana’nın çocuğunun
olmamıştır (Sıdıkulı 2005:213). “Şora
Batır”da (Sıdıkulı 2005:225-237) Kazan
hanı Nerik de seksen yaşındadır ve en
büyüğü yirmi altı, en küçüğü de on altı
yaşında beş hanımı olmasına rağmen, çocuksuzdur.
On sekiz yaşındaki Mendi’yi
alır; Şora, seksenini geçmiş Nerik’le,
Mendi’nin çocuğu olarak dünyaya gelir.
Koblandı’da (Sıdıkulı 2005:269-272) Kıdırbayulı
Koblandı ile kız kardeşi Hansulu,
Kıdırbay seksen yaşını aştığında,
anaları da ihtiyarladığında ikiz olarak
dünyaya gelir. Bir başka kahraman Akconasulı
Er Kenes (Sıdıkulı 2005:351)
babasının yaşı yetmiş, anasının yaşı elliye
yettiğinde doğar.
Kırım Türklerinin “Çora Batır”,
“Edige”, “Amet Şah” gibi kahramanlık
destanlarında çocuksuzluk motifi yer
almaz. Anadolu sahasında halk hikâyesi
olarak tanımlanan ve diğer Türk boylarında
olduğu gibi, Kırım Türklerinde de
destan olarak bilinen Kerem ile Aslı’da
(Yüksel 2005:591), bir padişah ile onun
haznedarı olan Ermeni keşişinin çocukları
yoktur. Eşleri bahçede gezerken
bir dervişe rastlayıp dertlerini söyler,
sadaka verip dua etmesini isterler. Dervişin
verdiği elmayı yedikten sonra, her
ikisinin de birer çocuğu olur. “Tahir ile
Zöhre”’nin (Yüksel 2005:631) diğer Türk
boylarındaki eş-metinlerinde olduğu
gibi, Kırım eş-metninde, padişah da vezirleri
de çocuksuzdur. Kapıya gelen bir
dilencinin verdiği elmayı yiyen padişah
ile vezirin hanımları hamile kalır.
Türk boylarında destan olarak adlandırılan
“Lâtif Şah”, “Melikşah ile Güllü”,
“Asuman ile Zeycan”, “Kirmanşah”,
“Sevdakâr Şah” ile “Gülenaz Sultan”,
“Varaka ile Gülşah”, “Bey Böyrek”, “Şah
İsmail” (Alptekin 1997) gibi halk hikâyelerinde
de çocuksuzluk motifi vardır ve
bunlarda bereketin sembolü olan “elma”
çare unsurudur.
“Koblandı Batır”’ın Kazak eş-metninde
(Batırlar Jırı I 1986:17-18) Koblandı,
altmış yaşındaki Analık ile doksan
yaşındaki Toktarbay’ın evliyalara adaklar
adayıp Allah’a yalvararak buldukları
bir çocuktur. Kazak destanlarından “Er
Sayın”ın (Baytursınov 1991:99-104) baş
kahramanı da babası Bozmunay altmış,
anası elli yaşını geçtikten sonra, bir piMillî
Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
http://www.millifolklor.com 85
rin Bozmunay’ın rüyasına girmesi neticesinde
dünyaya gelir, ismini de aksakal
verir. Kırgız Türklerinde destan formatında
söylenegelen Er Töştik, Kazak
Türklerinde masallaşmıştır. Destandan
masala dönüşümün güzel bir örneği olan
metinde Er Töstik (Kazak Halık Adebiyeti
4:5), sekiz oğlu olan; ama hayvanları
alıp uzaklara giden bu sekiz oğlundan
yıllardır haber alamayan kocakarı ile
ihtiyar Ernazar’ın açlıktan yerlerinden
kalkamaz hâle geldikleri bir anda, ocağın
içinde asılı olduğunu gördükleri at
döşünü yedikten sonra canlanıp buldukları
bir çocuktur. At döşü, bu destanda
“elma” nın fonksiyonunu üstlenir. Bu
metinde de Kırgız geleneğindeki gibi, çocuksuzluk
motifi daha farklı bir açıdan
işlenmiştir. “Er Kosay” destanının (Aça
2002:228,251) kahramanı da, aslında
yedi kardeş olup Kalmukların elinden bir
tek kendisi sağ kalan Er Bökşe’nin altmış
yaşındayken dünyaya gelen oğludur.
“Hemra” destanında (Radloff 1870:443-
452, Yıldız 2001:557-564) Kusray isimli
padişah çocuksuzdur. Veziri Kasım’ın
tavsiyesiyle Hz. Ali’nin mezarına gider
ve burada ağlayıp yalvarırken uyuya kalır.
Rüyasına Hz. Ali girer ve ona kendisine
biri kız, üçü oğlan dört evlat bağışlanacağını
müjdeler; ama bu çocukların
on dört yaşında geri alınacağını söyler.
Padişah, böyle çocuğu istemediğini söylerse
de çıyan sokup zehirlenince hanımıyla
beraber olmak zorunda kalır ve
böylece hanımları hamile kalır. Diğer eşmetinlerdeki
gibi, bunda da yaşlı padişahın
şartlı olarak çocuk sahibi olabildiği
görülmektedir. Bu destanda, çocuksuzluğun
çaresi, İslamileşmiştir. “Kubıkul”
destanında (Arıkan 2007:38-222) Veli
isimli hanın malı-mülkü çoktur, namuslu
ve dürüst bir handır; ancak tek eksiği
yaşı yetmişe ulaşsa da bir çocuk sahibi
olamayışıdır. Bundan dolayı, halkı artık
ona itibar etmez olur, horluk görür.
Bunun üzerine tacı-tahtı bırakıp demir
çarık ve demir asa ile bir fakir gibi yollara
düşer. Bütün evliyaları dolaşır, çare
bulamaz. Yurduna geri dönerken Tükti
Evliya’ya uğrayıp derdini anlatır. Tükti
Evliya bütün malını kesip sadaka olarak
dağıtmasını, iyi bir han olmasının ödülü
olarak kendisine bir oğul vereceğini
söyler. Bu destanda çocuk, demir asa ve
çarıktan anlaşılacağı gibi sabrın, sebatın
ve hayırseverliğin mükâfatıdır.
Türkmenlerdeki “Huyrlukga-Hemra”
destanında (Yıldız 2001:201-287) da
Hemra ve kardeşleri, kırk kızla evlense
de çocuksuz olan padişahın Hz. Ali’nin
türbesinde rastladığı Hızır’a yalvarmasından
sonra, on dört yaşında ölecekleri
kaydıyla verilir. Burada da motif İslamileştirilmiştir.
Uygur Türklerindeki “Hemra ve
Hurlika” (Yıldız 2001:287-347) eş-metinlerinde
de padişah, çocuksuz olduğu
için hakarete uğrar, çocukları yine on
dört yaşında ölecekleri kaydıyla verilir.
Çın Tömür Batur destanında (İnayet
2004:140-166) çok zengin olan padişahın
iki hanımından da bir çocuğu yoktur. O
ava çıktığında küçük hanımı önce bir erkek,
yıllar sonra da bir kız çocuk dünyaya
getirir, ama kıskanç büyük hanım tarafından
bu çocukların yerine birincisinde
köpek, ikincisinde ise kedi yavrusu konarak
çocuklar göle atılır. Çocuklar, bir
ayı tarafından bulunur ve büyütülürler.
Motifin, bazı Türk boylarında totemistik
olan “ayı” tarafından büyütülme ile zenginleştirildiği
görülmektedir. Uygur edebiyatında
aşk-muhabbet destanı olarak
adlandırılan “Gerip-Senem”de (İnayet
2004: 167-234) kahramanlar, padişah ile
vezirin avda, hamile olan geyiği serbest
bırakmalarının neticesinde dünyaya gelirler.
“Tahir-Zöhre”nin diğer eş-metinlerinde
olduğu gibi, Uygur metinlerinde
de (İnayet 2004:235-278) aynı motif
vardır. “Senuber” destanında (İnayet
2004:279-364) Hurşid, padişahın dualarla
sahip olduğu tek çocuktur. “Kemerşah
Millî Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
86 http://www.millifolklor.com
ve Şemsican”ın (İnayet 2004:365-414)
kahramanları da İsfehan şahı Hüseyin
ile Kuh-i Kaf’taki dev perilerin padişahı
Şaperkut’un Allah’a duaları sonucunda
sahip oldukları çocuklarıdır.
Tatar destanlarından “Altayın Sayın
Süme”de (Urmançı 2007a:173-186)
kendisi seksen, karısı doksan yaşında
olan ihtiyarın, tek sığırını kesip insanları
konuk etmesi ve ayakları ile kellesi
kaldığında ormanda bulduğu bir aksakalı
getirip ağırlamasından ve ona çocuk
için dua etmesini söylemesinden sonra
yaşlı karısı hamile kalır ve ihtiyar,
kendisi ebelik yapıp doğurtur. Bu destanda
da çocuk, malına kıyabilmenin,
yani cömertliğin ve misafirperverliğin
ödülüdür. “Kara Kükel” destanında da
(Urmançı 2007a:206-214) kahraman, babası
yetmiş, annesi ise kırk yaşında iken
dünyaya gelir. “Alpamış” destanının Tatar
eş-metinleri olan “Alpamşa” ve “Alıpmemşen”
destanında, destanın diğer
eş-metinlerinin aksine, çocuksuzluk motifi
işlenmez. “Hurluga hem Hemra”nın
Tatar eş-metninde (Urmançı 2007b:56-
80) ise, padişah, erkek çocuğu olmayan
veziri Kasım’ın tavsiyesine uyarak Hz.
Ali’nin türbesine gider. Allah kendisine
evlat bağışlar ama diğer eş-metinlerdeki
gibi, on dört yaşında bu çocuklar
ölecektir. “Tahir ile Zühre” destanının
birçok eş-metni gibi, Tatar metni de
(Urmançı 2007b:109-180) çocuksuzluk
motifi ile başlar. Bu metninde çocuksuz
padişah ülkesinde ne kadar hekim ve
usta tabip varsa getirtip türlü tedaviler
denemiş ama çocuğu olmamıştır. Veziri
de çocuksuzdur. Kılık değiştirip dolaşan
padişah ve vezirin rastladıkları ilk
dervişe bin altın bahşiş vermeleri, ikinci
dervişin de remil falı ile gönüllerindeki
arzunun ne olduğunu bilerek ikisine bir
elmayı ortadan bölüp vermesi üzerine
çocukları olur. Bu metinde, çocuksuzluk
teması, ikinci bir derviş ve fal motifi ile
zenginleştirilmiştir. Aynı destanın bir
başka Tatar benzer-metninde (Urmançı
2007b:181-190) çocuksuz padişah ile
veziri, adak, kurban, dua, ilaç, muska,
üfürük, tükürük gibi her çareye başvurduğu
halde çocuk sahibi olamaz. Bunun
üzerine tacı-tahtı bırakıp derviş kılığına
girer, dolaşırlar. Bir ağacın altında
dinlenirken yanlarına gelen bir derviş,
onların derdinin ne olduğunu bilir ve
bir elma verir, bu elmayı bölüp yediklerinde
çocuklarının olacağını söyler. Bir
başka Tatar benzer-metninde (Urmançı
2007b:190-202) ise çocuksuzluk vurgulanmaz,
doğrudan padişaha çocuk müjdesi
verilir. “Leyle bilen Mecnun”un bir
Tatar eş-metninde (Urmançı 2007b:202-
254) Benigamir kabilesinin reisi çocuksuzdur;
yaptığı hayırlardan sonra bir
çocuğu olur. “Şahsenem hem Garip” (Urmançı
2007b:262-308) destanı da çocuksuzluk
motifi ile başlar. Çocuğu olmayan
padişah ile vezirinin hamile hanımları,
onlar ava gittiğinde biri kız, diğeri erkek
doğurur.
Karakalpak destanlarından “Kırk
Kız”ın (Maksatov 1993:17-18) başkahramanı
olan Gülayım, altı kadınla evlenip
yaşı altmışa gelen; ama çocuğu olmayan
bir zenginin yaşlandığı sırada olan kızıdır.
Karakalpak Türkleri arasında anlatılan
“Alpamıs”, “Bozoğlan”, “Gülistan”,
“Er Şora”, “Mespatşa”, “Sayathan-Hemire”,
“Hurliha-Hemire”, “Şaryar” destanlarının
eş-metinleri de çocuksuzluk
motifi ile başlar (Ahmetov, Bahadırova
1998:140-172).
Alpamış destanın Başkurt eş-metni
olan “Alpamışa” (Ergün, İbrahimov
2000:249-286)’da hem Eyler han hem de
Akkübek Han çocuklarının olmamasından
dolayı muzdariptir. Günlerden bir
gün doksan yaşındaki Akkübek Han’ın
seksen yaşındaki hanımı önce oğlan
sonra bir kız, Eyler Han’ın seksen yaşındaki
hanımı da bir kız dünyaya getirir.
Bunlara Alpamışa ve Barsınhılıv
adı verilir. “Kuzıykürpes” destanının
Millî Folklor, 2009, Y›l 21, Say› 82
http://www.millifolklor.com 87
Başkurtlardaki eş-metninde ((Ergün,
İbrahimov 2000:327-435) Karabay adlı
zengin ve muhterem kişi, üç hanım aldığı
hâlde çocuksuzdur. Bir gün avda diğer
avcılar kaçtığı hâlde o kaçmayıp yaman
bir arslanı öldürür. Bunun üzerine bir
toy düzenleyip herkesi ağırlar. Bu sırada
bir aksakal gelir ve herkes dağıldıktan
sonra, Karabay’a Hz. Muhammed
vasıtasıyla bir erkek evlat verileceğini
müjdeler. Burada, Karabay, cesareti ve
misafirperverlik göstermesi sebebiyle
çocukla mükâfatlandırılır. Bu mükâfat
Kuzıykürpes’tir. Motif İslamileşmiştir.
Gagavuz Türklerinin masallaşmış
destanlarından olan Şah İsmail’de (Özkan
2007:160-166) padişah, çocuksuz
olduğu için padişahlıktan atılır. Çocuğa
elma motifi ile kavuşur.
Sonuç: Türk destan geleneğinde,
“çocuksuzluk” olarak adlandırılan motif,
kahramanın babasının bir bey olması,
çok mal-mülke sahip bulunması,
bir veya birçok eşi olmasına rağmen bir
çocuğa sahip olamayışı, çocuğun haberinin
mucizevi bir şekilde verilmesi, şartlı
olarak bağışlanması gibi temalarla zenginleştirilir.
İleri yaşlardaki anne ve babadan
dünyaya gelme, bu kahramanın
başka alternatifinin olamayacağını; dolayısıyla
önemini vurgulamak için destancının
kullandığı bir yoldur. Bu motif,
sadece kahramanlık destanlarında değil,
Türkiye Türkçesinde halk hikâyesi, ancak
diğer Türk boylarında aşk destanı/
muhabbet destanı/sosyal konulu destan
vb. olarak adlandırılan türlerde de geçerlidir.
Kahramanın, annenin veya babanın,
çocuk sahibi olabilmek için elmalı
yerlerde yuvarlanıp su pınarlarında gecelemesi
gibi mitolojik unsurlar barındıran
bazı pratikleri yerine getirmesinden;
borçluların borçtan kurtarılması, açların
doyurulması, çıplakların giydirilmesi
gibi hayır işlerinden; aksakal, derviş,
Hızır gibi bir olağanüstü gücün yardıma
gelmesinden, babanın bir kahramanlık
göstermesinden sonra dünyaya gelme
de, gelenekte, destan kahramanının
diğer insanlardan farklı olduğunu vurgulamak
üzere kurgulanır. O, dünyaya
gelmesi beklenen, dilek-niyazlarla istenen
ve birçok destanda, Tanrı’nın da
varlığı ile bizzat ilgilendiği bir çocuktur.
Bilindiği gibi, “Oğuz” destanı dışında,
İslamiyet’in kabulünden önceki döneme
ait Türk destan metinleri günümüze
ulaşmamıştır. Bu döneme ait, Çin, Bizans,
İran, Arap v.b. kaynaklarındaki
Türk destanları ile ilgili bilgi ve özetlerden
ve günümüze ulaşan “Oğuz Destanı”
metninden hareketle, bu destanlarda
muhtemelen çocuksuzluk motifinin yer
almadığı söylenebilir. Peygamberler tarihinde
de bu temayı, özetle: “Hz. İbrahim,
ilerlemiş yaşına rağmen çocuğu olmayınca,
Allah’a yalvarır, bir çocuk ister. Bir
oğlu dünyaya gelir. Çocuğu koşabilecek
çağa geldiğinde, Allah’a inanıyorsa oğlunu
kurban edecektir. Bu bir imtihandır.
Hz. İbrahim’in İsmail’i kurban etmeye
hazırlanması, imtihanı başarmasıdır.
Bunun üzerine, kurban edeceği oğlunun
yerine Allah ona koç gönderir” şeklinde
görmekteyiz. Semavi dinlerde ortak olarak
yer alan bu kıssada da “çocuksuzluk”
ve “imtihan” ve “şartlı çocuk” vurgulanır.
Türk destanlarından yukarıda verdiğimiz
örnekler, bu motifin, Müslüman
olsun olmasın, bütün Türk boylarının
destan geleneğinde çok zengin ve detaylı
bir şekilde işlendiğini göstermektedir.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder