OKTAY YİVLİ
Yahya Kemal’in Şiirinde Mekân
akalemizde Yahya Kemal’in Kendi Gök Kubbemiz ve Eski Şiirin Rüz- gârıyle kitaplarındaki mekân olgusunu ele alacağız. Bu bağlamda Yahya Ke- mal’deki mekânın tipi, şairin ona bakış açısı, mekân - zaman ilişkisi, mekânın şiirde sunuluşu irdelene- cektir. Roman ve öykü kuramı içinde mekânın önemli bir yeri vardır. Olay, olay örgüsü, zaman ve kişilerin yanı sıra mekân; tahkiyeli eserlerde kurucu bir ögedir. Hem anlatı kişilerinin kimliklerinin, kül- türel ve ekonomik durumlarının ortaya konulma- sında hem de eylemlerin somutlaştırılması noktasında mekân işlevsel bir özelliğe sahiptir. Ro- manda açık ve kapalı mekân türlerinden hangisinin yeğlendiği, seçilen mekân- ların simgesel anlamlarının olup olmadığı üzerinde durulan meselelerdir. Ancak mekânın şiirde aranması, önemsenmesi Türk edebiyatı için yenidir. Bu konuyla ilgili olarak Ahmet Oktay’ın Metropol ve İmgelem ile Mehmet Nar- lı’nın Şiir ve Mekân adlı kitaplarını anmak yerinde olur. Öncelikle, şiirde mekânı araştırmak edebiyat bilimine ne kazandırır, sorusunu sormak gerekir. Şiir kura- mında konu, izlek, imge, biçim, ölçü, ahenk, dil ve üslup öteden beri önemse- nen kavramlardır. Bir şiire, bir şaire bu kavramların ışığında bakmak araştırıcıya çözümleyici bilgiler kazandırmaktadır. Bu noktalardan bakıldığında bir şairi dönemi içindeki diğer şairlerden ayırmak; bir şiirin estetiğini ve iletisini ortaya koymak mümkün olmaktadır. Bir şiirde ya da bir şairde mekân ögelerini aramak, bir şairin sıklıkla hangi mekânları kullandığını saptamak, bir şairin mekâna nasıl baktığını sorgulamak da; şiirde ahenk ögelerini aramanın ya da şiirde izlekleri takip etmenin sonucuna benzer kazanımlar ortaya koyacaktır. Şairin mekân karşısındaki tutumu, ele alı- nan şiirle ilgili açıklayıcı bilgiler sağlayacaktır. Bir şairi, yoğun olarak kullandığı
680
M
Oktay Yivli
681
TÜRK DİLİ
izlekler bakımından ya da tercih ettiği biçimler bakımından çağdaşı diğer şair- lerden ayırmak nasıl mümkünse aynı şairin mekân karşı- sındaki tavrına bakarak onu diğerlerinden ayırt etmek umulacak bir durumdur. Şiirsel imgenin oluşturduğu mekân, elbette yalnızca soyut, geometrik bir biçim değildir. “İmgelemin kavradığı uzam, geometricinin ölçümüne ve düşüncesine açık kayıtsız uzam olarak kalamaz. Yaşanmış bir uzamdır bu. Yalnızca olumluluğuyla değil, imgelemin tüm taraf tutuculuklarıyla ya- şanmıştır.” (Bachelard 2008: 29) Şiirin mekânı harita- daki herhangi bir yer olmaktan çıkar, bizzat şair tarafından yaşanmış bir yere dönüşür. Nasıl romanda kurgusal bir gerçeklikten söz ediyorsak, şiirdeki mekân da fiziksel bağlamın- dan kopartılarak imgeyle yeniden üretilen bir olguya bırakır yerini. Mekân şi- irde imgeleştirilirken şair - mekân ilişkisi, nesnenin şair üzerinde bıraktığı izlenimler, şairin öznel tutumu belirleyici nitelikler olarak değer kazanır. Şiirde mekânın peşine düşmek demek; bir anlamda şair - mekân ilişkisinin gizli bo- yutlarını ortaya koymak, şairin mekânda geliştirdiği özel tarihi açığa çıkarmak demektir. Yahya Kemal’in mekânları Yahya Kemal’in şiirinde geniş bir Osmanlı coğrafyası yer bulmuştur. Şiirde geçen mekânlardan kimisi hatırlanan yerler, kimisi ise eylem mekânlarıdır. Ha- tırlanan yerler, daha çok geçmişteki kimlik ve işlevleriyle vardırlar. Bu yerler- den büyük çoğunluğu, Türk ulusunun hafızasında kalan tarihsel yerlerdir. Bunlar, yeni Türk devletinin sınırları dışında kalmış, bir zamanlar Osmanlı mülkü olan ya da Osmanlının temas ettiği topraklardır. Çaldıran, Mohaç, Ko- sova, Niğbolu, Varna, Belgrad, Budin, Eğri, Uyvar, Rakofça, Üsküp, Kalkan- delen, Vardar, Tuna, Otranto, Ege Adaları, Tunus, Cezayir, Tebriz, İran/Acem, Mısır, Hicaz, Mercidabık, Memluk, Irak, Suriye, Ridaniye, Nil, Kahire, Bağ- dat, Kerbela bu türden mekânlardır. Bu yerler bir bakıma İmparatorluk hari- tasının dış çizgileridir. Yahya Kemal’in girişimi, Osmanlı toprağının şiirde âdeta yeniden canlandırılmasıdır. Yahya Kemal’e göre o şehirlerden çekilmiş olsak bile “o şehirler Türk kalacak[tır.] Çünkü mevcudiyetleri bizim ruhumuzdan bir nebzedir.” (Beyatlı 1985: 158) Bu tarihsel yerler çeşitli nedenlerle ve türlü nitelikleriyle şiirde anılmakta- dır. Malazgirt, Anadolu’ya ilk kez Türklerin yerleşmesine vesile olan bir kapı-
dır. Rakofça, hür kırlarıyla anılır. Üsküp, Yıldırım Beyazıd Han diyarıdır; fi- ruze kubbeleri, çehresi ve ruhuyla tam bir Türk şehridir. O, bir anlamda Bur- sa’nın devamı gibidir. Daha da önemlisi orada anne gömülüdür. Tuna, Türk askerinin daimi güzergâhıdır. Otranto Türkler için Kızılelma’dır. Çaldıran Ovası gaza kavramıyla birlikte verilir. Tebriz, fetih kuşlarının uçtuğu bir şehirdir. Mısır ve Hicaz, engin gökleri ve geniş topraklarıyla hatırlanır. Kader, Mercidabık’a bir nakış işlemiştir. Suriye, Türk ordularına kale ve hisarlarını açan ülkedir. Vardar karlı dağları ve her an tekbirlerle çağlamasıyla varlık bulur. Osmanlıdan sonra Bağdat artık ışıktan ve ruhtan yoksundur. Türk tarihiyle ilgili olmamakla beraber Yahya Kemal’in görüp yaşadığı En- dülüs, Madrid, Altor, Paris ve Nis de bu şiirde yer alır. Endülüs; İspanyol neşe- sinin, dansın ve eğlencenin sahnelendiği bir yerdir. Gürültülü kahveleriyle Madrid’in, sakin Emirgân’ı ve Çınaraltı’ndaki kahveyi hatırlatması ilginçtir. Karlı dağlarıyla Altor, Schiller’i ağırladığı için anılır. Paris’te Rodin’in, Verlai- ne’in, Peguy ve Baudelaire’in ruhlarını hissederek yaşamak; başka bir gezegen- deki hayat gibidir. Orada yaşamak zevki her an duyulur ve gündüzü gibi gecesi de ışıklıdır. Nis ise ziyafetleri, şirin kıyafetleri ve güzelleriyle karnaval içinde be- timlenir. Ama şair, bu cümbüşün içinde bile Çamlıca’yı, Adalar’ı ve Erenköy’ü hayal etmekten geri kalmaz. Türkiye sınırları içinde Bursa, Konya, İzmir, Van, Çanakkale, Maraş, Kay- seri, Malazgirt, Amid (Diyarbakır), Tekirdağ adı geçen şehirlerdir. Fakat bu me- kânlar İstanbul’da olduğu gibi enine boyuna anlatılmazlar, yalnızca adlarıyla vardırlar. Bu şehirlerle ilgili başkaca bir nitelik verilmez. Çünkü Yahya Kemal’e göre
“İstanbul, sadece padişahlar ve İstanbullular tarafından bina edilmiş de- ğildir; vatanın dört bucağından, Konya’dan, Bursa’dan, Edirne’den, Sivas ve Tokat’tan, Erzurum’dan, Hicaz’dan, Bağdat’tan; Tunus, Trablus, Cezayir gibi Mağrip topraklarından; buralara gidip gelen, yahud buralardan gelip İstan- bul’da kalan, burada yerleşen nice Müslüman Türkler, kadınları, ihtiyarla- rıyla; el sanatları, musıkileri, halk ve divan şiirleriyle; şehir, sokak, ev ve oda mimarileriyle hasılı vatanın ve tarihin her bucağıyla her asrından getirdikleri hünerler ve hatıralarla bu şehri hep birden bina etmişlerdir. O kadar ki İstan- bul, bütün Türk tarihinin, Türk coğrafyasının bir terkibi, hulasası ve tecellisi olmuştur.” (1985: VI) Bütün Türkiye’nin özeti olarak kabul edildiği için diğer şehirler üzerinde değil, onların da temsilcisi olan İstanbul üzerinde yoğunlukla durulmuştur. Çünkü
TÜRK DİLİ Yahya Kemal’in Şiirinde Mekân
682
Beyatlı “İstanbul’u, bütün bir medeniyetin eşyaya sinmiş hâli olarak gör[müş- tür]” (Narlı 2007: 162). İstanbul ve semtleri İstanbul öyle bir şehirdir ki yalnızca bir semtini sevmek bile bir ömre değer. Orada yaşayan kadar, orada ölüp onun toprağında yatan da mutludur. Yahya Kemal’in şiirinde İstanbul ve semt- lerine geniş yer verilir; neredeyse bütün semtler şiirleşti- rilir (Beyatlı 1974: 21). Fakat bu semtler içinde Şişli, Beyoğlu, Taksim gibi kozmopolit, Batılı semtler yer almaz. Söz konusu edilen semtler; Süleymaniye, Koca- mustafapaşa, Cihangir, Üsküdar, Atik-Valide, Çamlıca, Boğaz, Kandilli, Göksu, Kanlıca, İstinye, Çubuklu, Emirgân, Hisar, Kavaklar, Göztepe, Erenköy, İç Eren- köy, Moda, Bebek, Fenerbahçe, Maltepe, Yakacık ve Adalar’dır. Bu semtlerin kimisi üzerinde etraflıca durulmuş, kimisinin birkaç özelliği verilmiş, kimisinin ise yalnızca adına gönderme yapılmıştır.
“Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar’dan mı? Hisar’dan mı? Kavaklar’dan mı?
Bursa’dan, Konya’dan, İzmir’den, uzaktan uzağa,
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, ta Beyazıd’dan, Van’dan,
Aynı top sesleri bir bir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübârek bu seher!
Kadın, erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hâtıralar rüzgârını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.” (1974: 12) Yahya Kemal’in İstanbul algısının merkezine Süleymaniye Camisi’ni almak gerekir. Zira Kendi Gök Kubbemiz kitabının, “Süleymâniye’de Bayram Sabahı” şiiriyle başlaması bir tesadüf değildir. Süleymaniye Camisi, pervaneleri kendisine çeken bir ışık kaynağı gibi bütün Osmanlı - Türk toplumunu kendisinde top-
683
Oktay Yivli TÜRK DİLİ
lar ve sonra onları yeniden görevlerinin başına dağıtır. Dili bir, gönlü bir, imanı bir insanları toplayan bu kutsal mekân; onları tekrar Üsküdar’a, Hisar’a, Ka- vaklar’a, Bursa’ya, Konya’ya, İzmir’e, Van’a; Belgrad’a, Budin’e, Tunus’a, Ce- zayir’e gönderir. Süleymaniye yalnızca İstanbul’un değil, bu anlamda bütün Türkiye’nin kalbi gibidir. İnsanları içine çeker, sonra yeniden bırakır. Bu; med- cezir gibi, nabız atışı gibi hep tekrarlanır. Süleymaniye Camisi, her yönden son- suzluğu gören bir yapıdır ve onun inşa edildiği tepe kutsaldır. Buradan gökyüzüne uhrevi bir kapı açılmaktadır. O, yalnızca geometrik bir anıt değil; bu dünyayla öteki dünyanın insanlarının kaynaştığı bir yerdir.
“Koca Mustâpaşa! Ücrâ ve fakir İstanbul!
Ta fetihden beri mümin, mütevekkil, yoksul,
Hüznü bir zevk edinenler yaşıyorlar burada.
Kaldım onlarla bütün gün bu güzel rüyada.
Öyle sinmiş bu vatan semtine milliyetimiz
Ki biziz hem görülen, hem duyulan, yalnız biz.
Manevi çerçeve beş yüz senedir hep berrak;
Yaşıyanlar değil Allah’a gidenlerden uzak.” (1974: 48) Süleymaniye’nin ardından eski İstanbul’un sokaklarını takip ederek Koca- mustafapaşa’ya geçeriz. Yukarıdaki dizelerde betimlenen bu eski mekân, bir vatan semtidir ve milliyetimiz buraya sinmiştir. Burada dünyayla ahret yan ya- nadır, bir adım atılsa karşı tarafa geçilir. Serviliklerde, yolda, evlerde sükûn var- dır. Eğri büğrü sokaklarda ahşap ve kerpiçten yapılmış evlerin içinde temiz bir aile yaşamı sürer. Bu semtte “Türk’ün asude mizacıyla Bizans’ın kederi” birbi- rine karışmıştır. Rum vezirin yaptırdığı camiye dört asırdır nur üstüne nur in- mektedir, bu nedenle burada yaşayanlar huzur bulmuşlardır. Burası Allah’a yakın bir dünyadır. Bu semtte ataların ruhuyla beraber yaşanır. Buralarda âdeta atalarımızın manevi varlıkları havaya karışır.
“Üsküdar, bir ulu rüyayı görenler şehri!
Seni gıptayla hatırlar vatanın her şehri,
Hepsi der: ‘Hangi şehir görmüş onun gördüğünü?
Bizim İstanbul’u fethettiğimiz mutlu günü!’ (1974: 28) Üsküdar, mutlu bir düşü görenlerin, yaşayanların şehridir. İstanbul’un fet- hini gördüğü için vatanın her şehri onu imrenerek anar. Gözleri dolu dolu fet- hin tamamlandığını, İstanbul’un alındığını gören Üsküdar; aradan yüzyıllar geçmiş olsa bile hâlâ hafızasında o şen gün saklamaktadır.
684
TÜRK DİLİ Yahya Kemal’in Şiirinde Mekân
“Az sürer gerçi fakir Üsküdar’ın saltanatı;
Esef etmez güneşin şimdi neler yıktığına;
Serviler şehri dalar kendi iç aydınlığına,
Ezeli mağfiretin böyle bir ikliminde
Altının göz boyamaz kalpı kadar halisi de.
Halkının hilkati her semtini bir cennet eden
Karşı sahilde, karanlıkta kalan her tepeden,
Gece, birçok fıkara evlerinin lambaları
En sahih aynadan aksettiriyor Üsküdar’ı” (1974: 31) “Hayal Şehir” şiirinde Cihangir’den gurup vakti Üsküdar’ı seyretmek bir rü- yayı yaşamak gibidir. Güneş karşı kıyıdaki camlarda saraylar yaratır. O an, hayal Üsküdar’ı ışık mimarı yeniden yaratır. Gündüz gözüyle bakıldığında serviler şehri Üsküdar yoksuldur, ama geceyle birlikte yoksul evlerin lambaları gerçek Üsküdar’ı yansıtır. Üsküdar köhnedir köhne olmasına ama ışıkları dosttur. Orada oturanlar o yeri Türk edenlerdir. İstanbul’un karşısında, ona benzer bir şekilde kurulan Üsküdar’ın sakinliği, sessizliği Yahya Kemal’i derinden etkiler. “Üsküdar Vasfında Gazel”de bu şehrin gecesinde ve gündüzünde Firdevs görü- nür. Her çeşmeden Şerefâbâd suyu akar. Orada gönül, zamanın nasıl aktığını bil- mez. Oranın her saati bir müzik parçası gibidir. Her bahçesinde servi boylu bir güzel vardır (1983: 85). Beyatlı, Üsküdar’la ilgili olarak Aziz İstanbul’da şunları yazar:
“Günün birinde Galata’dan Üsküdar’a geçen bir yolcu bu şehrin sükû- nuna dalar dalmaz, ‘Bu şehirde hayat bir mürakabeye benziyor.’ der. Bir havu- zun durgun suyuna bakarsanız içinde oraya aksetmiş haricî bir âlemin ağaçlarını, bulutlarını görürsünüz. İşte Üsküdar’ın maneviyetinde İstanbul mu- hasarasının günleri öyle duruyor. Sakin sokakların, ruha şifa veren cami avlu- larının, bilhassa Karacaahmet’in tesiriyle olacak ki Üsküdar, birçok zairlerine, bilhassa manzaradan anlıyan ecnebilere uhrevi bir şehir gibi görünmüştür.” (1985: 78)
“Yine birlikte, bu mevsimde, Atik-Valde’deyiz;
Yine birlikte, bu mevsimde, gezip sezmedeyiz
Bu çınarlarla siyah servilerin gölgesini;
Bu şadırvanda suyun sanki ledünni sesini. (1974: 32)
“İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,
685
Oktay Yivli TÜRK DİLİ
Kaç defa geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler. Fakat Ramazan maneviyyeti
Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti” (1974: 34) Atik-Valide semti de Beyatlı için önemli bir yerdir. Çınarları, siyah servileri, çinili duvarları ve şadırvanıyla burası öbür dünyadan, cennetten bir parça gibi- dir. Kerpiçten evleri ile ferah veren, temiz, sessiz bir dünyadır bu semt. Burada Ramazan, pek çok semtten farklı bir coşkuyla yaşanır. Süzgün benizli, yoksul in- sanlar, Atik-Valide’nin göğünü nurlu bir sevinçle doldurur (1974: 32, 35).
“Kandilli yüzerken uykularda
Mehtabı sürükledik sularda.
Bir yoldu parıldayan, gümüşten,
Gittik… Bahs açmadık dönüşten.
Hulya tepeler, hayal ağaçlar…
Durgun suda dinlenen yamaçlar…” (1974: 53) “Gece” şiirinde Kandilli bir rüya yer olarak sunulur. Oraya gümüşten bir yolla gidilir. Hülya tepeleri, hayal ağaçları, durgun suda dinlenen yamaçlarıyla orası düşsel bir beldedir. “Akşam Musıkisi” şiirinde Kandilli, eski bahçeleri ve kendine özgü kederiyle anılır. Burada akşamla birlikte rüya içinde rüya başlar. Bu rüya semt, akşamla birlikte yeni bir rüyayı yaşamaya ve yaşatmaya başlar (1974: 55 - 56). Her iki şiirde de Kandilli’nin rüya kavramıyla ifade edilmesi, Şairin burayı bir düş-semt olarak gördüğünün bir göstergesidir.
“Mevsim mütehayyil, vakit akşamdı Bebek’te;
Akşam… Lekesiz, saf, iyi bir yüz gibi akşam…
Ta karşı bayırlarda tutuşmuş iki üç cam,
Sakin koyu, şen cepheli kasrıyle Küçüksu,
Ardında vatan semtinin ormanları kuytu;
Bir neşeli hengâmede çepçevre yamaçlar
Hep aynı tahassüsle meyillenmiş ağaçlar;
Dalgın duyuyor rüzgârın ahengini dal dal,” (1974: 131-132) “Ses” şiirinde Bebek, akşamla saf, iyi bir yüz gibi ortaya çıkar. Bu tabloya sakin koyuyla Küçüksu eklenir. Ardından vatan semtinin ormanları yükselir. Öyle bir sessizlikle kristalize olmuş bir andır ki bu, dalgın ağaçlar yalnızca rüz- gârın akışını gövdelerinde hissederler. “Bebek Gazeli”nde Şair, Bebek Koyu’nda mehtapta denizin seyrini önemser ve felekten bu sessiz semtte sonsuza yatmayı
686
TÜRK DİLİ Yahya Kemal’in Şiirinde Mekân
ister (1983: 23). “Seyfi’ye Refâkat” musammatında ise özne, ayın altında Be- bek’te sabaha kadar sevgiliyle söyleşir (1983: 105-106).
“Günler kısaldı. Kanlıca’nın ihtiyarları
Bir bir hatırlamakta geçen sonbaharları.
Yalnız bu semti sevmek için ömrümüz kısa…
Yazlar yavaşça bitmese, günler kısalmasa…
İçtik bu nadir içki’yi yıllarca kanmadık…
Bir böyle zevke tek bir ömür yetmiyor, yazık!” (1974: 59) “Eylül Sonu” şiirinde Kanlıca’yı sevmek için bir ömrün kısa olduğu dile ge- tirilir. Burada yaşamak, nadir bir içkiyi içmek gibidir. Bu semtte yaşayan yaşlı- ları ölmek değil, buraya bir daha dönememek duygusu korkutur.
“Dün Fenerbahçe’de gördüm,
İri bir zümrüt içindeydi bahar…
Bir mücevherde yalan bir cennet
Görünür;
Çağlayanlar dökülür yüksekten,
Çeşmelerden su akar rengârenk…” (1974: 61) “Fenerbahçe” şiirinde bahar, Fenerbahçe semtini iri bir zümrüde çevirir. Bu âdeta yalan bir cennettir. Çağlayanlar dökülür, çeşmelerden sular akar. Göğe doğru ağaçlar yükselir. Semti üç taraftan deniz sarar.
“Aksetti bir dakika uzaktan hayalime
Tenha Emirgân’ın Çınaraltı’nda kahvesi,
Poyrazla söyleşir gibi yaprakların sesi.
Hem başka hem de hayli yakın karşı mabede,
Mermerle kaplı çeşmede, mevzun kitabede,
Baktım Yesâri hatlarının bir nefîsine,
Daldım coşup giden denizin mûsikîsine.” (1974: 116) “Hüzün ve Hâtıra” şiirinde Emirgân’ın tenhalığı, yaprakların rüzgârla söy- leşmesi imgesiyle verilmiştir. Emirgân’ın üç tarafı denizle çevrilmiştir. Bu hâ- liyle semt, küçük bir Türkiye gibidir. Zümrüde benzeyen bu yer, düşler için âdeta güvenli bir limandır. Emirgân yalnızca doğal güzelliğiyle verilmez; eski mabediyle, mermer kaplı çeşmesiyle kültürümüzün canlı bir simgesi olarak da sunulur.
687
Oktay Yivli TÜRK DİLİ
“Güneş altın denizden alçalıyor;
Nice kayserlerin donanmaları
Uçurum ufka durmadan dalıyor.
Gökte milyonla gizli tellerden
Gene milyonla gizli parmaklar,
Son hazin marşı durmadan çalıyor.” (1974: 63) “Maltepe” şiirinde bu semtte gün batarken altın bir deniz belirir. Ufukta görülen âdeta kayserlerin donanma- larıdır. Orada mavi bir sükûn vardır. Maltepe kıyılarını köpüren mavi dalgalar yalar. Şair burada gecenin bitme- sini istemez, sabahı hayıflanarak karşılar. Şair, bir gezgin gibi semtleri dolaşmanın yanında kimi zaman da tepelere çekilir. Tepeden, uzaktan bakarken perspektif genişler, zira Yahya Kemal geniş perspektifi sever. “Bir Tepeden” ve “Bir Başka Tepeden” şiirleri böyledir; bu şiirlerde İs- tanbul tepelerden temaşa edilir. Sonra Boğaz ve Boğaz’daki semtler anlatılır. Yahya Kemal için Boğaziçi “doğrudan doğruya Türk eseridir ve tarihe ilk defa, iki sahilindeki köyleriyle bir Türk âleminin çerçevesi olarak girmiştir.” (1985: 8) Bizans zamanında var olmayan “Bo- ğaziçi, iki sahil boyunca, köy köy, Kavaklar’dan Marmara’ya kadar, yalı mimarisiyle süslenmiş, yeryüzünde, yalnız kendine benzer, başka bir şehir olmuştur.” (1985: 49) Boğaz şehrayindir; yani bir donanma, bir şenliktir. Boğaz ve Boğaz’ın su- ları firuze bir ırmağa benzetilir; Boğaziçi de som zümrüttür. Yazın Kanlıca’da ke- mençe, bahar gecelerinde Çamlıca’da tambur dinlenir. Boğaz, daha güneş doğmadan mavileşir. Uzaklardayken bile İstanbul, Tanburî Cemil Bey’in bes- tesiyle hatırlanır:
“Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta,
Tanburi Cemil Bey çalıyor eski plakta.
Birdenbire mesudum işitmek hevesiyle,
Gönlüm dolu İstanbul’un en özlü sesiyle.” (1974: 47) Birkaç şiirde Osmanlı İstanbul’u anlatılır. “Şerefâbâd” şiirinde Şerefabad Kasrı anılır. Köşkün çevresi ağaçlar, gül bahçeleri ve güller tarafından kuşatıl- mıştır (1983: 29). “Bir Sâkî” şiirinde Lale Devri’ndeki Sadabad, güzelleriyle anı- lır (1983: 31).
688
TÜRK DİLİ Yahya Kemal’in Şiirinde Mekân
“Gurbetten, uzun yolculuk etmiş, dönüyordum.
İstanbul ufukta’ydı…
Doğrulduğumuz ufka giderken…
Sevdalı yüzüşlerle, yunuslar
Yol gösteriyordu.” (1974: 69) Yahya Kemal için gurbette olmak, İstanbul’u özlemek için iyi bir nedendir. Madrid’de bir kahvede otururken, Nis’te eğlenceli bir festivali izlerken, uzun yolculuklar sırasında zihninde hep İstanbul vardır. “İstanbul Ufukta’ydı” şii- rinde Şair, İstanbul’un yüzünü görmeden önce onu kalbinde görür: Bin bir kıyı, bin bir tepesiyle, bin bir gecesiyle orada İstanbul’u görür. Yıllarca uzakta ya- şarken İstanbul’u hep hicranla hayal eder. “İstanbul’un O Yerleri”nde sevgiliyle gezdiği Çamlıca, şairin hayalinde resim gibidir. Sevdiğiyle gezdiği kıyıları hatırlar (1974: 73). Gurbette geçirilen günler “Ömrün derinliğinde süren kaygı günleri!”dir. Orada “En sinsi bir ezâ gibidir geçmiyen zaman; / Bin türlü başka cevri de vardır ki bî-aman; / Yalnızlığın azâbı her işkenceden beter[dir];” (1974: 115) Gurbette geçen her gün, sonu gelmez hü- zünler yaşatır. Bu günleri hatırlayınca Şair bile kendi durumuna acır. Öteki mekânlar Mezar, öbür dünya, cennet, dağ, ova, deniz gibi yerleri öteki mekânlar ola- rak değerlendirdik. Yahya Kemal’de kabir, genel algılamanın dışında; serin ser- vilerin altında ve gül bahçesi içinde şirin bir yer olarak gösterilmiştir (1974: 93).
“Ruh ufuksuz yaşamaz.
Dağlar ufkunda mehabet,
Ova ufkunda huzur,
Deniz ufkunda teselli duyulur.” (1974: 94) “Ufuklar” şiirinde dağ, ova, deniz gibi doğal mekânlar varlık bulur. Bu- rada dağ yücelikle, ova huzurla, deniz teselli kavramlarıyla birlikte verilir. On- larda ezeli bir lezzet vardır. “Deniz” şiirinde denizin açıkları, insanı şehrin eleminden uzaklaştıran bir yerdir ve orada ölümlüleri gökten ayıran perdeye değmek mümkündür. Bir anlamda eşik olarak kabul edebileceğimiz bu yerde ölülerden gelen ahenk duyulur. “Ölülerden gelen ahenge kapılma” diye uyarır özne kendisini. Varlığın hendesesinden kurtulmak için denize karışmak gere- kir. Engine açılınca insan ruh olur (1974: 133-134). “Deniz Türküsü” şiirinde gök ve deniz saltanatından söz edilir. Gök ve deniz aynasından bakarken diğer dünyaya geçmiş gibi hissedilir (1974: 96). “Uçuş”ta gök ve deniz özgür yerler
689
Oktay Yivli TÜRK DİLİ
olarak ifade edilir ve ruhu besleyen hava yalnızca göktedir. Yine iki ortam da ha- yale yol açmasıyla verilmiştir. Gökyüzü hülyalı bir maviliktir (1974: 98).
“Gördüm ölüm diyarını rüyada bir gece
Sessizlik ortasında gezindim kederlice.
Durmuş saat gibiydi durup geçmiyen zaman.
Donmuş sükût içinde güneş görmiyen cihan.
Hâkimdi yerde ufka kadar uhrevi vakar;
Bir çeşme vardı her tarafında ziya akar;” (1974: 110) “O Taraf” şiirinde öbür dünya, donmuş bir sessizlik içinde verilir. Zaman orada durmuş gibidir. Güneş görülmeyen bu yerde uhrevi bir vakar vardır. Her tarafından ışık akan bir çeşme bulunur. İnsanlar bembeyazdır, hepsinin yüzleri hüzünden sapsarıdır ve gövdesizdirler. Cennet, kızıl güllerle donatılmış bir bahçe olarak düşünülmüştür. O yerde şehit olmuş atalar vardır ve sonsuz bir hayatı yaşamaktadırlar (1974: 23, 25). Mekân-sevgili ilişkisi Yahya Kemal’de sevgiliyle birlikte anılan, onunla birlikte var olan yerler var- dır. Bu türlü şiirlerde mekân, aşk için hazırlanmış resimsel bir zemin, bir dekor- dur. Böylesi ortamlarda doğa güzellikleri, romantik aşkı besleyici bir işleve sahiptir. Bunlardan birisi Fenerbahçe’dir (1974: 62). Bu semtin gecesine, gün- düzüne birçok aşkın anıları serpilmiştir. Tam da bundan dolayı derin zümrüde benzer bu yerde cananla Şair de vardır. Sonra Erenköy ve leylaklı bahçe, sevgi- liyle bir zaman konuşulan, içilen yerdir. Nis’ten İstanbul’a gelirken Şair; Çamlı- ca’nın, sevdiği Adalar’ın, denizin ve Erenköyü’ndeki leylaklı bahçede sevgilisiyle birlikte olduğu yerin bir an önce görünmesini ister. Uzaklardayken İstanbul, yıl- dızlara karşı sevgiliyle olunmak üzere düşlenir. Çamlıca, cananla buluşmaya ta- nıklık eden tepedir. Deniz kıyıları sevgiliyle gezildiği için anlamlıdır. “Her ah bir hitab idi Körfez’de dün gece / Bin mah içinde bir meh-i tâbân olan sana” dizelerinde Boğaz anılmış, mehtap ve sevgili kavramlarıyla birlikte verilmiştir (1983: 25).
“Dün bezminizin bir ezeli neşesi vardı,
Saz sesleri ta fecre kadar Körfez’i sardı;
Vaktâki sular şarkılar inlerken ağardı,
Bendim geçen, ey sevgili, sandalla denizden!” (1983: 121) “Şarkı”da Körfez; sandal gezintisi, saz sesleri ve sevgilinin özlemiyle yer alır. “Aşk Hikâyesi” şiirinde Yakacık ve Adalar, aşkın mekânları olarak verilir. Alın yazısı, o mekânlarda bir aşkı resimleştirir. O kıyıların, mor dağların gü- zelliği, Adalar’ın şuhluğu aşkın büyüsünden kaynaklanır. Sevgili olmadan o yer-
TÜRK DİLİ Yahya Kemal’in Şiirinde Mekân
690
ler boş bir çerçeveden ibarettir (1974: 143).
“Adalardan yaza ettik de vedâ
Sızlıyor bağrımız üstündeki dağ,
Seni hâtırlıyoruz Vîranbağ!” (1974: 145) “Viranbağ”da Adalar, yaz ve sevgili vardır. Sevgiliyle Ada’da birlikte oluş, bir sevinç kaynağıdır. Sevgili ve Adalar’dan ayrılış öznede hüzün duygusu ya- ratır. “Şairde bir mekân duygusu olarak İstanbul, o kadar önemli bir yer etmiştir ki sevgilisiyle birlikte geçirdiği güzel günleri hep bu mekânla birlikte zikreder.” (Çetin 2008: 57) Mekân-zaman ilişkisi Bakhtin mekân-zaman birlikteliği için kronotop terimini kullanır ve ekler: “Zaman-uzamlar karşılıklı olarak kapsayıcıdır; bir arada var olur, iç içe geçebilir, bir- birlerinin yerini alabilir ya da birbirlerine ters düşebilirler, birbirleriyle çelişir, çatışır veya kendilerini daha da karmaşık etkileşimler içinde bulabilirler” (2001: 326). Be- yatlı’nın şiirinde bu anlamda mekân-zaman birlikteliklerini, mekânların belirli zamanlarla âdeta özdeşleştiğini görmekteyiz. Hatta Yahya Kemal’de mekânı yaşamanın, mekânı temaşa etmenin özel zamanları vardır. İlkbahar, güz, akşam ve onun uzantısı olan gece; mekân-zaman ilişkisini oluşturan önemli birimler- dir. Diğerlerine göre az kullanılmakla birlikte yaz mevsimini de bunlara ekle- yebiliriz. Yahya Kemal’in şiirinde bahar mevsiminde semtleri yaşamak ve onları sey- retmek baskındır. “Fenerbahçe” şiirinde bu semt, baharda anlatılır ve “İri bir zümrüt içindeydi bahar” dizesiyle betimlenir (Beyatlı 1974: 61). “Moda’da Mayıs”ta sabah vakti Moda semtinde ilkbahar izlenimleri şiirleştirilir (1974: 102). “Erenköyü’nde Bahar”da Erenköy, bahar ve akşamla birlikte anlatılır. Bu- rada sevgili ve hayal kavramları da vardır (1974: 135). “Göztepe Gazeli”nde Göztepe, baharda bir gül bahçesi içinde sunulur. Orası dünyanın bittiği, hayal sınırlarının ötesinde bir yerdir (1983: 65-66). Mekân-zaman ilişkisinde bir başka öne çıkan zaman kesiti akşam / gecedir. “Gece” şiirinde geceleyin (1974: 53), “Akşam Mûsıkîsi”nde akşamla birlikte Kandilli anlatılır (1974: 55). “İstinye” şiirinde adı geçen semt akşamleyin be- timlenir. Bunlardan ilk ikisinin rüya kavramı, sonuncusunun hülya kavramı ile birlikte ifade edilmesi ilginçtir (1974: 57). “Maltepe” şiirinde bu semt akşamla birlikte verilir (1974: 63). “Kar Mûsıkîleri” şiirinin son dizesi “Uykumda bütün bir gece Körfez’deyim artık!” söyleyişi de gece-rüya-mekân birlikteliğini dile getirir (1974: 47). “Üsküdar’ın Dost Işıkları”nda Üsküdar geceyle birlikte an- latılır (1974: 36). “Hayal Şehir”de Üsküdar, akşamüstü anlatılmaya başlanır ve
Oktay Yivli
691
TÜRK DİLİ
sonra giderek buna akşam manzaraları eklenir. Diğer örneklerden farklı olarak bu kez hayal sözcüğü şiire girer (1974: 30).
“Silkin ve sâkin ol! dedim, âvâre gönlümü
Artık kederli hisleri bir bir içinden at!
Eylül ferahlığında giderken Çubuklu’ya,
Geçmiş, geçen veyâ gelecek vakti duymadan,
Âheste çek kürekleri mehtâb uyanmasın!” (1974: 101) “Gezinti”de Çubuklu, akşamleyin ve sonbaharla birlikte betimlenir. “Ses” şiirinde Bebek, akşamla birlikte verilir ve mevsim yazdır (1974: 131). “Geçmiş Yaz”da sevgili, mehtap, rüya, akşam ve Körfez vardır (1974: 138). “Eylül Sonu”nda Kanlıca semti sonbaharda anlatılır (1974: 59). “Mevsimler” şiirinde Boğaz, sonbaharda kederli bir duyguyla verilir (1974: 44). “Kıta”da Göksu’dan güz günlerinin hüznü akar, Bebek’ten ise hafızada kalan şevkin sesi gelir (1983: 135). Mekânın ruhu Yahya Kemal Beyatlı semtlerin de bir ruhu olduğuna inanır. Bu ruh, orada yatan ataların varlığından ya da o mekânın tarihsel geçmişinden kaynaklanır. Üsküdar’ın ruhu, gün gün İstanbul’un fethini seyrettiği ve fethi takiben “yüz bin meleğin” bu şehre doğru uçtuğunu görerek “asırlarca, hayalinde bunu” sakla- dığı için vardır (1974: 29). Atik-Valide’nin ruhu; çınarlar, siyah serviler ve geç- miş zamandan kalan şadırvandan kaynaklanır. Kocamustafapaşa serviliklerdeki, sokaklardaki, evlerdeki dinginlikle ruhunu besler. Orada kuytu mezarlıklarda ruh eser. Mezarlıklarıyla içli dışlı yaşayan bu semt; Allah’a, öbür dünyaya yakın bir mekândır. Burada “Bir mücevher gibi Sünbül Sinan’ın rûhu yanar.” (1974: 51). Yahya Kemal bu konuyla ilgili olarak şunları söyler:
“Eskiden İstanbul semtlerinde görülen tenevvü, ruhaniyetten, hayat şevk- lerine kadar, derece dereceydi. Eyüb, Kocamustapaşa, Üsküdar’ın bazı köşeleri uhreviydi; buraları, Maurice Barres’in ‘Bazı semtlerde ruh eser!’ diye tasvir et- tiği yerlerdi. Lakin Çamlıca’da, bunun tamamıyla zıddına olarak, her saat is- tirahat ve hayatın keyfi duyulurdu. Boğaziçi’nde bazı vadilerde ve bazı körfezlerde, hayatın tecelli ettirdiği bazı saatlerde, yalnız hayatın şedid bir şevki belirirdi” (1985: 63).
“Gönlümü avutmak için surlarda, Eyüb’de, Edirnekapı ve Topkapı semt- lerinde Süleymaniye’de, Sarayiçi’nde, Anadolu ve Rumeli Hisarları’nda, Kâ- ğıthane vadisinde, tek başıma, gezmeye gidiyordum. Bu gezintilerimde öğrendim ki Türk ruhu bizden ziyade bu topraklardadır” (1985: 144-145).
TÜRK DİLİ Yahya Kemal’in Şiirinde Mekân
692
Sonuç Yahya Kemal, mekân karşısında bir haritacının tavrını sergiler; ona uzak- tan kuş bakışı bakar. Temaşa ederken mekânla arasına bir mesafe koyar. Bu tutum, mekâna bütün olarak nüfuz etmek isteğinden kaynaklanır. Hatta bu çoğu kez “Bir Tepeden”, “Bir Başka Tepeden”, “Üsküdar’ın Dost Işıkları” ya da “Hayal Şehir” şiirlerinde olduğu üzere bir kıtadan ötekini seyretmek biçimin- dedir. Bu bakımdan Yahya Kemal’in şiiri geniş bir perspektif sunar. Az da olsa mekânın içinde olduğu, onunla bütünleştiği örnekler de vardır. Boğaziçi semt- lerinden kimisi bu şekilde sunulur. Buna bağlı olarak Beyatlı’da mekân karşı- sında iki eğilim olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz: mekânla bütünleşmek ya da mekânı temaşa etmek. “İstanbul’u Dinliyorum”da (Kanık 2001: 101) Orhan Veli, gözleri kapalı olarak İstanbul’u anlatırken zorunlu olarak kendi hafızasını kullanmıştır. Aynı şehri gözleri açık biçimde seyreden Yahya Kemal, daha çok mekânın hafızasını kullanmıştır. Yahya Kemal; Üsküdar gibi, Atik-Valide gibi, Kocamustafapaşa gibi eski İs- tanbul’un semtlerini şiirleştirmiştir. Beyoğlu, Taksim, Şişli gibi yeni İstanbul’u simgeleyen semtleri bir anlamda yok saymıştır. Ahmet Oktay, İlhan Berk’in İs- tanbul algılamasını incelediği yazısında “popülist-sosyalist” Berk’in tersine “Anti-marksist Y. Kemal[in] Levanten Galata ve Pera’da[n]” uzak durmasını şaşırtıcı bulur (2002, 218). Burada gözden kaçırılmaması gereken nokta, Yahya Kemal’in tavrında ideolojik bir duruştan çok bir tarih anlayışının olduğudur. Yahya Kemal’de sessizlik, sakinlik, dinginlik içinde mekânı yaşamak ya da seyretmek önemlidir. Kimi zaman kültürel mekânlar doğayla birleştirilerek pi- toresk biçimde verilir. “Hüzün ve Hâtıra”da Emirgân’ın ağaçlar, deniz, mabet ve çeşmeyle birlikte sunulması buna iyi bir örnektir. Beyatlı’da gök ve deniz gibi doğal mekânlar, bu dünya ile öbür dünya arasında yer alan bir eşiktir. İs- tense bu eşikten öteki tarafa geçilebilecek gibidir ya da bu noktada ölülerin se- sini duymak mümkün gibidir. Yahya Kemal’de oda, ev, otel gibi dar mekânlar yoktur; inadına geniş me- kânların şairidir o. Oysa bütün ömrü otel odalarında geçmiştir. Semtlerin, ma- hallelerin, şehirlerin bir ruhu olduğuna inanır. Bu ruh da o yer için canını veren, orada yatan insanlardan kaynaklanır. Mekânlar onun için ya tarihsel kimlikle- riyle, ya doğal güzellikleriyle ya da sevgiliyle içinde hoş geçirilen yerler olduk- ları için anlam ifade eder. Yahya Kemal’in şiirinde mekânı bahar mevsiminde ve akşamleyin temaşa etmek ya da yaşamak baskındır. Ardından güz ve yaz sıra- lanır. Bahar neşeli, güz hüzünlü, akşam-gece romantik duyguları çağrıştırır.
Oktay Yivli
693
TÜRK DİLİ
“Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiiri dışındaki mekânlar insansızdır. Yahya Kemal’de çoğunlukla mekânda tarihselliğin yakalandığı donmuş anlar vardır. İstanbul durgun ve hareketsizdir. Dolayısıyla günlük yaşam görüntüleri yok gibidir. Mekânda saptanan tarihsel anlar, Bergson’un “durre¢” (Topçu 2006: 31) kavramını akla getirir. Yahya Kemal’in şiirinde o kadar geniş bir coğrafya verilmiştir ki ondan önce hiçbir şair, bu denli geniş bir mekânı anlatmamıştır. Neredeyse bütün Osmanlı mekânı, bütün İmparatorluk toprağı onun şiirinde varlık bulur. İstanbul elbette bu geniş mekânın kalbidir. Dolayısıyla İstanbul, bütün kılcal damarlarıyla res- medilir. Bu davranış, bir bakıma İstanbul için bir şiirsel harita denemesidir. Mekân noktasında Beyatlı, İstanbul’u estetiğinin merkezine alır. Divan edebiyatının soyut mekân anlayışını göz önüne getirirsek, onda “Türk toprağı”nın hiç olmadığını “Yeni edebiyatta ise [çok] soluk bir hâlde” ol- duğunu (Beyatlı 1985: 146) dikkate alırsak Yahya Kemal’in mekân anlayışının Türk şiiri için yeni bir yaklaşım olduğunu söyleyebiliriz.
Kaynaklar
Bachelard, Gaston (2008), Uzamın Poetikası, çev. Alp Tümertekin, İstanbul: İthaki ya- yınları.
Bakhtin, Mikhail (2001), Karnavaldan Romana, drl. Sibel Irzık, İstanbul: Ayrıntı ya- yınları.
Beyatlı, Yahya Kemal (1974), Kendi Gök Kubbemiz, 5. basım, İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti.
______ (1983), Eski Şiirin Rüzgârıyle, 3. basım, İstanbul: İstanbul Fetih Cemiyeti.
______ (1985), Aziz İstanbul, İstanbul: Millî Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanlığı.
Çetin, Nurullah (2008), Milletleşme Sürecimizde Yahya Kemal Aydınlanması, Ankara: Öncü Kitap.
Kanık, Orhan Veli (2001), Bütün Şiirleri, 43. basım, İstanbul: Adam yayınları.
Narlı, Mehmet (2007), Şiir ve Mekân, Ankara: Hece yayınları.
Oktay, Ahmet (2002), Metropol ve İmgelem, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür ya- yınları.
Topçu, Nurettin (2006), Bergson Bütün Eserleri 8, 4. basım, İstanbul: Dergâh yayınları.
TÜRK DİLİ Yahya Kemal’in Şiirinde Mekân
694
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder