Toplum ve Toplumsallık
İnsan, kendi başına yaşayan bir varlık değildir ve o ancak doğal ve toplumsal çevresiyle var olabilir. Aristo’nun diliyle, insan politikon zoon’dur; yani siyasal-sosyal bir varlıktır. O’na göre, ‘yalnız yaşayan ya Tanrıdır, ya da hayvandır’. Başka bir ifadeyle, bir bebeğin ‘insan haline gelmesi’, kişilik ve kimliğinin oluşması, topluma, üretilmiş kültürel değerleri benimsemesi yalın bir süreç değildir. İnsan doğal ve toplumsal bir çevre içinde doğar, büyür, gelişir ve topluma katılır; onun bir üyesi olur ve kendini gerçekler.
Biyolojik varlığı yanında doğal çevre şartlarıyla etkileşim içinde insanı inşa eden dil, din, kültür, iktisadi yapı, yönetim biçimi, kıyafet tarzı, beslenme kültürü vs gibi pek çok insani özellik, çoğunlukla toplumsal çevre içinde öğrenilir ve şekillenir. Başka bir ifade ile, insan yaşadığı çevrenin evladıdır.
Toplumsal çevre başta, insanın inanç, tutum ve davranışlarının şekillenmesinde önemli roller yerine getirir. İnsan ilişkilerini düzenleyen yapı, kurum ve değerler toplumsal olarak öğrenilir, benimsenir.
36
İnançlar, bilgi, felsefi ve estetik düşünceler, hukuki ve ahlaki tutum ve tavırlar toplumsal çevre içinde ortaklaşa paylaşılan öğelerdir. Toplumsal kurumlar, siyaset, hukuk, ekonomi, ahlak, din ve estetik gibi her kurum ve değer alanı toplumsal çevrenin rengini taşır. Yeryüzünde kültür ve medeniyetler arasında görülen farklılıklar, değişik sosyal çevrelerin etkileridir.
Bu bağlamda her insan bir doğal, toplumsal çevrede doğar ve böylelikle farklı ırk, dil, kültür ve inanca sahip olur. Toplumsal çevrenin farklı olması sebebiyle, dünya üzerinde yaşayan insanların davranış, tutum, düşünce, duygu ve değerleri neredeyse sınırsız çeşitliliğe sahiptir. Bireysel farklılıklar bir yana, yeryüzünde yüzlerce farklı dil konuşulur, yüzlerce farklı dine inanılır, farklı değer yargıları paylaşılır. Hayata ve dünyaya bakış açısı, kutsal gün ve zamanlar, mekanlar, algı ve kabuller, kısacası insanların dünya görüşleri doğal ve toplumsal çevre şartları yüzünden farklılaşmaktadır. Bazı toplumsal ve kültür çevresinde, örneğin erkekler birden çok kadınla evlenir, bazılarında ise kadınlar birden çok erkekle evlenir ya da tek eşlilik esastır. Bazı kültürlerde domuz eti yemek yasaktır, bazılarında ise domuz etinin çok özel bir besin değeri vardır. İnsan davranışının hemen her yönü; aile, iş, evlilik, arkadaşlık, komşuluk, alış-veriş, iletişim, kültüre ve sosyal çevreye göre değişir. Toplumsal farklılık ve çeşitliliğe rağmen, insanlarda ortak olan pek çok özellik de vardır. Bütün insanlar aynı türün üyeleridir. Benzer fiziksel özelliklere, gereksinimlere ve yeteneklere sahiptir. Farklı dilleri konuşmasına karşın, herkes bir ya da birkaç dili konuşur ve bunları oldukça benzer biçimlerde kullanır. Farklı cinsel alışkanlıklara sahip olmakla birlikte, her insanın bir aile anlayışı ve yapısı vardır. Bütün toplumlarda yakın akraba ve çocuklarla cinsel ilişki yasaktır. Adam öldürmek, hırsızlık yapmak, yalan söylemek vs doğru bir davranış değildir. Bu nedenle, insanlar arasındaki farklılıklar, çoğunlukla doğuştan ve genetik yapıdan, yahut sosyal ve kültürel çevreden kaynaklanabilir. Başka bir ifade ile, insanların sosyal çevre içinde öğrendikleri, kimliklerini inşa etmek için kendilerine mal ettikleri inanç, tutum ve davranışlar, genel olarak bireyin sosyalleşme süreci olarak tanımlanır.
İnsan ve çevresi arasındaki ilişkileri çeşitli sosyal bilim dalları kendine göre alır ve inceler. Sosyoloji ve antropoloji, toplumsal çevre etmeni içerisinde insanın topluma uyumuna yardımcı olan ve belirli ortak tutum ve davranışları kazandırmada birincil ve ikincil ilişki ağından bahseder.
Toplumlar kendiliklerinden var olmadıkları gibi, toplumu oluşturan insan kümeleri de farklılıklarına ve yaşamlarına bir anlam vererek beraber yaşarlar. Kendisi ve diğerlerini, bildikle yabancıyı ayırt eden, kısaca insanın kendine ait olarak gördüğü sosyal çevrenin sınırlarını çizen toplumsallık, yukarıda ifade edildiği gibi, iki tür toplumsallık biçiminde tezahür eder. Birincil ilişki ağı veya birinci tür toplumsallık, akrabalık, komşuluk ve arkadaşlık gibi bireyler arası, gerçekten yüz yüze ilişkiler çerçevesinde kurumsallaşan toplumsal ilişkilerdir. Bunlara sosyoloji literatüründe birincil toplumsallık veya birincil ilişkiler denir.
İkincil toplumsallık türü ise, genele yöneliktir. İnsan ait olduğu bütünün/toplumun çok küçük bir parçasıyla somut ilişkidedir. Hatta ilişkide bile olmayabilir. Ama yüz yüze, somut bir ilişkinin olmaması, insanın kendini bir bütünün parçası olarak görmesini engellemez. İnançlar, semboller toplumların kendi kendilerini tasvirleri, yaygın inançlar, insana hangi bütüne ait olduğunu ve var oluş sorunsalına vermesi gereken anlamı, atfetmesi gereken değeri çeşitli yollardan, eğitim ve öğretim veya medya yoluyla sürekli hatırlatırlar. Modern zamanlarda ilişkilerin kurulma biçimine bakılarak, ikincil toplumsallıklar da ikiye ayrılabilir. Mitler, dinler, etnik farklılıklar ve tarikatlar gibi, geleneksel topluma özgü ve var oluş sorununa, metafizik, yani toplum ötesi, kozmik bir anlam veren somut ikincil toplumsallıklar, modern toplumsallığı oluşturan ulus, halk, burjuva, proleter gibi kavramlar üzerine toplumsal ilişkileri oturtmak isteyen soyut ikincil toplumsallıklardan ayrılır. Mitik efsaneler, din ve tarikat gibi modern dünyada etkinliği azalan somut ikincil toplumsallıkların yeni uzantıları bir ölçüde dernekler, sivil toplum kuruluşları, siyasal partiler ve benzeri kuruluşlarda karşılığını bulur. Soyut ikincil toplumsallık çağımızda en güçlü ifadesini ‘ulus-devlet’ kavramında bulmaktadır. Toplumun bütününde ifade ve anlamını bulan, salt geneli içeren, elle tutulmaz gözle görülmez bir ilişkinin simgesidir: Ülke, vatan ve ulusu adına her türlü fedakarlıkta bulunmak, ulusa ait olanla başka uluslara ait olan kurum ve değerler arasında ayrım yapmak gibi duygu ve düşüncelere sahip olmak soyut ikincil toplumsallığa dair en çok bilinen özelliklerdendir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder