TÜRK HALK ANLATILARINDA ÖLÜM RUHU MOTİFİ
The Death Soul
Yard. Doç. Dr. Salahaddin BEKKİ*
ÖZET
Bu çalışmada, Türk destan, masal, efsane, hikâye ve menâkıbnâmelerinde;
.lümün gerçekleşmesine vesile olan ‘.lüm ruhu’ motifinin tespiti ve tahlili yapılmaya
çalışılmıştır.
Anahtar Kelimeler
Ruh, .lüm ruhu, destan, masal, yılan, kuş (güvercin, bıldırcın)
ABSTRACT
In this study, the “Death Soul” pattern, which causes death to happen, has been
determined and analyzed in Turkish epics, tales, legends, stories and panegyrics.
Key Words
Soul, the death soul, epic, tales, serpent, bird (pigeon, quail)
.lüm, doğuştan olmasa da en azından insan aklının .lümü kavramaya başladığı
andan itibaren tüm insanlığı meşgul eden bir konu olmuştur. Bazen engellenmesi için
önlemler alınmış, bazen de .lüm bir kurtuluş olarak g.rülmüştür. Cenaze, yas ve anma
törenleriyle uzayıp giden bu olay, yaşayan insanlarla .lmüş olanlar arasındaki birtakım
ilişkileri de içermektedir. .lüm, aynı zamanda hayatın .bür dünyada devam etmesi gibi
bir umut ya da en azından bir teselli de taşımaktadır (Roux 1999: 11).
.lüm kavramı; Türk.e’de, Eski Türk.e döneminden beri kullanıla gelen öl- fiili
ve onun türemiş şekilleriyle ifade edilmiştir. Yıldız Kocasavaş’ın tespitlerine göre
sadece öl- fiil k.künden türetilmiş 61 kelime bulunmaktadır (2000: 77-115). Orhun
Yazıtlarında yüksek seviyedeki insanlar (kağanlar/prensler) için öl- fiili yerine uç-, uça
bar- ile kergek bol- fiillerinin kullanıldığını şu ifadelerden anlıyoruz: “kanım kagan
ança ilig t.rüg kazganıp uça barmış” (=Babam hakan, öylece devleti [kurup] yasaları
koyup vefat etmiş); “inim kül tigin özi ança kergek boltı, kanım kagan uçdukda inim
kültigin yiti yaşda kaltı” (=Kardeşim Kül Tigin kendisi öylece vefat etti. Babam hakan
vefat ettiğinde kardeşim Kül Tigin yedi yaşında kaldı.); “kanım kagan uçdukda .züm
sekiz yaşda kaltım” (=Babam hakan vefat ettiğinde ben sekiz yaşımda kaldım.) “eçim
kagan uça bardı” (=Amcam hakan vefat etti.) (Tekin 1988: 13,17, 41, 45).
Eski Türk inançlarından kaynaklanan, günümüzde de şekil ve mahiyet
değiştirerek yaşayan .lüm ruhu motifi, bir canlının ölebilesi, düşman ise
.ldürülebilmesi için vücudun herhangi bir yerinde veya vücuttan ayrı olarak düşünülen
bir nesne veyahut bir hayvan şeklinde tasavvur edilen şeydir. .lümün gerçekleşebilmesi
için .lüm ruhu adını verdiğimiz şeyin ele geçirilmesi ve yok edilmesi gerekir.
Biz bu çalışmamızda, .lümün gerçekleşmesine vesile olan ‘şey’, yani ‘.lüm ruhu’
olarak geçen motif üzerinde duracağız. Bu tespitleri yaparken şamanlar hakkında
anlatılan efsanelerin çekirdeğini oluşturduğu arkaik kahramanlık destanlarını1, Türk
masallarının kaynakları arasında yer alan Ferec Ba’de’ş-Şidde’deki2 Seyfülmüluk
hikâyelerini, Anadolu’dan derlenmiş masalları, Tepegöz efsanesi ve menâkıbnâmeleri
kaynak olarak kullanacağız.
Burada kullandığımız ruh s.zcüğü, yaşamı sağlayan değişik gü.lerin tamamıdır
ve değişik kelimelerle, tarihî Türk lehçelerinde karşılıkları vardır. Bunlardan birincisi
gökten (Tanrı) gelen yaşamsal gü. anlamındaki ‘kut’tur. Bu kelime, Orhun Yazıtlarında
devlet, ikbal, saadet, baht, talih, Tanrı’nın lûtfu olarak geçmektedir (Ergin 1980: 122;
Tekin 1988: 150). Div.nü Lûgat-it-Türk’te de “kuş uçdı” terimine “anınğ kutı uçdı”
(=onun devleti gitti) şeklinde bir açıklama getirilmektedir (Divan 1985: 164). Burada
bahsedilen, tamamen Tanrı tarafından insanlara ve hayvanlara bahşedildiği düşünülen
yaşama yetisidir. Kişinin veya hayvanın .lümü, o kişiye veya hayvana verilen kut’un
tükendiği ya da Tanrı tarafından yenilenmediği zamanlarda gerçekleşir. “İnsan ya da
hayvanda bulunduğu zaman bu hayati gü., ruhtur; hükümdarda bulunduğunda ise onun
yüceliğidir; evreni oluşturan elementler onunla doludur. Tek temel mutluluk yaşamın
uzaması olduğu için bu hayati gü., herkese mutluluk getirir (Roux 1999: 40).” Kut
s.zcüğünün yanı sıra tin3, süne4, öz5 ve Farsça’dan alınan can s.zcüğü de ruh anlamında
çok yaygın olarak kullanılmaktadır.
Bu yaşamsal gü. (ruh) bedenin çeşitli yerlerinde; kanda, iskelette (kemik),
saçlarda bulunur ve devamlı hareket halindedir. “Ruhun bulunduğu uzuv yaralandığı
veya kırıldığı zaman ‘darbe yalnızca büyük ayak parmağına gelse bile’ insan yok olur
(Roux 1999: 141).”
Han-Püdey destanında fil diye adlandırılan hayvanın .lüm ruhu, bir ben şeklinde
alnında bulunmaktadır (Kay. Met. I). Ben yerinden kopartılınca hayvan da .lür. Altay-
Buuçay destanında da Dokuz Başlı Celbegen’in ruhu, dokuz başının kenarında ü.
yaşındaki koyun büyüklüğünde kızıl kahverengi bir ben şeklindedir (Kay. Met II).
İncelediğimiz metinlerde .lüm ruhu çoğunlukla bedenin dışında bir yerde saklıdır.
Maaday-Kara destanında .lüm ruhu, ü. kat g.ğün derinliklerinde yaşayan ü. maraldan
birinin karnındaki altın kutunun içinde iki bıldırcın yavrusu şeklinde (Kay. Met. III); Er-
Samır destanında Kara-B.k.’nün paçasındaki çelik bıçakta (Kay. Met. IV); Kökin-
Erkey destanında ü. kilitli dökme demir sandığın içinde altı su samuru şeklinde (Kay.
Met. V); Kara-Par destanında ise çizmenin tabanında yedi kafalı alacalı bir yılan
şeklindedir (Kay. Met. VI). Ayrıca bu destanda düşman, kahramanın ruhunu altın bir
eyere çevirir ve kara bir kutuya gizler. Kartaga-Mergän destanında kuğu karısının canı
kara bir sandığın içinde yedi kuş şeklindedir (Kay. Met. VII). Yine bu destanda .lüm
ruhu tekrar dirilmede de kullanılmaktadır. Er-T.ştük destanında ise kahramanın ruhu
ocak taşının altında bir eğe olarak saklanırken düşmanın ruhu Al-Taikı adlı yerdeki
pınarda yaşayan bir sarı balığın karnında bulunan gümüş sandık içinde kırk kuş
şeklindedir (Kay. Met. VIII). Bu destanda yeniden dirilme motifine bağlı olarak girişte
bahsettiğimiz ‘kut’ kemikte saklıdır ve kahramanın atı bu kemiği yutup, tükürünce
kahraman dirilir. Seyfülmüluk hikâyelerinde ise .lüm ruhu bir sırça tabut içinde denizin
dibinde güvercin şeklinde saklıdır (Kay. Met. IXa-IXb). Ateşkâr Oğlan masalında,
Ateşkâr Oğlan ile atının ruhu bir balığın karnındaki kutunun içinde iki serçe şeklindedir
(Kay. Met. Xa). Ateşkâr Oğlan masalının eş metni sayabileceğimiz Ateşi Mercimek
masalında ise .lüm ruhu kapının .nündeki taşın altında ü. güvercin şeklinde saklıdır
(Kay. Met. Xb). Anadolunun çeşitli yerlerinden derlenen Muradına Ermeyen (Nail
Olmayan) Dilber adlı masallarda .lüm ruhu, dört masalda kahramanın koluna takılan
bilezik/pazıbent veya parmaktaki yüzükte; bir masalda ise aslanın boynuna asılmış olan
mavi boncuktadır (Kay. Met. XI). Gagauzlardan derlenen Tepegöz masalında tılsım
olarak geçen ruh, kaz adasında bulunan ü. ördekten birinin karnındaki oka taşının
içinde ü. sinek şeklindedir (Kay. Met. XII). Vilâyetnâme-i Abdal Musa’da ise Teke
Beyi’nin ruhu bir kara canavar şeklinde geçmektedir (Kay. Met. XIII). Mustafa Sever
de, “Masallarda Dış Can (Canın Beden Dışında Saklanması)” adlı çalışmasında;
Müstecep ile Dünya Güzeli, Kırkıncı Oda ve Yeloğlu Köse adlı masallardaki ruhları;
sırasıyla ü. ördek, iki güvercin ve ü. güvercin olarak tespit etmiştir (Sever 2003 :161-
164).
Tespit edilen motiflerin uluslar arası bir katalog olan Motif-Index of Folk-
Literature (=Halk Edebiyatının Motif İndeksi)’ne göre tasnifi şu şekildedir:
B15.1.2.8.2. Mitik yılan
D1330. Fiziksel değişiklikler yapan sihirli nesneler
D1540. Varlıkları hakimiyet altında tutan sihirli nesneler
E64. Sihirli objeyle yeniden dirilme
E730. Hayvan formundaki ruh
N440. Önemli sırların öğrenilmesi
Z71. Formülistik sayılar
Z140. Sembolik renkler6
Bedenin dışında herhangi bir yerde veya bir nesne içinde saklı bulunan ruhları
canlı hayvanlar ve nesneler olarak iki başlık altında toplayabiliriz. Canlı hayvan
şeklindeki ruhlar; bıldırcın, su samuru, yedi kafalı alacalı yılan, kuş, güvercin, serçe ve
sinek; nesne halinde bulunan ruhlar bıçak, eğe, eyer, mavi boncuk, bilezik, yüzük ve
pazıbent şeklindedir. Ruhların somut nesneler halinde karşımıza çıkması; insanların
soyut kavramları somutlaştırarak, elle tutulabilir, gözle g.rülebilir bir şekilde algılama
ve yansıtma ihtiyacından doğmuş olmalı.
Vilâyetnâme-i Abdal Musa’da açıkta bulunan ruh, diğer metinlerde bir hayvan
veya bir nesnenin içinde/altında gizlenmiştir. Bu nesne veya hayvanlar da Maaday-
Kara’da g.kyüzü; Kartaga-Mergän’de yeraltında dokuz denizin birleştiği yerde
yeryüzüne doğru yükselen bakır kayalık; Seyfülmüluk hikâyelerinde deniz, Ateşkâr
Oğlan masalında su; Tepegöz efsanesinde kaz adasındaki göl’de bulunmaktadırlar. Er-
T.ştük destanında ocak taşının altı; Ateşi Mercimek masalında ise kapı .nündeki taşın
altı, ruhların saklandıkları yerler olarak geçmektedir.
G.kyüzü, yer altı ve ada/göl gibi yerlere saklanan ruhlar ayrıca, buralarda da yine
bir hayvanın karnına gizlenmişlerdir. Bu hayvanlar; Maaday-Kara’da ü. maral, Er-
T.ştük’te sarı balık, Ateşkâr Oğlan’da balık, Tepegöz’de ördek’tir. Seyfelmölik
hikayesinde ise ruhun bulunduğu sandığı bir balık çekerek kıyıya çıkarır.
.lüm ruhlarının bedenin dışında, ulaşılması ve bulunması gü. bir yerde
saklanması her an yaralanmaya, yok edilmeye açık olan bedenin muhafazasına yönelik
bir harekettir. .ünkü ruh/can bilinmeyen bir yere bilinmeyen bir zamanda saklanmıştır.
Ruh güvenli ve erişilemez bir yerde olursa, beden yaralansa da .lüm söz konusu
olmayacaktır.
Ruhlarla birlikte anılan balık ile geyiğin Türk mitolojisinde önemli bir yeri vardır.
Verbistkiy’in derlediği ve Bahaeddin Ögel’in aktardığı Altay Yaratılış Miti adlı parçada
tanrı Ülgen, yeri ve g.ğü yarattıktan sonra, dünyaya destek olmaları için ü. balık
yaratır:
“Tanrı Ülgen durmamış, ayrıca vermiş salık,
Bu dünyanın yanına, yaratılmış ü. balık.
Bu büyük balıkların üstüne dünya konmuş,
Balıklar çok büyükmüş, dünyaya destek olmuş.
Dünyanın yanlarına, iki de balık konmuş,
Dünya gezer olmamış, bir yerde kalıp donmuş” (Ögel 1993: 433-434)
Geyik, Türk mitolojisinin, kökleri mezolitik devre kadar inen en eski
simgelerinden biridir. Gök ve yer unsurlarına bağlı olarak diğer bir çok hayvanla
benzer özellikler gösterir (Çoruhlu 2002: 142). Hayvan-Ata’ları temsil eden ü. tip
elbiseden biri de geyiktir (Ögel 1993: 36). Şaman elbisesinde geyiği simgeleyen bir
parça olduğu gibi, şamanın en önemli aksesuarı olan davul üzerinde de geyik resmi
bulunurdu (Anohin 1924, İnan 1998’den 447).
Ruhların ikizliği: Bazı metinlerde ruhlar, iki, ü., yedi ve kırk olarak karşımıza
çıkar. Maaday-Kara’daki iki bıldırcından biri düşman kahramanın, diğeri ise atının
.lüm ruhudur. Kökin-Erkey destanında altı (sekiz olmalı)7 su samuru (kunduz) şeklinde
karşımıza çıkan ruhlar ise, metinde geçen düşman kahramanlar Temir-Bökö, Temir-
Sağış, Celbis-Sokor ve Ceeken-Küren ile onların atlarının ruhlarıdır. Ateşkâr Oğlan
masalında çift at nalına bağlı olarak ortaya çıkan iki serçe Ateşkâr Oğlan ile onun atının
kardeşinin8 ruhudur. Abdülkadir İnan bu ruhları eş ruh olarak adlandırır ve özetle şu
bilgileri verir: Şamanizm’de her kam (şaman), kendisinin özel bir ruhu veya ruhları
bulunduğuna inanır. Altaylı kamlar bu özel ruha tös (töz), Yakut oyunları ‘ije kīl’ (=anahayvan)
yahut ‘emeget’, Türkistan baksıları ‘arvak’ derler. Tös, emeget, arvak, ataların
yahut büyük şamanlardan birinin koruyucu ruhudur. Yakutların tasavvurlarına göre “ije
kīl” şamanın herhangi bir hayvanda tecessüm ettiği canıdır (oyūn kuta) ve bu hayvanın
hayatıyla şamanın hayatı birbirine bağlıdır. “İje kīl” .lürse şaman da .lür. Bu “ije kīl”
eş-ruhtur ki eski devirlerde yalnız kamlara mahsus olmayıp herkesin bir “ije kīl”i
bulunduğu tasavvur edilmiştir (İnan 1995: 81).
Ateşi Mercimek masalı ile Tepegöz efsanesinde karşımıza çıkan ü.lü ruh, masal
unsuru olarak değerlendirilebilir. Kartaga-Mergän’deki yedi kuş-ruh ile Er-T.ştük’teki
kırk kuş şeklindeki ruh da, düşmanın .lümsüzlüğünün abartılı bir ifadesi olarak
düşünülebilir.
Hayvan şeklindeki ruhların sembolizmi: G.rüldüğü üzere ruhların çoğunluğu kuş
şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Bazen genel olarak kuş şeklinde ifade edilen ruhlar
bazen de cinsleriyle (bıldırcın, güvercin, serçe) anılmaktadır. Kuş sembolizminin eski
Türk inançlarından kaynaklandığını gösteren yeterince belge ve bilgiye sahibiz.
Radloff’un derlediği Altay Yaratılış Miti’nde; “...İnsan oğullarının ata ve anası
Tengere Kayra Kan kendisine benzer bir varlık yaratarak ona kişi dedi. Kayra Kan ile
kişi su üzerinde iki kara kaz gibi sakin sakin uçarak süzülürlerdi (Radloff 1976: 215)”.
Şeklinde geçen ibarelerde kuş olarak kaz ön plana çıkarılmaktadır. Şaman (kam)
elbiselerinin tasarımı ve yapısı da mümkün olduğunca kuşa benzetilirdi. Altay
şamanları, Munusinsk Tatarlarının, Teleütlerin, Soyotların ve Karagasların şamanları
giysilerini baykuşa benzetmeye çalışırlar (Eliade 1999: 187), böylelikle başka dünyalara
uçabileceklerine inanırlardı.
Metinlerimizde geçen güvercin şeklindeki .lüm ruhları ile .lüm meleği Azrail
arasında bir ilişki kurulmuş olmalı ki; Duha Koca Oğlu Deli Dumrul boyunda Azrail,
bir güvercin şeklinde karşımıza çıkar ve temsil ettiği varlık sebebiyle .lümü sembolize
eder. Antalyalı bir abdaldan derlenen Deli Dumrul hikâyesinde de .lüm ruhu bir
güvercindir: .lüm Meleği, Dumrul’un karısının canını almak için onun bedenine
kancasını saplar; kadının canı bir güvercin olarak Tanrı katına ulaşır (Boratav 1984:
28).
.lüm ruhu motifinden farklı olarak, don değiştirme (bir şeyin şekline girme) söz
konusu olduğunda da karşımıza çıkan kuşlardan biri güvercindir. Menâkıb-ı Hacı
Bektaş-ı Velî’de bu don değiştirme şöyle anlatılır: “Hacı Bektaş, Ahmet Yesevî
tarafından icâzetle Rum’a halife gönderildiğinde bir güvercin şeklinde
Sulucakarah.yük’e inmiş ve bir taşın üzerine konmuştur. Onun güvercin donunda
Rum’a gelmekte olduğunu kerâmetle keşfeden Rum Erenleri, kendisini buraya
sokmamak için Hacı Doğrul (Tuğrul)’u alıcı bir doğan kuşu donunda karşı
göndermişlerdir. Bunu gören Hacı Bektaş, tekrar insan kılığına dönerek Hacı Doğrul’u
perişan etmiştir (Ocak 2000: 198-199). Halk arasında güvercinin cennetteki huri kızları
olduğuna da inanılır (Artun 1996: 25-62).
Maaday-Kara destanında .lüm ruhu olarak geçen bıldırcın, tavukgillerin en kü.ük
üyesidir. Osman Nedim Tuna kergek kelimesinin bıldırcın nevinden bir kuşa delâlet
ettiğini; Orhun Yazıtlarında geçen inim kül tigin özi ança kergek bolmış (Kül Tigin
Abidesi Doğu Cephesi 3. Satır) ibaresinin de “(kardeşim Kül Tigin’in) canı (ruhu),
öylece kergek (denilen kuş) oldu” şeklinde izah edilebileceğini ileri sürmüştür (Tuna
1960: 131-148). Ayrıca L. Sami Akalın, Divan şiirinde gerek kelimesinin bıldırcın
anlamında kullanıldığını şu dizeye istinaden söylemektedir: “Varmış mı gerek o lâmekâne
(Kemal)” (Akalın 1993: 81). .mür Ceylan da selvâ, yalvakuşu, sumânî,
semâne, zelec, zîlâc, vertîc, vuşm, bûdene kelimeleriyle birlikte kerek, kerâk ve
kerkerek’in bıldırcın anlamında kullanıldığını kaydetmektedir (Ceylan 2003: 53).
Kü.ük cüssesine rağmen sevilen bir av kuşu olması şiirimize (Divan şiiri) de
yansımıştır. Aynı zamanda g.kyüzünde yaşanan can pazarında da kü.üklüğün ve
çaresizliğin sembolüdür (Ceylan 2003: 53). Bu açıklamalardan .lümle bıldırcın
arasında bir bağlantının olduğu düşünülebilir.
Kutsal kitaplarda, mitlerde, destanlarda, efsanelerde, masallarda, halk
hikâyelerinde yılana sıklıkla rastlanır (Başar 1978; Tümer 1990: 127-142).
.lümsüzlüğü, k.tülüğü, şekil değiştirmeyi, tekrar tekrar yaşamayı sembolize eder
(Seyidoğlu 1998: 86-92; Tümer 1990: 127-142).
Altay Yaratılış Miti’nde Tanrı, dokuz dallı bir ağaç yaratır. Daha önce yarattığı
kişi oğluna da bazı dallardaki meyveleri yemeyi yasaklar. Ağacı beklemek üzere bir
köpek ile bir yılanı bekçi olarak diker. Erlik, yılanı kandırarak yasak meyveden
tatmasını sağlar. Daha sonra yılan, kişi oğlunu da bu meyveden yemeye ikna eder. Tanrı
bunun üzerine yılanı şeytan olarak ilan eder ve kişi oğlu senin düşmanın olsun der (Ögel
1993: 451-465).
.lüm ruhu sembollerinden biri de su samurudur. Kürkü için avlanan bu hayvanın
eski Türklerin hayatında -özellikle Sibirya gibi soğuk yerlerde yaşayanlarda- önemli bir
yere sahip olduğunu söyleyebiriliz.
7
W. Radloff’un derlediği Manas destanında, kahraman Manas’ın canının sineğe
benzediği şöyle anlatılır:
Diyorlar ki Manas’ın sineğe benzer canı çıktı
Gerçek evine gitti (Akt. İnan 1995 :182)9.
Henüz buluğa ermemiş çocukların canı da sinek ya da kuş gibi uçan bir yaratık
olarak düşünülmüştür. Çocukların .lümünde Azrail kendilerine kırmızı bir elma verir,
çocuklar bu elmayı sevinçle almak isterken ruhları elmaya yapışır, Azrail bu suretle
canlarını almış olur (Bayrı 1972: 129).
Yukarıda verdimiz örnekler ve yaptığımız tahliller çerçevesinde .lüm ruhu
inancının Eski Türklerce çok iyi bilindiğini, Vilâyetnâme-i Abdal Musa’da geçtiği
şekliyle de, bu inancın, İslâmî bir kerâmet hikâyesine d.nüştürülerek yaşatıldığını
g.rüyoruz. .lüm ruhu inancının, ‘.ldükten sonra insanın ruhunun başka bir kalıba
intikal suretiyle hayatını sürdürmesi (Ocak 2000:163)’ şeklinde ifade edebileceğimiz
ten.süh inancıyla olan bağlantısı bu çalışmanın dışında tutulmuştur.
.lüm ruhu inancının günümüze yansıması .lü ve .lümle ilgili pratiklerde
karşımıza çıkmaktadır. Anadoluda, cesedin bulunduğu odanın pencerelerinin açık
tutulması, ruhun serbestçe dışarı çıkmasına yönelik bir harekettir (Örnek 2000: 214).
.lüm ruhlarının ağırlıklı olarak kuş şeklinde karşımıza çıkması ise ölen kişinin
günahsızlığına; yılan şeklinde olan ruhların da ölen kişinin günahk.r olduğuna işaret
ettiği söylenebilir (Araz 1995: 77). Yukarıda ruhların ikizliği meselesinde ele aldığımız
eş-ruh inancı doğum âdetleri çerçevesinde plasenta (eş, son, etene, eten) ile ilgili olarak
birtakım pratiklerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Yakutlarda, babayla
arkadaşlarının, yeni doğanın ruhunu korumak amacıyla -ruhun içinde olduğunu
sandıkları- plasentayı yedikleri bilinmektedir (Roux 1999:139). Anadolu’da da
plasentanın çocuk gibi canlı olduğu, göbek bağı kesilince -dölyatağı ile ve çocukla
bağlantısı kalmadığı için- .ldüğü inancı bulunmaktadır (Boratav 1984:151). Ayrıca
kısırlığı gidermek için, yeni doğmuş bir çocuğun plasentasından kü.ük bir parçanın
kurutulup çocuğu olmayan kadınlara gizli olarak yedirilmesi (Araz 1995: 97); yine yeni
doğum yapmış bir kadının son’unun alınarak hemen hamama g.türülmesi ve çocuğu
olmayan kadının bunun üzerine oturtulması da kısırlık için başvurulan çarelerdendir
(Bayrı 1972: 208).
.lümün tüm insanlık için kaçınılmaz bir son oluşu, dünyanın her yanında .lüm
çevresinde oluşan âdetlere ve uygulamalara evrensel bir karakter kazandırmıştır (Örnek
2000: 207). Bizim tespit ve tahlillerimiz .lüm ruhu düşüncesinin Eski Türklerdeki
durumu ve günümüze yansımalarıyla sınırlandırılmıştır.
Kaynak Metinler:
I. Han-Püdey Destanı
Kara Kula Mattır, Kara Attu Han’ın memleketini istila edip Kara Attu Han’ı ve
halkını esir eder. Kara Attu Han’ın oğlu Kara Kula Mattır’ın takibinden kurtulmak ve
onunla savaşmak için kendine silah olarak altı dağ keçisinin boynuzlarını birbirine
bağlayıp bir yay yapar ama bu yayın kirişi yoktur. Yayına kiriş yapmak için de büyük
denizin kenarında yaşadığı söylenen, fil denilen hayvanın yurduna gider. (Bundan
sonrasını metinden aktarıyoruz): “Genç, denize açılmış, / Fil diye adlandırılan hayvan /
Ormanla kaplı dağlık bölgeye yatmış, / Ormanla kaplı dağa yaslanarak / Yatıyormuş
orada. / Boynuzları g.kyüzüne varıyormuş. /Genç oraya doğru atıyla gitmiş / Ve
burnuna girmiş. / Fil diye anılan hayvanın kalbini kesmiş. / Fil diye anılan hayvan
ölmemiş. / Genç oraya baktığında / Onun alnında kırmızı bir ben g.rmüş / Alnındaki o
beni kesmiş, / Fil diye adlandırılan hayvanın canı oradaymış, / Fil diye adlandırılan
hayvan .lmüş (Radloff 1999a: 71-72).
II. Altay-Buuçay Destanı
.ldürülen kardeşi Altay Buuçay’ı diriltmek için çare arayan Kamçı Ceeren’e,
Ceeren Kızıl tilki şunları söyler: “Buradan ileri gidersen, / Dokuz yolun kavşağı var. /
Dokuz yolun kavşağında / Doksan dokuz köşeli, / Doksan dokuz bacalı / Kara saray
durur. / O sarayda yaşayan / Dokuz başlı Celbegen var. / Onun başlarının kenarında /
Üç yaşındaki koyun büyüklüğünde / Kızıl kahverengi ben var. / Onu çekip alabilirsen /
Altay Buuçay dirilir, / Onu çekip alamazsan, / Sen kendin de .lürsün!” (Dilek 2002:
213-214).
III. Maaday-Kara Destanı
Destanın Kahramanı K.güdey-Mergen, Kara Kula-Kağan’ın .lüm ruhunun
nerede gizli olduğunu lamalardan şu şekilde öğrenir:
Baş lama konuşmaya başladı: / “Yeryüzündeki yetmiş kağan / Hepsi de ruhlarını
(geleceklerini) / öğrenmek için gelip sordular, / Yalnızca yeryüzüne hükmeden Kara–
9
Kula / Bizim yanımıza gelmemiştir, dedi. / Rezilin kızarıp akacak kanı yok, dedi, / S.nüp
ölecek ruhu yok, dedi. / Onun için gururlanıyor, dedi, / Onun için b.bürleniyor” dedi. /
Diğer bir lama konuşmaya başladı: / “Kan g.zlü Kara-Kula / Bizim yerimize niye
gelsin? / Böyle yüce bir insanın ruhunu, .mür süresini / Sıradan bir lama bilemez ki”
dedi. / Diğer bir lama konuşmaya başladı: / “Rezilin ruhu hakkında / Bilinmeyecek ne
var ki? dedi. / Üç kat g.ğün derinliklerinde, / Üç maralın karnında / Altın bir kutu var”
dedi. / Diğer bir lama dedi ki: / “Üç maralın karnında / Altın kutunun içinde / Birbirine
benzer iki bıldırcın yavrusu var, / Birisi atının ruhu / Birisi kendisinin ruhu. /
Ortasından yarılsa, / Onun atı düşüp .lür, dedi. / Ortasından diğeri yarılsa, / Kendisi
.lür, mutlak” dedi. / Diğer bir lama dedi ki: / “Üç kat g.ğün derinliklerine, / Çıkacak
kişi nerede? / Üç maralın karnından / Altın kaplı kutuyu / Almanın yolu yoktur” diye
söyledi. / Diğer bir lama dedi ki: / “Üç maralın yavrusu / Altmış çatal boynuzlu /
Andalba adında bir sığın var, dedi. / Maaday-Kara Altay’ına / O gizlenmiştir, dedi. /
Yedi gün eziyet edilse / O karaca yavrusu gibi melese, / G.kyüzünün ü. maralı / Yere
inerler, mutlak, dedi. / Karınlarına bir yarık açsan / Altın kutu yere düşer, / Eğer altın
kutuyu parçalarsan / Bıldırcın yavruları oradan çıkar. / Bu bıldırcın yavrularını
.ldürürsen, / Kara-Kula atıyla birlikte .lür. / Yeryüzü kurtulur / O zaman” deyip
endişelendi. / Başka bir lama dedi ki: / “Ey ey çocuklar, dedi, / Kara-Kula’nın ruhu ve
hayatı hakkında / Kara yere (hiçbir sebep yokken) konuştuğunuzda, / Onun nerede
olduğunu açıkladığınızda, / Benim şu yuvarlak yüreğim / Neden titredi, çocuklar? dedi.
/ Keten elbiseli Tastarakay / Tam zamanında kadehleri doldurdu. / Yedi benzer
lamalara / En büyük tajuurdan ikrama başladı. / Bundan sonra / Keten elbiseli
Tastarakay / Bir aceleyle dışarı çıktı. / “Sağ olun lamalar!” diye, / Atının üstünden
bağırdı (Maaday-Kara Destanı 4227-4297. satırlar. Akt., Bekki 2001, krş. Naskali 1999:
153-155).
IV. Er-Samır Destanı
Hanımı kurtarmak üzere yer altı dünyasına inen Er Samır, Erlik Bey’in
avenesinden Kara Bökö ile kavgaya tutuşur. Er Samır, Kara B.k.’nün kemiklerini
darmadağın edip omurgasını oysa da Kara Böke’yi bir türlü .ldüremez. Bu acıya fazla
dayanamayan Kara Bökö en sonunda Er Samır’a şunları söyler: “Paçamda bıçak var, /
Hemen al, dedi. / Canlı vücuduma eziyet etme, / Canımı çabuk al” dedi. / Onu işiten Er
Samır / Kara B.k.’nün paçasından / Kara çelikten bıçağı alıp, / Kara kanını d.küverdi,
/ Bir çok kemiğini kesip parçaladı, / Kara Bökö .lüverdi (Dilek 2002: 81).
V. Kökin-Erkey Destanı
Kökin Erkey’in kız kardeşi Erkin Koo, Celbis Sokor tarafından kaçırılır. Onu
aramaya çıkan ağabeyi Kökin Erkey yolda Ançı Mergen ile arkadaş olur. Bir müddet
sonra Celbis Sokor’un iki oğluyla karşılaşırlar ve kavgaya tutuşurlar. Dört bahadırın
gücü de birbirine denk gelir. Kökin Erkey atı Temir Çookır’dan yardım ister: “Bir
yardımını ulaştır, / Kıymetli Temir Çookır!’ diye / Kuvvetle bağırdı. / Bakıp, tekrar
baktığında / Üç kilitli dökme demirden sandığı / Temir Çookır at getirip, / Kökin Erkey
bahadırın / Ayağının .nüne bıraktı. / Kökin Erkey o sandığı / Sağ ayağıyla vurup tepti, /
Onun içinden altı su samuru çıktı. / Altısını da Kökin Erkey / Ayakkabısının bronz
tabanıyla ezdi. / Temir Bökö, Temir Sağış / İki dağ gibi yere yıkıldı, / Akan kanları göl
gibi d.küldü. / İki kara atları / Yelelerine yaslanıp yıkıldılar. / Kağan Celbis Sokor’un
kendisi / Ceeken Küren atıyla ikisi / Yattıkları yerden kalkamadılar. / Akan kanları
deniz gibi oldu, / Artıp kalan kemikleri dağ gibi oldu (Dilek 2002: 192).
VI. Kara-Par Destanı
Babasını aramaya çıkan Kara Par’ın yolda karşılaştığı olağanüstü şahıslarla
mücadelesi sırasında -burada kahramana yardımcı olan kişiler de vardır- .lüm ruhu ile
karşılaşıyoruz: “Beyaz mavi atla birlikte ihtiyarı ayağından yakalamış. / İhtiyarı ikisi
birlikte çekiştirmişler. / İhtiyarın vücudunu yarıp / İç organlarını dışarıya çıkarmışlar. /
Altın Ayra’yı, / Han Mergen’i nereye sakladın? / Diye sormuş Kara Par. / “Onları ben
almadım!” demiş ihtiyar. / “Eğer onları sen almadıysan kim aldı?” / “Altın Ayra’yı /
Kara kazanda haşladım, / Han Mergen’in ruhunu / Kara kutuya / Altın bir eyer olarak
koydum.” / “Temiz ruhun nerede?” / “Çizmenin tabanında / Yedi kafalı alacalı bir
yılan olarak duruyor.” / Beyaz mavi atlı genç / Çelik kılıcını almış / Çizmenin tabanını
açıp / Yedi kafalı alacalı yılanı dışarıya çıkarmış, / Yılanın yedi başını koparmış. /
İhtiyarın ruhu .lmüş (Radloff 1999b: 269-270).
VII. Kartaga-Mergän Destanı
...
O zaman av atı, çabucak üzerindeki eyer ve kantarmanın alınmasını ister, bunun
üzerine yerde bir defa ağındıktan (ağnadıktan) sonra yalbagay kuşu şekline girerek ak
ve kara bulutlara doğru uçar ve gökte kü.ük bir kuşu yakalayıp yere indirir. Kartaga-
11
Mergän kuşu yakalar. Av atı tekrar eski şekline girerek, bu kuşun savaş atının ruhu
olduğunu söyler, onu atın ağzına koyarsan, hemen canlanır, der. Savaş atı tekrar
canlandıktan sonra kahramana başından geçenleri anlatır (Radloff 1994: 162).
Her iki at, kuğu karısının canının vücudunda olmadığını ve bunu nerede
bulunduğunu bilirler. Onlar yerin altına giderler. Burada dokuz deniz vardır, bunlar,
ayrı bir deniz teşkil ederek bir noktada birleşirler, dokuz denizin birleştiği yerde,
yeryüzüne kadar yükselen bakırdan bir kayalık vardır, bu kayalığın eteğinde kara bir
sandık vardır, kuğu karısının canı işte bu sandığın içerisindedir. Yedi kuştan ibaret olan
bu can .ldürülürse, kuğu karısı da .lür (Radloff 1994: 174).
VIII. Er-T.ştük Destanı
İlemen-Bay yakalandığı devden kurtulmak için oğlu Er-T.ştük’ün ruhunun yerini
söyler:
....
İlemen-Bay, “Gel de, alp oğlum Er-T.ştük’le, akıllı gelinimi vereyim,” der ve
“oğlumun ruhu, ocağın taşının altındaki eğededir,” der ve dev de sevinip gider. Er-
T.ştük babasının yanına gider. Bakar ki babası ocakla oynuyor. Babasının yanında
oturur, İlemen-Bay, bir fırsatını bulur, kızgın demirle oğlanın başını yarar. Oğlan fırlar
dışarı, bağırmaya başlar. Karısı bakar ki, kocası iyice yanmış. İşi anlar ve kocasına :
-“Eğer beni seviyorsan, git babanın elindeki o eğeyi al da gel,” der. Oğlan gider, eğeyi
babasından ister ama, babası bulamaz. Der ki:
“-Hani benim bir gece konakladığım, eğri bir kavak vardı ya, herhalde orada
unutmuş olacağım,” der. Oğlan atlanıp gitmeğe hazırlanır. Akıllı kız yine vaziyetten
şüphelenir: “-Bari benim atım Çal-kuyruk’a binip git”, der.
....
Eğri kavağa gelince, at Allah’dan dile gelir ve oğlana akıl vermeğe başlar.
Gelirler eğri kavağa, bakarlar ki dev anası ağacın dibinde oturup duruyor. Oğlan
selam verir ve devden eğesini ister. Dev anası: “Ben kalkamam”, der. Atın .ğüdüne
uyan oğlan, deve: “Peki o arkandaki insanlar nedir?” Diye sorar. Dev anası merak
edip arkasına bakınca, oğlan eğeyi alıp atına biner ve at uçmağa başlar.
Destanın devamında Er-T.ştük, Çoin-Kulak denen bir şeytan tarafından .ldürülür
ve cesedi köpeklere atılır. Er-T.ştük’ün yeniden dirilişi ve Çoin-Kulak’ın ruhunu ele
geçirişi şöyle anlatılır:
Şeytan Çoin-Kulak yine bir gün avda iken, ahırda baygın olarak yatan (Er-
T.ştük’ün) atı Çal-Kuyruk, Er-T.ştük’ün cesedini aramaya çıkar; bakar ki .lüsünü
uğru köpekler g.türmüş, yalnızca bir kemiği kalmış. At bu kemiği alıp yutar. Sonra da
tükürür. Allahdan Er-T.ştük dirilir. Çıkıp gelir eve. Ama bir yanda da Çoin-Kulak’dan
korkar. Karısı Ak-Çenem, evin altında bir kuyu kazar. Onu içine kor. Her türlü yemeği
ve içkiyi de .nüne yığar. Akşam olur, Çoin-Kulak gelir. Uykuya dalar. Er-T.ştük bir biz
alıp beşikte yatan oğlana dürter, oğlan feryat edince, şeytan babası da uyanır. Niye bu
çocuk ağlar, der. Dev, Ak-Çenem’e: “Al-Taikı adlı yerde, bir altın pınar, bu altın
pınarda sarı bir balık ve bu balığın karnında gümüş bir sandık, gümüş sandığın içinde
de kırk kuş vardır. Benim ruhum, işte bu kırk kuşun ruhudur” der. Ak-Çenem
sabahleyin bunu hemen Er-T.ştük’e söyler. Er-T.ştük de gidip kırk kuşun başını
koparır. Dev Çoin-Kulak .lür. .lür ama bu defa da iki aylık oğlu hücuma geçer. Neyse
onu da .ldürürler (Ögel 1993: 542-547).
IXa. Seyfülmüluk Hikâyesi
Hikâyede Bediülcamal, bir dev tarafından İsfid ülkesi denen bir yere g.türülür ve
orada hapsedilir. Şehzade Seyfülmüluk onun arkasından gider ve kızı bulur. Bu belalı
yerden kurtulmak için çare ararlar. Bediülcemal devle arasında geçen bir konuşmayı
Şehzadeye şöyle anlatır:
–Bir gün devden bu memleketin adı nedir diye sordum, o da bana:
–İsfidbaş ülkesi derler, diye cevap verdi.
–Burdan insanlar ülkesine kaç aylık yol gitmek gerekir deyince:
–Bize iki aylık yoldur amma, insanlar oraya gidemezler, dedi.
–Tekrar sordum:
–Periler mi çok yaşar insanlar mı? Dev de:
–Periler çok yaşarlar, dedi. Ben:
–Senin yaşın ne kadardır, diye sordum, o da:
–Yedi yüz yaşındayım, dedi. Tekrar ona:
–Senin canın nerededir, nerede saklarsın ki bu kadar uzundur, deyince kızdı,
kalktı ve bana:
–Sen benim canımdan ne istersin, nerede olursa olsun, dedi. Ben ona:
–Sen beni evimden, ailemden ayırdın, boş yere azarlamaya ne hakkın var deyip
ağladım.
13Bunun üzerine peri padişahının oğlu pişman oldu ve:
–Doğru söyledin, seni boş yere azarladım. Benim senden gizli bir işim olmaz, hem
senin elin benim canıma erişmez. Benim canım bir sırça tabut içindedir. O tabut da
denizin dibindedir. Süleyman Peygamberin yüzüğünü denize gösterirlerse ve: “Tabutu
göster” derlerse tabut g.rünür, fakat böyle bir şey de mümkün değildir, der.
Seyfülmüluk bu haberi duyunca heyecanlanır, biraz düşünür, sonra başını kaldırır
ve kıza:
–O dediğin Süleyman Peygamberin yüzüğü bendedir, şimdi deneyelim bakalım
söyledikleri doğru mudur, der.
İkisi birlikte kalkıp deniz kenarına gelirler, yüzüğü denize doğru tutarlar, bir
sırça sandık su yüzüne çıkar. Sandığı köşke getirirler, ağzını açarlar, içinden bir
güvercin çıkar. Şehzade derhal güvercinin başını keser ve köşkten dışarı atar. Bunun
üzerine ansızın bir toz dumanı çıkar, havadan kan yağar, arkasından büyük bir ceset
yere düşer. Şehzade ve kız bunun cinler padişahının oğlu olduğuna sevinirler, yol
hazırlığını görerek bir sal hazırlayıp ona binerler ve denize açılırlar, uzun bir zaman
denizde yol alırlar (Seyidoğlu-Yavuz 1990: 90-91).
IXb. Seyfelmölik
...
–Ey dostum, sen ölsen ben kendi başıma denizin dibinde ne yaparım? Der Melike.
Dev söyler:
–Yok, yok, ben ebediyen ölmem, yaşlansam da ölmem. Benim canım çok uzakta
durur, onu kimse de alamaz.
–Ey dostum, senin canın nerededir? Ben yalnız kalırsam ne yaparım diye
kaygılanarak yaşarım.
–Tamam, kimseye söylemediğim sırrımı sana söylerim. Benim canım pek uzaktaki
bir denizin dibinde. Orada büyük bir sandık, sandığın içinde de kü.ük bir sandık var.
Kü.ük sandığın içinde güvercin var. O güvercini kimse tutamaz. Eğer onu tutup
boynunu kırsalar o sırada benim canım çıkar. Ben dünyada yaşamam .lürüm. O büyük
sandığı deniz balığı yalnızca çekip çıkarılabilir. O balığı bu iş için görevlendiren
kişinin Süleyman Peygamberin yüzüğünü takması gerekir. Balık o yüzüğü takan kişiyi
dinler. Öyle insan dünyada yok. Süleyman Peygamberin yüzüğü bir tane. O bir
14
padişahın elindedir. Onun ne işe yaradığını da kimse bilmiyor. Öyle olunca kimse de
beni .ldüremez, der.
Melike’ye yalnız bu gerekiyormuş. Bundan sonra dev uykuya yatar. Ertesi gün
yine kendi işine gider.
Dev gidince Seyfelmölik yine gelir. Kızın kollarını çözer. Melike ağlar gözyaşları
döker.
–Ey Seyfelmölik, nasıl konuşsak da bizim işimiz olmayacak. Bu dev ebediyen
yaşarmış. Onun denizin dibindeki canını almak için Süleyman Peygamberin yüzüğünü
bulmak gerekiyormuş. Yalnızca o kişiye deniz balığı yardıma gelirmiş, denizin dibinden
sandığı çekip çıkarırmış, der.
–Melike yüzük benim elimde, der Seyfelmölik. İşte şimdi sen rahatça denizin
dibinden çıkarsın.
İkisi de pek kıvanırlar. Ama şimdi Melike nasıl yapması gerektiğini düşünüp
söyler. En önce yüzüğün takıldığı eli suya sokup bükmek gerek. Ondan sonra balık
yüzüp gelir. Balık büyük sandığı çekip getirir. Büyük sandığı açtıktan sonra kü.ük
sandığı açmak, onu pek dikkatle açıp güvercinin boynunu koparmak gerek. O zaman
dev ölecek, der Melike.
Dolayısıyla Seyfelmölik kendi başmaklarını alıp çıkıp gider. Önceki ihtiyarın
yanına gelir. Onunla denizin kıyısına gidip balığı çıkarırlar. Balık bunların verdiği
görevi yapar, büyük sandığı çekip getirir. İçindeki kü.ük sandığı açıp güvercinin
boynunu kesip atarlar. O sırada gök gürlemesi ve yer sarsıntısı sesleri işitilir.
G.kyüzünden başı kesilen dev gelip düşer. Deniz dibine düşüp yok olur. Bütün denizin
üzeri kıpkırmızı kan ile dolar (Ehmetova 1984, Atnur 2002’den: 197-206).
Xa. Ateşkâr Oğlan Masalı
Elazığ’dan derlenen Ateşkâr Oğlan masalında, masal kahramanının evleneceği
kızı kaçıran Ateşkâr Oğlan, kaçırdığı kızı bir kaleye kapatır. Kızın sevgilisi de peşinden
gelir. Ateşkâr Oğlan ile kız arasında şöyle bir diyalog geçer:
“... Burada bir insan kokusu var, kim geldi?
–Keşke bir insan olsaydı burada, sen ava, kuşa gidiyorsun. Benim bu kalede
canım sıkılıyor. Keşke bir insan olsaydı da ben eyleneydim. Barı sen sırrını söyle, senin
.lümün nereden, hiç olmazsa aklıma geldikçe ağlarım. Ben seni eskidenberi çok
severim.
15
Ateşkâr Oğlan da kurnaz, tamamını söylemiyor, diyor ki:
-Benim sırrım kapıdadır, kapıya ateşi saldın mı ben neredeysem orada ateş alır
.lürüm.
Ateşkâr Oğlan gidince kız kapıyı ateşliyor, “ağam yandı, kapım yandı, ağam
yandı kapım yandı” diye ağlıyor. Ateşkâr Oğlan geri geliyor, diyor ki:
–Boşuna ağlıyorsun, o değildi.
–Ya neydi?
–Kapının arkasındaki süpürgeyi ateşlersen ben yanarım. Benim sırrım odur.
Kız hemen süpürgeyi yakıyor, “ağam yandı, süpürgem yandı” diye bağırmaya
başlıyor. Ateşkâr Oğlan diyor ki:
–Karı, karı sen bana ağlıyorsun, bari tamamını söyleyeyim ama sakın bunu
yapmıyasın. Bizim dolapta bir çift at nalı vardır. O at nalının bir tekini suya atarsın, bir
balık çıkar, o balığın karnını yararsın, bir kutu çıkar. O kutudan da bir çift ufak serçe
çıkar. O kuşun boynunu çektin mi benim de boynum neredeysem çekilir atılır. O nalın
tekini de suya attın mı benim atımın kardeşi sudan çıkar (Günay 1975: 304-305).
Xb. Ateşi Mercimek Masalı
Ateşkâr Oğlan masalının bir benzeri olan Ateşi Mercimek adlı masalda da .lüm
ruhunun ortaya çıkarılması şöyle anlatılır:
....
Daha sonra kız buna (Ateşi Mercimek) sormuş:
–Senin canın nerede?
–Şu süpürgede benim canım.
Sonra kız o süpürgeyi süslemiş, ne etmiş. O alay etmeye başlamış. Kız demiş ki:
–Niye gülüyorsun, yoksa beni kandırdın mı? Ciddi s.ylüyorum, bir şey
etmiyeceğim, senin canın nerde?
–Kapının .nündeki taşın altında ü. tane güvercin vardır. O güvercinler benim
canımdır.
Bu gidince oğlanla kız taşı kaldırmışlar, ü. güvercini yakalayıp birini
.ldürmüşler. Adam yarı hasta eve gelince demiş ki:
–Bana bir şey oldu, herhalde canımla oynadınız.
–Yok yok, hiçbir şey olmadı.
Sonra oğlan birini daha .ldürmüş. ..üncüyü de .ldürünce Ateşi Mercimek de
.lmüş. Oğlan da kızı almış gelmiş.
Çifte davul, çifte zurna düğün yapmışlar (Sakaoğlu 1999: 295).
XI. Muradına Ermeyen (Nail Olmayan) Dilber Masalları
Bilge Seyidoğlu’nun Erzurum Masalları adlı kitabında “Muradına Ermeyen (Nail
Olmayan) Dilber adıyla ü. masal bulunmaktadır.
Birinci masalda, gülünce yüzünde güller açan; yıkanınca suyu altın kesilen;
ağlayınca gözlerinden inci mercan saçılan prensesin ruhu parmağındaki yüzüktedir
(Seyidoğlu 1975: 277-280).
İkinci masalda, sesi çok güzel olan; bastığı yerler çimenlerle bezenen; yıkandığı
su altın kesilen; gülünce yanaklarında güller açan; ağladığında gözlerinden inciler
d.külen .ksüz kızın ruhu padişah oğlunun aslanın boynunda bir mavi boncuk
şeklindedir (Seyidoğlu 1975: 281-284).
..üncü masalda (Muradına Nail Olmayan Dilber), gülünce yanaklarında güller
açan; bastığı yerlerde çimenler biten; yıkandığı su altın kesilen fakir kadının kızının
ruhu, bileğine doğduğunda dervişler tarafından takılan bileziktedir (Seyidoğlu 1975:
285-290).
Saim Sakaoğlu’nun Gümüşhane-Bayburt Masalları adlı eserinde de “Muradına
Nail Olmayan Dilber” adıyla bir masal bulunmaktadır. Bu masalda, fakir bir kadının
güldük.e yüzünde güller açan; ağladıkça g.zünden mercanlar d.külen; yıkandığı su
altın kesilen kızının ruhu kolundaki pazıbendindedir (Sakaoğlu 2002: 440-444).
Muhsine Helimoğlu Yavuz’un Masallar ve Eğitsel İşlevleri adlı kitabında AfyonÇay’dan
derlenmiş “Muradına Eremeyen Dilber” masalında da fakir kadının kızının
ruhu kolundaki bileziktedir (Yavuz 2002: 439-443).
XII. Dev Oolu Kurtaarer Padişahın Kızını
Gagauzlardan derlenen Tepegöz masalında .lüm ruhu şu şekilde geçmektedir:
....
Şindi geler evê kendi tepägöz, iyer mancaları içer bir fıçı su. Sora hızlanêr kızın
üstün.. Kız büük seslän baarêêr:
-Dur yaklaşma bana!
-Niçin! –sorêr tepägöz.
Kız annadêr, ani bobası .lmüş da bu üzer. o pek derin kahırda, kırk gün lääzım
yas tutsun. Tepägöz kayıl olmuş beklemää kırk gün da sora evlenmää kıza. Yatêr
dinnenmää tepägöz. Kız sorêr ona:
-Nedir senin tılsımın?
Tepägöz söleer:
-Tä bu direk.
Sabaalen tepägöz gider avlanmaa, da dev oolu geler gıza da onnar ikisi
donadêrler türlü gözäl işlärlän evin direeni.
Çocuk üüreder kızı, taa ne yapsın:
-Tepägöz geldiynän evä, sän oynayasın bu dirään dolayanında da deyäsin:
“Tep.g.z.üün tılsımı”.
Avşam olêer, tepägöz geler evä. Kız oynarmış dirään dolay yanında da deyärmiş:
“Tep.g.z.üün tılsımı!”. Tepägöz sa gülmeer. Kız başlêêr aalamaa. O zaman tepägöz
güler. Kız deer ona: “Ne gülersin?”, da urêr kendisini erä. Tepägöz söleer kıza:
-Karı, deersin, saçı uzun, ama aklı kısa!
Tep.g.zün tılsımı ne zaman olur direktä?
-Sölesänä da bän bileyim.
Tepägöz söleer:
-Benim tılsımım bu evin süpürgesi. Açan tepägöz gider daaya, çocuk genä geler
kıza da üüreder onu:
-Donadasın süpürg.yi türlü parçalarlan.
Kız hazırlêêr bir .küz imää tepägözä hem bir fıçı su, sora donadêr süpürg.yi.
Açan da geler tepägöz daadan, kız alêr süpürgeyi, çıkêr karşı tepägözä. Hemoynêêr
hem dêêr: “Tep.g.z.üün tılsımı!”.
Tepägöz sa güler da deer:
-Karı, deersin, aklı kısa, ama saçı uzun. Tep.g.zün tılsımı olur mu evin dirää,
yaki (veya) süpürg.. Benim tılsımın faydası yoktur sana. Söyleycäm. Pek yırakta var bir
Kaaz daası, daayın içindä var bir göl, orada üzer ü. ördek. İleri gider bir erkek ördäk.
O ördään katısında var bir oka taşı. O taşın içindä var ü. sinek. Onnar benim tılsımım.
Açan Dev Oolu işider bunu, gider Kaz daasına, bulêr g.lü da urêr ilerki ördää,
yarêr onu, çıkarêr katısını da kırêr o oka taşını. Çıkarêr ü. sinek, birisinin başını
18
koparêr ikisini da koyêr şişä içinä. Tepägöz da hastalanêr. Dev Oolu geler, kızı da
beklärmiş onu. Dev Oolu deer:
-Sän da gör, bän nasıl .ldürec.m tep.g.zü.
Tepägöz yarı yola geler, çocuk koparêr ikinci sinään kafasını. Tepägöz da öler,
yıkılêr erä.
Dev Oolu alêr Dünn.. Gözeli kızı, da gelerlär onnar çocuun evinä. Dev adamı
beklärmiş çocuu da deer ona:
-Sän şindään sora, halizdän (gerçekten) dev adamın oolu, utandırmadın beni.
İslää, ani geldin da bölä gözäl kızı getirdin. Şindän sora bendän fayda olmaycêk,
yaşayın, bana da bir parça ekmek verin (Özkan 1999: 306-307).
XIII. Vilâyetnâme-i Abdal Musa
Abdal Musa Sultan namaz vaktinde durıgeldi; g.rdü ki bir kara canavar yer
kazup çağırır. Kara Abdal’a buyurdu: “Baltanı bile...”. Kara canavarı gösterdi. “Eyle
kim seğirt, Teke beğinin ruhudur, ol bâba yetiştirmeyelüm” didi. Kara Abdal dahi
koğarak ol canavarı yetişüb depeledi. (Tam o sırada Teke beği Antalya’ya giderken
yolda atının ayağı sür.er ve tepe üstü yuvarlanarak .lür) (Ocak 1992: 111).
Notlar:
1. “Arkaik kahramanlık destanı” terimi ile daha ziyade Altay bölgesi destanları kastedilmektedir. Bu
destanlarda kahramanlar, dış g.rünüş itibariyle olağanüstü heybetli ve gü.lü tasvir edilmelerine rağmen
maksatlarına ulaşmak için kuvvet ve cesaretleri yerine, çok özel ve gizli bilgileri kullanırlar. Mücadele
ettikleri kahramanlar, tanrılar (Erlik) veya bir .l.üde bunlarla ilişkide olan kişiler ve olağanüstü gü.lere
sahip yaratıklardır. Düşmanla savaşta, genelde at veya insan şeklinde tecessüm etmiş bir ruhun (eezi/iye)
bilgilerine müracaat ederek hile ve sihre başvururlar. Olaylar ü. boyutlu bir dünya anlayışı çerçevesinde
cereyan eder. Bu özelliklerinden dolayı mitle klasik epos arasında bir başka ifade ile mitten destana
geçişte bir tür olarak karşımıza çıkarlar. Bu tür eserlere, Rus bilginlerinden oluşan çok sayıda bilim adamı
“Bahadırlık Masalları” adını verirler (Aça 2000 :11-22; Bekki 2002 :569-579).
2. Arap edebiyatında X. Yüzyılda ortaya çıkan Ferec Ba’de’ş-Şiddeler XIII. Yüzyılda Farsça’ya tercüme
edilmiş, XV. Yüzyıldan itibaren de Türk edebiyatında g.rülmeye başlanmıştır (Seyidoğlu 1990: 11).
3. tin: Ruh; Birtakım fizik ötesi kurucularının, gerçeği ve evreni açıklamak için her şeyin .zü, temeli veya
yapıcısı olarak benimsedikleri madde dışı varlık (Türk.e S.zlük 1988: 1476); Varlığın büyüme ve nefes
alma gibi hayat tezahürü tın s.züyle ifade edilir. Tın yalnız insan ve hayvanlarda değil, neşvünema
kabiliyeti olan bütün cisimlerde (nebatlarda) de vardır (Anohin 1924, İnan 1998’den 421).
4. süne: Sadece insan ve hayvanlarda bulunan cana Altay Türkleri süne der. Süne insan hayatta iken de
vücudundan ayrılıp dağlarda, bozkırlarda dolaşabilir. Canın diğer bir nevi vardır ki buna yula denir. Yula
insan veya hayvanın eşidir (Anohin 1924, İnan 1998’den 421).
5. öz: Bir nesnenin en iyi kısmı, içi, ilik, öz, esası, ortada olan, tamamen .zgün olan (Roux 1999 :114).
6. Altı cilt olarak yayımlanan eserin Masal, Balad, Mit, Ortaçağ Hikayeleri, Latife Kitapları ve Yerel
Efsanelerdeki Anlatı Elementlerinin Bir Sınıflaması ” şeklindeki alt başlığından da anlaşılacağı üzere,
Motif-Indeks anlatı elementi veya motif olarak belirlenen unsurların tespitine yönelik çalışmalarda baş
vurulan en önemli kaynaktır.
7. Sekiz olmalı .ünkü Temir-Bökö, Temir-Sağış, Celbis-Sokor ve Ceeken-Küren atlarıyla birlikte
.ldürülmektedirler.
8. Metinde böyle geçmesine rağmen burada kastedilen Ateşkâr Oğlan’ın atının ruhu olmalıdır. .ünkü
kahraman ile atının hayatı birbirine bağlıdır. Biri olmadan diğeri olmaz.
9. Bu dizeleri Naciye Yıldız; “Manas’ın çımın (sinek) gibi canı gitti, diyor, / Hakiki evine gitti diyor”
(1995: 649); şeklinde Tuncer Gülensoy ise; “Manas’ın sinek gibi canı gitti, / gerçek evine gitti,” (2002:
139), olarak aktarmışlardır.
Kaynakça:
AÇA (Mehmet), 2000, “ ‘Köne Epos’ (Arkaik Destan) Kavramı ve Türk Halk Hikâyelerindeki
‘Âşıklara Mahsus Evlilik’ Konusunun Kaynaklarından ‘Alplara Mahsus Evlilik’ ”, Millî Folklor , S. 47
(Güz 2000), s. 11-22.
AKALIN (L. Sami), 1993, Türk Folklorunda Kuşlar , Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları.
ANOHİN (A. V.), 1924, “Altay Şamanlığına Ait Maddeler”, (çev., Abdülkadir İnan), Makaleler
ve İncelemeler I. Cilt , Ankara 1998, Türk Tarih Kurumu Yayınları.
ARAZ (Rıfat), 1995, Harput’ta Eski Türk İnançları ve Halk Hekimliği , Ankara, Atatürk Kültür
Merkezi Yayınları.
ARTUN (Erman), 1996, “Çukurova Köylerinin Gelenek ve Görenekleri”, I. Akdeniz Yöresi Türk
Toplulukları Sosyo-Kültürel Yapısı (Y.rükler) Sempozyumu Bildirileri 25-26 Nisan 1994 Antalya,
Ankara, Kültür Bakanlığı Yayınları, s. 25-62.
BAŞAR (Zeki), 1978, Halk Hekimliğinde ve Tıp Tarihinde Yılan , Ankara, Atatürk Üniversitesi
Diş Hekimliği Fakültesi Yayınları.
BAYRI (Mehmet Halit), 1972, İstanbul Folkloru , İstanbul, A. Eser Yayınları.
BEKKİ (hzl., Selahaddin), 2001, Altay-Türk Destanı Maaday-Kara, İnceleme-Metin, Erzurum,
Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, (Yayımlanmamış Doktora Tezi).
BEKKİ (Selahaddin), 2002, “Altay-Türk Destancılık Geleneği ve Maaday-Kara Destanı”, Türkler
Ansiklopedisi , Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, C. III, s. 569-579.
BORATAV (Pertev Naili), 1984, Yüz Soruda Türk Folkloru , İstanbul, Gerçek Yayınevi.
CEYLAN (.mür), 2003, Kuş Cenneti Şiirimiz, Klasik Türk Şiirinde Kuşlar , İstanbul, Filiz
Kitabevi.
ÇORUHLU (Yaşar), 2002, Türk Mitolojisinin Anahatları, İstanbul, Kabalcı Yayınevi.
20
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder