17 Ekim 2013 Perşembe

GÖK TANRI İNANCINDAN GÜNÜMÜZE KADAR GELEN UYGULAMALAR

Yaşar Kalafat
Eski Türk inançlarının, Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da izlerini
ararken, Göktanrı inanç sistemine ait olduğunu söyleyebileceğim
bazı dini pratiklerde, efsunlamanın tipik bir uygulaması ile
karşılaştım. Gök Tanrı İnancı ile ilgili çalışmamız kitap olarak
yayınlandıktan sonra (1) Hocam Prof.Dr.Yıldırım'ın yönetiminde
devam eden incelemelerim, bu efsun türünün, hayatın muhtelif
dönemlerinde rastlanabileceğini ortaya koydu. Bu tebliğimde
üzerinde durduğum bu değişik efsun türünü tartışacağım

Biz, eski Türk inançlarını incelediğimiz sistematikte, Tanrı ile
kişioğlu arasında, yardımcı iyelerin yanısıra, koruyucu ve kara iyeleri
belirledik. Koruyucu iyeler arasında Umay, Ana Maykıl, Ak Ana'yı,
kara iyeler arasında da, Erlik ve Alkarısını tespit ettik. Ayrıca Gökle
ilgili iyelerde (Gök, Güneş, Ay, Yıldızlar), Yer ile ilgili iyelerde de
(Dağ iyesi, Kaya-Taş iyesi, Yer iyesi, su iyesi, Ağaç-Orman
iyesi)'ni, Ev; Ocak ve Ağıl iyelerini kişioğlu'nun kendisini ve Ata iyesini tasnifimizde zikrettik.
Kam'ın ise, Şaman olmayıp, kişioğlu ile Tanrı arasında iletişimi
sağlayan bir vasıta olduğunu savunduk.
Bu tebliğimizde, eski Türk inancı olan, Gök Tanrı inancından
günümüze kadar gelen efsunların; doğum, ad verme, evlenme,
adak, sacı, bereket törenleri, ölüm gibi hayatın değişik safhalarından yaptığımız tespitleri tahlil edeceğiz. Bunu yaparken, efsunlamalarda (2) sık rastlanan bir kotu alıp sadece "tu-tu-tu" üzerinde
duracağız.

Efsunlarda ana tema, bize göre iyelerdir. Efsunlayarak, kara iyeler mekân tuttukları veya musallat oldukları kişi ve yerlerden uzaklaştırılırlar. Böylece, bu yer tekin olur ve o kişi ve mahal rahatsızlıktan kurtulur. Ak iyelerin çağrılması, mekânın ak iyelerin
koruması altına girmesi, demektir. Böylece istenilen, beklenilen
sağlık ortamı doğmuş olacaktır. Ak iyeyi, kişioğlu da çağırıp yardım
isteyebilir. Kara iyeyi de kovabilir. Ancak kam bu işlemde daha
müessirdir. Tanrı ile sürekli münasebette bulunma üstünlüğüne
sahip olan kam; iyelere hükmetmede daha yeteneklidir. Nihai kararı
veren yani, yapılan dinî pratikleri katında geçerli kılan ve kabul
eden, Tengri'dir. Ak iyeler aracılığı ile iyiliklerin istenilmesi, yardım
talep edilmesi, Tengriye yöneliktir.
Kara iyelerden korunmak için yapılan dua ve yakarmalarda;
Kişioğluna yardım eden, yüce yaratıcı olan, Bayat, Oğan ve Bir
Tengri'yedir. Tengri, bağışlayıcı ve mükafatlandırıcı olduğu kadar,
cezalandırıcı vasfıyla da Türk hayatında görülür. (3)
METİN:
Hayatın çeşitli safhaları deyince, çocukluk döneminden
başlamanın uygun olacağını düşünüyorum. Saklanbaç oynayan
çocuklardan ebe; kapalı olan gözlerini açmadan ve bakacağı
dünyaya yüzünü dönmeden evvel, ilkin, sağ tarafına döner ve üç
defa (tu-tu-tu) der. Sonra, sol tarafına döner ve (tu-tu-tu) der. Daha
sonra "önümdeki, arkamdaki, sağımdaki, solumdaki "sobe" der. Bir
nevi "etrafıma haber veriyorum. Sizi görmemden sakının, saklanın,
gözlerimi açıp sizi görmeden evvel size duyuruyorum" demektir.
Çocuk oyununa dönüşerek pratikleşen bu uygulamanın altında,
eski bir inancın izleri aranamazdı. Dört yön motifi acaba çocuk
oyunlarına mı yansıdı.

Sarıkamış, İğdır ve Kağızman'da daha ziyade Azeri çocuklar
arasında ellerde çıkan siğil'den kurtulmanın yollarından birisi de,
kurbağa görünce, "tu siğilim sana" veya "tu-tu-tu siğilim sana diye
bağırmaktı. Çocuk inancımıza göre kurbağanın sırtındaki kabarcıklar
da siğildiği, böyle yapmakla siğili kurbağaya vereceğimize inandık.
A.B.Alptekin'in, Elazığ'ın Ağın ilçesinin Akpınar Mahallesinden
tespit ettiği bir efsaneye göre; Hocagiller'den Mehmet Ağa, Medresede başarılı olamayan bir öğrencidir. Sürekli, azar işitmektedir.
Allah'a "Ya bana fikir ver, ya da canımı al" diye yakarır. Bir gün, ulu
bir meşe ağacının altında uyurken, bir rüya görür. Ak sakallı bir ihtiyar onun ağzına üç defa "tu-tu-tu" yapar ve o andan itibaren Mehmet'in zihni açılır (4)
Ulu kişi, Gök Tanrı inancındaki Kam mı, yoksa islamiyetteki,
ermiş kimse midir? Belki de her ikisidir. Şurası muhakkak ki,
rüyadaki ulu kişi Hocagiller'in Mehmet'e, ak iyeleri göndererek zihninin açılmasını sağlamıştır. Veya, oradan kara iyeleri kovmuştur.
Çeşitli vesilelerle, tekrarlanan "tu-tu-tu"lama muhakkak ve her
defasında üç defa tekrarlanmayabilir de. Bazen, "tu-tu" şeklinde de
olabilir. Kars'da erkek çocukların kızlara laf atarken "tu-tu, tu-tu bismillah, benim olursun inşallah" dediklerini hatırlıyorum.
Erbil'de, Kırmanç ve Türkmenler, ayağı basmayan çocuğu, şifa
bulması için üç cuma günü, cuma namazından önce cami'nin önüne
götürürler. Çocuğun annesi, çocuğun iki ayağının başparmağını biribirine bağlar. Cami'den çıkacak ilk kişiye çocuğu götürür. O kişi,
"tu-tu-tu Bismillah" deyip çocuğun bağlı parmaklarının iplerini keser.
Böylece çocuğun ayağına basabileceğine inanılır. (5) Bu uygulama
Kars'da çocuğun iki ayağı biribirine bağlanılarak yapılır.

Bu tatbikatlarda, Ak iyelerle yüklü kişioğlu, cuma namazından
çıkmıştır. Ak iyelerin, belki de meleklerin deposu, camidir. Cuma
günleri ve cuma namazından sonra cami'nin fazileti daha fazladır.
Daha müessir kabul edilmiştir.
Kuzey Irak'da, Kırmanç ve Türkmenlerin, Sarılık hastalığı tedavisi
için gittikleri, Kerkük'deki, Pasvan Sarılık Ocağı'nda, okunmuş su,
hastanın anlına "tu-tu-tu" denilerek ve Besmele okunarak
çuvaldız ile sürülür. Ayrıca, hastanın evinin etrafının, Sarılık
Ocağından alınmış ve hastanın başına sürülen suyun artan kısmı,
keza "tu-tu-tu Bismillah" denilerek evinin etrafına dökülür. (6)
Hopa ve Sürmene'de, yüz felci geçirmiş kimseye, hoca okur ve
hasta dalgınken pabucun tersi ile hastanın yüzüne vurur. Okuyup
üfledikten sonra ve evvel hastanın yüzüne "tu-tu-tu" yapar. (7)
Bu iki tespitten birincisinde Ak iyenin kaynağı Ocak'tır. Ocaktan
alınan Ak iyeli su ve demirden mamul çuvaldız ile hastaya şifa
ulaştırılacağı inancı vardır. Kara iyeler kişinin ev/Ocak'ında mekan
tutup zarar vermekte olabilirler. Uygulanan dini pratik ile kişioğlu ve
onun hanesi ak iyeler marifeti ile selamete ulaştırılmaktadır.
İkinci tespitteki Hoca ise, nefesi vasıtasıyla Ak iyeleri tedavi
bölgesine göndermektedir. Okuduğu ve "tu-tu-tu" derken hastasının
yüzüne üflediği ise Kuran-ı Kerim'den ayetlerdir.
Kars'da, ıssız ve belli yerlerde bir hareket yapılacak, bir iş
görülecekse, "destur" diye seslenilir. Böylece oranın iyesi kim ise,
ondan izin istenmiş, onun gönlü hoş edilmiş, yanlış bir şeyle
karşılaşılması önlenmiş olurdu. Hususiyetle, akşam karanlığından
sonra, buna çok dikkat edilir. Kars'da küçükken düştüğümüz yeri,
büyüklerimiz bizden sorup gider görürdüler ve oraya ya su
dökerlerdi, veya üç defa "tu destur" diyerek tükürürlerdi. Özellikle

bu uygulama gece düştüğümüz yerler için yapılırdı. Böylece ora
iyesi tarafından daha büyük bir kötülükten, çarpılmaktan korunmuş
olduğumuza inanılırdı. Kimi zaman da geçirdiğimiz kaza büyükse,
kazanın geçtiği yere, ya tuz, ya şeker, ya da bir kaç kuruş atılırdı.
Böylece geçirilen kazanın belasını satın aldıklarına inanırlardı, bu da
bir cins saçı ile, kazanın geçtiği yerin iyesini memnun etmeye,
belasından korunmaya karşı alınan bir tedbir idi. Sacı niyetine yerlere
atılan bu tür kuruşları kimse almaz, evine götürmez ve onlara dokunmazdı. (8) Bu inancın bir sonucudur ki, çocuklar dışarda bozuk
para bulduklarında, almamaları için, ailesi tarafından uyarılırlar ve
çocuklara "kimbilir kim, o parayı ne maksatla attı" derlerdi. O parayı
almakla adeta musibete talip olmuş olunurdu.
Yol'un, ıssız yerlerin tekin olmadığı inancı günümüzde de
yaşamaktadır. Bu tür yerlerden "tu destur" deyip geçmek, eski
inançların bir kalıntısıdır. Büyü ve benzeri maksatlarla yazdırılan ve
tılsım gücüne inanılan bazı nuska/muska'ların yol kavşaklarına
gömülmesi ve böyle yapılırsa tesir gücünü göstereceğine inanılması
da yine aynı inancın bir parçasıdır. Amaç, yine yol iyesini bir muska
ile memnun etmek suretiyle onun yardımını sağlamaktır. (9) Bu tespitteki "tu destur" ifadesinin kullanılması ile adeta yol iyesinin
yardımı istenilmiş veya engel çıkarması önlenilmiştir. Muskalarda
yazılanlar ise çoğunlukla Kur'an-ı Kerim'den ayetlerdir.
Birçok yerde, işçi ve çiftçi, çalışmaya başlamadan evvel,
avuçlarının içine "tu Bismillah" diyerek başlar. Bu uygulama ile Besleme çekmekle Allah'dan yardım ve kolaylık dilerken, "tu" demeyi de
ihmal etmez.
İnsanın can/tın ve etöz'den olduğu inancı, onun aynı zamanda
bir iye gibi bir bedene, bir dona girdiği inancını da beraberinde getirmektedir. Ata ruhu inancı da bunun bir sonucu olarak ortaya
çıkmaktadır. Ancak, bu iye, azıyor yoldan çıkıyor; Tanrının
gönderdiği buyruklar yerine getirmeyince Erlik'e/Şeytan'a uyuyor ve

keza iyelerin buyruğuna giriyor. Bu durumda, o her türlü kötülüğü
yapabiliyor. Kişi, kimi zaman tın'ının Erlik tarafından buyruk altına
alındığını farketmez; kimi zaman farkeder. Göz dokunması, göz
değmesi, uğur ve uğursuzluk gibi inançların kaynağında,
başlangıçtaki bu tür inanç rol oynamaktadır. Bu yüzden koruyucu
tedbirler alınır. Göz değmesinden Tanrı'ya sığınıldığını sembolize
eden mavi boncuk, kamların koruyucu iyelerini sembolize eden kurt
dişi, derisi vesair kullanılır. Kimi insanlar, gözlerinin insanlara dokunduğunun farkındadırlar. Bu yüzden, beğendikleri canlı veya cansız
bir şeye baktıkları zaman, "tü-tü, tü" diye üç kez o yöne doğru
tükürür gibi yaparlar. Hareket, içinde varlığını bildiği kara iyeyi,
şaşırtmaya yönelik bir davranıştır. (10)
Kişioğlu'nun bizzat kendisinin de bir iye taşıyabileceğini, rüya tabirlerinin yorumunda da görmekteyiz. Rüyasını iyi niyetli olmayan
kimseye anlatan kişi, gördüğü iyi rüyanın vaadettiği iyilikleri yitirir. O
iyilikler rüyayı dinleyen kötü niyetli kişinin olur. Halkın bu inancının
bir sonucudur ki, rüyasını anlatan, iyi niyetli bir dinleyicinin seçimine
özen gösterir.
Elazığ'da gerdek gecesi, kız tarafı tatlı şerbet yapıp geline getirir,
ikram eder gelin damadın şerbetine üç kere sezdirmeden tükürür gibi
yapar. Gelin bunu yaparsa evliliğin daha muhhabetli geçeceğine
inanılır. (11) Damada göstermeden yapılan bu tür efsunlamanın jilede
gelin tarafından yapılmış olması, belki bir büyünün bozulması ve belkide yapılması muhtemel büyülerden evliliğin korunması içindir.
Kişioğlu'nun karşı cinsi ile birlişmesi döneminde, yeni bir dünyaya
girmenin arifesinde, adeta gelinin damadı sahiplenmesi olayı
yaşanmaktadır. Gelin, tükürür gibi yapmakla, "tu"yu tekrarlamış olmaktadır.
Elazığ'da, kesilen kurbanın gözleri, göz çıbanı/arpacık tedavisinde kullanılır. Kurbanın kesiminden sonra, gözleri çıkartılıp, kurutulur.
Göz çıbanı olan kişinin yıkanacağı suya bunlar üç kez (tu-tu-tu) de-

nilerek sokulup çıkarılır ise, o suda yıkanan hastanın gövdesindeki
çıbanların yok olacağına inanılır. (12)
Trabzon'da, Kars'da, Erzurum'da ve Bitlis'de yaptığımız tespite
göre; akşamdan sonra, sıcak su eşikten dışarı dökülmezken,
açıkhavada olunduğu taktirde de bazen gündüzün ve daha ziyade
gece karanlıkta sıcak su yere dökülmez. Mecburiyet var ise, döken
kişi "tu-tu-tu" bazen de "tu-tu-tu Bismillah" der. Yerlerin
bağlandığına, dökenin "bir şeye uğrayacağına inanılılır. Besmele
çekmekle ve "tu-tu-tu" demek suretiyle korunulmuş olacağına
inanılır. Böyle hallerde sadece "Bismillah" demekle yetinildiği de
olur.
Günümüzde, Anadolu'nun birçok yöresinde; meskun olmayan ve
tekin olarak bilinmeyen yerlere bilhassa gece girilecekse, Besmele
çekilir. Besmele ile müslümanlar, Allah'ın görünmez tehlikelere karşı
yardımını istemektedirler. Geçmişteki "Tu-tu-tu" denilerek yardım istenilmesi ile günümüzdeki "Destur-Bismillah" uygulaması arasındaki
ortak muhteva açıktır. İyelerle ilgili bir inanç, Islâmileşmiş midir?
Nitekim, Kuzey Irak'da Berzenci-Süleymaniye arasında Erbad'ın
çıkış mevkiinde "Ferisde-i Ecin de" diye bilinen bir iye vardır. Bunu
gören kimse, verebileceği muhtemel bir zarardan korunmak için,
Besmele çeker ve üç defa "tu" der. (13)
Kars'da, Ardahan'da ve Arpaçay'da, gençler açık havada su
dökünme zorunda kalırlar ise ve bilhassa bu hacet, su kenarı veya
ağaç dibine yapılacak ise görünmeyenlerin zararından korunmak
için, "destur" çekerlerdi.
"Tu-tu-tu" uygulaması ile tehlike savmak, her zaman tamamen
görünmeyen tehditlere karşı alınmış bir tedbir değildir. Bu uygulama
bazen de, özel bazı nesneler etrafında anlam kazanır. Kars'da, Erzurum'da ve Bayburt'da, bıçak veya makas türünden eşyalar elden
ele verilmez, elden alınmaz. Yere konulması istenerek, yerden alınır.
Aksi halde elden almanın taraflar arasında kavgaya yol


açabileceğine inanılır. Keza sabun da elden alınmaz, alınacağı
zaman elin tersi üzerine korunur. (14) Türk inanç kültüründe "ters"
olayı da ayrı önem arzeden bir husustur.
Bıçak veya makasın elden alınması mecburiyeti var ise, alan
veya veren, makas veya benzeri eşyaya "tu-tu-tu" yaparak alır
veya verir. Makasın ağzı açık bırakılmaz. Bıçak da açılıp kapanır
türden ise kapatılması yeğlenir. Ağzı açık makasın, düşmanlarının,
makasın ağzını kapatmayan kişi için fenalık düşünmesine yol
açacağı" inancı vardır. Bıçak ve makasın demir türünden madenlerden mamul olduğu ve demirin Türk inanç sisteminde, koruyucu fonksiyonu düşünüldüğünde, demirde, Ak iyelerin olabileceği kanaati
doğmaktadır.
Efsaneye göre Türkler çoğalıp, mağaradan yeryüzüne çıkmak isteyince, kutsal mağaralarının önüne gelip demir dağı eritmişler, ateş
yakmışlar, odun yığmışlardır. Bu yüzden, Türkler arasında ata
mağarasına, dağa, ateşe, demire ve ağaca karşı duyulan saygının
kökünde bunların kurtarıcı rolü oynamaları yatıyor olabilir. Ayrıca
Ebulgazi Bahadır Han'ın verdiği malumattan, Türk kağanlarının yılda
bir kere, örste demiri çekiçle dövdüğü ve bunun atalardan gelen bir
adet olduğu anlaşılmaktadır. (15)
Ateş'in, eski Türk inancındaki önemsenen yerini belirttikten
sonra, "Tu-tu-tu"lamanın ateşle ilgili pratiğini de belirtelim. Ateş
müdahale ile söndürülecekse, bilhassa söndürme işlemi su
dökülmek suretiyle yapılacaksa, ateşi söndürecek kişi ilkin "tu-tu-tu
Bismillah" veya "tu-tu-tu destur savuş"der. Bu uygulamada adeta bir
takım gizli güçlerin olduğu kabul edilen ateş'in üzerine, keza bir
takım gizli güçlerinin varlığı kabul edilen su'yu dökersen döken kişi
zarar görmemek için haber vermekte, iyilerden izin almaktadır. Bu
uygulama, Allah'ın esirgeyen ve bağışlayan ismini zikredederek de,
gücünü Allah'dan almakta, Allah'a sığınılmaktadır.

Doğu illerinin birçoğunda, kötü rüya gören kimse, sol tarafına
döner ve "tu-tu-tu Şeytan" der, sonra sağ tarafına dönerek yatmaya
devam eder. (16) Islamiyette ve Türklerin eski inanç sistemi olan
Gök Tanrı dininde, sağ yan uğurlu ve sol yan uğursuz olarak kabul
edilmiştir. Nitekim bu tespitte de, kara iye yani şeytan kişioğlunun
solunda tahayyül edilmiştir.
Kars'ta, Erzurum'da, Van'da ve bulunduğumuz Doğu Anadolu'nun daha birçok yerinde, kötü rüya gören kimse, rüyasını akarsuya anlatır. Çay ve dere türünden akarsuyunun bulunmadığı yerlerde, musluğun suyu açılır ve kötü rüya keza suya anlatılır. (17) Belki
de "akar su pislik tutmaz" sözündeki saklı mana buradan gelmektedir). Böylece kötü rüyanın hükmünü yitireceği inancı vardır.
Suyun eski inanç sisteminde kutsal kabul edildiği hatırlanınca
akarsuların, ak iyelerin mekanlarından birisi olabileceği hatıra gelmektedir.
Su iyesine Türkler, yir-suviyesi (yer ve su sahibi) "su ıssf
adlarını vermekteydiler. (18)
İyelerle ilgili inanç, Gök Tanrı dini kadar eskidir. "Tu-tu-tu" uygulaması da muhtemelen iyelerle birlikte bilinir olmuştur. "Tu-tu-tu"
inancı, giderek islamiyete mi taşınmıştır. Yoksa islamiyetteki
"nefes". Gök Tanrı dininde kendi şartlarında var mı idi? Buna rahatlıkla cevap vermek kolay değil. Ancak islamiyette "nefes"in hikmeti ve müessir nefesler'in varlığı bilinmektedir. Birçok ulu islam
kişinin nefesi ile, şifa verdiği veya koruyucu olduğu kabul edilmektedir, "tu-tu-tu" pratiğinde bir "kut" mu vardır? (19)
"Tu-tu-tu" ilk defa ne zaman kullanılmıştır? Buna da cevap bul
mak kolay değil, ancak, "......... 646 yılından beri tu-tu yani Tutuk
unvanı, Uygurlarda görülüyor. Tang zamanında Uygur sınır Valileri

bu unvanı taşırlardı" (20) tarzındaki bir bilgi "tu-tu-tu"nun
günümüzdeki insan isimlerinden veya mahlaslarından Nazar'ı
andırıyor. Ancak nazar ile efsunlamanın mahiyet ilişkilerine rağmen,
eş anlamlı olmadıkları açıktır. Ayrıca eski Türklerde unvanları tespit
maksadıyla yapılmış çalışmalarda (21) bizi doğrudan teyit ettiğine
rastlamadık.
Şurası muhakkak ki, efsunlama ile nazar arasında uygulamadaki
pratikler itibariyle de ilişki vardır. Nitekim dünyaya yeni gelmiş güzel
bir bebeye veya dünya evine yeni girmiş güzel bir geline "tu-tu-tu
kırkbir (veya kırkbin kere) maşallah" denilmiş olması ve bu tür tabirlerin musikimize yansıması tesadüfü olamaz. (22)
Uygur Türklerinde, günümüzden 1400 yıl evvel görülebilen ve
kağan unvanı alabilen "tu-tu" veya "tutuk" kelimesinin benzeri olan
diğer isimler hangileridir? Bu ayrı bir araştırma konusudur. Ancak,
ateşlemek anlamındaki "tutuşturmak" ile ateşin dumanı çıkmak
anlamındaki, "tütsülemek" kelimelerinin; üzerinde durduğumuz anlamda irdelenmeleri yararlı olabilir. Keza esef bildirirken acaba
neden "tuh-tuh-tuh" deriz. Yaptığımız izahlar ışığında "tu" yakmak
anlamına geliyor da ilkin kara iyeleri mecaz anlamda yakarak mı işe
koyulmuş oluyoruz.
SONUÇ
Özetlemek gerekir ise; efsunlamak bütün dinlerdeki ortak motiflerden birisi olabilir. Ancak "tu-tu-tu" uygulaması, Türk inanç sisteminde özel bir yer tutmaktadır. Türklerde Gök Tanrı inancından
günümüze gelen bir dini kültür kotudur. Bu kotu, Türk inanç
kültürünün yaşadığı bütün coğrafyalarda ve tarihin muhtelif devirlerinde çeşitli Türk boyları arasında görebiliyoruz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder