Ramazan Volkan Çoban
volkan_coban@hotmail.com.tr
Kurtadam Mitlerinin Oluşumu ve Türk Mitolojisinde Kurtadam Yaklaşımları
Bu makale “I. Ulusal Genç Halkbilimciler Sempozyumu (Balıkesir, 2012)”nda sunulmuştur.
Ramazan Volkan Çoban
volkan_coban@hotmail.com.tr
Özet:
Modern edebiyatta kurtadam oldukça işlenen karakterler arasında yer almaktadır. Son yıllarda işlenen biçiminden daha önceleri kurtadam fenomeninin hangi şartlar altında ve nasıl oluştuğunu incelediğimiz bu makalede bu mitin altında yatan beş farklı nedeni ortaya çıkardım. Bu nedenlere dünyanın farklı yerlerinden örnekler vererek benzer ve farklı noktalarına dikkat çektim. Son olarak da Türk mitolojisinde kurtadam yaklaşımlarını inceledim ve etkilenmeleri belirttim.
Bildiri:
Günümüzde oldukça meşhur olan popüler kurtadam mitinin kökleri 1900’lü yılların başına dayansa da mitolojiye gerçekten konu olan kurtadamların antik çağda da anlatıldığı bilinmektedir. Bu miti oluşturan ya da oluşumuna neden olan beş unsur bulunmaktadır ve bu yazıda bunlar incelenecektir;
1. Fizyolojik, psikolojik ve psikiyatrik etmenler,
2. Göz yanılmasının yol açtığı sanrılar,
3. Filolojik etmenler,
4. Halüsojen maddelerin yol açtığı sanrılar,
5. İnançtan veya ritüelden dolayı kurt gibi davranmak.
İlk etmenin yol açtığı bu fenomene, kuzey ülkelerinde, başlıca, İskandinavya’da yaygın olan, fakat diğer ülkelerde hiç bilinmeyen “Berserk deliliği” yol açıyordu. İnsanın düşmanını öldürmesinin iş hayatının gereği olduğu bir dönemde, sadece öldürme eyleminin verdiği zevk için öldürme, bir amaca ulaşmak için yararlandığı bir yol değil, başlı başına bir amaçtı. İhtirasa tapılan bir çağda paragöz insanlar ne ise, cennetin insanların sonsuza dek birbirlerini parçalayabilecekleri bir yer olduğu fikrinin yaygın olduğu ve savaşmayı reddeden insanların ellerinden malları alınarak cezalandırıldıkları çağda Berserk oydu. Dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan bu Kuzeyli insanlar için hayattaki en önemli iş ve
eğlence güzel bir ülkeye, örneğin İspanya ya da Fransa’ya doğru yelken açmak ve yolları üzerindeki tüm kıyılarda katliam yaratmaktı. Bu yolculukları arasında, evde geçirdikleri zamanlarda ise bir çeşit deliliğe kapılırlardı ve bu süre boyunca, geceleri kurt ya da ayı derisi giyerek gafil yolcuların ya da yolda aylakça dolaşanların kemiklerini kırar, kafataslarını ezer ve bazen de şeytani bir neşe içinde kanlarını içerlerdi. Böylesi bir delilik dönemini genellikle korkunç bir yorgunluk ve depresyon dönemi takip ederdi.1 Berserk deliliğine kapılmış olan insanlar, üzerilerine postu giydikleri andan itibaren dönüşüm geçirdiklerini düşünürlerdi ve hatırladıkları şeyler pek azdı. Beowulf destanında Finli işgalcilerden biri kurt postu giymiş olarak Beowulf’un karşına çıkmıştı. Muhtemelen, Berserk deliliğinin etkisinde olan bu Kuzeyli savaşçı tutkuları için Britanya’ya gelmişti. Normal haline geldiğinde Beowulf ile karşılaşmaya cesaret edemeyip ağlamaya başlamıştı. Berserk deliliği, günümüzde de görülebilen bir hastalıktır. Psikiyatrik bir hastalık olup, zaten var olan kurtadam efsanelerinin özellikle kuzey halklarında olmak üzere tüm Avrupa’da yaygınlaşmasını sağlamıştır.
1 Dasent. Yanmış Njal (Burnt Njal), Cilt I, sayfa 22; Magnusson and Morris. Grettis Saga, Bölüm xix; Head, Sir Edmund. Viga’s Glum’s Saga, s.13
Bahsedilen dönüşümün (insandan kurtadama) gerçekleşmesi için deri değişiminin yaşanması gerekliydi. Normalde, dönüşülen hayvanın ağız kısmını da kapsayacak şekilde kafadan kuyruğa kadar derinin üst kısmı yüzülürdü ve bu post kafadan itibaren vücudun arka tarafına geçirilirdi. Eski Romalılar kurtadama “deri değiştiren” derlerdi ve Ortaçağ’ın başka mekânlarında da kurtadamlara buna benzer isimler verilmiştir. Bu da gösteriyor ki, deri giyme ile kurtadam olmak çok yaygın görülen bir durumdu. Buna bağlı olarak, o zamanlarda yaygın olan inanış şuydu; kurtadam insan biçimindeyken kılları vücudunun içinde kalıyordu ve kurtadam olmak istediğinde kendini ters çeviriyordu. Kayıtlara geçen pek çok olayda tutukluların bu dönüşümü nasıl gerçekleştirebildikleri sorgulanmıştır, fakat tatmin edici herhangi bir yanıt bulunamamıştır. Belirttiğimiz gibi, bu insanlar tam da değişikliğin olduğu o anla ilgili hiçbir şey hatırlamamaktadırlar. Hatta kimi zaman vücutlarının içindeki kılları ortaya çıkarabilmek için zavallı insanların kollarının ya da bacaklarının kesildiği ya da vücudunun bazı bölümlerinin derisinin yüzüldüğü bile olmuştur. Şeytana ruhunu satmış bu yaratık için acımak gereksizdi. Bazen cadılığın bir şekli, şeytanın hizmetkârı olarak görüldükleri için yakılanlar da olmuştur, çünkü Hint-Avrupa mitolojilerinin çoğunda kurt zaten başlı başına şeytanın hizmetkârı olan bir hayvandı. Hint-Avrupa inanışlarında köpek uluması Gölge Tanrısı’nın habercisidir. Bu sakin bir ölümü çağrıştırır, fakat uluyan bir kurt ise kurbanın ruhunu parçalamaya gelen ruhların habercisidir. Bir evin önünde uluyan köpek evdeki sakin ölümü, kurt ise acılı bir ölümü işaret eder. Günümüz Hindistan’ında bu inanış hala mevcuttur. Akraba kavimler (Hint, Pers, Cermen, Slav, Latin vb…) arasındaki bu ve benzeri inançlar çok eskilere dayandığından kurt ile ilgili olguların modern çağda
şeytansı olduğuna kanaat getirilir. Kökeninde ise Hint-Avrupalıların ataları Aryanların mitolojisinden Hindu folkloruna kalan Rakşasa vardır.
Bir Danimarkalı olan Jean Grenier on üç yaşında bir çocuktu. Kısmen deliydi ve dikkat çekici bir şekilde bir köpek fizyonomisine sahipti; çenesi geniş ve öne doğru çıkık, ön dişleri garip bir şekilde uzun ve alt dudağından aşağı sarkardı. Kendisinin kurtadam olduğuna inanırdı. Bir gece birkaç genç kızla karşılaştı ve güneş batar batmaz kurda dönüşüp onları yiyeceğini söyleyip kızları korkuttu. Birkaç gün sonra gece koyununa bakmak için çıkan küçük bir kıza bir yaratık saldırdı. Kız, o kokuyla kendisine bir kurdun saldırdığını sanmıştı, fakat sonradan ispatlandı ki kıza saldıra Jean Grenier’den başkası değildi. Kız ona koyunlar için kullandığı sopayla vurmuş ve kaçmayı başarmıştı. Çevrede birkaç çocuk daha esrarlı bir şekilde ortadan kaybolunca yine Jean Grenier’den şüphelenildi. Mahkemeye çıkarıldığında iki yıl önce bir gece ormanda şeytanla karşılaştığını ve onunla bir anlaşma yapıp bir kurt derisi aldığını söyledi. O zamandan beri karanlık bastığında etrafta kurt olarak dolaşıyor, ancak gündüz insan şekline dönüyordu. Tarlalarda yalnız olarak bulduğu pek çok çocuğu öldürüp yemişti. Bir keresinde de aile evde yokken bir eve girmiş ve beşikten bebeği almıştı.2 Dikkatli bir inceleme sonucunda bu iddiaların doğru olduğu ispatlandı. Kayıp çocukların Jean Grenier tarafından yendiğine şüphe yoktu ve Jean Grenier’in kendi yarım aklı da kendisinin kurt olduğuna inanıyordu. Bu da, “lycantropy” adı verilen kendini kurt zannetme hastalığının örneği idi. Lycantropy’nin Berserk deliliğinden fakı ise kendini kurt sanan kişinin zorunluluktan öldürmesidir. Berserk delisi bir kişi öldürmenin verdiği hazzı tatmak için öldürürken, lycantropy hastası kişi avlanmak, beslenmek ve hayvani içgüdüler ile kendini ve alanını savunmak için öldürür. Aslında, bu hastalık görece günümüz popüler kurtadam şekliyle büyük oranda aynıdır. Lycantropy, Berserk deliliğine göre çok daha sık görülen bir zihinsel hastalıktır. Üstelik lycantropy hastalığının ve popüler kurtadam fenomeninin birbirini besler nitelikte olduğu bilinmektedir. Jean Grenier örneği bize hem “fizyolojik, psikolojik ve psikiyatrik etmenler”in hem de “göz yanılmasının yol açtığı sanrılar”ın mitlerin oluşumu üzerindeki etkileri gözler önüne seriyor. Sonuçta, kendini kurt sanan ve kendini kurt şekline sokan Danimarkalı Grenier’i ve yaptıklarını görenler kurt ve insan karışımı olan yaratığı ve hakkındaki öyküleri Danimarka’nın birçok yerine gitgide efsaneleştirerek taşıyarak başarılı bir şekilde bu miti oluşturdular.
2 Fiske, John. Myths and Myths-Maker, s.94
İstenilen bir hayvan gibi olmak için o hayvanın postunu giymek dünyanın pek çok yerinde ilkel insan aklının ürettiği bir olguydu. Bazen bulunan ilkel insan mezarlarında bulunan iskeletlerin ağız kısmında vahşi bir hayvana ait dişler bulunabilmektedir. Bu durum milletlerin birbirinden etkilenmeleri ile ortaya çıkmayıp tamamen ilkel insan aklının kendini her yerde aynı şekilde göstermesinden
kaynaklanmaktadır. Asya, Avrupa ve Afrika’da bahsedilen mezarlardan onlarca bulunmuştur. İlkel insan aklının “aynılığı”nı göstermek adına diğer halklardan izole olmuş halklardan örnekler vermek gerekir; birçok Kızılderili kabilesinin kendilerine totem yaptıkları hayvanın bir parçasını üzerlerinde takı olarak bulundurması, hayvana atfedilen özelliğin kazanılmasını sağlardı. Sibirya Şamanları da kendi kafalarına geyik veya kurt postu geçirip ağızlarına kurt veya ayı dişi alırlardı. Böylelikle o hayvanın istenilen bir özelliğinin kazanılacağına inanılırdı. İlkel insanın aklı, ister Sibirya tundralarında olsun isterse Kongo yağmur ormanlarında olsun, dünyanın her yerinde aynı şekilde işler. Örnek olarak; Paraguay’daki Abiponesler gibi günümüzdeki ilkel kabileler, güçleri, cesaretleri ve bilgelikleri artsın diye korkunç ve sinsi hayvan etleri yerler.3 Birçok ilkel inanışta olduğu gibi, oradaki rahipler güç aldıkları hayvanların postlarına büründükleri için ölülerinde aynı şekilde sarıldıkları postlardan güç aldıkları düşünülürdü. Tibet’te dağda yaşayan bir kâhin bir dağ boğasının postuna sarılarak gelecekle ilgili bilgilere ulaşsın diye gece boyunca bir derenin kenarında tutulurmuş. Onlara göre dağ boğası uzun yaşamı ve geleceği görmeyi simgeler. Günümüzde Suriye’de kurban geleneğinden dolayı ölüyü koyun postuna sarmak bir gelenektir.
3 Mackenzie, Donald A. Myths of Babylion and Asyrrian, s.11
4 Gould, Baring. Book of Werewolf, s.178; Muir. Sanskritçe Metinler (Sanskrit Text), II. 435
Türk efsanelerinde kurtadam ve benzeri fenomenler diğer milletlerden bağımsız oluşmaz ve gelişmez. Bögü Han batı yönüne doğru akınlar düzenleyen bir hakandı ve amacı batı halklarına boyun eğdirmekti. Savaşlar birbiri ardına gelirken o kadar ilerilere gitmişti ki, artık garip insan benzeri türlere rastlamaya başlamıştı. Efsaneye göre Bögü Han Hindistan’ı da ele geçirir, fakat gerçek tarihte Bögü Han asla Issık Gölü’nden öteye geçmedi. Bu efsanenin İran ve Hindistan tarafından geldiği ve geldiği yeri bildirdiği muhtemeldir. Daha önce adı geçen, Hindu folklorundaki kurtadam olan Rakşasa, kızıl bir sakallı ve kızıl saçları olan kocaman, tuhaf biçimli bir canavardır. Öne doğru çıkmış dişleri insanları parçalamaya hazırdır; vücudu kalın ve sert kıllarla kaplıdır. Devasa ağzı açıktır, yürürken sağa sola bakınır, korkunç açlığını ve çıldırtıcı susuzluğunu gidermek için insan etini ve kanını arzular. Gece yaklaştıkça gücü artar, her istediğinde şekil değiştirebilir; ormanda gezinir ve ağaçların arasında uluyarak dolaşır.4 Bu tarif Türk mitolojisindeki Erlik Han ile dikkat çekici bir benzerlik göstermektedir. Belirgin kötü karakteri olan diğer birçok karakter gibi Erlik Han’ın da mitolojimize sonradan batıdan etkilenerek girdiğini düşünürsek bahsettiğimiz garip yaratığın güney batı tesirli olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz.
Güneyden böyle bir etki varken, bir benzeri de kuzeyde kendini çoktan göstermişti. Oğuz Han kuzeyde yaşayan, başı köpeğe veya kurda benzeyen garip insanların yaşadığı ülkeye seferler düzenlemiştir. Hatırlayalım, insanlar kurda veya
başka bir hayvana dönüşmek hayvanın postunu kafalarına geçirirlerdi. Oğuz Han ilk seferinde başarılı olamamıştı ama daha sonraları bir zafer elde etmişti. Bu halka “İt-Barak” denirdi. İt-Baraklar Deşt-i Kıpçak’ın kuzeyinde ve batısında yaşarlardı. Geçmişte, İskandinav kavimlerinin Batı Asya’nın kuzeyinde de yaşadıkları kesin olarak biliniyor. Özellikle Vikinglerin en büyük eğlencesinin bilinmeyen yerlere seferler düzenleyip korkunç katliamlar yaptıkları, hatta bu şekilde Amerika kıtasını keşfettikleri tarihsel bir gerçek olduğuna göre belki Türkler de tıpkı Kızılderililer gibi Berserk delisi olan gruplarla karşılaştılar ve bu karşılaşmaları öyküleştirdiler. Kızılderililer, Berserklere “ejder adam” anlamına gelen isimler veriyorlardı, çünkü bu insanlar onların daha önce bunların hiçbirini görmediği atlara, hayvan şekli verilmiş miğferlere ve metalden yapılmış geniş zırhlara sahiptiler. Bu şekilde Vikingler “ejder adamlar” olarak öykülerdeki yerlerini kötü rollerde de olsa aldılar. Bu öyküleşme tarihin sonraki dönemlerine rastlamaktadır. Daha öncesinde Viking akınları Avrupa içlerine ve kuzey doğuya yönelikti. Kuzey doğuda ise Türkler vardı. Türklerin tam bir kurtadam şekli yerine it-barak’ı seçmiş olmaları ise kutsal, tanrının habercisi, tanrının yeryüzündeki şekli ve totem olan kurdun sürekli olarak benimsenmesi ve sevilmesi olabilir. Kurt ile köpek arasındaki fizyolojik benzerlik, Türk mitolojisinde kurdun değişmez kutsal yeri olması ve köpeğin her zaman açgözlülüğün, ihanetin ve aşağı duyguların temsilcisi olması nedeniyle kötü konuma köpeğin seçilmesini sağlamıştır.
Şöyle bir durum da vardır ki, bir mitin oluşumu tek nedene bağlanamaz. Türk kavimleri içinde oluşan kurtadam ve benzeri mitlerin varlığı da tek bir nedene bağlanamayacak derecede karışıktır ve neden olmuş olabilecek onlarca neden vardır, fakat bu yazıda konunun sınırlanması açısından yalnızca bir kaçına değinilecektir. İt-barak mitinin oluştuğu yerler yakınında yaşayan Çuvaş ve Altay Türk halklarının erkeklerinin uyguladığı olgunlaşma ritüeli olan “erginleşme” de temel sebeplerden biri olabilir. Erginleşme, toplum tarafından onaylanmış şekilde olgun olmak, evlenebilmek ve saygınlık kazanmak için erkeklerin bir süre bu milletlerin baş totemi olan kurt gibi yaşaması gerekirdi. Tıpkı bir kurt gibi küçük bir sürü halinde dolaşır, sadece et yer ve ulurlardı. Davranışlarının yanı sıra kafalarına geçirdikleri kurt postu ve vücutlarını kapladıkları kürk ile görünüşlerini de kurtlara benzetmeye çalışırlardı. Bu durum hem genel olarak mitlerin oluşumunun çok nedenliliğini hem de kurtadam mitinin oluşumunda “inançtan veya ritüelden dolayı kurt gibi davranma” unsuruna açık örnektir.
Diğer bir unsur olan filolojik etmenlerdir. Ovid, Arkadia kralı olan Lykaon’un bir keresinde Zeus’u yemeğe davet ettiğini ve onun her şeyi bilme kabiliyetini denemek amacıyla ona insan eti ikram ettiğini anlatır. Fakat bu hilesi işe yaramaz ve üçkâğıtçı kral hak ettiği cezayı alır. Bir kurda dönüştürülür ve bundan böyle Olympos Dağı’nın kralının masasını kirletmeye cüret ettiği şeyle beslenmeye
mahkûm edilir. Pliny’e göre, o tarihten sonra her sene soylu bir Arkadia’lı, Zeus Lykaios festivalinde bir nehrin kenarına götürülür. Eşyalarını oradaki ağaçlardan birisine asan soylu kişi, suya girer ve kurda dönüşür. Sonraki dokuz yıl boyunca nehrin kıyısındaki ormanda gezinir ve tüm bu süre boyunca hiç insan eti tatmamayı başarabilirse eşyalarının asılı durduğu yere dönmesine izin verilir. Bir keresinde Demainetos’un Zeus Lykaios’a insan kurban edilirken orada bulunduğu, insan eti yediği ve kurda dönüşüp sonraki on yıl boyunca o halde kaldığı söylenir.5 Bu Arkadia efsanesi ile ilgili olarak görüş bildiren Profesör Cox muhtemelen haklıdır; öykü, esas önemi unutulan iki anlamlı kelimeleri açıklamak için geliştirilen bir mit grubuna ait gibi görünüyordu. Zeus’a uyarlandığı şekliyle, Lykaios sözcüğünün esasında kurtlarla bir ilgisi yoktu: “ışık saçan” anlamına geliyordu, sadece “kurt” ve “ışık” kelimeleri arasındaki benzerlikten dolayı kurtlarla ilgili efsanelerin oluşmasına neden olmuştur. Aryan mitolojisi de bu tür karışıklıklarla ilgili pek çok örnek barındırır. Aynı sebepten dolayı, güneş tanrısı Phoibos Lykegenes, başlangıçta “ışığın çocuğu” idi; fakat popüler etimoloji bu ismi “kurdun çocuğu” olarak yorumlayarak bu tanrıyı kurda dönüştürmüştür. Kahraman Autolykos’un adı “kendi kendini aydınlatan” anlamına gelir, fakat ismin sahibinin karakterini hatırlatacak biçimde “has kurt” olarak yorumlanmıştır.6
5 Fiske, John. Mitler ve Mitleri Yapanlar, s. 81.
6 Çoban, Ramazan Volkan. İda Dağı’ndan Kaz Dağı’na Yörenin Anlatılarının Karşılaştırmalı Mitoloji Tarafından İncelenmesi, Kazdağları III. Ulusal Sempozyumu, Balıkesir, 2012.
Son olarak, mitoloji içerisinde halüsojen madde kullanımını ve inançtan dolayı kurt gibi davranmak unsurlarını bir arada ele almamız gerekir, çünkü bizzat olayı yaşadığını söyleyenlerin tanıklığında varlığına ve yaşandığına kesinlikle inanılan birçok fantastik olgunun gerçekleşmesi bu şekildedir. Hindistan’da din adamlarının kullandığı soma bitkisinin özü yoğun miktarda halüsojenik etkilere sahiptir. Rahipler özü içtikten sonra göğün katlarını aşıp tanrılarla konuşur, gelecekten haberler ve yeni emirler alırlar. Güney ve Orta Asya’da Totemist ve Animist gruplarca haşhaş, kenevir vb. maddelerin ve Güney Doğu Asya’da bazı mantar çeşitlerinin aynı kutsal amaçlarla kullanıldığı düşünülmektedir. Başta mantarlar olmak üzere bu maddeler kullanıldıktan sonra kişi ne isterse zihninde onu yaşar. Kurt olmak isteyen kişi maddeyi kullanınca kurt olur ve zihninde birçok şey yaşar. Asya şamanlarının ve Kızılderili totemistlerin kullandıkları maddeler etkisinde gördüğü halüsinasyonlarla göklere çıkıp olağanüstü varlıklarla karşılaşmalar gerçekleştirdiği ve kullanımdan önce plan yaptıkları sabittir.
Günümüz sinema ve roman sanatlarında oldukça fazla yer alan kurtadam fenomenin temel hatlarıyla mitolojik kurtadamdan ilham aldığı açıktır. Dünyanın birçok yerinde kurt ile ilgili inanışlar canlılığını korurken kurt ve insan karışımı canlılar öykülerde bile tarihidir, çok eski zamanlarda yaşanmıştır. “Fizyolojik,
psikolojik ve psikiyatrik etmenler” her ne kadar kontrol altına alınmışsa da popüler kurtadam fenomeni ve görsel materyaller hassas insanlar üzerinde lycantrophy vakalarını arttırmaktadır. “Filolojik etmenler” kalıplaşmışlığı içerisinde değişmez durumda kalırken mitler üzerinde eskisi kadar kolay etkili olamazken diğer etmenler de insanların çoğunun eğitimli ve bilinçli olması sonucunda oluşan gerçekçilik altında insanların artık batıl inançlara ve fantastik öğelere inanmamasıyla mitler üzerindeki etkilerini kaybetmişlerdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder